Sülale araştırmalarında kağıt üzerinde bir yere kadar gidebiliyorsun, işler mutlaka varıp bir duvara tosluyor, öylece kalakalıyorsun. Kayıtları, listeleri tekrar tekrar kontrol etsen de hep aynı yerde mutlaka tıkanma oluyor. Bunun çaresi hafif bir dokunuş...
Hafif hafif eriyen karın veya oluktan akan suyun bazı noktalarda göllendiği olur. Çer çöp, saman saşgı bir yerde suyun önünü tıkar, su akmaz olur orada birikir. Oysa o saman çöpünü alsan, önü açılacak ve su akmaya devam edecek. Ta ki yeni bir tıkanma yaşanacağı yere kadar... Böyle böyle her tıkandığı yeri hafif dokunuşlarla açtığında, avluda su birikmez, akar gider... Bu yüzden tıkandığı yerde mutlaka bir müdahale ister...
Bizimkisi o hesap işte... Çıkmaza girdiğinde önünü açacak hafif dokunuş beklersin. Bilen birisinin dokunuşu... O sülaleyi en iyi bildiğini düşündüğün kişiyle görüştüğünde az veya çok bir ilerleme sağlarsın. Çünkü mutlaka işine yarayacak bir bilgi, problemi çözecek bir ipucu verir sana. İşte bu sebeple görüşme yöntemi en sağlıklısıdır, sık sık bilenlerle konuşman gerekir.
Planlı görüşmelerin dışında, bazen bir anda sürpriz fırsatlar çıkabilir önüne... Kütahya'da öyle bir fırsat oldu. Uzaktan gösterdikleri bir beyefendinin 'Hacının Hasan' (Hasan Çelik) olduğunu söylediler. Hakkında bir şeyler duymuştum; ama yaşadığını bile bilmiyordum... Gittim, tanıştık... Masadakilerin hepsini de gıyaben, kağıt üstünde biliyordum da... işte şimdi tanışıyorduk... Epeyce konuştuk... Babasını (Ahmet Çelik) anlattığı sırada, bir süreliğine çalıştırdığı dükkanın yerini tarif edecekti. Nasıl anlatsam der gibi bir tavrı vardı, sonra da 'Paşaların Tekkenin tam karşısındaydı' dedi... Benim hala anlamadığımı düşünerek 'Almanyalı Yaşar'ın evi karşısı, Lütfi Tüblek'in dükkanın oralardaydı' diye açıkladı... Tamam, şimdi anlamıştım...
Dün akşamki sürpriz Hacının Hasan görüşmesi çok yararlı oldu. Daha önceden kafama takılan çoğu soru böylece cevabını bulmuştu. Gerçi şimdi de başka soru oluştu; Paşaların Tekke'yi ilk defa duymuştum. Ne yani, Almanyalı Yaşarın evin oralarda türbe mi varmış?
Gün boyu bunu soruşturdum. Varmış... Ali Paşa'nın evinin avlusunda tekke (Anıtkaya'da türbeye yatır veya tekke derler) varmış ve buna Paşaların Tekke derlermiş. Hacı İbrahim türbesine Eminlerin Tekke dediklerine göre, buna da Paşaların Tekke demeleri gayet normal... Eğret'teki diğer tekkelere gösterilen hürmet buna karşı da gösterilir, sık sık başında Fatihalar okunur, dualar edilir, adaklar dağıtılırmış. Sonra sonra unutulup gitmiş... Paşaların damadı olan Yaşar Soylu buraya ev yapınca ve o eski dualı, adaklı günleri yaşayanlar da birer birer göçünce hatırlayan da kalmamış.
Şimdi, o civarda büyümüş, hatta evleri Tekkeye komşu bir kaç kişiden işittim; küçüklüklerinde Tekkeden doğru dümbek (kudüm) sesi işitmişler defalarca... Yalnız bu ses herkesin kulağına gelmez, genellikle çocuklara duyururmuş kendini. O çocuklar da büyüdükçe işitmez olmuşlar... Acaba şimdilerde hangi çocukların dimağındaki nağmedir kudüm sesleri?...
Paşaların Tekke meselesi böylece halledilmişken... Birden aklımda tuhaf bir şavk parladı, söndü...
Bundan bir yıl kadar önce Ömer Kayır Bey bir şiir göndermişti. Muhtemelen İrfan Ünver Nasrattınoğlu'ndan alıntılanan bu şiir, Eğret Tekkelerini manzum bir biçimde anlatıyordu. Resul Baba ve Hacı İbrahim için söylenen birer kıtadan sonra, çok bilinmeyen iki zat için de birer dörtlük söylenmişti... Bu zatların neredeyse unutulmuş olması üzüntü vericiydi...
Paşaların Tekke acaba o iki tekkeden birisi miydi? Şiiri kaydettiğim dosyayı açtım... Ta kendisiydi...
Mahşer yerinde imanımızı
Eğret Köyü'nde PAŞA TEKKESİ
O da ermiş evliyadandır.
Ali Paşa'nın avludaki türbeye Paşaların Tekke derlermiş. Hacının Hasan sayesinde Paşa Tekkesi bulundu. Unutulmuş diğer türbe Öksüz Tekke imiş... Şiirin onu anlatan kısmını da aşağıya alayım, kim bilir bir vesileyle Öksüz Tekke de bulunmuş olur...
Çok olursa millet; kıtlık çeke
Eğret Köyü'nde ÖKSÜZ TEKKE
O da ermiş evliyadandır.
çekke: çekirge
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder