18 Ocak 2021

Sözlük B

     -B-


baca: 1.Duvar içine yapılmış ocak-baca düzeneği, şömine; 2.Kandilin cam fanusu, 3.Duvara gömülmüş kapaksız dolap.

bacagaşı: Ocağın yan üst veya yan tarafına yapılan, lamba kibrit gibi ufak tefek şeyleri koymaya yarayan küçük raf.

bacak: Hayvan sayı birimi.

bacaklı: Uzun boylu, iri, kemikli hayvan.

bâcık/bağcık: İki şeyi birbirine bağlamaya yarayan küçük ip.

badak: Kısa boylu, ufak yapılı, bodur, tıknaz kimse.

badas: Tahıl kaldırıldıktan sonra harmanda toprağa karışmış olarak kalan buğdaylar taneleri.

badca/bacca: bahçe

badca bozma: Bahçedeki ürünü hasat etme.

badca gapısı: (mec)pantolon fermuarı

badca gapısı açık galmek: Pantolon düğmeleri iliklenmemiş olmak.

Badcarası: Bahçelerin bulunduğu yerleri belirtir mevki adı.

Badcecik/Baccecik: Bir mevki adı, Behçecik

badeş: Arkadaş, birlikte olan, birlikte iş yapılan insan.

badılcan: patlıcan

badırdamak: 1.Söylediği anlaşılmamak, homurdanmak, çok ve lüzumsuz konuşmak; 2.Konuşmak, çene çalmak; 3.Çekişmek, kavga etmek.

badi: 1.Kaz, 2.Kaz çağırma ünlemi.

bağ: 1.engel, mani, düğüm; 2.Bağlanmış paket

bağa: kaplumbağa

bağalı: pahalı

bağaş dutuşmek: İddiaya girmek, bahis tutuşmak. (vâ mısıñ bağaşına!)

bağışlamek: 1.Yardım kuruluşuna ayni veya nakdi bağış yapmak. 2.Aile büyüğü taşınır veya taşınmaz bir mülkü birine hediye etmek.

bağlantı: Yapılarda destek olarak kullanılan ağaç.

bağrıyuka: duygusal, merhametli, yufka yürekli

bahara goyvemek: Büyükbaş hayvanların kırda otlama sezonunu açmak.

baharını almek: Hayvan kırda otlamak, bol bol taze ot yemek.

bah! bah!: Köpek çağırma ünlemi.

bakam: bakalım

bak bak: Bir söz veya durum karşısındaki şaşkınlığı anlatır. (Sonra bak bak bunlar neler çevirmiş demesinler.)

bakdur aşı: “Ne pişirdin?” veya “Ne yedin?” diye sorana verilen cevap, hayali bir yemek

bakele/bakelene: Şaşma, korku, pişmanlık, beğenmeme, öfke, acıma ünlemi. (bak hele)

baken: müsaade et anlamında bir söz (bakayım)

bakır/bakırca: kova, bakraç

bakılak: bekleyici, gözleyici

bakılak olmek: Emanet bırakılan bir şeye göz kulak olma, dikkat etmek.

bakıldak: Serçeden büyük, tepeli, eti yenen bir kuş.

bakınmak: Doktora muayene olmak, tedavi olmak.

bakıp görmek: Bir işin bir isteğin yerine getirilmesi için çareler araştırmak.

bakla dökmek: Bakla ile fal bakmak.

baklağı: baklava

baklatdırmak: Kaybolan bir şeyi bulmak için falcıya baktırmak. (bakla attırmak)

Balaban: Bir mevki adı.

balbaklâsı:  En lezzetli hayali bir yemek. (Balbaklağısı olsa yicek yanım yok.)

bâlı: 1.Pahalı, 2.Bağlı

balık oynamek: Yıldırım düşmek, şimşek çakmak.

bâli/bâlim/bâlimine: Keşke, hiç olmazsa (bari)

balkan: Sık orman, sık çalılık.

bambıl: Taze iken buğday başağında tanelerin özünü yiyen zararlı bir böcek.

banak: Banarak yenen yarı sulu yemek.

bañguş: baykuş

banmak: 1.Ekmeği yemeğin suyuna batırarak yemek, 2.Sudan geçerken ayakları ıslanmak.

barak: Kısa boylu, çok üren köpek.

barbar: Sert, haşin, gürültücü, saygısız

bardak: Çam ağacından tek parça oyularak yapılan, suyu soğuk tutan su kabı. Büyüğüne sinek denir.

barec: baraj

barı: kuru ağaç dallarıyla veya ayçiçeği kökleriyle örülmüş bahçe duvarı, çit

barılamak: çit çekmek

bârı yuka: Merhametli, yufka yürekli.

barıt: barut

barıt gibi: çok öfkeli

barmak/barnak: 1.parmak, 2.Araba tekerleğinin orta kısmını kenara bağlayan çubuklar, 3.Eğret kilim dokumalarına has bir motif.

basdırmak: Atları geri geri yürütmek.

basık: 1.Alçak tavanlı oda, 2.Havasız, bunaltıcı yer.

basıra: Sebze ve bağlara zarar veren bir hastalık, kül hastalığı.

basmak: Peynir, yoğurt, bağyaprağı gibi kışlık yiyecekleri sıkıştırarak bir kapta saklamak.

bass!: Atları geri geri yürütme ünlemi.

bâsur: Vücut içinde oluşan ve zaman zaman derinin bazı bölgelerinde dışa vuran bir hastalık. Arkada kendini gösterene hemoroid deniliyor.

bâsur otu: Bâsur hastalığına iyi geldiği düşünülen, sarı çiçekli bir ot.

başa baş: Tam eşit şekilde alış veriş, değiş tokuş.

başadak vesiñ: Nişan ve evliliklerde tebrik ve dua sözü.

başa kakmek: Yapılan bir iyiliği yüzüne söyleyerek birinin gönlünü kırmak.

başaşşağı: tepetaklak

başa vamek: Bitirmek, sonuçlandırmak, tamamlamak.

baş biti: Elbisede değil de saç içinde yaşayan bit türü.

başda böyük: Evi, aileyi çekip çeviren, zeka akıl ve tedbir bakımından üstün kimse.

başıgabak: başlıksız, şapkasız

başı gülmek: mutlu, mesut olmak

başına gayırmek: Başının çaresine bakmak.

başında durmek: Bir hasta veya yaşlıya bakmak.

başıñdangalsıñ/başından galasıca: bir beddua

başını bâlamek: Genç kız ile oğlanın nişanlandığını duyurmak.

başını beklemek: Yanından ayrımamak.

başını çırpmek: Kadınların başını hafifçe bağlaması.

başını gırkdırmek: Saç tıraşı olmak.

başını bâlamek: Birini nişanlamak veya evlendirmek.

başını sokmek: Barınacak bir yer bulmak.

başını yakmek: Birini tehlikeli bir duruma sokmak.

başlamak: Bilen birisi tarafından bir örgünün ilk sırasını örmek.

başlık: atın ağzına takılan gem takımı

başsız: Başta büyüğü olmayan çocuk.

başşak: Hasattan sonra tarladaki mahsul kalıntısı.

başşakcı: Başşak toplayan kişi.

başşak değnemek: Hasattan sonra tarlada, bahçede kalan tahıl veya meyveyi toplamak.

başucu: Yatılan bir yerin baş konulan kısmı.

batasıca: Ölesice anlamında ilenç sözü.

batık: kirli, pis, lekeli

-batır: Süreklilik bildiren birleşik fiil yapar. (gülüp batır: gülüp duruyor)

batmak: kirlenmek

bayâ: 1.hakikaten, gerçekten, ciddi olarak (Baya gavga böne mi çıkdı!); 2.muhakkak, mutlaka, kesinlikle (Bu işi baya yapcen.); 3.her zamanki gibi, sıradan (Bu işi nası yapdıñ! –Baya yapdım.); 4.hemen hemen, oldukça (Okumeyi baya örenmiş.)

baya da: İnadına, ille de anlamında zarf. (Baya da otcen işde! Vâ mı deceyiñ!/İnadına oturacağım işte! Var mı diyeceğin!)

bayâdan: Uzun süre önceden beri

bayatsımak: Bayatlamak, bayatlamaya yüz tutmak.

bayıra sarmek: Yokuş yukarı çıkmak.

baymak: 1.Mide bulandırmak, baygınlık vermek; 2.Göz boyamak, kandırmak; 3.Bıkkınlık vermek.

bayrak: Ekin biçilirken veya yolma yolunurken kesilip yolunmayıp geride kalanlar.

Bayramgucağı: Bir mevki adı.

bazar: 1.Cumartesi günü, 2.Cumartesi günü kurulan genel açık pazar.

bazar arabası: Cumartesi günü şehirden pazarcı esnafı ve onların mallarını getiren otobüs.

bazarcı: Cumartesi günü pazara gelen pazarcı esnafı.

bazar dağılmek: Cumartesi günü pazar tezgahları toplanıp, alışveriş bitmek.

bazarertesi: pazartesi

bazar gelini: Cuma başlayıp pazar günü gelin inmesiyle sona eren düğün.

Bazaryeri: Cumartesi günleri pazar kurulan, sair günlerde sergi için kullanılan meydan.

bazlıma: bazlama

bebe: 1.Çocuk dilinde taneli yiyecek maddeleri, 2.Koyun keçi pisliği.

becerlemek: Bir işin altından kalkmak, becermek.

beçi beçi: Keçi çağırma ünlemi.

bedirek: eğirilmeye hazır yün

bégir: at, beygir

béğirmek: melemek

béğlik/beylik: Mülkiyeti devlete ait olan

békar: Mevsimlik olarak çiftçilik işlerinde bir ailenin yanında çalışan kimse.

békar durmek: Ücret karşılığında bütün çift çubuk işlerini yapmak üzere anlaşmak.

békmez: pekmez

bél: 1.Bir şeyin tam ortası, 2.Meni

bela okumek: Kötülüğü istenen biri için beddua etmek.

bélbağı: Bebeğin sancaktan (beşik) düşmemesi için bağlanan ip veya örme kemer.

bél bâlamek: Güvenmek, dayanmak.

bel bel bakmek: Alık alık, şaşkın şaşkın bakmak.

béldir béldir: Canlı, dikkatli, sevinçli bakış.

belemek: Her yanına bir şeyler bulaştırmak, sürmek.

belergin: Patlak, dışarı fırlamış, devrik göz.

belermek: Göz haddinden fazla açılmak.

belertmek: Gözleri, akını meydana çıkaracak biçimde açmak.

belgüzar/bergüzar: Hediye, armağan, hatıra.

béli gelmek: Erkek cinsi münasebette boşalmak.

beliñlemek: korkmak, ürkmek

bellemek: 1.Kararlaştırmak, 2.Zannetmek, sanmak; 3.Öğrenmek, ezberlemek.

bel vemek: Döşme veya direk eğrilmek.

beñ: 1.Derideki kahverengi leke, 2.Meyvede (üzümde) olgunlaşma belirtisi.

Ben bubamın gaherli ekmeğini yimedim: Dolayısıyla senin bu hareketlerine hiç katlanamam.

benden yanı: 1.Benim için, benim gözümde (Benden yana helal olsuñ); 2.Bu tarafta olan, 3.Benim tarafımı tutan.

béñ düşmek: Özellikle kara üzümde olgunlaşma belirtisi olarak benekler oluşmak.

béñli/béñni: Vücudunda belirgin bir leke bulunan

béñnenmek: Meyvenin olgunlaşmaya başlaması, beñ düşmek

bennik: 1.Gurur, kibir, ego (benlik); 2.Benimle ilgili, bence (Bennik bişey yok.)

bere: 1.Yara, eziklik, çizik, çıban; 2.Sebze ve meyvede ezik, çizik, çürük.

berebâ: birlikte, beraber

bereli: Çizik, çürük sebze ve meyve.

bereñarı: şöyle böyle, geçici olarak.

bereñarı mı!: Tam dediğin gibi, az bile söyledin, daha fazlası… anlamlarında tepki sözü.

berkât: 1.bereket, 2.Allah bereket versin, sözünün kısaltılmışı.

berkâtlı olsuñ: Yemek yiyen, yiyecek hazırlayan veya ürün kaldıranlara söylenir.

bertmek: El veya ayak eklemleri burkulmak.

besbelli: Sanırım, demek ki

besdil: Erik marmelatının levha halinde kurutulmuşu, pestil.

besdil çıkarmek: Dağ eriğinden pestil yapmak.

besdili çıkmek: çok yorulmak.

bessâne: Büyükbaş hayvanların bakıldığı büyük ahır, besihane.

beş gardeş: Tokat, şamar.

Beşgardeşlê: Beş yıldızdan oluşan bir takımyıldızı, Terazi Yıldızı.

bet: çok iyi, çok fazla (Bu oyunu bet oynarın.)

bet beñiz atmek: Yüzünün rengi sararmak, solmak.

beti berkâtı gaçmek: Eski bolluğu kalmamak.

beygir: at

beygir çakmek: Atı otlaması veya bulunduğu yerden uzaklaşmaması için zincirle bir yere sabitlemek.

beygirgulağı: çok yıllık bir bitki, madımak

beylemek: Önceden biraz peşinat vererek satın alma hakkını ele geçirmek.

Beylik Badcası: Gatçayır mevkiinde Köyün ortak malı olan bir bahçe.

beynamaz: Namaz kılmayan (bînamaz)

beze: 1.Deri altından başvermiş yumru; 2.Hamur topağı.

bezeme: Vücutta oluşan kırmızı kabarcıklarla beliren bir deri hastalığı.

bezemek: Bezeme olan hastayı işin ehli okuyup tedavi etmek.

bez yumek: Bebeğin kirli alt bezlerini yeniden kullanmak üzere yıkamak.

bıçağa gelmek: Hayvan kesilecek kadar büyümek.

bıçgı: büyük testere

bıdantı: Kesilen ağacın gövdesinden ayrı geriye kalan dalları.

bıdak: budak

bıdır bıdır: Çocuğun tatlı tatlı konuşması.

bıdırdamak: Konuşmak, iki kişi hafif sesle konuşmak.

bıdik! bıdik: Köpek çağırma ünlemi.

bılimek: Çocuk oyunlarında, atışı olması gerektiği gibi değil de menfeatine olacak şekilde yavaşça yapmak.

bırağmak/bırağıvemek: Hamuru fırın küreğinin üzerine küreğe koymak (bırakıvermek)

bırçak: burçak

bıtırak: pıtrak otu ve tohumu     

bıtırak gibi: Çok ve sık olan şeylerin bolluğunu anlatmada kullanılır.

bızağı: 1.Buzağı, 2.Buzağı, dana, eşek, tay gibi hayvanlardan oluşan toplu köy sürüsü.

bızağlık: 1.Ahırın buzağılar için çevrilmiş bölümü. 2.(mec)Küçükler için ayrılmış oyun alanı.

bızak: Çocuk dilinde buzağı.

bızâlı: Sağılan, buzağısı olan inek.

bızılamak: İnek, manda gibi büyükbaş hayvan doğurmak.

bızılêci: Gebe inek.

bi: bir

bi adımlık yer: Çok yakın yerleri anlatmada kullanılır.

bi âlem: Çok değişik, bambaşka, kendine özgü niteliği olan.

bîbi: 1. Çocuk dilinde kümes hayvanları ve kuşlar, 2.Meyveden çıkan kurtçuk.

bî! bî! bî!: Tavuk, horoz çağırma ünlemi.

bi bişirim: Bir defa pişirebilecek kadar.

biboy: 1.durmadan, sürekli anlamında zarf.(Biboy yalan atıyo.), 2.Aynı büyüklükte (bir boy) 

bicik: Baharda çıkan yenilebilir bir ot.

biçer: biçerdöğer

biçer goğlamek: Biçerdöverle ekin biçtirmek için tarlasının başına gitmek, bçerdöver peşinde koşmak.

biçeşit: Tuhaf, alışılmışın dışında.

bi çivt lafı olmek: Bir konuda söyleyeceği bulunmak.

biçimine gelmek: uygun düşmek

biçimine getimek: En uygun zamanı kollayıp gerçekleştirmek.

bidâ: 1.Yine, tekrar, bir daha; 2.Bundan sonra

bidâ da: Gelecek sefer, bir daha da (Olumsuz anlamda uyarı anlamı verir. (Bidâ da orye otuma!)

bidcok: Çok, çok fazla, bir sürü.

bide: pide

bi de: Bir de (Bi de şunu deneyiñ)

bide çekdirmek: Pide ziyafeti vermek.

bi dediğini iki etmemek: Her istediğini yapmak.

bidencik: tek (bir tanecik)

bidendâ: Bir kere daha, bir sonrakinde (Olumsuz uyarı)

bidene: Eşi benzeri bulunmaz, bir tane.

bidenesi: Biri, birisi (bir tanesi)

bi deyi biñ kere: Genelde Allah razı olsun dileğini pekiştirmede kullanılır.

bidıkım: Azıcık, bir parça, bir lokma.

bi dikişde: Bardak veya şişeyi baş aşağı ederek bir defada içmek.

bidosluk: Bir dost ağırlayacak miktarda.

bidüñya: Bir çok.

bigavrım: İşe yarayacak miktarda (bir kavrum)

bi günden bi güne: Bir kez olsun.

bi hapaz: Bir avuç

bi kele melem olmamek: Bir işe yaramamak, faydasız, hayırsız olmak. (Bir kele merhem olmamak)

bi kere/bi kerem: 1.Artık, bu defa, bundan sonra, bunun üstüne, netice olarak; 2.Öncelikle, ilk olarak.

bilader: Kardeş, dost, arkadaş.

bildiğini de unutdurmek: Şaşkınlıktan bildiği bir şeyi yapamama, şok haline girmek.

bildiñ mi: Hatırladın mı, biliyor musun, anlıyor musun

bildirbir: Birdirbir oyunu.

bilezik: Kuyunun üzerine konulup onun ağzını oluşturan büyük delikli taş.

bili! bili!: Tavuk horoz çağırma ünlemi.

bilip bilmeyip: bilmeden, aslını araştırmadan

bille: o zaman, anında, hemen (Adam gelip bille bizi buluyo.)

billur: cam bardak

bilmeden bilişdirmeden: işin iç yüzünü araştırmadan

biñ: bin

biñdebir: Pek seyrek olarak, nadiren.

biñnire: bin lira

biñ pişman olmek: Yaptığı bir iş sonucu çok pişman olmak.

bi oturuşda: Bir öğün yemek süresinde.

birbiri: Yabancı olmayan, akraba, yakın.

birbirine guymak: Aralarına fitne sokarak insanların kapışmasını sağlamak.

bire: bira

birez: biraz

birezden: az sonra, birazdan

biri sürüyo, biri sürgülüyo: İşbirliği yaparak iki kişi insanlarla dalga geçiyor (Biri tarlayı sürüyor diğeri sürgülüyor)

birlemek: Toplayıp demet yapmak.

birlik: Ataerkil ailede işlerin ve malların ortaklığı.

bi sıkım: Haşlanmış otlar sıkıldığında, avuçta kalan miktar.

bi solukda: Kısa bir zamanda, hemen, çabucak

bissürü: Çok fazla, bir sürü.

bişcek daşcek: Yemeği yapılacak sebze. (Bazardan bişcek daşcek bişeyle al)

bişey almek: Büyükler çocuklara verdikleri paranın gerekçesini böyle açıklar. (Dükkandan bişey al.)

bişgin: 1.İyi pişmiş, pişkin; 2.Olgun

bişi: mayalı hamurla yapılıp yağda kızartılan çörek.

bişirgeç: Sacın üzerindeki katmer/bazlamayı çevirmeye yarayan, yassı uzun tahtadan yapılmış alet.

bişirim: Pişirme miktarı.

bişirmelik: Pişirmeye uygun.

bişiyen: kolay ve çabuk pişen

bişmek: 1.Yaşça ve meslekçe olgunlaşmak, 2.Tırpanla ekin biçmek.

bişş!: Atı durdurma veya yanına yaklaşırken sakinleştirme ünlemi.

bit gadak: Minnacık, çok küçük, bit kadar

biti gannanmek: Yoksul bir kimse kısa sürede para kazanıp durumunu düzeltmek.

bitim: son, uç

bitirmek: Kızı vermeye razı etmek.

bi türlü: Hiçbir biçimde, hiçbir yolla, asla.

biyerde: Bir bakıma, belli bir noktada

biyol/buyol/büyol: Bu kez, bu sefer

biyoş: acayip, tuhaf, (bir hoş)

biyoşcana: Çok garip bir şekilde

biyoş olmek: 1.Hüzünlenmek, şaşırmak; 2.Kokmak, bozulmak; 3.Hastalanmak, tuhaflaşmak.

biz: 1.Deri vb. sert şeyleri dikerken iğne yeri açmaya yarayan, ağaç saplı, ucu sivri demir alet. 2.Bu aleti yere saplayarak oynanan oyun.

bizimgız: kızkardeş, bacı.

bizim milletimiz: Olumsuz bir alışkanlığından bahsederken Anıtkaya halkı. (Bizim milletimiz lafdan sözden anlamaz, vur deyince öldürveri.)  

bizimôlan: Erkek kardeş, arkadaş, dost.

bizinen: bizimle

bizlemek: Biz ile dürtmek, delmek, yaralamak.

bocuk: Kaban, mont, gocuk.

bodu: Kısa boylu, bodur

bodurmâmıt: İlaç olarak kullanılan bir ot.

boğassak: çok fazla yiyen, obur

boğaz: 1.yiyecek, 2.iştiha, yeme isteği, 3.Gırtlak

boğazı inmek: Bademcikleri şişip boğazı ağrımak.

boğazına cizilmek: 1.Üzüntüden ya da kızgınlıktan lokmaları yutamamak, 2.(mec)Yemekten tat alamamak.

boğazına cizmek: Yapılan bir hareket sonucu iştahı kaçırmak.

boğazını almek: Boğazı tıkanmak.

boğazı ötmek: Karnı acıktığını belli etmek.

boğazipi: Araba veya çifte koşulan hayvanların boynundan boyunduruğa bağlanan ip.

boğmak: Kese, çuval, torba gibi şeylerin ağzını bağlamak.

boğsu: çatı ile duvar arasında kalan mertek boşluğu

bokboğaz: Boğazsak, pisboğaz.

bokböceği: Kırda hayvan tersiyle oynayan böcek.

bokça: Harmanda öküzün çektiği döğenle sap ezerken, hayvanın dışkısı sapa karışmasın diye arkasına tutulan pislik kabı.

bok deliği: Hayvan dışkısının bokluğa atıldığı delik.

bok etmek: Berbat etmek, düzeltilmesi imkansız hale sokmak.

bok gibi: Çok fazla para için söylenir.

bok götümek: Bir yer pislik içinde olmak.

bokluk: Hayvanların pisliğinin biriktirildiği, ahırın dışında, ona bitişik yer.

bolarmak: 1.Bereketlenmek, çoğalmak, fazlalaşmak, artmak. 2.Giyeceğin genişlemesi, 3.Maddi olarak rahatlamak.

bolderin: Sıkıntıya düşmeden, bitecek diye korkmadan, rahat rahat (Bisürü şey aldık, bolderin yiyem deye.)

borç dert/borcarç: Borçlanarak.

bosdan: Karpuz, kavun

boşan da semeriñi yi: Çok obur kimseler için kullanılır.

boşanmak: Hayvan bağından, yularından kurtulmak.

boş geçmek: Önem vermemek, aldırmamak.

boşlamak: bırakmak, vazgeçmek

botca: 1.içinde elbise bulunan çıkın (bohça);  2. Koruma Derneği bütçesi.

botca atmek: Kız tarafı oğlan tarafına hediyeleri geri gönderip nişanı bozmak.

botcalamak: Toplayıp çıkılamak, bohçalamak.

boya çekmek: Boyu uzamak, boylanmak.

boyamak: Koku ortalığı kaplamak.

boy epdesi: Gusül

boynu altında galsıñ: İlenç sözü.

boynunuñ borcu: Birinin yapmak zorunda olduğu iş.

boyuna: devamlı, sürekli, hepten, tamamen

bozarmak: 1.Renk değiştirmek, kırlaşmak, ağarmak, sararmak; 2.Utanmak, kızarmak.

bozartı: 1.leke, 2.Akşamın alaca karanlığı

bozmak: 1.Ekini hasat edip tarlayı sürmek, 2.Verimsizliğinden dolayı ekini sürüp iptal etmek. 

böbek: bebek

böbü: Çocuk dilinde bebek.

böcülemek: Üstünkörü çalışarak işi öylesine bitirmek.

böğrek/böörek: böbrek

böğrekli: Ağzı böbreğe benzeyen büyük bir bıçak türü.

bölme: Bölünerek oluşturulmuş oda, bölüm.

bööle/bööne: böyle

böönece: bu şekilde, böylece

böönecene: 1.bu şekilde, böylece; 2.Burada bulunanların tamamı olarak

börtlek: dışa doğru şişkin

börtlemek: dışa doğru çıkmak, patlamak

börtmek: 1.haşlamak, 2.Sıcaktan ve susuzluktan takatsiz düşüp bunalmak, 3.Uzun süre su içinde kalan el ayak gibi yerlerin gevşeyip şişmesi, 4.Sıcak veya soğuk etkisiyle yapısının bozulması.

börtü böcek: Küçük zararlı hayvanlar, haşerat.

börülce: fasulye

bötdürmek: haşlamak, suyunu çıkarmak

böyüden (büyüten): Emzikteki çocuğun emdikten sonraki hıçkırığı

böyük: büyük

böyükepdes: İnsan dışkısı, kaka.

böyük gonuşmek: Yapamayacağı, başaramayacağı konu hakkında kesin konuşmak.

böyüklük sende galsıñ: Büyüklüğünü göster, affet.

böyüksülenmek: Kendini üstün görmek.

böyün: bugün

böyün bañese yarin saña: Bugün bendeki kötü durum yarın başkasına da gelebilir.

böyün yârin: Kısa süre içinde, yakın bir gelecekte.

buba/buva: baba

buba bir: Aynı babadan dünyaya gelmiş kardeşler.

bubalık: üvey baba

bubam mezerden galkcek: Asla

buba yarısı: Amca

bugadan: Bu denli, bu kadar

bugadâ ol (Bu kadar ol): Yiyecek veren bir çocuğa onu iade ederken edilen dua.

buğuz: Kin, kıskançlık (buğz)

buğuzetmek: Kıskanmak, çekememek, istememek.

bulama don: kadınların giydiği bir çeşit şalvar

bulamak: 1.Karıştırmak, 2.Bulandırmak, 3.Sallamak

bulanmak: 1.Yoğrulmak, karışmak; 2.Yürürken sallanmak, salınmak.

bulduk: 1.Kimsesiz çocuk veya kedi köpek yavrusu; 2.İsmi aile büyüklerinin değil de başkasının hatırasına uygun konulan kimse.

buleşik: 1.Kirli tas tabak, bulaşık; 2.İstenmediği yerde durmakta ısrar eden kişi.

buleşik suyu gibi: Tadı tuzu olmayan sulu yiyecek ve içecekler için söyler.

bulgur çekdirmek: Bütün bulgur tanelerini kırdırmak.

bulgur gaynatmek: Kış hazırlığı olarak buğdayı; yıkama, kaynatma, kurutma, soyma, ayıklama, kırma işlemlerinden oluşan süreç.

bulgur gazanı gibi gaynamek: Yerinde duramamak, kıpır kıpır olmak.

bulgurpüsgürtmesi: Vücutta kaşıntılı kızarıklıklarla kendini gösteren deri hastalığı, ürtiker. Ehline okunup bulgur püskürttürme ve perhizle tedavi edilir.

bulgur salmek: Kaynamakta olan suya bulgur koyup pişmeye bırakmak.

bulgur sürdürmek: Kaynatılıp kurutulmuş bulgurun kabuklarını soymak maksadıyla özel bir değirmende dövdürmek.

bulunmak/bulunuvemek: Başkasının işine yardım amaçlı katılmak.

bulup da bunamek: Elindeki nimetlere karşı nankörce davranmak, bulduğunu beğenmemek.

buluntu: Birinin kaybedip başkasınca bulunan şey.

buñ: bunaltı, sıkıntı, felaket

Buñar: 1.Güneyde köyün su kaynağı olup çevresi havuzla ıslah edilmiş olan pınar. 2.O mevkiye verilen isim.

Buñarıñüsdü: Bir mevki adı.

buñgun: 1.Sıkıntılı, bunalmış kimse, 2.Darlık, yokluk içinde olan, 3.kapalı, sıcak ve sıkıntılı hava

buñgunnuk: Sıkıntı, darlık, kriz

bunnañ: bunların

bunnan: bununla

burç: Kütük yarmaya yarayan sivri uçlu kalın demir, kama.

burgu: 1.Basit el matkabı, 2.Artezyen kuyusu açan araç.

burgu salmak: sondaj yapmak

burma: 1.Musluk, 2.Telleri burularak yapılan bilezik

burmak: 1.Danayı, tosunu iğdiş etmek; 2.Bükmek, çevirmek.

burnuna girmek: Tehdit için söylenen söz.

burnunu atmek: Sümkürerek burnunu temizlemek.

burnunu çekmek: Sümüğünü çekmek.

burnunuñ dikine gitmek: Başkalarının dediğine bakmadan bildiğini yapmak.

burnunu sürtmek: Birini sıkıntıya sokup kibrini kırmak.

buruk: Eğri, çarpık, yamuk yürüyen, kambur.

burunlatmak/burunnatmak: Pulluk demirinin ucunu keskinleştirmek.

burye/buriye: buraya

buydey: buğday

buydey biti: Nemli olarak konulduğunda buğday ve mercimek içinde oluşan ve tanelerin özünü yiyen bir böcek.

buymak: üşümek. donmak

buynuz: 1.boynuz, 2.harnup, keçiboynuzu

buynuzlu: Ailesinin kadınları kötü olan erkek.

buz kesmek: Vücudu buz gibi olmak, çok üşümek.

buzmandır: Bu vakte kadar (Bu zamandır)

buzuleci: hamile, buzulayacak inek.

büber: biber

bübük: ibik

bük: Dere, çayın kıvrım yapıp büküldüğü yerdeki verimli arazi.

bükme/bütme: Mayasız hamurun içine mercimek, patates konularak büküldükten sonra tepsiyle fırında pişirilen börek.

bülkmek: Su kaynaktan fıkır fıkır çıkmak.

bülü bülü: Tavukları çağırma sözü.

bülüç/bülüş: piliç

bülük: Erkek çocuk cinsel organı

büñgüldemek: suyun kaynaktan coşkuyla çıkması

bürgün: yarından sonraki gün, diğer gün, öbür gün

büylek: Büyükbaş hayvanları ısırarak onların huysuzlanmasına sebep olan sinek. Büğelek.

büylek dutmek: Büğelek sineğinin hayvanı ısırıp kaçırması.

büyülük: Büyü yapmada kullanılan malzeme.

büz: Betondan yapılmış, geniş su veya kanalizasyon borusu.

büzmek: Bir şeyi kıvırarak daraltmak.

büzük: Cildinde yanmadan dolayı büzülme olan kimse.