Sülale araştırması sırasında elde bir çok fotoğraf birikmişti. İş bittikten sonra dağılıp heder olmasınlar diye bunları sosyal medyada ve blogda paylaşalım dedik. Bunun üzerine bir sürü yeni ve tarihi belgesel değeri olan fotoğraf akmaya başladı, bunları da belli bir sıra ve düzende paylaştık. Bu arada Emetilerin Hasan Kaya merhumun büyük bir dikkat ve özenle oluşturduğu koleksiyonunu Bilal Kaya bize açma inceliğini gösterdi. Ahmet Külte'nin bunun için gösterdiği büyük çaba ve Mustafa Ayas'ın yorucu fotoğraflama-ayrıştırma çalışmaları sonucunda onları da paylaşma ve arşivlemeye başladık. Albüm haline getirip bilinmeyen fotoğrafların tanılanması süreci uzayacağa benziyor.
Fotoğraf işlerine odaklanınca yazılar ister istemez azaldı, ona pek dikkat ve zaman ayıramadık. Tam bu noktada, acaba fotoğraf işine gereğinden fazla mı zaman ayırıyoruz düşüncesi zaman zaman akla gelmiyor değil. Ancak fotoğraf paylaşımları da bazen yeni güzelliklerin ortaya çıkmasına vesile olabiliyor, bu da yeni bir motivasyon kaynağına dönüşüyor.
Terzi Musa Türkmenoğlu Abi 'Paylaştığın her fotoğrafı arşivliyorum' deyince, yapılanın önemli olduğunu bir kez daha anladım. Paylaşımlar sosyal medyada kalmayıp, en azından blogda bir kaç albüm halinde kaydedilmeli, bu fikir de pekişti; inşallah öyle olacak.
1921 yılında işgalciler tarafından çekilmiş meşhur fotoğrafı da konuştuk. Şimdiki Galipbey caddesinin o günkü halini en net gösteren fotoğraftır. Soldaki evlerin Gocacami hizasında sıralandığı, sağdakiler de aynı olduğunu düşünürsek çok geniş olduğu çok açık. Burası sel yolağıyla, köprüsüyle, kayalık yapısıyla bir asır önce de Eğret'in önemli bir merkeziymiş. Alt köşede kemer gibi, mühür gibi amblemin Yunan hükümetinde bir kurumun mührü olabileceğinden bahsettik.
Bu fotoğraf üzerine daha önce Selami Kurt ile de konuşmuştuk. Selyolağının hemen başında sağda görünen beyaz binanın tekkeye ait olabileceğinden filan söz ettik. Şimdi tekrar baktığımda o binanın hemen yanında derme çatma belli belirsiz bir şey de dikkatimi çekti, türbe olamaz, daha yüksek sanki... Neyse, ben bu önceki konuşmadan aklıma yerleşen fikri dillendirip o binanın tekke/zaviye olduğunu söyleyince Musa Abi, 'Öyle değil' dedi ve başladı anlatmaya...
Kekliklerin Kel Ramazan Tül ile sohbetteler... Laf lafı açarmış ya, konu nasıl olduysa Kinislerin Arif Soya'ya gelmiş. Musa Abi askerliğini Rumların çok olduğu bir yerde yaptığı için Dimitri ismini biliyor. Sormuş:
-'Le Irmızan Ağa bu Timitiri gavur adı değil mi, niye adama böyle dediniz?'
Ramazan dede almış lafı, ve soruyu ayrıntılı bir şekilde cevaplamış. İşgalcilerin içinde Dimitri adında biri ile Arif'in benzerliğinden dolayı böyle lakaplandığını bir güzel anlatmış. Tabi bu arada daha bir sürü ayrıntıya girmiş. Gocacami'yi hastane olarak kullandıklarını, çevredeki gözüne kestirdikleri binaların karargah, komutan evi olduğunu filan... Arif'i de saka olarak kullanır, eşekle çeşmeden su filan taşıttırırlarmış. Kendi aralarında bu kara kuru çocuğa Dimitri diyorlar, böylece onlar gittikten sonra lakap Timitiri olarak yerleşmiş... Konu Dimitri ya, asıl anlattığı o... Herhalde konuşa konuşa geliyorlarmış bunlar... Tam şimdiki tuvaletle türbe arasına geldiklerinde;
- 'Aha burda hela vardı, meydan helası... Yonan Timitiri bu helanın b.k çukuruna düşdü bigün. Çıkardılâ emme arkıdeşlêne eğlence olduydu...'
Musa Abi olayı bu şekilde anlatıp kapatırken, hikaye kafamda şekillenmişti. Elbette amacım hikaye anlatmak değil; ama bu fotoğraf paylaşılmasa Kelırmızan'dan dinlediklerini bize nakletmeyecek, biz de fotoğraftaki bina tekke zannedecektik. Belki de öyledir ve Dimitri'nin çukuruna düştüğü hela hemen onun yanındaki derme çatma şeydir...