Tartışmaya katkı adına bazı gözlem, derleme ve düşüncelerimi paylaşacağım...
Resmi adı Maltepehöyük olan ve Anıtkayalılarca Üyük olarak bilinen tümülüs hakkında şu ifadeler önemli: "Önemli bir yerleşim yeridir. Olasılıkla İTÇ'de büyük bir yerleşmeyi bünyesinde barındırmaktadır. Yerleşme; 2005 yılında Frig Vadisi Turizm Kuşağı Projesi kapsamında yapılan arazi çalışmaları sırasında tekrar belgelenmiştir." Belgelendiği söylenen yerleşim, İlk Tunç Çağına (M.Ö. 3000-2000) tarihlenmiş. Bu önemli bilgi şurada dursun...
Başka bir bilgiye göre Anadolu'ya tümülüs geleneğini getiren Lidyalılar'dır, onlardan önce böyle bir mezar adeti yoktu. Bu bilgiye göre bütün tümülüslerin tarihi M.Ö. 8-6. yüzyıllara kadar götürülebilir, daha eskisi yok. Yalnız çoğu tümülüsün Frigyalılar döneminde yapıldığını söyleyenler de var. Hangi teori doğru olursa olsun, Maltepehöyük tümülüsü, yani bildiğimiz Üyük, milattan önce inşa edildiği kesin. Ayrıca bu tarihlendirmeye Çatalüyük ve Çatalınkuyu tümülüslerini de dahil etmek gerekir.
Tümülüsler/üyükler konusunda vardığımız sonuç onların milattan önce yığılmış olmaları... Bu tarihlemeden başka bildiğimiz bir diğer gerçek de onların kral veya soylu mezarı olduğudur. Elbette bir krala teba ve ülke lazımdır. Bahsettiğimiz teba/halk bu civarda bir yerlerde kurulu köy/kasabada yaşıyordu. O ülkeyi şimdiki Anıtkaya'dan uzak bir yerlerde aramamak gerekir...
Bir üçgenle Eğret'i çevreleyen üç üyüğün üçünde de kaçak kazılar yapılmış. Bulunan bir şey olup olmadığını bilmiyoruz, ancak Maltepe'de çömlek benzeri iki buluntu kayıtlara geçmiş. Bunun dışında gerek köy içinde gerekse arazide bir çok kıymetli şeyin bulunduğuna dair söylentiler var. Falanca para buldu, filancanın tarladan define çıkmış vesair vesair...
Bir de bizim kuşağın yakından bildiği bir kaç olaydan bahsedeyim...
Yetmişlerin sonunda olması lazım, Bakkal Seydi Selman evini yenilerken, üzerinde kadın heykeli bulunan bir mermer bloğu duvara yerleştirmişti. Antik dönemden kalma olduğu aşikar bu mermer, epeyce bir süre gocagapının dibindeki duvarda gelen geçeni selamladı. Sonradan birileri 'tarihi eserdir başın belaya girer', yahut 'puttur dinen sakıncalı' diye uyardıkları için birden ortadan kayboldu. Üzerini sıvayla kapattığını söyleyenler de var, taşı oradan çıkarıp icabına baktığını söyleyenler de...
Aynı yıllarda bir buluntu olayı da Tellilerin Halil Öztürk'ün başına geldiğini duyduk. Evine su almak için tepedeki şebekeden uzun bir boru hattı döşemesi gerekiyor. Tabi bunun için de o kayalık sert toprağı kazması lazım. Kazarken bir heykelcik takılıyor küreğin ucuna. 'Böbek' diye önemsemedikleri o şey meğer bir tanrıça heykeliymiş. O dönemde köyde bulunan Jandarma Karakoluna haber veriliyor. Böylece ilgili mercilere teslim edilen heykel çok değerliymiş, halen Afyonkarahisar Müzesinde teşhir ediliyor.
Galiba 1999 yılıydı... Tellilerin Halil'in tanrıça heykeli bulduğu tepenin kuzey yamacında Fişek Cengiz Öztürk kepçeyle kazı yapıyor... Yağışlı bir havada yapılan bu kazı esnasında kepçeye bir sürü nakışlı heykel parçası takılıp geliyor. Dikkatli bakınca bunların bir çok heykelin parçaları olduğu ve çok önceden kırılmış oldukları anlaşılıyor. Hepsini teslim ettikleri müze yetkilileri, oranın adak merkezi, sayısız parçanın da adak heykelleri olduğunu söylemişler... Öteden beri birilerinin o bölgeden önemli tarihi eser bulduğuna yönelik dedikodular eksik değil...
Ayrıca Seydi'nin duvar örneğinde olduğu gibi bazı evlerin duvarlarında, diğer taşların arasında sırıtan nakışlı bazı mermer parçaları görülürdü. Başka bir yerden alındığı besbelli bu taşlar üzerinde pek durmazdık, sıradan şeylerdi çünkü...
Bize sıradan görünen, ama diğerlerinin yanında çok farklı duran taşların kaynağı da farklıymış. Her biri başka bir yerden getirilip yerleştirilmişler. Bu yüzden bunlara devşirme malzeme denildiğini de sonradan öğrendik. Han/Kervansaray hakkında bilimsel bir çalışma yapan Ferhat Öztürk, bu binanın yapımında çok sayıda devşirme malzeme kullanıldığını örnekleriyle anlatmış. Yıllardır gözümüzün önünde duran bu taşları ancak Ferhat Hoca'nın söylemesiyle fark edebildik. Dahası var... Cumacamisi duvarlarında bu tür devşirme malzeme kullanıldığını da yine kendisinden öğrendik...
Ayrıca üç asırlık Yörükçeşmesi, iki asırlık Omarcık ve Mezerböğrü altındaki çeşmelerde bu türden taşlar kullanıldığı dikkat çekiyor. Hem gövdede hem de yalaklarda kullanılan bu hazır taşlı çeşmelerin köy merkezinde ve uzak mevkilerde olması göz önünde bulundurulsun.
Başta Kervansaray ve Cami olmak üzere Eğret köyündeki binalarda da göze çarpan devşirme malzeme kavramı böylece gündemimize girdi. Olayın nasıl geliştiği Seydi'nin duvardaki heykel örneğinden net anlaşılıyor. Elde bulunan güzel/ilginç/değerli bir malzeme, estetik yahut ekonomik kaygılarla binanın, çeşmenin uygun bir yerine yerleştiriliyor. Bu kadar...
Devşirme malzeme kullanılması, bu kadar basit bir endişeden kaynaklanmış. Selçuklu veya Germiyanoğulları dönemine tarihlenen Eğret Han'ında devşirme malzeme kullanılmış olması çok da garip karşılanmıyor, çünkü her eserde karşılaşılabilecek bir durum... Fakat bu durum taç kapıda öyle bir abartılmış ki, bir benzeri daha yok. İşi, kapının iki yanına devşirme altı sütun yerleştirmeye kadar götürmüşler. Eğret Han'ı ayrıcalıklı yapan belki de bu değişik taç kapıdır...
Gelelim esas meseleye... Bu kadar yaygın bir kullanım alanına sahip devşirme malzeme nasıl temin edildi, nereden devşirildi? Çok uzaklardan getirmiş olamazlar, yakınlarda bir yerlerden, mesela eski/antik bir kalıntıdan almış olmalılar...
Yunan zamanında çekilmiş fotoğraflardan, taç kapı sütunlarının bir kaçı eksik olduğu görülüyor. Yirminci yüzyılda yapılan ilk onarımda sütunlar tamamlanmış. Bu sütunlardan birinin Hoca Dedemin babası Hacı Arif Dedenin mezar taşı olduğunu söylüyorlar. Eski Mezarlıktan uygun gördükleri taşlarla restorasyonu tamamlamışlar. Devşirme malzeme teminine güzel bir örnek...
Hacı Arif Dede öldüğünde başına diktikleri o koca sütunu nereden buldular peki? İhtimal onun da dedelerinden birinin taşıydı... Peki onlar nereden devşirdiler? Antik bir kalıntıdan getirip diktiler. O koca heyula gibi sütunları çok uzaklardan getiremeyeceklerine göre, hemen yanıbaşlarındaydı... Eski kabristanı inceledim, vaktiniz olursa siz de girin dolaşın, çok değişik biçim ve boyutta antik taşların mezar taşı olarak dikildiğini göreceksiniz. Bu kadar çok devşirme malzeme, ancak çok yakınlardan devşirilir...
Mezarlığa da gitmeye gerek yok... Eski dambeşlerin her birinde loğ taşı bulunduğunu orta yaşın üzerindekiler hatırlayacaktır. İşte o loğ taşları kim bilir hangi sütunun parçasıydı, her biri Eğret'ten daha yaşlıdırlar... Gocacami duvarının dibinde bir sütun başı, Bunar camisi ile kuyunun arasında su deposu olarak kullanılan mermer lahit, Hacıların Ağıl kuyusunun dibindeki lahit kapağı ve Anıtkaya'ya serpiştirilmiş onlarca benzeri... Her bir devşirme malzeme buraların antik yerleşim olduğunu bağırıyor...
Geçtiğimiz yaz ilk defa duyduğum, Frig Vadisi olarak sunulan turizm bölgesinin ne kadar yanıltıcı olduğunu, Frigya Salutaris (Şifalı Frigya) sınırlarına Ömer-Gecek-Bayramgazi-Eğret hattının da dahil edilmesi gerektiği fikrini çok iddialı bulmuştum. Çengelli iğneyi Frigyalıların icat ettiğini, göğüslerinde kullandıkları bu alet şimdi bütün dünyaya yayılmış olduğu halde, Frigya bölgesi içinde yalnız Anıtkaya'da cenevinnesi diye adlandırıldığını keşfedince yavaş yavaş bu iddialı fikre hak vermeye başladım. Devşirme malzemeleri de düşününce artık inanıyorum; Eğret'in tarihi Friglere kadar gider...