tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Eylül 2025

2. Tümen Harp Ceridesinde 28 Ağustos 1922

    [Bu metin Süvari Kolordusu II. Tümeni Harp Ceridesinin 28 Ağustos 1922 gününe ait bölümünden alıntıdır.] *

    ...
    Tümen akşama doğru yürüyüşe geçti. 2’nci Alayın gelmesi beklenirken Başkimse’de birbuçuk saat kadar istirahat edildi. 2’nci Alayla, Sıçanlı Ovası’nda 57’nci Tümenle irtibat sağlanmak üzere kalan 20’nci Alay 1’inci Bölük de burada Tümene iltihak ettiler. Geceyarısına doğru Olucak’a varıldı. Yürüyüş, uykusuzluktan ve yorgunluktan güçlükle yapılıyordu. Köye her ihtimale karşı tertibatla girildi. Düşman yoktu. Alınan bilgiye göre, Eğret’te yalnız jandarmalar varmış. Fakat o civarda düşmanın daha bir tümeni bulunuyormuş, diğerleri güneye gitmişler. Olucak’ta Kolordu Karargâhı, Tümene yetişti. Kolordu Komutanı, geriden Kolordu sahra toplarının geldiğini, sabah yardım edebileceğini ve sol kanadımıza 14’üncü Tümenin sürüleceğini bildirdi.

    Gece Eğret’teki jandarmalarla bir kargaşaya meydan vermemek amacıyla daha güneyden geçildi ve bir an evvel mühim hedeflere baskın yapabilmek için köyden alınan kılavuzla sabah olmadan Çatalçeşme’nin 3-4 km kuzeyine varıldı. 13’üncü Alay öncü oldu. Arkasından da sırayla 20’nci ve 4’üncü Alaylarla, Topçu, 2’nci Alay ve bağlı birlikler geliyordu. Eğret köyü hizalarında kolun toplanması için kolbaşı durduruldu. Bir saatten fazla istirahat edildi. Aynı zamanda ufak bir uyku molası verilmiş oldu. Yolda, yalnız bir yerde duyulan ufak bir sesten başka düşmanın varlığına dair bir şey hissedilmedi. Sabah olunca Hasanköy’ün batısında Altıntaş yolu üzerinde düzensiz bir yürüyüş kolunun kuzeye doğru gittiği, Eğret civarında birtakım ordugâhların olduğu görüldü. Kuzeye gidenler, binek ve yük otomobilleriyle grup grup yaya askerlerdi. Bu durum karşısında artık demir yolunu tahrip etmekte bir fayda görülmedi. Derhâl bu akın üzerine hücum ile düşmanın tam göbeğinde bir kargaşa yaratmaya ve düşmanın, henüz açığa kavuşmayan durumunu meydana çıkarmaya karar verildi.

    Saat 05.00’ti. 13’üncü Alaya, cephesine hücum emri verildi. 20’nci Alay ileriye getirildi. Diğer birliklerin yanaşarak aralarındaki mesafeyi kısaltmaları emir subaylarıyla emredildi. Geride kalan batarya komutanı çağrıldı. 13’üncü Alayın baştaki bölüğü, düşmanın yanına geldiği sırada yaya muharebeleri için düzen aldı. Alay Komutanına bir bölükle yaya muharebesi değil, bütün alayla hücum edilmesi tekrar tebliğ edildi. Alay başarıyla hücum etti. Eğret tarafından da tüfek sesleri duyulmaya başlandı. Birçok otomobilin güneye doğru kaçtığı görüldü. Başlangıçta Eğret tarafındaki çarpışmanın, 14’üncü Tümen tarafından yapıldığı zannedildi. 20’nci Alay da 13’üncü Alayın sağına, Hasanköy istikametine hücuma iştirak ettirildi. Geride, alaylara giden subaylar dönmedi.

    Eğret tarafında da mühim faaliyet olduğu anlaşılıyordu. 13’üncü Alay, cephesindeki otomobilleri tahrip ettikten ve karşılık veren düşman askerlerini etkisiz hâle getirdikten sonra Eğret’in yaklaşık 2 km güneydoğusundaki sırtlara çıktı. Yani yolun doğusuna geçti. 20’nci Alay da cephesindeki otomobilleri tahrip ettikten ve bu otomobillerden çıkıp müdafaaya çalışanları etkisiz hâle getirdikten sonra demiryoluna hakim sırtlara hareket etti. Bu sırada Hasanköy’ün 2 km batısındaki tepeye çıkan düşman piyadelerinin yoğun ateşi karşısında durarak muharebeye başladı.

    Eğret’te bazı kuvvetlerin de güneye sarkmaya başlamasının ve Tümen’in diğer birliklerinin Eğret’e sarkarak muherebeye tutuştuklarının anlaşılması üzerine, yeni bir karar alındı. Bu sırada Tümen bataryası Eğret istikametinde ateşe başladı. Eğret’teki düşman bataryası bu ateşe karşılık verdi. Tümen, birinci amacına ulaşmıştı. Yol kesildi. Otomobiller yığın hâlinde kaldılar. Bazı perakende askerler perişan hâlde küçük otomobillerle çeşitli istikametlere kaçtılar. 4-5 subayla, 30 kadar asker esir alındı, 100 kadarı da etkisiz hâle getirildi. Bunlar herkesin Afyon’dan kaçtığını ve ne olduğunun farkına varamadıklarını söylediler. Bazı kamyonlarda da 4’üncü Tümen firarileri vardı. Bu durumda düşman kuvvetlerinin büyük kısmının bu istikamette çekilmediği anlaşıldı. Giden keşif kollarından henüz bir bilgi alınamamasına ve mühim bir şey gözetlenememesine rağmen Resulbaba sırtlarının önem kazandığı anlaşıldı. 20’nci Alay keşif kollarından gelen raporlar, dikkati Resulbaba bölgesine çekiyordu. Eğret bölgesindeki durumun anlaşılamaması üzerine bulunduğumuz bölgenin durumuna göre işi idare etmek amacıyla Tümen Kurmay Başkanlığından Yüzbaşı Tevfik, bölgeye gönderildi. 13’üncü Alayın, kademeli kademeli 20’nci Alayın gerisinde toplanarak, ihtiyata geçmesi emredildi. Resulbaba’nın yukarı hattından bazı süvari ve piyade kuvvetlerinin batıya doğru gittiği ve Eğret’teki düşman piyadelerinin Olucak istikametinde bırakıldıkları görüldü. Resulbaba istikametine gönderilen bölüğümüze karşı düşmanın bir teşebbüsü olmadı. 13’üncü ve 20’nci Alaya, Resulbaba’ya karşı çok dikkatli bulunulması bildirildi. Şiddetli piyade ateşi gören 20’nci Alaya baskının artması hâlinde geriye çekilmesi emredildi. 13’üncü Alay da 20’nci Alay Komutanı emrine verildi.

    Henüz bir haber alınamayan sol kanat grubunun yanına hareket ettim. Maksadımı izah ederek Tümen Kurmay Başkanını karargâhtan bir subayla 20’nci Alay Komutanı nezdine gönderdim. Bu grup, özellikle Resulbaba’yı kontrol altında tutacak ve sıkışınca Olucak istikametinde çekilecekti. Sol kanat grubuna yaklaşıldığında, bu grubun Olucak istikametinde kademeli olarak çekildiği görüldü. Bu sırada 2’nci Alay Komutanının raporu alındı. Saat 09.30 sularıydı.


2’nci Süvari Tümen Komutanlığına

    1. 20’nci Alay 1’inci Bölük, irtibatı kaybetmiş ve alaylar Tümeni takip edememiştir. Hava aydınlanınca, Eğret’in 600 m yakınından öncü bölüğüne ateş edildi. Sonra düşmanın bir tabur piyadesi yayılarak bize yöneldi. Başlangıçta 4’üncü Alay uç bölüğü ve makineli tüfekle, bu düşman piyade taburlarıyla iki saat kadar ateş muharebesi yapmıştır. Düşman yürüyüş kollarının sol kanadımıza sarkmaya başlaması üzerine sola açılmış ve yine sol kanadını himaye etmiştir. Düşman topçu ve piyadelerinin yoğun ve etkili ateşi karşısında mevzinin güneyindeki sırtlara çekilmiştir. Alayımızdan iki bölükle himaye edildi. Bu sırada düşmanın ayrıca bir kuvveti sağımızı çevirmek teşebbüsünde bulunduysa da ateşimizle durduruldu. Saat 07.45’te ateş kesildi. Alaylar Eğret’in 2,5 km güneyindeki sırtlarda bekleme mevzisindedir. Eğret ve kuzeybatı istikametleri keşfettirilmektedir.

    2. Düşmanın bir alay kadar piyadesinin saat 07.30’da Eğret’in batısından güneybatı istikametinden çıktığı görüldü. Bu yürüyüş kolunun hareket istikameti takip edilmektedir.

    3. Topçular ve Tümenin bağlı birlikleri Olucak köyü yolu üzerinde ve 1 km mesafededir. Batarya yürüyüş sırasında alayların hareketini oldukça geciktirmektedir. Bu sabahki muharebeye de çok geç iştirak etmiş, birkaç mermi attıktan sonra ateş kesilmiştir.

    4. Bu rapor 28 Ağustos 1922 günü saat 08.30’da Eğret’in 2,5 km güneyindeki sırttan yazılmıştır. Kolordu Komutanı Olucak’tadır. Bugünkü durumumuz Kolorduya da arz edilmiştir.

2’nci Süvari Alay Komutanı
Binbaşı Ahmet Kemal


    Bunu müteakip, Kolordu Kurmay Başkanlığı 2’nci Şube Müdürü, aşağıdaki Kolordu emrini getirdi:


Olucak’tan
28 Ağustos 1922
Saat 08.20

2’nci Süvari Tümen Komutanlığına

    1. Düşmanın 7’nci Tümeninden bu sabah alınan bir esir, dün yani, 27 Ağustos 1922 günü öğleden sonra düşmanın Balmahmut civarında bulunan 7’nci ve 9’uncu Tümenlerinin Dumlupınar’a çekilme emri aldıklarını söylemiştir. Bu sabah Başkimse ile Çatkuyu arasında batıya doğru hareket eden düşman kolları da görülmüştür. 14’üncü Tümen bu düşman kuvvetlerine karşı Kozluca Tepesi’ni tutmaktadır.

    2. Düşmanın bir tümen kadar taze kuvveti Eğret’e doğru ilerlemektedir.

    3. Tümeniniz Eğret istikametinde ilerlemekte olan düşmanı mümkün mertebe oyalayacak ve Olucak’ın kuzeyinde, Batak köyü (Haritada Ören yazılmıştır.) civarında toplanacaktır.

5’inci Kolordu Komutanı
Fahrettin

    2’nci Alayın raporu üzerine, öncelikle Sol Kanat Grubundan gelen Kurmay Yüzbaşı Tevfik’le sağ kanada şifahi emir gönderildi. Sağ Kanat Grubu Olucak istikametine çekilecekti. Resulbaba sırtlarının durumunu yandan en iyi şekilde gören 20’nci Alay Komutanı, sol kanat hakkında Yüzbaşı Tevfik’ten bilgi alarak çekilecekti. Sol kanadımızda aradığımız 14’üncü Tümen, Kozluca Tepesi’nde ortaya çıktı. Gerektiğinde yardım edecek olan Kolordu Topçu Taburu ise meydanda yoktu. Kısa süre sonra sol kanat alaylarının Olucak istikametinde ricat ettiği görüldü. Tümen Karargâhına gelen Batarya Komutanı Yüzbaşı Cavit’e, Kolordudan tebliğ edilmiş olan emre göre Olucak’ta Kolordu Karargâhında bulunduğu sırtlarda (Harman yerinde) hemen mevzi alması ve bataryanın yanına gitmesi emredildi. Batarya Komutanı, bataryanın bu istikamete harekete geçtiğini söyledi. Bu emri 4’üncü Alaydan Teğmen Ali Rıza tebliğ etmişti. 4’üncü Alay Olucak istikametinde hareket hâlindeyken düşmanın şiddetli topçu ateşine maruz kaldı. 4’üncü Alay, Olucak köyünün batısındaki derelere yöneldi, sonra Olucak istikametine döndü.

    Tümen Karargâhı 4’üncü Alayı takiben ilerliyordu. Bu sırada Adem Tepe bölgesinde ve Resulbaba sırtlarında arttıkları görülen piyade ve atlıların, 1’inci Süvari Tümenine mi yoksa düşmana mı ait olduğunu anlamak için Tümen Muhafız Takımından kuvvetli bir keşif kolu bölgeye gönderildi. 4’üncü Alay Olucak köyüne girdi. Bu sırada Adem Tepe istikametinden Olucak’a bakan sırtlara sarkan bazı perakendeler tarafından birkaç el ateş edildi. Bunların düşman kuvvetleri olduğuna hükmedilerek, durum Kolordu Karargâhına bildirildi. Olucak’ın durumunu tespit etmek üzere Tümen Karargâhıyla ve dört araçla köye gelindiğinde, 4’üncü Alayın köyü geçtiği ve köydeki perakendelerden Kolordu Karargâhının gittiği anlaşıldı. Karargâhtan birkaç subay ve bazı ağırlık döküntüleri görüldü.

    Saat 10.00 sularıydı. Henüz bir muharebe faaliyeti olmamasına rağmen Kozluca Tepelerinden çekilme belirtileri vardı. Düşmanın topçu ateşi de geniş bir sahayı, özellikle Olucak köyü civarını vuruyordu. Bu sırada Kolordu Personel Şube Müdürü Yüzbaşı Şükrü’ye rastlandı. Eğret’ten gelen 2’nci ve 4’üncü Alayların Olucak’ın kuzey sırtlarında mevzi alacaklarını ve Kolordu Komutanının bu konudaki emirlerini tebliğ ettiğini söyledi. Mevzileri gösterdi. Belirtilen sırtlara gidildi, kimseye rastlanmadı. Olucak’ta da nizami bir birlik kalmamıştı.

    Saat 10.00’u geçmişti. 4’üncü Alayın Kolordu Karargâhını takip ettiği, 2’nci Alayın büyük ihtimalle Olucak’ın batısından 13’üncü ve 20’nci Alayın ilk kısımlarıyla geriye gittiği, 14’üncü Tümenin Kozluca Tepesi’ndeki bazı birliklerle Olucak’a uğrayarak geriye gittiği ve düşmanın topçu ateşi altında yalnız kalan Tümen bataryasının önemli kısımlarını alamayarak Beşkarış istikametine giden akını takip ettiği anlaşıldı. Yakından temas edilmesi ve doğrudan doğruya emirler verilmesi sebebiyle burada cereyan eden olaylar 5’inci Kolordunun harp ceridesinde daha iyi açıklanacaktır. Birlik komutanlarının bu konudaki harp cerideleri de öneminden dolayı sırayla aynen yazılmıştır. 

    [Bu sırada Kolordu Karargâhı Olucak köyünün 1 km kuzeyindeki sırttaydı.]


20’nci Alayın Harp Ceridesi

2’nci Süvari Tümen Komutanlığına

    28 Ağustos 1922 tarihine ait rapor:

    1. 28 Ağustos 1922 günü saat 05.00’te 13’üncü Alay, otomobillerin üzerine hareket ederek ateş açtı. “Otomobiller kaçacak, derhâl bir bölüğünüzü yola sevk ederek otomobillere hücum ettirin.” emri verildi. Öncü 2’nci Bölük, dört araçla hareket ettirildi. Bu sırada emir subayı “Bütün alayla hücum edilecektir.” emrini getirdi. Alay hemen seri yürüyüşe geçerek bölüğü takip etti. Otomobiller duruduruldu. Üç şoför yaralı olarak esir alındı ve geriye sevk edildi. (Diğer şoförler ölü olarak ele geçirildi.) 10 otomobil yakıldı. Resulbaba’nın doğusu istikametinde keşif kolları gönderildi. Bu keşif kollarından alınan haberde, bir tümen olduğu tahmin edilen ve birçok yük hayvanı bulunan kuvvetin, Resulbaba istikametinde yürüyüşe geçmek üzere olduğu bildiriliyordu. Otomobillerle meşgul olduğumuz için o istikamete bir bölük sevk ettim. Bölük Komutanından, Eğret yoluna hâkim olan ve toplu hâlde bulunan düşman tümenini gizlemekle görevli bir düşman piyade taburunun kara sırtlara ilerlediğine ve ateşe maruz kalındığına dair haber geldi. Bölük, derhâl yaya muharebeye geçerek karşılık vermeye başladı. Otomobillerin yakılmasıyla meşgulken içi askerle dolu 20-30 kadar otomobil Eğret’ten çıkarak bize doğru gelmeye ve ateş etmeye başladı. Bu otomobillerin üzerine makineli tüfek ve piyade ateşi açtırıldı. Otomobiller durdu, içindekiler yere atlayarak yol kenarında mevzi almaya ve ateş etmeye başladılar. Düşman taburunun, bölüğe hakim olmak ve otomobilleri kurtarmak üzere ilerleyen ateşi bizi etkilediğinden, Alayı, bölük bölük yolun batısındaki sırtlara çektirdim. Üzerlerine ateş ettiğimiz otomobillerden 4-5 tanesi, arkalarında 100 kadar ölü ve 13’üncü Alay tarafından esir alınan 30 kadar asker ve subayı bırakarak, düşman piyade taburu muharebe ederken güneye firar ettiler. Geriye çekildiğimiz sırtlarda düşmanın bu piyade taburuyla muharebeye başladık.

    2. Saat 08.30’da, düşman piyadesinin kara sırtları tamamıyla tuttuğunu, bizi fazlaca sıkıştırdığını, fazla olan cephane sarfiyatı nedeniyle cephane ikmali yapılmasını ve 2’nci Bölük Komutanı Yüzbaşı İhsan’ın yaralandığını raporla bildirdim. Sonra şifahen de arz etmek üzere Alay Yaverini Tümen Karargâhına gönderdim. Fazla cephane sarfiyatını önlemek için mümkün mertebe az ateş edilmesi, gözetleme ile yetinilmesi ve ciddi bir tehlikeye maruz kalındığı takdirde Tümen ihtiyatında bulunan 13’üncü Alayın yanına çekilme emrini, Alay Yaveri vasıtasıyla şifahen tebliğ ettim. 13’üncü Alay, Tümen ihtiyatını teşkil etmek üzere saat 08.35’te solumuzdan yani Eğret istikametinden geriye çekildi. Bunun üzerine soldaki 2’nci Bölükten, 13’üncü Alayın bulunduğu yere bir subay postası gönderildi. Saat 08.40’ta Resulbaba istikametine gönderilen subay keşif kolundan alınan rapora atfen Bölük Komutanı tarafından Alaya yazılan raporda, düşmanın bir bölük süvarisinin Resulbaba yukarı hattından geçtiği, ardından yük hayvanlarıyla ve arkasında düzenli birliğiyle bu hattı takiben Adem Tepe istikametinde yürüdüğü, bu yürüyüş kolunun 3,5 km derinliğinde olduğu anlatılıyordu. Raporun ayrıca bir suretinin de Tümene takdim edildiği arz ediliyordu.

    3. Saat 08.50’de 2’nci Süvari Tümen Kurmayı Cevdet bulunduğumuz mevkiye geldi. Düşmandan bir tehlike hissedinceye kadar kalmamızı; Tümen Komutanının düşüncesinin, 2’nci ve 4’üncü Alayların yanına giderek oradan Resulbaba yukarı hattından ricat eden düşman tümenine taarruz etmek ve bu tümeni perişan hâlde bırakmak olduğunu, 13’üncü Alayı emrimize alıp geride toplayarak düşmanla teması kesmeden Tümen gelinceye kadar Resulbaba istikametine keşif kolları sevk etmemizi içeren emri getirdi.

    Bu sırada saat 08.55’te 2’nci Bölük Komutanı yaralanınca bölüğün komutasını üstlenen Alay Komutan Muavini Yüzbaşı Yusuf Nasuhi’den alınan raporda, düşmanın bir tabur kadar piyadesinin Eğret’ten çıkarak yanımıza düşmek istediği bildiriliyordu. Bunun üzerine Resulbaba yukarı hattından ricat eden tümenin yürüdüğünü, Yüzbaşı Yusuf Nasuhi’nin raporundaki bilgileri, cephemizde kara sırtlarda bulunan düşmanın bizi sıkıştırdığını, Alayı, muharebeyi keserek 13’üncü Alayın bulunduğu mevkide toplayıp, Resulbaba yukarı hattından yürüyen düşmanla teması muhafaza etmek ve Tümenin emrine göre hareket etmek kararını verdiğimi bildiren raporu saat 09.10’da gönderdim. 09.15’te düşmanı oyalamak üzere bir bölük artçı bırakarak, 13’üncü Alayın bulunduğu mevkiye hareket edildi ve 09.30’da toplanıldı.

    20’nci ve 13’üncü Alaylardan, Resulbaba ve daha güneye keşif kolları sevk edileceği sırada (saat 09.35) Kurmay Yüzbaşı Tevfik bir emir gönderdi. Emirde; düşmanın bir alayının Olucak istikametinde 2’nci ve 4’üncü Alaylarımıza taarruz ederek Olucak’ın 1 km doğusuna kadar ilerleyerek soldan da bir kolla Olucak’ı kuşatmaya çalıştığını, Olucak’ın da düşman tarafından işgal edilmek üzre olduğu bildirilerek, 20’nci ve 13’üncü Alayın emrimizde olarak Olucak’ın güneyindeki sırtlar üzerinden Olucak’ın kuzeybatısındaki fundalıklı tepelere çekilmemiz belirtiliyordu. Hemen yürüyüşe geçildi. Eğret ve güneyimize yancı olarak birer subay keşif kolu çıkarılarak açık yürüyüşe başlandı. Eğret’in batı, Olucak’ın doğu sırtlarında bulunan düşman topçusu yol kolumuza ateş etmeye başladı. Olucak’ın güney istikametine keşif kolu sürüldü. Alay da bu istikameti takip ediyordu. Sırtlara hareket ettiğimiz anda düşman altı topuyla üzerimize seri ve etkili bir ateş açtı. Yukarı hatta çıktığımızda ise düşman tümeninin yük hayvanlarını takip eden birliklerinin ateşine maruz kaldık. Bunun üzerine hücuma geçmek ve topçu ateşinden kurtulmak için geride bulunan 13’üncü Alay kılıç çekti. Hücum başladıysa da şiddetli piyade ateşiyle önde bulunan bölük kayıp verince hedefi bırakarak kayalıklar ve yarlardan birden bire geriye çark etti ve bütün kılıç çekmiş olan kitleye bu ani geriye çark ediliş yayıldı.

    Topçu, piyade ateşi etkili olduğundan yukarı hattan aşağıya bir akın başladı ve Olucak köyüne yöneldi. Olucak’a ilerleyen düşman piyadesinin tutmuş olduğu sırtlardan şiddetli topçu ateşine ek olarak makineli ve otomatik tüfek ile piyade ateşi de başlayınca, ateşten kurtulmak için bu akın Olucak’ı geçerek fundalıklı tepelere doğru yöneldi. Subayların devamlı ikazı neticesinde fundalıklı tepelerde durdurulan, bu akın toplandı. 13’üncü Alaydan bir bölük ve makineli tüfek bölüğü alayla beraber asker takviyesi aldıktan sonra Beşkarış köyüne geldi. Bir kısım asker de Olucak kuzeybatı sırtlarına çıkarak gözden kayboldu.

    4. Düşmanın Olucak istikametine ve tek geçit bölgemize doğru uzanan piyade kuşatma kolu Tümenin diğer kısımları tarafından durdurularak, ricat hattımızın elde tutulması ve himayesi mümkün olsaydı, komuta ettiğim grup için böyle bir felaketin söz konusu olmayacağı kanaatimi arz ederim.

20’nci Süvari Alay Komutanı
Binbaşı Kâzım


2’nci Alayın Muharebe Raporu

11 Eylül 1922

2’nci Süvari Tümen Komutanlığına

    1. 28 Ağustos 1922 günü arz edilen raporla Tümenin kolbaşında bulunan 13’üncü Alay ve 20’nci Alay ile irtibatın kaybedilmesi üzerine 2’nci Süvari Alayı 4’üncü Alayı takip ederek Olucak - Eğret istikametinde yürüyüşüne devam etti. Çünkü Tümen tarafından bu istikamete gece yürüyüşü ile gidileceği emredilmişti. 20’nci Alayın 1’inci Bölüğü ve 4’üncü Alay ile Tümen birliklerini emrime aldım. 4’üncü Alaydan bir bölük öncü bölüğe ayrıldı. Öncü bölüğünün ucu Eğret’in tahminen 600 m güneyine ulaştığında, alınan haberde Eğret’te düşman ordugâhının görüldüğü ve köy içerisinde düşman piyadelerinin dolaştığı bildiriliyordu. Bunun üzerine buradaki düşmana ateş baskını yapmaya karar verdim. Derhâl 4’üncü Alayı öncü bölüğüne yaklaştırdım. Tümen bataryasının süratle 2 km güneybatısındaki mevziye girmesi emrini verdim. Tümen bataryası ise yürüyüşteki eksikliğinden dolayı, ağırlık ve bağlı birliklerinden geride kalarak, arzu edilen zamanda emredilen mevziye giremedi.

    20’nci Alayın 1’inci Bölüğü, bu alayın soluna taşkın olarak sol kanadın muhafazasıyla görevlendirildi. Saat 05.30’da öncü bölüğünün işgal ettiği bağlara doğru 30 kadar düşman piyadesi ilerleyince bölük derhâl ateş açtı. 2’nci Alay, 4’üncü Alayın gerisindeki tepede bekleme mevzisindeydi. Öncü bölüğü saat 05.30’da ateşe başlayınca 30 kadar tahmin edilen düşman piyadesi köye çekildi. Ardından köyün güney çıkışında bir bölük kadar düşman piyadesi ateşe başladı. Ayrıca iki piyade bölüğünün de sağ kanadımıza taşkın bir şekilde yayıldığını gördük. 4’üncü Alay Komutan Muavini Atıf Bey iki bölükle düşmanın kanadımıza yapacağı tesiri engellemek üzere görevlendirildi.

    Bu sırada Eğret’te bulunan düşman otomobilleri Afyon istikametine süratle kaçtılar. Eğret’teki telsiz istasyonu sökülmeye başlandı ve düşmanın iki tabur kadar piyadesi Eğret’in batısından Çerkezköy istikametine yürüyüşe geçti. Aynı zamanda köyün kuzeyindeki tepelerde mevziye giren düşman topçusu, iki topuyla alayları ve nihayet avcı hattını etkili bir şekilde dövmeye başladı. 4’üncü Alayın iki bölüğü ile makineli tüfek bölüğü ve 20’nci Alay 1’inci Bölük cephesinden karşılıklı ateş edildi. Düşmanın iki bölüğünün sağa taşkın olarak yayılması ve ayrıca iki piyade taburunun Çerkezköy’e yürümesi düşmanın kuvvetinin bir alaydan fazla olduğunu gösteriyordu. Düşman 4’üncü Alay cephesinde şiddetli taarruza başladı. 27 Ağustos 1922 akşamı verilen emirde 14’üncü Süvari Tümeninin, Tümenimizle beraber hareket edeceği bildirilmişti. 14’üncü Tümenin yürüyüşünü geciktirmemek amacıyla düşmanın inatçı taarruzu karşısında 4’üncü Alay, kademeli olarak 2’nci Alayın himayesinde çekilmeye başladı.

    Saat 06.45 olmuştu ve 5’inci Kolordu Komutanının Olucak’ta bulunduğunu haber aldım. Taarruz eden düşman birliği ve Tümene katılamamam hakkındaki sebepleri, düşmanın durumu hakkında bilgi verdim. Düşman taarruzunu, ateşimizle bir müddet ertelettik ise de saat 08.10’da düşman cephemizdeki taburunu iki taburla takviye ederek bölük kolları düzeninde aralıklarla ilerlemeye başladı. Eğret yolunun yaklaşık 1,5 km güneyindeki vadide durdular. Daha sonra öndeki düşman taburunun zayıf avcı hatları ilerlemeye başladı. Yine ateşlerimizle durdurduk. Gözetleme yerinden karşımızdaki düşman kuvvetlerini iyi gören ve alaydan takdim edilen rapor üzerine düşman kuvvetleri hakkında bilgi sahibi olan komutan, Alayın kademeli olarak Olucak köyü sırtlarına çekilmesini, orada muharebeye devam etmesini, 13’üncü ve 20’nci Alayın Olucak’a ulaşmalarının sağlanmasını ayrıca 14’üncü Süvari Tümeninin Olucak’ın hemen doğu sırtlarında ricat eden düşman alayıyla muharebe ettiklerini, 4’üncü Alaydan İrtibat Subayı Celal ile şifahen saat 10.00’da tebliğ etmiştir.

    Komutan, Olucak köyünün doğu ve batı sırtlarına da kuvvetli bir keşif kolunun gönderilmesini emretmiştir. 4’üncü Alaydan derhâl bir takım kuvvetinde bir keşif kolu emredilen bölgeye doğru saat 10.20’de hareket etti. Bu sırada Eğret’in kuzeyinde düşmanın bazı yürüyüş kolları görülüyordu. Saat 11.00’de düşman tekrar cephemize yaklaşmaya başladı. 4’üncü Alayın Olucak köyünün kuzeydoğusundaki sırtlarda mevziye girmesini emrettim. Düşman topçusu da ateşe başladı. 2’nci Alay kademeli olarak muharebe ederek çekilirken 5’inci Kolordu 2’nci Şube Müdürü Yüzbaşı Şükrü, Komutanın şifahi emrini tebliğ etti. Düşmanın Çerkezköy’deki taburu Olucak’a yürümeye başladı. Bu Taburu 2’nci Alay bütün mevcuduyla durdurmaya çalışacaktır. Bu sırada 4’üncü Alay ve bağlı birliklerinin Kolordu Komutanının emriyle Olucak köyünün batısına geçerek sırt eteklerinden yürüdükleri görüldü.

    Saat 11.45’te kuzeydoğudan Olucak istikametine giden iki alay süvarinin 13’üncü ve 20’nci Alay olduğunu anladık. Bu alaylar Eğret’in doğu sırtlarına çıktılar. (Tam 4’üncü Alaydan gönderilen keşif kolunun bulunduğu yer.) Eğret’in güneyinde mevziye giren düşman topçusu bu iki alayımıza şiddetle ateş ediyordu. Bir müddet sonra alayların sırtlardan gayet dağınık bir şekilde indiklerini görünce Alay yaverini o tarafa gönderdim. Döndüğünde yukarı hat üzerinde, yani bulunduğum ateş mevzisinin 1,5 km güneydoğusundaki sırtlarda düşman piyadesinin yoğun ateşlerine maruz kalan alayların büyük zayiata uğradıklarını söyledi. Düşmanın diğer iki obüs topu da 13’üncü ve 20’nci Alay yürüyüş kollarını dövmeye başladı. Alay, 14’üncü Süvari Tümeninin bu sırtlarda düşman piyadesiyle muharebe ettiğini ve oralarda bulunduğunu bildiği hâlde bu iki alayımızın yukarı hatta bulunandüşman piyadelerinin toplanma hattı içerisinde şiddetli ateşlerine maruz kalacağını tahmin etmemişti. 13’üncü ve 20’nci Alayın dağınık şekilde Olucak köyünden geçer geçmez düşman piyade avcıları Olucak’a 1 km kadar yaklaşmıştı.

    28 Ağustos günü tam öğle vakti bu iki alayın Olucak’tan batıya doğru yürüdüğü, köyün haricinde Olucak sırtlarında 14’üncü Tümenin olduğu bildirilmiş iken, 13’üncü ve 20’nci Alaydan düşman piyadesinin bu sırtlarda bulunduğu haber alınınca 4’üncü Alay ile Tümene bağlı birliklerin haberim olmadığı hâlde batıya doğru çekildiklerini görünce, 2’nci Alay da o istikamette yürüyüşüne devam etti. (Beşkarış’ta 4’üncü Alay Komutanına bunun sebebini sordum. O da 5’inci Kolordu Komutanından aldıkları emir üzerine Beşkarış’a çekildiğini söyledi.)

    Olucak’ın kuzeyinde muharebe eden Alayım, 14’üncü Tümenin ve 4’üncü Alayın çekilmesi ve yürüyüş istikametleri hakkında kesinlikle haberdar edilmemiştir. Olucak’tan batıya doğru yürüyüşümüzde düşman topçusu obüs ve cebel toplarıyla takip ateşi yapmışsa da muharebede bineğim ile alaydan iki binek hafif yaralanmıştır. 2’nci Bölükten de Antalyalı Pehlivan Mehmet ağır şekilde yaralanmıştır. Zayiat cetvelleri 28 Ağustos 1922 günü saat 21.00’de Tümene takdim edilmiştir. Eğret’te ilerlemek isteyen düşmanın, harbe girmemiş bir piyade tümeni olduğu anlaşılmıştır. Bu düşman tümeninin hareketini, ateşimizle 6 saat durdurduk. Olucak’a da akşama kadar gelemedi. Bu durumda bir günlük yürüyüşü sonuçsuz kaldı. Bundan dolayı düşmanın bu tümeninin, Dumlupınar Muharebesinde bozguna uğrayarak Murat Vadisi’ni takiben çekildiği arz olunur.

2’nci Süvari Alay Komutanı
Binbaşı Ahmet Kemal


    [4’üncü Alay Komutanı Kolordudan bir emir alınca ve bu emir önceden aldığı herhangi bir emri bozuyorsa Kolorduya bilgi vermesi gerektiği gibi yeni aldığı emir hakkında öncelikle emrinde bulunduğu komutanı haberdar etmelidir.]

4’üncü Alayın Harp Raporu

    27 Ağustos 1922 günü saat 19.00’da 13’üncü Alay öncü olmak üzere, 20’nci Alay, 4’üncü Alay, 2’nci Alay, batarya, bağlı birlikleri olmak üzere yürüyüşe geçildi. Yolların bozuk olması sebebiyle alaylar arasında çoğu zaman irtibat kayboluyordu. Bu nedenle 20’nci Alayın sonunda bulunan 1’inci Bölüğünü 4’üncü Alay sıkı bir irtibat ile takip ediyordu. Tümen, Olucak köyünde bir süre durdu ve yürüyüşe geçildikten bir müddet sonra da önümüzde giden 20’nci Alayın 1’inci Bölüğünün, Alayıyla irtibatını kaybettiği anlaşıldı. Tümen emriyle, gece yürüyüşüyle Eğret istikametinde gidileceği öğrenilince, 4’üncü Alay, 2’nci Alay Komutanının emrine girdi. 3’üncü Bölüğü öncü bölüğü çıkararak Eğret istikametinde yürüyüşe devam etti. Güneşin doğuşuyla beraber Eğret’in tahminen 600 m kadar güneyine varıldığında Eğret’te düşman ordugâhının bulunduğu ve köy içerisinde düşman piyadelerinin dolaştığı, köy harmanlıklarında da bir telsiz istasyonunun bulunduğu görüldü ve hemen Müfreze Komutanlığına bilgi verildi.

    Müfreze Komutanından aldığım emir, bataryanın da katılmasıyla düşmana Alayla ateş baskını yapmaktı. Bunun üzerine öncü bölüğü bulunduğu bağlarda mevziye sokuldu ve Alay da öncü bölüğüne yaklaştırıldı. 30 kadar düşman piyadesinin Eğret’ten 3’üncü Bölüğün işgal ettiği bağlara doğru yürüdüğünü gören sağ kanattaki bir asker ya emri işitmemiş olmasından veya elinde olmayarak emir verilmeden ateş edivermesinden dolayı mecburen bölük de ateşe iştirak ettirildi. Saat 05.30’da Bölüğü derhâl 4’üncü Bölük ve Makineli Tüfek Bölüğü ile takviye ettim. Sol kanadın korunması için 20’nci Alayın 1’inci Bölüğü görevlendirildi. 2’nci Alay, 4’üncü Alayın gerisindeki tepede gözetleme mevzisindeydi. Öncü bölüğü ateşe başlayınca 30 kadar tahmin edilen düşman piyadesi Eğret’e çekildi. Köyün güney çıkışında bir bölük kadar düşman piyadesi ateşe başladı. Bundan başka iki bölük kadar piyadesinin de sağ kanatta taşkın bir şekilde yayıldığını gördüm.

    4’üncü Alay Komutan Muavini Atıf Bey Komutasında iki bölüğü, düşmanın yandan yapacağı baskıyı engellemekle görevlendirdim. Aynı zamanda Eğret’te bulunan düşman otomobillerinin Afyonkarahisar istikametine süratle kaçtıkları ve Eğret’teki telsiz istasyonunun sökülmeye başlanıldığı gözlendi. Düşmanın iki tabur kadar piyadesi Eğret’in batısında Çerkezköy istikametinde yürüyüşe başladı. iki bölük, makineli tüfek ve 20’nci Alayın 1’inci Bölüğü de emrimde olarak cepheden ateş ediliyordu. Düşmanın iki bölüğünün sağa taşkın olarak yayılması ve ayrıca iki piyade taburunun Çerkezköy’e yürümesi ile düşmanın bir alaydan fazla kuvvette bulunduğu anlaşılmıştı. Düşman şiddetle cephemize taarruza ve sağ kanattan ilerlemeye, topçusu ile de avcı hatlarımız üzerinde etkili olmaya başlamıştı. 4’üncü Alay, aldığı emir gereğince 2’nci Alayın himayesinde kademeli olarak çekilmeye başladı. Saat 06.45 idi. Tümen ile henüz irtibat kurulamamıştı.

    Burada cereyan eden muharebeye ait rapor 2’nci Alay Komutanı Kemal Bey tarafından Olucak’ta bulunan Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa’ya takdim edilmişti. Düşmanla muharebe devam ediyordu. Müfreze Komutanı Kemal’den Alayın Olucak köyünün kuzeydoğusundaki sırtlarda mevziye girmesi ve bundan başka Olucak köyünün doğu sırtlarına kuvvetli bir keşif kolunun gönderilmesi emrini aldım. Hemen 1’inci Bölükten Teğmen Ziya komutasında bir takım kuvvetinde bir keşif kolunu saat 10.20’de emredilen yere gönderdim. Saat 10.45’te Alay, emir gereğince, Olucak köyünün kuzeydoğusundaki sırtlara çekilmeye başladı. Bu sırta gelir gelmez Kolordu 2’nci Şube Müdürü Yüzbaşı Şükrü, Kolordu Komutanının, “2’nci Alay, batarya Olucak’a ilerleyen düşmanı durduracak Alay da süratle köyden geçecektir.” şifahi emrini bildirdi.

    Bu sırada Tümen Komutanına rastladım ve aldığım emri arz ettim. Alay, düşman topçu ateşi altında köyden geçti. Birlikler karmakarışık bir şekilde gidiyorlardı. Topçu Yüzbaşı Sabri, Alaya yetişti. Kolordu Komutanının, Alayın durması emrini tebliğ etti. Alayı topçu ateşi altında muntazam bir şekilde bölük kollarında topladım. Ardından da bir bölük ve iki makineli tüfek ile Beşkarış köyünün 3-4 km doğusundaki tepenin işgali, alayın kalan kısmıyla da Beşkarış köyünün 1 km kadar hemen doğusunda bekleme mevzisinde kalması emrini aldım. 2 saat sonra da Tümenden aldığım diğer bir emirle Beşkarış köyüne geldim. Askerleri ve binekleri bir süre istirahat ettirdim. Saat 15.00’te Tümen öncüsü olarak Kurtköy’e hareket ettik. Bugünkü muharebede dört binek yaralanmış; bir binek, altı kılıç ve beş matara kayıp olmuştur.

    29 Ağustos günü saat 06.30’da Kurtköy’e geldik. Geceyi açık ordugâhta geçirdik. 4’üncü Alay Ordugâh emniyetiyle görevlendirildi. 29 Ağustos 1922 günü Kurtköy’de geçirildi.

4’üncü Süvari Alay Komutanı
Ali Reşat


Batarya Raporu

    27 Ağustos 1922 gecesi 2’nci Alayı takiben Olucak köyünden geçilerek, Tümenle irtibatımız olmadığından, 4’üncü Alayla beraber Eğret sırtlarında 2’nci Alayın gerisinde mevziye girilip düşman ordugâhına ateş açılmış ve 2’nci Alayın mevzisini terk edip geriye çekilmesi üzerine batarya da mevziden çıkarak geriye korunaklı bölgeye çekilmişti. Tümen Komutanı, beni çağırttığı için bataryadan ayrıldım. İlerimizde bulunan 2’nci Alay dört nakil ile geriye çekilmekte iken Alay Komutanı, “Topçular durmayın. Hemen geriye boğaz istikametine gidin.” diye söyleyince batarya da köy istikametine hareket etti. Köyde Kolordu Komutanı tarafından gönderilen Topçu Yüzbaşı Sabri’nin bataryanın köyün gerisinde telsiz istikametinde yürüyüşe devam etmesini şifahen söyleyince de bu istikamette hareket edildi.

    Tümen Komutanından, bataryanın köyün yanındaki düzlükte, ovayı ateş altına alabilecek bir mevziye girmesi emrini aldım. Bataryayı ayrıldığım yerde bulamadım. Ancak köyde bataryaya ulaşabildim. Derenin dik olması sebebiyle topla ittirilerek karşı sırta çıkarılmıştı. Birlikler önceden geçmiş olduklarından batarya yalnız, korumasız olarak kalmıştı. Topları sökmekte iken yanımızdan 4’üncü Alay 1’inci Bölükten Teğmen Osman 5-6 askerle gelip geçmiştir. Karşı sırta çıktığımızda sol gerimizdeki sırtlardan piyade ateşine tutulduk. Bataryanın takip edeceği yol, düşman süvarisi tarafından kesilmiş olduğundan doğru gitmek üzere top yükletilirken düşman topçusu ateşini üzerimize çevirdi. Hayvanlar yükletilirken patlamadan ürktüklerinden hemen hepsi kaçmışlar ve kısmen yüklenen parçaları da devirmişlerdi. Tümen toplandıktan sonra arazi üzerinden ve alaylardan bataryanın 48 hayvanı toplanmış, dört hayvanı bulunamamıştır.

    Bu durumda daha fazla beklemek mümkün olamayacağından kalan asker ve hayvanlarla, kamalar alınarak dağdan Tümenin ricat istikametine çekilmiştir. Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa köyün kesin işgal edilip edilmediğini keşif için 4’üncü Alaydan bir keşif kolu gitmesini emretti. Bu keşif kolu köyün önündeki sırtların da düşman tarafından işgal edilmiş olduğunu bildirdi. Topları almak için 29 Ağustos 1922 günü akşamüzeri piyadenin köyü işgal etmesiyle beraber köye girilmiş, topların aksamı düşman tarafından toplanarak yerli yerine takılmış namlular ile beşikler tahrip edilmiş yalnız bir topun namlusu düşman tarafından görülemediğinden sağlam olarak kalmıştır. Arz ederim.

Batarya Komutanı
Yüzbaşı Cavit

    ...


    *Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, sayı 121, Aralık 2007, s.26-38


 

13 Ağustos 2025

Kaçış Yok


    Sakarya mağlubiyetinden sonra Yunan ordusu Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar hattına çekildi. Ankara'ya doğru ilerlerken artçılarını Döğer-Gazlıgöl-Eğret bölgesinde bırakmıştı, yine oraya bu sefer İhtiyat kolordusunu yerleştirdi. Eğret ve çevresi köylerde 1921 güzünde 23. Tümeni vardı, yer değiştirmeler neticesinde nihai olarak 7.Tümen konuşlandı ve Büyük taarruz arefesine kadar burada kaldı. Taarruzun bir önceki gecesinde Trikopis Afyon'da bir balo düzenlerken, gündüzünde de Eğret'teki 7. Tümeni Balmahmut üzerinden takviye olarak nakletti. Eğret'te sadece Yunan jandarmaları kalmıştı. 26 Ağustos 1922 fecrinde taarruz başlarken vaziyet böyleydi.

    Taarruz Kocatepe'den başlatıldı, ama Yunanların bundan haberi yoktu. Yani asıl taarruzun bu olduğunu anlayamadılar, zira aynı anda Afyon kuzeydoğusu ve Kocaeli bölgesinde de saldırılar vardı, onların kandırıkçı hücum olduğunu, asıl büyük taarruzun Afyon güneybatısında yapıldığı anlaşılana kadar Yunanlar dağılmıştı. Bir daha da toparlanamadılar. Doğudaki İhtiyat kolordusu can havliyle kaçmaya başladı, Afyon'daki Trikopis kolordusu şehri ikinci günü boşaltıp kuzeye yöneldi. Amaçları üç yönden kaçan bütün Yunan ordusunu İlbulak kuzeyinde toparlayabilmekti; ama aralarında iletişim bile yoktu.

    Bu arada Süvari Kolordusu keşif güçleri İlbulak'a çıktıklarında Eğret arazisinde büyük bir Yunan ordugahı göründüğünü Fahrettin Altay Paşa'ya bildirdiler. Şimdi tekrar Süvarilerin Kumandanı Fahrettin Paşa'ya kulak verelim:

    Bu halde Afyon Doğusundaki düşman tümenleri ile Eğret'de görülen düşman ordugâhının (ki ihtiyat kolordusu olması muhtemeldir) kuvvetleri ya ordumuzun sağ yanına saldıracaklar yahut geri çekilerek İLBULAK-DUMLUPINAR-TOKLU hattında yeni bir cephe tutacaklardı. Düşmanın bu her iki hareket ihtimalini engellemeye çalışmak bize düşen mühim bir ödev oluyordu, bunun için tümenlere özetle şu emri verdim:

    «2. ve 14. Tümenler bu akşam Ulucak istikametine geçerek gece yürüyüşlerine devamla İlbulak dağını aşacaklar ve sabaha karşı Eğret köyü yanında görülen düşman kuvvetlerini basacaklardır, 1. Tümen 2. Tümenle irtibatta (bağlantıda) bulunacaktır. Kolordu Karargâhı Ulucak köyüne gidecektir.» 

    Sabahleyin alınacak haberlere göre yeni emirler verecektim. 2. Tümen karanlık basmadan Beşkimse kövünden geçerek dağın boyun noktasını aştı, kısa bir istirahatten sonra gece yürüyüşüne devam etti, bataryasını da sabahleyin Eğret istikâmetine ateş edecek surette Ulucak ilerisinde mevziye yerleştirdi. Ben de karargâhımla onların arkasından Ulucak'a vardım. 

    14. Tümen gelemedi. 2. Tümenin gece gittiği yol fundalıklar arasında adi bir keçi yolu idi, bu yüzden tümenin son alayı yanlışlıkla sağa sapmış tümenden ayrılmış, tümen komutanı Eğret'e yaklaşınca piyade sonra topçu ateşiyle karşılanmış, yaya çark yapmaya mecbur olmuş, fakat düşman çok üstün olduğundan ve saldırıya başladığından biraz sonra çekilmeye başlamış, sonradan öğrendiğime göre burada Yunanlıların 2. General Diyenis kolordusu karargahı ile 9 ve 13. tümenleri bulunuyormuş. (Diyenis bizim kurşunların kendi çadırını deldiğini bana söyledi.) 

    Sağa sapan alay Bayramgöl (Bayramgazi) doğrusuna ilerlerken yol üzerinde Kütahya'ya gitmeye hazırlanan bir Kamyon koluna tesadüf ederek ona hücumla dağıtıyor ve çoğunu kılıçtan geçiriyor, fakat arkadan gelen piyadeler kendisine saldırmaya başlıyor. O da İlbulak dağına çekiliyor ve tümen ile birleşiyor. Vurduğu kamyonlardan bir de şık elbiseli genç yunan kızı esir alıyor (Bu kızı taşımak bir dert oldu, gece Altıntaş camisi imamının evine misafir verdik, ertesi sabah otomobille gelen general Fevzi Çakmak'la geri gönderdik.) Saldıranların Afyon'dan çekilip geceyi oralarda geçiren iki veya üç tümenli 1. general Trikopis kolordusu olduğu ve bunların maksatlarının Afyon güney cephesinden bozulup çekilen general Frankos grubu ile birleşerek Dumlupınar'da yeni bir cephe tutmak olduğu sonradan anlaşılmıştır, oraya Seyitgazi'den de bir tümen gönderilmiştir.

    14. tümenimize gelince; yürüyüşe biraz geç başlamış Beşkimse köyüne karanlıkta gelebilmiş, orada ansızın düşmana çatmış, birazını tepelemiş, karanlıkta ne olduğunu anlayamamış, Kolorduya yetişmekte geciktiğinden ve yolunun düşman tarafından tutulmuş olmasından üzülerek başka, daha dolaşık ve uzun bir yola sapmış. Gece rastladığı düşman Afyon güney cephesinden bozularak perişan bir halde çekilen Frankos ve Papulos kuvvetleridir ki 1. ve, 7. tümenlerle. 4. üncünün yarısıdır. Savaş sonunda general Frankos'un yazdığı ve askerî mecmuamızın çevirip yayınladığı raporunda general bu gece çarpışmasının moralini çok bozduğu ve sonra süvari diye bağrışarak kaçdıklarını, subayların gayretine rağmen paniği durduramadıklarını ancak Dumlupınar'da toplayıp düzene koyabildiğini yanıp yakıla anlatmaktadır. Demek ki bizim 14. süvari tümen komutanı bu durumu kestirebilseydi de bunların üzerine saldırıya devam etseydi hepsini ya esir alacak ya da kılıçtan geçirecekti, bunu kestirmenin kolay ve mümkün olmadığını itiraf etmek lâzımdır, bununla beraber etkisi yine büyük oldu, düşman panikledi kaçtı, Trikopis kuvvetlerinden uzaklaştı, birleşemedi.*

    Olay şu, Fahrettin Paşa 2. Tümenine Eğret yakınlarında görülen düşman ordugahını basmalarını ve kaçışı engellemek için Afyon-Kütahya demiryolunu tahrip ettikten sonra kendisiyle Olucak'ta buluşmalarını emrediyor.  Gece karanlığındaki sevkiyatta tümen ikiye bölünüp bir bölümü yanlışlıkla Bayramgazi-Çirçir istikametine yöneliyor, ama Allah'ın işi işte. Kuzeye kaçan ve geceyi orada geçiren Trikopis kolordusunun motorize tümenlerine rastlıyorlar. Harala gürele derken epeyce zayiat verip esirler alıyorlar, düşman toparlanınca da dağa doğru geri çekilip koptukları tümenle tekrar birleşip ovadaki düşman ordugahına saldırıyorlar. Demiryolu tahribinden vazgeçmelerinin sebebi, Yunanların kuzeye kaçma ihtimalinin kalmadığını öğrenmiş olmalarıdır. Ayrıca kamyonların birisinden çıkan Yunan kızının taarruz öncesinde Afyon'daki baloya katıldığı düşünülüyor. Bu kızın başlarına bela olduğunu belirtmek, aslında Türklerin savaş ahlakından 'kadın, çocuk, yaşlı, acize dokunmama' ilkesiyle ilgilidir.

    Neyse, tekrar birbirine kavuşan 2. Tümen güçleri, kendilerinden on kat daha güçlü ve henüz savaşmamış diri bir kolorduya saldırması da destansı bir harekettir. Burada dikkatimizi çekmesi gereken, kolordunun içinde Yunan 13. İhtiyat Tümeninin de bulunuyor olmasıdır. 1921 güzünde Eğret'te yaptığı insanlıkdışı davranışları şikayete konu olmuş ve bu resmi şikayetler önce İzmir, sonra Atina'ya kadar gitmiştir. Bunların yine Eğret arazisi içinde Fahrettin Paşa süvarilerince icaz edilmesi dikkate değer... Ne yazık ki burada cezalarını bulmamış, o gece Olucak'ı ateşe vermişler. Asıl cezalarını iki gün sonra 30 Ağustosta bulacaklar...

    Fahrettin Paşa'nın bir de 14. Tümeni vardı, aslında 2. Tümen bütün bu yaptıklarını 14. Tümenle birleşerek birlikte yapacaktı. Fakat 14. Eğret yakınlarına hiç gelemedi, gelseydi belki de Yunanlar burada bitirileceklerdi. Peki neden gelemedi?

    Bir defa gece yürüyüşüne geç başlıyorlar ve daha önemlisi yollarını şaşırıyor, yanlış güzergahtan dolaşıyorlar. Başka daha önemli bir husus ise düşmana rastlayıp onunla çatışmaya girmeleridir. Yunanları darmaduman ediyorlar, ama bunun farkında değiller, karanlıkta bir şey görmüyorlar ki... Üstelik bu düşman birliği kim biliyor musunuz, bir gün önce asıl taarruz yiyen güçlerden geriye kalan iki buçuk tümen: 1. ve 7. tümenlerle 4. tümenin yarısı... Tabi bizimkiler savaştıklarının kimler olduğunu da bilmiyor. Biraz daha yüklenseler bu tümenleri o gece bitirecek, kalanlarını esir edecekler. Bunlar 30 Ağustos'ta Yunanların en fazla direnç gösteren birlikleridir, eğer 14. Tümendekiler bu durumu bilseler de yüklenmeye devam etseler savaşı iki gün önceden orada bitirebilirlerdi. Daha önce de söyledik, bu iş varsayımlarla ve 'eğer'lerle olacak iş değil; kaderin cilvesi, demek ki böyle olması gerekiyormuş....

    Bizim 14. Tümenin elinden kaçan Yunan birliklerinden birisi de 7. Yunan tümeni olması, dikkatinizi çekmiş olmalıdır. Hani 25 Ağustos'ta Eğret'ten Balmahmut'a doğru kaydırılan ihtiyat tümeni... Eğret'teki kötülük nöbetini 13. Tümenden devralmışlardı. İkisi de 28 Ağustos'ta Fahrettin Paşa süvarisinin elinden kurtuldular, ama bu ancak iki gün sürdü, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesindeki akıbetlerinden kurtulamadılar. Tıpkı bir yıl önceki baskından tesadüfen kurtulanların Sakarya hezimetine maruz kalmaktan kendilerini alamadıkları gibi...


    *Emekli Orgeneral Fahrettin Altay, Görüp Geçirdiklerim 10 Yıl Savaş 1912-1922 Ve Sonrası, İstanbul 1970, s.337-339.



12 Ağustos 2025

Baskın

   
     Kütahya-Eskişehir savaşlarında Yunanlar üstünlük kurunca Türk kuvvetleri Sakarya nehrinin doğusuna kadar çekilmek zorunda kalmışlar. O coşkuyla peşlerine düşen işgalciler de Ankara'yı alma hayaliyle ilerlemişler. Bu geri çekilmeyle kendini toparlamak için Türk ordusu büyük bir fırsat yakalamış; Mustafa Kemal Meclisin Başkomutanlık yetkisini üzerine almış, birlikler yeniden düzenlenmiş, askerin yaraları sarılmış. Yunanlar ise tam aksine bilmedikleri bu bozkır coğrafyasında açlık ve susuzluktan adeta kavrulmaya başlamışlar. 

    Sakarya savaşının henüz başlamadığı o günlerde Süvari Kolordusu da yeni oluşturularak başına Fahrettin Altay getirilmiş. Paşa'nın kitabını okumaya devam ediyoruz, Ağustos 1921, Polatlı civarı:

    Gece Katırlı'da iaşe ve sulamayı yaptıktan sonra tekrar Çal Dağı'nı tuttuk. Düşman da bize karşı kuvvetli bir yancı himayesinde doğuya doğru ilerlemesine devam etti 2. Tümenle irtibatımız kalmadı. Hemen yeni bir karar almak lazım geliyordu, derhal ordumuza doğru çekilmektense düşmanın geriden başka kuvvetlerinin gelip gelmediğini anlamak ve gerilerini izaç etmek için bir müddet daha buralarda kalmayı uygun buldum. Bu maksatla kuzeybatıya doğru sürdüğüm süvari alayı düşman ulaştırma kollarını vurmaya muvaffak olarak 200 deve, silah ve mühimmat ile eşya, esir ele geçirip döndü. Bu birlik geriden başka kuvvetlerin ilerlediğini görmemiş, yalnız. Uzunbeyli de büyük bir menzil noktası tesis edildiğini bildirdi.

    BASKIN

    Düşmanın bu menzil noktasına bir gece baskını yapmayı kurdum. Gideceğimiz yer her ne kadar (35 kilometre) uzak idiyse de bir gece sıkı yürüyüşle buraya varabileceğimizi hesaplamış ve ertesi sabah güneş doğmadan evvel bu noktaya yapılabilecek baskınla iyi bir sonuç alabileceğimi ümit etmiştim. Bu baskına katılacak elimdeki beş süvari alayının üç günlük yiyecek alarak yükte hafif hazırlanmasına; ağırlıkları, zayıflar ve arabalı telsizi Katırlı Güneyinde daha emin bir yere gönderilmesi ve akşama hareket emrini verdim.

    Güneş batarken orduya verilmek üzere raporumuzu telsiz istasyonuna bırakıp harekâta başladık. Mühim bir görev yapacağımız için bir hayli keyifli ve süratli bir şekilde ilerlemeye koyulduk. Ne yazık ki beni yavaş yavaş bir sıcaklık kapladı, biraz sonra at üzerinde duracak halim kalmadı, doktor bunun bir malarya (sıtma) nöbeti' olduğunu, ateş düşünceye kadar yatmak gerektiğini söyledi, ümidimin kırılması beni malarya nöbetinden çok daha fazla sarstı. Kumandayı 14. Tümen Komutanı YARBAY SUPHİ'ye bıraktım ve Kurmay Başkanım YARBAY BAKÎ'ye de (Emekli Korgeneral Baki Vandemir) kendisine yardım etmesini, behemahal gün doğmadan baskının yapılmasını sıkıca tenbih ederek yol üstündeki bir damda yatıp kalmaya mecbur oldum. Yanımda doktorla yaver birkaç emir atlısı kaldı, birlikler yollarına devam ettiler. 

    Bir müddet yattıktan sonra ateşim düştü ve hemen hareket ettim. Güneş doğmaya başladığı halde ileride hiçbir ses gelmiyordu. Aradan yarım saat geçtikten sonra ortalık iyice aydınlandı o zaman silah seslerini duymaya başladık ve Uzunbeyli'ye doğru ateş etmekte olan bataryamızın yanına gittim. Süvarilerimiz Uzunbeyli köyünü savunmakta olan düşmana karşı yaya muharebe yapmakta idiler ve iş baskın olmaktan çıkmıştı. Tümen komutanını bulup neden baskının yapılmadığını sorduğum vakit gece kılavuzların yolu şaşırdıklarını bu yüzden zamanında yetişemediklerini söyledi. Tayyareler uçuşmuş, köy taşlık sırtlar arasında bir dere içinde olduğundan düşman makinalı tüfekleri ile kolayca müdafaa ediliyormuş. Süvarilerimiz köye girmekte zorlukla karşılaşmışlar. Kendisine şu emri verdim:

    "— Taarruz şiddetlendirilecek ve bir an önce köye girilecektir.."

    Bu sırada köyün doğusunda yükselen toz bulutları yeni kuvvetlerin geldiğini gösterdi. Savaşın en kızıştığı bir anda süratle gelen iki süvarimiz de yeni bir ordu emri getirdi, bu emri bizim yola çıkmamızdan sonra telsiz istasyonumuz almış ve bize göndermiş bulunuyordu, emir şöyleydi:

    SAKARYA MEYDÂN MUHAREBESİNE İŞTİRAK ETMEK ÜZERE DERHAL VE SÜRATLE ORDU SOL YANINA GELİNİZ.

    Baskın kılavuzların yolu şaşırmaları yüzünden zamanında yapılmadığı için bu şekilde devam eden bir savaş sonucunda belki köy fazla zayiatla da olsa ele geçecekti, ama bu durumda da SAKARYA SAVAŞINA gecikilmiş olacaktı, alınan emir kesindi, yapmak mecburi idi. İşte bu sebeple MUHAREBEYİ KESİP GERİ DÖNDÜK...

    Sakarya muharebesini müteakip bu köye geldiğimizde köylülerden buranın bir menzil noktası olmadığını, YUNAN ORDUSUNUN BAŞKUMANDANLIK KARARGÂHI olduğunu ve bizim taarruzumuz sırasında Başkumandan PAPULAS ile Yunan PRENSİ'nin burada sıkışıp kaldıklarını, kendi muhafızları ile bize mukabele ettiklerini öğrendik. 

    Eğer bana sıtma nöbeti gelmeseydi, tümen yolu şaşırıp gecikmeseydi ve eğer o yaylı arabadaki DERME ÇATMA TELSİZİN güzel işleyeceği tutmasa da Sakarya cephesine yetişme emrini almasaydık, tutuştuğumuz muharebeyi başarıp kıymetli esirleri muhtemel ki ele geçirecektik.

    BUNUNLA BERABER KARŞIMIZDAKİ YERİN DÜŞMANIN BAŞKUMANDANLIK KARARGÂHI OLDUĞUNA DAİR KÜÇÜK BİR MALUMAT EDİNEBİLSEYDİK ŞÜPHESİZ Kİ TELSİZLE GELEN EMRİN TEHİRİ MESULİYETİNİ ÜZERİMİZE ALMAKTAN ÇEKİNMEZDİK... Ama ne yapalım ki talih böyle istemiş... Bunun üzerine Yunan Başkomutanı karargahını değiştirdi. *

    Neticede Sakarya zaferle sonuçlandı. Yunanlar Eskişehir-Afyon hattına çekilmek zorunda kaldı. Birliklerini, aralarında Eğret'in de bulunduğu mevkilere konuşlandırdılar. Zaten artçılarını bıraktıkları bu bölgeye bu sefer ihtiyat kolordusunu yerleştirdiler ve kış ile baharı orada geçirdiler.

    Fahrettin Paşa'nın 'Eğer...' kaydıyla değerlendirdiği olayın bir benzeri yaklaşık bir yıl sonra, 28 Ağustos 1922 gecesi yine onun birliklerince yaşanacak ve yine 'eğer...' şartıyla kaçan bir fırsattan bahsedilecektir...


    *Emekli Orgeneral Fahrettin Altay, Görüp Geçirdiklerim 10 Yıl Savaş 1912-1922 Ve Sonrası, İstanbul 1970, s.301-303.


04 Ağustos 2025

Mustafa Kemal Paşa'nın Şartı Kabul Edilse...


    Şimdiye kadarki Milli Mücadele okumalarımda dikkatimden kaçmış bir husus, 1921 Londra Konferansı ve 1922 Paris görüşmeleri... İkincisi İstanbul Hükumetinin yanında TBMM hükumet temsilcilerinin de katılmış olması bakımından önemli. Yoksa toplantıdan bir sonuç alınamıyor.

    Müttefiklerin zora koşmasıyla bu katılım gerçekleşmiş, Ankara'nın gerçek muhatap olduğunu anlamışlar. Gerçi ancak 'özel davet' olursa katılım sağlayacaklarını söylüyor Ankara ve bu özel daveti de İtalya'ya yaptırıyorlar.

    Yunan tarafı ateşkes istiyor, çünkü 'Küçük Asya'da bunalmaya başlamış, lakin kuyruğu dik tutarak buradan ayrılmayı düşünüyor. Bu yüzden Sevr'in değişik bir versiyonunu barış diye imzalattırma amacında... Müttefikler ise gidişatı hissettikleri için daha yumuşak tekliflerle geliyorlar. Tekirdağ dışındaki Trakya'yı Yunanlara bırakma, İzmir'i Milletler Cemiyeti yönetimine bırakma, Boğazları uluslararası tarafsız ve silahsız yönetime devretme, 50 binlik Türk ordusu sayısını 85 bine çıkarma, Doğuda Ermenistan kurulması filan...

    Ankara barış görüşmelerine taraftar olmakla beraber Müttefiklerin şartlarını kabul edilemez buluyor ve kendi şartını öne sürüyor. Buna göre ateşkes yeterli değil Yunan tarafının işgal ettiği yerlerden çekilmesi temel şarttır. Ateşkes başladığından sonra 15 gün içinde Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar hattının batısına çekilmeli, dört ay sonunda da İzmir'i tamamen boşaltmış olmalıdır. Bu temel şarttan sonra diğer hususlar görüşülebilir.

    Tarafların ileri sürdüğü şartların hiç biri karşı taraflarca kabul edilmeyince görüşmeler sonuçsuz kalıyor. Burada önemli olan TBMM hükumetinin Müttefiklerce muhatap kabul edilmesidir.

    Paris'te yapılan görüşmeler ve daha sonraki Dışişleri Bakanları toplantısındaki müzakereler aynen Ankara'ya aktarılarak sorular, cevaplar, açıklamalar, şartlar, notalar derken haberleşmeler Nisan 1922 ortalarında cereyan ediyor. 

    Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın önşartı dikkat çekicidir. Eğer bu şart kabul edilseydi Haziran başlarında Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar hattının batısına Yunanlar çekilmiş olacaklardı. Yani daha bu tarihte Eğret köyünün de içinde bulunduğu bölge işgalden kurtarılacaktı. Eylül başında da işgal ettikleri son nokta olarak İzmir'i boşaltacaklardı. 

    Görüşmelerden bir netice elde edilemedi, yani Türk tarafının şartı dikkate alınmadı... Alınmadı da ne oldu peki? Herkes olduğu pozisyonda kaldı. Eğret'te işgal devam...

    Haziran ortalarında Mustafa Kemal Paşa taarruz hazırlıklarına başladı, ama bu düşüncesinden sadece Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Kazım Paşa'nın haberi vardı, çalışmalar büyük bir gizlilik içinde yürütüldü. Sonra süreci biliyorsunuz, 26 Ağustos'ta Büyük Taarruz, 29'unda Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar hattının temizlenmesi ve 9 Eylül İzmir...

    Türk tarafının şartlarına göre ateşkes yapılsaydı, barış anlaşmasından 15 gün sonra Eğret boşaltılacak, dört ay sonra da, yani yine 9 Eylül gibi Yunanlar Anadolu'dan tamamen çekilmiş olacaklardı, ama onca kayıp yaşanmayacaktı.

    Tarihte 'şöyle olsaydı böyle olsaydı'nın yeri yok... Ne diyelim, 'öyle olacak da öyle olacak...'



26 Temmuz 2025

İtlerinize Sahip Olun!


    Daha önce bahsettiğim toplu dilekçe olayı hatırlanacaktır. 1921 yılında işgal edilen Eğret bölgesi köylerinin muhtar ve imamları işgalcilerin zulmünden bizar olarak İzmir Yüksek Komiserliği Afyonkarahisar temsilciliğine başvuruyorlardı. Dilekçede ot, saman gibi bütün yemlere el konulduğundan çifte koşacak hayvanların yiygisi kalmadığını, bütün deneye el konulduğundan halkın kışı çıkaramayacak hale geldiğini, hatta kendilerine tohum bile bırakılmadığını, çift hayvanlarının sürekli alıp alıp götürüldüğü için tarlalarını süremediklerini, ileşberlikten başka iş bilmeyen yöre insanının ölüme terk edildiği vb. şikayetlere yer vermişler. 

    Bunları Esra Özsüer'in yeni çıkan Megali İdea adlı kitabından öğrendik. Ancak kitapta belgelerin tamamına yer verilmediği için başka ayrıntılar hakkında beklemeyi tercih etmiştik. Nihayet Selami Kurt Bey asıl belgelere ulaşmış. Eski Türkçe dilekçe ve Yunanca üst yazıdan oluşuyor evrak... Dilekçeyi çözümleyip bana gönderme nezaketinde bulundu sağolsun. Artık daha yeni ve kesin bilgilere sahibiz.

    Çözümlenen belge sayesinde toplu dilekçeye imza veren köyler netleşti. Bunlar Eğret, Olucak, Cumalı, Susuzosmaniye ve Osmanköy'dür. Gerçi eskinin imzası anlamına gelen mühürlerdeki isimler belgeden okunamıyor, bu yüzden o dönem köy muhtarı ve imamlarının belirlenmesi çok zor. Bununla beraber Susuzosmaniye yetkilisi Hacı Ahmet oğlu Hacı Ahmet, Olucak muhtarı da Çerkes Mustafa olarak okunmuş. Bu, Yenice ve Olucak köylerinin idari olarak birlikte hareket ettiklerine işaret kabul edilebilir mi acaba?

    Beş muhtar ve imamın Türkçe dilekçeleri Afyonkarahisar mutasarrıfınca Yunan Yüksek Komiserliği Afyon temsilcisine havale edilmiş, muhatap onlar çünkü. Temsilci de dilekçeyi olduğu gibi Yunanca'ya çevirip bir üstyazı ile İzmir'e göndermiş. Bizim dilekçe böylece 3 sayfalık resmi evrağa dönüşüvermiş. Yalnız mühürlerden bizim okuyamadığımız isimleri Yunanlar okuyarak tercüme dilekçeye eklemişler. İşte oradan Eğret muhtarının adını Omar/Ömer olarak okumuş gibiyim. O dönem muhtarın Daldalların Ömer Çavuş olduğunu bildiğim için bana öyle gelmiş olabilir. Yine de bu durum, Yunanca'ya vakıf biri tarafından dilekçedeki isimlerin çok rahat okunabileceği konusunda bize bir fikir verdi.

    Bizim için asıl yenilik dilekçenin ikinci bölümü oldu. Esra Hanımın ne konferanslarında ne de kitabında bahsettiği bu bölümün varlığından ancak orijinal belgeler sayesinde haberdar olduk. Dilekçe paragrafının sonunu oluşturan o ifadeler şöyle:

    "... karyelerimiz şimendüfer hattı güzergahında bulunması hasebiyle askerlerden firar edenler gelüb bir takım işkence ve iz’âc etmekde olduklarından bu hususda dahi muhafaza emrinde oralara bir karakol ikamesi hususunun lazım gelen makamlara emir buyurulmasını arz ve istid’â ideriz. Olbâbda emr ü fermân hazret-i men lehu’l-emrindir."

    Kitabın yazarı ele aldığı işgalcilerin köylülerin malına el koyması hususuna odaklandığı için dilekçenin yalnız o kısmını incelemiş. Bu yüzden diğer konu içerikli ikinci kısmı dikkate almamış olması normaldir. Oradaki husus asker kaçaklarının köylülere ettiği eziyetler olup en az öncekiler kadar mühimdir. 

    İlk zamanlarda Türk ordusunda da asker kaçakları ve onların oluşturduğu çeteleşme faaliyetleri yaygındı. Takrir-i Sükun kanunu ve düzenli ordu kurulmasıyla büyük ölçüde bunun önüne geçilip düzen ve disiplin sağlandı. İşgalci Yunan ordusunda asker kaçakları daha fazla yaşandı. Özellikle Sakarya savaşı sırasında başgösteren açlık ve susuzluk bunu artıran en önemli etkendi. Daha sonraki geri çekildikleri yerlerde de durum pek farklı olmadı. Bilindiği gibi Eğret'te de bütün hayvanlara el konulmuş, düzenli olarak iaşede kullanılmıştı. Hazıra dağ dayanmaz, onlar da bitti... Askerlerin kokmuş balık konservesi yemekten bıktığı ve çoğu zaman bunları çöpe attıkları anlatılıyor. Bütün bunlar ve uzun süren askerlik nedeniyle Yunanlar da askerden kaçmaya başlamışlar, kendileri veya Rumlarla oluşturdukları çeteler olarak askeri disiplinden uzaklaşıp gasp ve yağmaya girişmişler. 

    Afyonkarahisar-Kütahya demiryolu hattına yakın olması sebebiyle firarların yaşandığı önemli bir bölgeymiş buralar. Askeri nakiller genellikle trenle yapıldığından, vagondan atlayarak firar etme çok yaygınmış çünkü... İşte firari Yunan askerleri, işgalci birliklerden daha disiplinsiz hareket ediyorlar. Denk getirdikleri yerde hayvanları ve halkın diğer varlığını gasp ediyorlar. Bunun için her türlü işkence ve zulmü yapmaktan çekinmiyorlar. Zaten köylünün bir şeyi kalmamış, ama kümesindeki tavuğu bile gözlerinin önünde boğazlamaktan çekinmiyorlar. Bir firarinin çiğ çiğ tavuk yediğini anlatıyorlar... 

    Tabi bu gasp olayları neyse de, bir sürü tacizler filan da var... İşte beş köyün muhtar ve imamları dilekçenin ikinci bölümünde bu hususu gündeme getiriyorlar. Kaçakların halka eziyetlerinden dem vurarak bölgeye karakol benzeri bir merkez kurulmasını istiyorlar. Aslında kibarca 'İtlerinize sahip çıkın!' diyorlar...

    Dilekçede belirtilen bu hususların akıbeti ne olduğu bilinmiyor. Yalnız Türk köylülerinin bu şikayetlerini İzmir'deki Yunan Yüksek Başkomiserliği Atina'ya akıllıca tavsiyelerle bildirmiş. Yüksek Başkomiser Steryadis'in bu konulardaki genel tutumu da ayrıca incelenmeye değer, bir ara yazarız. Selami Kurt Hocanın dediği gibi, bu belgelerden daha çok yazı çıkar.



18 Temmuz 2025

Yıl 1902, Eğret'in İlk Fotoğrafı


    Hasan Özpınar Bey'in 'Seyyahların Gözünden Afyonkarahisar' adlı kitabından Eğret ayrıntılarının izini sürüyoruz. Daha önce bahsetmiştim, 20. yüzyıl başlarında hizmete giren Hicaz Demiryolu projesine kadar gezginler karayoluna mecburdu ve İstanbul yolcuları genellikle Eğret'ten geçmek zorundaydı. Bu yüzden o zamana kadarki seyyahlar bizim köyden, ama az ama çok mutlaka bahsetmişler. İşte takip ettiğimiz o gezginlerin notlarıdır...

    Kitapta Eğret'ten bahseden son gezgin olarak Alfred Philipson yer alıyor. 1902 yılına ait notların sahibi olan bu Alman gezginden sonrakiler demiryolunu tercih ettiği için Eğret'i görmemişler. Hasan Bey Philipson sunumunu şöyle yapmış:

    "1864-1953 ylları arasında yaşayan Alman Bilim adamı Alfred Philipson 1902 yılında yaptığı Türkiye gezisinde Kütahya üzerinden karayolunu takip ederek Afyonkarahisar'a gelir. Yolda Eğret (Anıtkaya) Köyü'ne dair küçük bir bilgi verir ve Afyonkarahisar izlenimlerine geçer." *

    'Eğret köyüne dair küçük bilgi'yi merak ederek devam ediyoruz, ama yok; yazar o bölümü kitabına almamış. Yeni baskıda o kısmı ve Eğret'e dair daha yeni bilgileri bulacağımızı ümit edip asıl konuya geçelim.

    Eğret köyüne dair küçük bilgi yok, ama ondan çok daha değerli olarak Philipson'un köyde çektiği bir fotoğrafı koymuş Hasan Bey. Eğret köyünün, şimdiye kadarki en eski fotoğrafını bizlere sunduğu için kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. 

    Madem elimizde bir metin yok, onun yerine bir fotoğraf var; öyleyse biz de o fotoğrafı yorumlayalım...

    Ben o günleri hatırlıyorum, yarım asır kadar önce Anıtkaya sokaklarına girince böyle manzaralarla karşılaşabilirdiniz. Garaörtü dediğimiz çorak dambeşli evler tam da böyleydi ve çoğunluk ev, dam, samanlıklar garaörtüydü. Sanırım bu tip evler asırlarca varlığını sürdürmüş, bundan önce gördüğümüz gezginler hep buna dikkat çektiği hatırlanacaktır.

    Galiba Gocacami inşaatına kadar kiremit çatılı bina yoktu. Tek kırım veya çift kırım samanlık filan yapılsa da yine çorakla sıvanıyordu, belki vakitler dambeş sıvama bile yoktu, çorak saçıp loğ taşıyla yurguluyorlardı. Gocacami'nin kiremit çatıda ilk olduğunu düşünüyorum ve fotoğraf tarihine göre Gocacami'ye daha 5-10 yıl var...

    İleride sağda çift kırım bir meydan ambarı kendini gösteriyor. Bunlardan köyde çok vardı. Hepsinin de yapısı, tipi böyleydi; çatıları tahtadandı, sonradan kiremit döşendi.

    Evlerin duvarları taş, kerpiç ve çamurdan örülüyor, bu yüzden düzgünlük sağlanamıyor. Harabe halindeki kalıntılardan hala bunu gözlemleyebilirsiniz, bak o zamanlarda da aynı... Duvara kondurulmuş pencerelerde cam var mıydı acaba, pek anlaşılmıyor. Gocagapıların üstünde saçak olanı da var, çıplağı da...

    En dikkat çekici husus da sanırım dambeşlerdeki otluklar. Şu karede sekiz otluk saydım. Bundan çayırların çokluğunu, otun saman kadar önemli bir kışlık hayvan yemi olarak görüldüğünü ve belki koyunculuğun yaygın olduğunu çıkarabiliriz.

    Yine fotoğrafta üç yetişkin, üç de çocuk görülüyor. Entarili çocukların önde olanı erkek gibi... Uzaktaki büyüklerin giysileri hakkında konuşacak kadar fotoğraf net değil. Hemen yakındaki at veya katırın sırtında semer bulunduğu anlaşılıyor ama... Muhtemelen kafiledekilerden birinin, belki de Philipson'un atı, bağlamışlar çeşme gibi bir yerin ardında gölgeleniyor...

    Gölge dedim de... Belki en büyük ipucumuz fotoğraf çekim zamanına yönelik ve bunu bize sağlayan gölgeler... Uzun gölgelere bakarsan fotoğrafın kuşluk vakti yahut akşama doğru çekildiğini anlarsın. O zaman gördüğümüz evler kuzey-güney ekseninde sıralandığı sonucuna varırız ve gölge ayrıntısından yön tayini de yapmış oluruz.

    Bütün bunlardan sonra bazıları bu fotoğrafın şimdi kahvelerin önü dediğimiz yeri gösterdiğini söylüyor. Başka fikirleri olanlar da var. Bu husus tartışılabilir. Hem belki kitabın yeni baskısında Hasan Bey yeni bilgi ve başka fotoğraflarla gelir karşımıza, tartışacak yeni şeylerimiz olur...


*Hasan Özpınar, Seyyahların Gözünden Afyonkarahisar, Afyon, 2019, s.207



17 Temmuz 2025

Eğret 1813... Zalım Paşa...


    John Macdonald Kinneir İskoçyalı bir subay. Britanya ordusunda Hindistan'da görevli... Dört beş yıl İran Şahına danışmanlık yaptığı sırada coğrafya, seyahat, keşif gibi şeylere merak salmış ve gördüklerini not etmiş. 1813'te memleketine dönmek için batıya doğru Anadolu, Avrupa güzergahını kullanmış ve dolayısıyla Eğret'ten geçmiş.

    "Buradan ayrıldıktan sonra ilk geceyi Karahisar'a on sekiz kilometre kuzeybatıda Eğret adlı küçük bir köyde geçirdim. Akarçay'ın üzerinden ovada üç defa geçtim, önce şehrin hemen sonunda, sonra üçüncü ve sekizinci milde. Köylüler akşam benimle bir sigara içmek için geldiler ve hepsi de paşanın zulmünden şikâyetçi ve niyetlerinin baharda hep birlikte burayı terk edip başka bir ile göç etmek olduğunu söylüyorlar. 
    Buradan Altıntaş, Kütahya istikametinde yola devam ettik." *

    Batılı gezginlerin ölçü birimlerini bugünküleri nazara alarak düşünmemeliyiz. Onun 18 dediği mildir. Günümüz uzaklık ölçüsüne çevirdiğinizde aşağı yukarı 30 kilometreyi bulursunuz. Zaten köyün adını da açık açık zikretmeyip 'Egar' gibi bir şeyler yazmış, Hasan Bey isabetli bir yorumla bunu Eğret kabul etmiş.

    Evet, Karahisar'a yön ve mesafe tuttuğuna göre bahsedilen yer Eğret köyüdür. Allah var, Kinneir kendinden önceki gezginler gibi küçümser ifadeler kullanmıyor; derme çatma kulübeler demiyor, bakımsız demiyor, mezra demiyor. 'Eğret adlı küçük bir köy' diyor ki, bu kabul edilebilir bir tanımlama. Çünkü büyüklük küçüklük izafidir, kişiden kişiye değişir, ayrıca o vakitler Eğret'in küçük olması bize göre de gayet normal...

    Bir anlatım tekniği olarak Eğret'ten bahsettikten sonra, geriye dönüp oraya ulaşana kadar Akarçay'dan üç kere geçtiğini yazmış. Akarçay'ın kıvrımlarını düşünürsek, dosdoğru bir rotada bu geçişler de normaldir; ama kronolojik sıralamanın dışına çıkarak bunun belirtilmesi bir derenin zarifçe bükülmesini andırıyor... 

    Yazarın üslubuna uyarak biz de Eğret'e dönelim. Afyon'dan ayrıldıktan sonraki ilk geceyi Eğret'te geçirdiğini söylemiş. Bu önemli bir ayrıntı... Bununla beraber konaklamanın nerede yapıldığına dair bilgi yok; Eğret kervansarayında da olabilir, odaların birinde de... İkisi için de geçerli olacak mantık yürütülebilir. Bir defa bu adam henüz otuz yaşlarında, ama Şah'ın danışmanı, ileride elçi bile olacak. Önemli biri yani, bu yüzden kervansarayda kalmış olsa gerektir... 

    Fakat akşam Eğretliler toplanıp buna gece oturmasına geliyorlar. Bu tipik bir Eğret köyodası uygulamasıdır. Odada konaklayacak misafir varsa mahalledeki evlerin her birinden yemek gelir, hep birlikte akşam yemeği odada yenir. Sonrasında misafirin uykusu gelene kadar sohbet edilir. John Macdonald Kinneir'in köylüler yanıma geldi dediği hususun aslı bu olabilir.

    Ayrıca Kinneir'in 'köylüler benimle bir sigara içmek için geldiler' ifadesi de sıcak ve samimi görünüyor. Sigara da kahve gibi muhabbet etmenin yan unsuru kabul edilir. 'Yak bakam!.. Yak bakam!..' derken muhabbet koyulaşır.

    O zamanın popüler konusu Paşa'dan şikayet... Zulümleri köylünün canına tak etmiş, hatta kış çıkınca hep beraber köyü terk edeceklerini söylemişler... Nereye gideceklerdi acaba, belki o paşanın hükmünün geçmediği bir vilayete...

    Paşa'dan şikayet Eğretlilere mahsus olsa vergi toplayan ağa veya voyvodanın kastedildiğini düşünebilirdik. Fakat yazar Afyon'un merkezi ve başka yerlerini anlatırken de sık sık halkın Paşa'dan şikayetçi olduğunu belirtiyor. O halde Karahisar'ın geneli için geçerli bir durum... 

    1813 yılında Sülüm camisini de yaptıran Vali Hacı Mehmet Paşa mı kastediliyordu acaba? Paşa ünvanının sivil kişilere de verildiği ve her yerde çok sayıda paşanın bulunduğu o yıllarda belli bir kişinin günahını almak istemeyiz. Yazar isim vermemişse, bizim de araştırmamıza gerek yok...

    Eğretliler iki asır önce de böyleymiş; bol bol şikayet... Problem çözmeye yönelik adım atmaya gelince yan çiz, misal hep birlikte başka bir ile göç et... Gerçi onu bile yapamamışlardır...


     *Hasan Özpınar, Seyyahların Gözünden Afyonkarahisar, Afyon, 2019, s.35



16 Temmuz 2025

Eğret 1803... Mezra


    Zamanın Mekke Şerifi, Vehhabi tehlikesi hakkında Padişaha rapor sunmak için yola çıkmıştır. Yanında bulunan Fransız yazar Domingo Badia Leyblich geçtiği yerler hakkında notlar alır, gravürler çizer. Yıl 1803'tür ve tabi ki Eğret, İstanbul yolu üstündedir.

    "Sabah 8,5 gibi şehirden ayrıldık. Kente uzak olmayan bir dereden geçtikten sonra, tepeyi tırmanmaya başladık. Bu yolu saat 10,5’a kadar takip ettim; orada küçük bir mezra ile karşılaştım. Saat on iki buçukta, yardımcım Osman köy adında başka bir mezrada durdu ve beni güzel bir yerde konaklattı. Daha önce kötü bir yerde konaklatmıştı ve ben buna çok kızarak öfkeyle onu tehdit etmiştim. Eğer bir daha böyle davranırsan kılıcımla kafanı uçururum demiştim. Diğer Tatarlar bunun üzerine yanıma gelerek beni sakinleştirmişler ve bana hak vermişlerdi. Şimdiki durum bu sebepledir.
    Buradan Altıntaş, Kütahya istikametine doğru devam ettik." *

    Eğret köyünün de bulunduğu bölge için öncekilere nazaran daha geniş bir paragraf yazılmış olması bizi yanıltmasın. Burada köyün adı bile geçmiyor, yazılanlardan hareketle ve bölgeyi de bildiğimiz için böyle bir çıkarımda bulunuyor, tam bu esnada yolcuların Eğret'ten geçtiğini düşünüyoruz.

    Afyon'dan sabah ayrılıyorlar. Şehirden çok uzaklaşmadan bir dereyi geçip gayet yüksek bir tepeyi tırmanıyorlar. Biraz düşünelim, dereden geçtiklerini ve bir tepeyi tırmandıklarını aynı cümle içinde söylüyor yazar. Bunlar yolculuğun belirtilmesi gereken ayrıntıları olarak görülmüş demek. O halde dere ve tepe birbirine yakındır. Hemen aklımıza Araplı deresi şimdiki Bayramgazi rampası gelmelidir. O vakitler yol tam olarak şimdiki yerinden geçmiyor olabilir, ama nereden geçerse geçsin o tepeleri aşmak zorunda...

    Tırmanma işi bittikten sonra aynı yol üstünde saat 10.30'a kadar devam ediyorlar. Afyon'dan da saat 8.30 gibi çıkmışlardı, yani iki saat gittikten sonra karşılarına bir mezra çıkıyor. Evet, tam da böyle çevrilmiş, 'mezra' demişler... Afyon'dan iki saatte vardıkları ve Leyplich'in mezra dediği yer Eğret köyüdür...

    Onun gözüne mezra gibi görünen Eğret'in, asırlardır Afyon'un en fazla vergi ödeyen köyü olduğunu Leyplich nereden bilsin. O gördüğünü yazıyor. Gördükleri de önceki gezginlerin gördüğünden farklı değil; kerpiç duvarlı, çorak dambeşli 'derme çatma kulübeler' ve 'bakımsız bir köy'; böyle bir yerin mezra diye nitelenmesi de gayet doğaldır...

    Yolcu katarının Eğret'te bir saat kadar mola verdikleri anlaşılıyor. Bu sırada köylülerle sohbet etmiş olmalıdırlar. Lakin ettilerse bile bu sohbet aracılar vasıtasıyla yapılmıştır. Çünkü ne Mekke Şerifi ne de Leyblich Türkçe bilmiyorlar...

    Peki Eğret'te mola verdiklerini nereden çıkarıyoruz? Osmanköy'e iki saatte varmalarından... Afyon'dan Eğret'e iki saatte ulaşan bir yolcu katarı, Eğret'ten Osmanköy'e bir saat veya daha az bir sürede varmalıdır. Çünkü mesafe daha kısa, yol daha düz... Şu durumda kayıp bir saat var, onu da Eğret'te geçirmiş olmalılar...

    Osmanköy'de ise daha uzun bir süre kalmışlar. Konaklamadılarsa bile epeyce dinlendikleri anlaşılıyor. Hatta orada kaldıkları yerden çok memnun olmuş Leyblich, bunu açıkça dile getiriyor ve memnuniyetinin sebebini çok ilginç bir hikayeye dayandırıyor. Meğer rehberi bunu yolculuğunun önceki döneminde çok kötü bir yerde konaklatmışmış. O kadar kızmış ki 'Bir daha beni böyle kötü bir yere yerleştirirsen seni gebertirim!' diye tehdit etmiş. Hatta gürültüye koşan tatarlar onu elinden zor kurtarmışlar. Böyle bir geçmişi olduğundan Osmanköy'deki oda çok hoşuna gitmiş.

    Bu kötü hatıranın Eğret'te yaşandığı zannedilmesin, çünkü yazar daha uzak bir geçmişten bahsediyor; oysa Eğret'ten bir saat önce ayrılmışlardı. Ayrıca Osmanköy ile Eğret karşılaştırılıyor da değil. Afyon'dan yola çıkalı henüz iki saat geçmişken Eğret'te konaklamak/gecelemek doğru olmazdı. Bununla beraber kafilenin asıl yolcusu Abbasi soyundan gelen Mekke Şerifidir, büyük ihtimal öğle ve ikindi namazını bir sonraki durak olan Osmanköy'de kılacak şekilde planlamışlardı. Leyblich'in memnuniyetine asıl sebep, köylülerin Şerif'e hürmeti olabilir...

    Her gezginin karakteri, bakış açısı, ilgileri, yaşadığı dönem veya seyahat esnasında özel durumların yaşadıklarına ve yazdıklarına yansıdığı şüphe götürmez. Aynı yoldan, ama bu sefer ters istikametten geçerken bir gezginin Osmanköy hakkında kullandığı kötü ifadeleri hatırlıyorum. Sebep de oralı bir köylünün kendilerine ateş açması idi...

    1803 yılında Eğret'te bir parça duraklayan Leyblich'in köyün adını anmadan 'mezra' diye söz etmesi de özel bir duruma bağlı olabilir...


    *Hasan Özpınar, Seyyahların Gözünden Afyonkarahisar, Afyon, 2019, s.32



15 Temmuz 2025

Bakımsız Eğret 1798


    Doğa bilimleri alanında araştırmalar yapmak üzere yola çıkan Fransız bilim adamı Guillaume Antoine Olivier, yıllarca sürecek gezisinin son dönemini Anadolu'da geçirir. Kıbrıs'tan Anadolu'ya Antalya üzerinden geçer ve yolu üzerindeki gözlemlerini not eder. Afyon'dan ayrılıp Kütahya üzerinden İstanbul'da gezisini bitirecektir. Doğal olarak Eğret onun güzergahında bulunuyor...

    "8 Ekim'de Karahisar'ı terk ettik ve düzensiz bir alanda 5 saat boyunca yürüyerek bakımsız bir köy olan Eyret'e geldik. Ayın 9'unda aynı düzlükte dört saat daha gittik, Altıntaş adında oldukça kayda değer bir köyden geçtik." *

    Görüldüğü üzere çok kısa bir not... Gezginin tarzı da böyle, çok az durduğu Afyon hakkındaki notları da kısa... Bununla beraber görme imkanımız olmayan orijinal notları daha geniş olabilir. Öyle bir durum varsa ve eğer Hasan Özpınar kitabın ikinci baskısında bunlara yer verirse görebiliriz. Şimdilik yukarıya alıntıladığım iki cümle ile yetineceğiz.

    Yolculuk kış bastırmadan sonbaharda, 8 Ekim'de gerçekleşiyor, bu yüzden sürekli kullanılan kervan yolunun kapanma tehlikesi bulunmadığından orası tercih edilmiş. Bildiğimiz güzergahtan giriliyor köye... Eski harmanların kış bastırana kadar sürdüğü düşünüldüğünde Eğretlilerin o günlerde harmanda olduğu unutulmamalıdır. İşte gezgin, böyle bir harman vakti köye gelmiş. Yolculuk 5 saat... Yirminci yüzyılda bile yayan gidişler olurmuş Afyon'a ve süre aynı, 5 saat... Mösyö Oliver'in yayan geldiğine ihtimal vermiyoruz, ama yaya yavaşlığında imişler. Belki de bu esnada bitki örtüsünü incelediği için bu kadar yavaş ilerliyordur...

    Eğret için kullandığı sıfat çok ilginç; 'bakımsız'... Bakımsız köy denmesine sebep, çorak dambeşli evler olduğunu düşünüyorum. O sırada Anadolu'daki başka köyler de aynıydı, binalar aşağı yukarı kerpiç duvar, çorak dambeş biçimindeydi. Duvarlar kaba çamurla sıvanırsa sıvanır, daha ötesi bilinmezdi. Burada Eğret'e bakımsız derken başka köylerle karşılaştırılıyor değil, tipik bir Anadolu köyü gibi görüldüğünü düşünüyorum...

    Bu gezginden yaklaşık 30 yıl önce Eğret'e gelen bir başkası da benzer ifadeler kullanmıştı. Dandır tarafından köye girip 'derme çatma kulübeler' görmüş ve sağda solda antik çağ binalarından kalma beyaz mermer parçalarını da kaydetmişti. O mermer parçalarının bir kısmı da büyük ihtimal çorak dambeşlerdeki yurgular idi...

    Otuz yıl arayla iki farklı yoldan giren gezginlerin aynı şeye dikkat çekmesi de garip. Eğret evlerini biri derme çatma kulübe diye nitelerken, diğeri onların oluşturduğu köyün bakımsızlığını öne çıkarıyor. 18. yüzyıl Eğret'ini tasavvur edebilmemiz için bunlar ipucu olabilir...

    Ertesi gün, 9 Ekim'de tekrar yola revan olduklarına göre o gece Eğret'te kalmışlar. Kervansaray'da mı, yoksa odalarda mı konakladıklarına dair bir ayrıntı yok. Eğer odalarda kaldılarsa, Mösyö Oliver ev ve odalarımızı içeriden gözlemleme imkanını da bulmuş olabilir. O vakit 'bakımsız' kelimesi biraz daha somutlaşmış olur...

    Eğret'ten ayrıldıktan sonra düz ovada dört saat daha gidip Altıntaş'a varmışlar. Orada eğlenmemişler, ama 'dikkate değer' diye nitelediğine göre Altıntaş'ı beğenmişe benziyor.


    *Hasan Özpınar, Seyyahların Gözünden Afyonkarahisar, Afyon, 2019, s.25





14 Temmuz 2025

Egret 1767

     
    Geçenlerde Uluyol mevkiini tanıtırken Hasan Özpınar'ın 'Seyyahların Gözünden Afyonkarahisar' kitabından bir paragraf alıntılamıştım:

    "Ocak 1767-  Karahisar'dan Bursa'ya gitmek için yola çıktık. Kervanımızın ilk durağı 5 saat uzaklıktaki geniş ve düz bir yol üzerindeki Eğret. Ancak bu yol kışın o kadar kötü ki 1767 yılında hiç bir kervan bu yolu kullanamadı. Ocak ayında bu yolu kullanmak yerine iki saatlik mesafede dolambaçlı yollardan gittik ve bu yol bize toplamda 7 saat zaman kaybettirdi."

    İpekyolu'nun sadece bir bölümü olan Afyon-Eğret arasındaki kısımla ilgili bu alıntı üzerine yeterince yorum yaptık. Yalnız paragrafın devamı vardı, konuyla pek alakalı olmadığı için oraya almamıştım. İşte o paragrafın kalan kısmı:

    "... Anadolu’daki yolculuğumda sık sık kötü hava koşullarıyla karşılaştım. Kimi zaman yağmur, kar veya don... Ancak ilk kez kervanımız dolambaçlı yollardan gitmek zorunda kaldı. Karahisar'dan Kütahya’ya gittiğimiz bu dolambaçlı yolda gördüğümüz en tuhaf şey 3 tane kaplıca (hamam) oldu. Burada muhtemelen eski zamanların görkemli binalarından kalmış olan dağınık bir halde çok sayıda beyaz mermer kalıntısı ve derme çatma kulübeler vardı." *

    Alman gezgin Carlsten Niebuhrs'tan nakledilen yukarıdaki ifadelerde 18. yy'da maceralı bir Afyon-Eğret yolculuğu anlatılıyor. Kış aylarında kapanan Araplı geçidi nedeniyle Gazlıgöl üzerinden giderek yolu uzatmak zorunda kalıyorlar. Epeyce meşakkatli bu yolculuğu değerlendiriyor yazar... Yolu uzatmak artı 7 saate patlamış, ilk şikayeti bu zaman kaybından...

    Devamında bunca yıldır Anadolu'yu gezerim, çok zorluklar çektim, çok kötü hava şartlarıyla karşılaştım, ama ilk defa yolumuzu değiştirmek zorunda kaldım, diyor. Burada gezginin biraz abarttığını söylemek lazım. Çünkü onun Anadolu gezisi daha çok Ege ağırlıklıdır ve bu bölgenin en sert iklimi Afyon bölgesinde hüküm sürer. Sen kalkmış karakışın tam göbeğinde yola çıkmışsın, ne bekliyorsun ki...

    Kayda değer bulunan bir ayrıntı da bu meşakkatli yolculuk sırasında 3 kaplıca görülmüş olması... Gezgin bunların isimlerini yazmamış, ama Hasan Bey'in yorumuna göre bunlar Ömer, Gecek ve Gazlıgöl kaplıcalarıdır... Bu bilgiye göre Eğret'e doğru yola çıkıldı, Ömer ve Gecek kaplıcaları geçilip Araplı boğazına girildiğinde vaziyetin vahim olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine geri dönüp Çorca/Fethibey üzerinden Gazlıgöl'e ulaştılar ve oradan Dandır-Eğret'e yöneldiler... Burada gezgin, başına gelenlerden (muhtemelen Ermeni) rehberini sorumlu tutmalıydı. Zira bu mevsimde Araplı'dan geçmenin mümkün olmadığını bilmek için rehber olmaya bile gerek yok...

    Paragrafın son cümlesi çok önemli... "Burada muhtemelen eski zamanların görkemli binalarından kalmış olan dağınık bir halde çok sayıda beyaz mermer kalıntısı ve derme çatma kulübeler vardı." Bu cümlede bir an Gazlıgöl'den bahsedildiği gibi bir yanılsamaya düşebilirsiniz. Ancak paragraf bir bütün olarak okunduğunda Eğret'ten söz edildiği çok açıktır. 

    Söz konusu Eğret ise ve köyü anlatan bir gezgin bilim adamı ise, dikkatini çeken ilk şey kervansaray olmalıydı. Ama Niebuhrs'e göre önemli olan kervansaray değil, antik kalıntılar ve garaörtü Eğret evleri... Şüphesiz bunda köye ipekyolundan değil Kapıyeri'nden girmiş olmasının etkisi vardır. Normal güzergahtan gelebilseydi karşısına kervansaray çıkacaktı, oysa şimdi 'derme çatma kulübe' dediği dambeşlerle karşılaştı...

    Eski dönemlerin muhteşem mimari kalıntıları olan mermer parçaları ayrıntısı da çok önemlidir. Şimdilerde eski mezarlıkta, kervansarayda, bazı çeşme gövdelerinde devşirme malzeme olarak karşımıza çıkan antik kalıntılar 1767 yılında çok daha fazlaymış. Üstelik kırda bayırda değil, köy içinde...

    *Hasan Özpınar, Seyyahların Gözünden Afyonkarahisar, Afyon, 2019, s.20



04 Temmuz 2025

Eğret 1891


    'Seyyahların Gözünden Afyonkarahisar'ı okuyorum. Hasan Özpınar 2019'da basılan bu kitabında yolu düşen gezginlerin Afyonkarahisar izlenimlerini bir araya getirmiş. Kronolojik bir sıralama var, biz de ona göre takip ediyoruz.

    Afyonkarahisar'dan geçen Hicaz Demiryolu projesi hayata geçene kadar Afyon'a gelen gezginlerin büyük çoğunluğu Eğret'e de uğramak zorundaydı. Çünkü İstanbul ve Bursa istikametinde burası önemli bir duraktı.

    Demiryolu hizmete girdikten sonra aynı güzergah yolcuları karayolunu değil onu tercih ettiklerinden bu dönem sonrası gezginlerinin notlarında Eğret bulunmuyor. Öncekilerde var ve bu yüzden 20. yüzyıla kadarki gezgin notları bizim açımızdan çok değerli. Yalnız Hasan Bey Afyon merkezli bir çalışma yaptığı için gezginlerin şehre dair notlarına ağırlık vermiş. Diğer ayrıntılara girmeden onlardan tanıtım metninde söz etmiş.

    Eğret hakkında verilmeyen ayrıntıların sebebi de bu... Misal İskoçyalı Agnes Dick Ramsay gezisinin son bölümünü Hasan Bey şöyle bağlıyor: "Bayan Ramsay Afyonkarahisar Mevlevihanesi’nde seyrettiği sema ayinini etraflıca tasvir ettikten sonra ayrılırken Şeyhin buradaki kıymetli şamdanları gösterdiğini belirtir. Ertesi gün 23 Ağustos’ta şehirden ayrılır Kalecik Köyü’ne gider, kuzeydoğu’da Doğanlar Köyü, oradan muhtemelen Heybeli Kaplıcası’nı görür, Çobanlar’da konaklarlar. Sabah tekrar Afyonkarahisar’a gelirler. Şehirde kısa bir tur attıktan sonra Kütahya istikametine doğru yola çıkarak Gecek Hamamı’na girer ve burada Türk kadınlarının hamam keyfini ve hamamı detaylı bir şekilde anlattıktan sonra yola koyularak Eğret’te (Anıtkaya) konaklayarak yollarına devam ederler."

    Bu bir paragrafta özetlediklerini de olduğu gibi alsaydı kitabın hacmi olağanüstü genişleyeceğinden yazara hak vermek zorundayız. Lakin son cümlenin çeyreğinde yer verilen Eğret ayrıntısı zihnime batmaya başladı. Acaba beş kelimelik "... Eğret’te konaklayarak yollarına devam ederler." sözünün gerisinde neler vardı. Hiç bir şey yoksa bile Eğret'te geçirilen bir gece var, bu az bir şey değildir...

    Bu düşüncelerle sanal alemde Agnes Dick Ramsay kitabının peşine düştüm ve nihayet yakaladım. Sabırsızlıkla Hasan Bey'in bir paragrafta özetlediği bölümü buldum. Heyecanımı kaybetmeyeyim diye önce ayrıntılı Gecek hamamı tasvirlerini okudum. Ancak ondan sonra, orada olduğunu bilip de içeriğine vakıf olmadığım Eğret bölümüne geçtim.

    Bayan Ramsay de Eğret'e sadece bir paragraf ayırmış, ancak bu bir paragrafta çok değerli ayrıntılar var. Daha sonra üzerinde çok konuşulacak ve hakkında çıkarımlar yapılacak paragrafı önce aynen alıntılayacağım:

    "Bundan sonra kuzeye doğru yola devam ederek güneş batmadan önce Eyret'e vardık. Çadır, bir Selçuklu hanının kalıntılarına yakın bir nehrin kıyısında kurulmuştu. Burada gelip geçen yolcular tarafından ahır olarak kullanılabilecek yeterli miktarda bina kalıntısı vardı. Çatı kemerliydi ve içerde de bir çift kemer dizisi bulunuyordu.
    28 Ağustos, Perşembe - Eyret'ten ayıldıktan iki saat sonra oldukça verimli ve kalabalık nüfuslu bir ovaya indik..."

    Güneş batmadan önce köye gelmişler, yani akşama doğru... Bununla beraber konakladıkları yeri inceleyecek kadar vakti varmış, öyle anlaşılıyor... 

    Evvela Han/Kervansaraydan bahsetmiş ve onun Selçuklulardan kalma olduğunu kaydetmiş. Bu bilgiyi tecrübesine dayanarak veriyor da olabilir, sorup soruşturmuş da olabilir. Çünkü daha önce buradan geçmiş olması çok muhtemeldir, zira Afyon'a defalarca gelmiş. Mimari eserlerin tarihini çıkarabilecek kadar mesleki tecrübeye sahip bir araştırmacı olduğuna da şüphe yok. Daha sonra han ile ilgili ayrıntıya da girecek ve çatının kemerli yapısıyla içerideki çift kemerli koridordan söz edecektir. Mutlaka içeriye girmiş olmalıdır.

    Han dışında yolcuların ahır olarak kullanabileceği bina kalıntılarını da yazmış. Kalıntı dediğine göre harabe olup o sırada kullanılamayacak durumda olduklarını mı kastediyor, yoksa bina kalıntılarının ancak ahır olarak kullanılabilecek viraneler olduğunu mu kastediyor pek belli değil.

    Son dönem bazı kervansaray fotoğraflarında girişin sağ tarafında garaörtü bir eklenti görülüyor. İşgal günlerinde de bulunan bu eklentiyi 1960'lardaki tamirden önce son haliyle görenler hala hayatta... Acaba bayan Ramsay virane derken bu eklenti ve benzerlerini mi anlatıyordu. Başka bir gezgin de hemen kervansaray yakınında bir odadan bahsetmişti...

    Ramsay'ler kervansarayda kalmamışlar. Son dönem gezginlerindeki benzer davranışlara bakılırsa kervansarayın o dönemde işlevini yitirdiği anlaşılıyor. Eğret'te mola veren yolcular kervansaraydan bahsetseler de geceyi odalarda geçiriyorlar.  Fakat Ramsay ve kocası kamp kurup çadırda geceliyorlar.

    Çadır kurdukları yer, hanın hemen karşısındaki dere kenarıdır. Hepimizin bildiği Bunar'dan doğan Eğret deresini nehir diye adlandırması bana ilginç geldi. Gerçi DSİ marifetiyle ıslah edilip derin bir yatağa kavuşturulmadan önce dere, çevresine yayılarak büyük bir nehir gibi göründüğü olurmuş. Hatta şimdiki İlkokul yeri filan sürekli sular içinde bulunduğundan, oraya Muhtarlık oluruyla bir şeyler ekmeye çalışan Galgancıların Ayanoğlu Mehmet'e Vakvak/Ördek lakabı bu yüzden verilmiş. Oralar sürekli sular altında... Fakat aylardan Ağustos olduğu için bir nebze sular çekilmiş olabilir, işte oralarda uygun bir yere Ramsay'ler çadır kurmuşlar... Yanlarındaki görevli ve yardımcılar yine odada kalmış olmalılar...

    Ertesi gün köyden ayrıldıklarını bildiren notta tarih atılmış: 28 Ağustos... Bu tarihin Eğret için önemi malumdur, yaklaşık 30 yıl sonra uzun süredir burada bulunan işgalcilerden 28 Ağustos 1922'de kurtarılmıştı... İşgalci Yunanlar köyün pek çok binasına yerleşmişler; Gocacami'yi hastane, Kervansaray'ı yemekhane olarak kullandıkları biliniyor. Bunun yanında pek çok yere de çadırlar kurmuşlar; Üyük tepesine, Omarcıkların evlerin alt tarafına, Mumaklık'a... Çadır kurdukları yerlerden biri de Han karşısındaki dere kenarı, yani 30 yıl önce Ramsay'lerin konakladığı nokta...

    28 Ağustos sabahı Eğret'ten ayrılıp kuzeye doğru yollarına devam etmişler. İstanbul'a kadar her gününü ayrıntılı bir şekilde kitabında anlatacaktır...