Sayfaları hapur hupur çevirmeye başladım. İçindekiler bölümünün kılavuzluğunda aradığım kısmı bulmam uzun sürmedi, hatta elimle koymuş gibi kolay oldu...
Yazar iki yıl kadar önce bu konudan bahsetmişti bir konferansında. İçeriğinden yola çıkarak bahsettiği köylerden birinin Eğret olabileceğini düşünüp heyecanlandık. Bu arada Esra Hanıma ulaşıp tahminimizi doğrulatmak istedik, ama bu konuda tüyo vermedi. Sadece yeni çıkacak kitabında, Yunanistan'da bulduğu belgeye yer vereceğini söyledi. Biz de TTK yayınından aldığımız ekran görüntülerini birleştirerek belgeyi okumaya çalıştık ve orada açıkça Eğret adını gördük.
Bununla beraber belgenin tamamını okumak mümkün olmadı. Eldeki bilgilere dayanarak bir yazı yazmıştık, ilgilenenler hatırlar. Orada kesin yargıya varmadan kabaca söz ettik. Olayı sağlıklı değerlendirebilmek için kitabın yayınlanmasını beklemekten başka çare yoktu. Bahsettiğim bu kitaptır, adı Megali İdea...
Bizim beklediğimiz gibi kitapta belge bulunmuyor. Herhangi bir belge yayınlamanın mümkün olmadığı kitabın hacmine bakınca anlaşıldı, öyle olsaydı herhalde böyle iki cilt daha gerekirdi. Neyse ki belgede bizim bulmayı beklediğimiz her şey kitapta yer almış. Bu bölümü olduğu gibi alıntılıyorum.
"Yunan Ordusu'nun işgal ettiği tüm bölgelerde anlatılan hikayelerin benzer özellikleri vardı. Yunan askerleri girdikleri köy ve kasabalarda köylünün tüm mahsul ve hayvanlarını gasp ediyor sonrasında da tereddüt bile etmeden her yeri ateşe veriyorlardı. Örneğin Eğret, Cuma, Olucak ve Susuz Osmaniye köylerinin muhtar ve imamları tarafından Yüksek Komiserliğin Afyonkarahisar'daki temsilciliğine gönderilen 1 Aralık 1921 tarihli şikayet dilekçesinde Yunan Ordusu'nun 13. ve 5. Tümenlerinin köylerindeki tüm saman ve yemlere el koyduğunu, köylüye ekim yapmaları için arpa bile bırakmadığını yazmışlardı. Yemleri olmadığından hayvanlarının tehlikeye düştüğünü belirten köylüler, çiftçilikle geçinmek dışında başka iş bilmediklerinden seneye açlıktan ölmelerinin muhtemel olduğunu da belirtmişlerdi. Bu nedenle arpasının ve hayvanların yeminin geri verilmesini Yüksek Komiserlikten rica etmekteydiler. Yine Afyonkarahisar temsilcisi İkonomidis'e gönderilen benzer bir dilekçede bir Türk kadını kocası hapse atıldığı için çocuklarıyla birlikte aç sefil sokakta kaldığını ve suçsuz olan eşinin bir an önce serbest bırakılmasını rica etmekteydi. Bir üst dilekçe ile İzmir Yüksek Komiserliği'ne başvuran İkonomidis, Yunan askerlerinin bölgedeki Türk halkına düşman gözüyle bakıp kötü davrandığını, tohum olmadığı için ekim yapılamadığını, sığırlara el konulduğundan saban sürülemediğini, Yunan yönetiminin bir an önce bölgede tedbir alması ve fakir halka yardım elini uzatması gerektiğini bildirmişti. Aksi takdirde başka cezaya gerek kalmadan Türk halkının açlıktan öleceğini ve böylece nihai imhanın gerçekleşeceğini yazmıştı..."
Bu koca paragraf, kendisinden daha büyük gerçekleri gün ışığına çıkaracak ayrıntılarla dolu. Yeri geldiğinde onların hepsi ele alınıp genişletilir, derinleştirilir. Şimdilik akla gelen hususlara dikkat çekecek ve onların hatırlattığı bir kaç olayı zikredeceğim.
Belgede bahsedilen köyler Eğret merkezde olmak üzere çevresindeki Olucak, Cumalı ve Susuz Osmaniye köyleridir. (Okunabildiği kadarıyla, Osmanköy de beşinci olarak eklenmelidir.) İşgalcilerin hayvan ve tahıl hatta ot ve saman varlığına el koymaları dayanılmaz boyuta varınca bu durumu şikayet etmek üzere dört köyün imam ve muhtarları toplu dilekçeyle Yunan Yüksek Komiserliğine başvururlar. Belgenin özü budur.
İşgalin ilk günlerinde bütün malları Sığıreğleği'nde toplayıp kayda geçirdikten sonra geri yolladıklarını, ama ilerleyen günlerde peyderpey çağırarak hepsini yediklerini büyüklerimizden duyduk. Hatta o kadar koyun sürüsünü tamamen bitirdiklerini de biliyoruz. Koyunları yediklerine dair çok fotoğraf var, nasıl öküz yediklerini de Macurali Dedemden naklen ben anlatayım. O sırada yedi sekiz yaşlarında olup Araposman'ın evlatlığıdır. Yunan öküzü istediğinde yularından çekip getirir. Kesmek üzere hayvanı götürürlerken yanlarında dedemin de gelmesini isterler. Hayvanı keserler, yüzmek için öküzün ayağını tutmasını isterler. Böyle böyle hayvanın etini çıkarana kadar hizmet ettirirler ve iş bittikten sonra yanlarından kovarlar... Kendi mallarının etinden bir parça bile düşmemesini Dedem iç geçirerek anlatırmış...
Dene meselesini de Yanık Buğdaylar başlığıyla ele almıştık. Alıntıladığımız bölümde sadece arpa olarak ele alınan tahıl, dilekçede hem buğday hem de arpa olarak geçmektedir. Anlaşılıyor ki dene namına ne varsa el konulmuş. Ne yiygi kalmış, ne de tohum... Çaparın Ahmet Dadak Abi Nimet Ninesinden dinlemiş ki, Eğretliler bir zaman işgalci atlarını gözlerlermiş. Geçerken pisleyecek de eşeleyip içinden arpa tanelerini seçecekler. Açlık o derece yani...
Dört beş köy yetkilisinin kimliğine dair yine bir şey öğrenemedik. Eldeki belge görüntüsünden dilekçe metni bile okunmazken mühürlerden kimlik tespiti imkansız gibi bir şey. Anlatılanlardan öğrendiğimize göre o sırada Eğret Muhtarı Daldalın Ömer Çavuş, imam da Cemal Eğretli Hocadır. Eğer dilekçeyi görme imkanımız olsaydı altında onların mührünü okuyacaktık. Diğer köylerin o sıradaki muhtar ve imamları da bu yolla tespit edilebilir. Burada hatırlamamız gereken husus, Yunan kaçarken Cemal Hoca'nın ambarını, buğdaylarını ateşe verdiğidir. Dilekçeden haberleri var mıydı bilinmez, belki de onun intikamını aldılar.
Geri çekilme esnasında ve 1922 yılının çoğunda Eğret bölgesinde 7. Yunan Tümeninin konuşlu olduğu bütün kaynaklarda var. Kaçarken ateşe verme, kundaklama vakalarını bu tümenle ilişkilendirmemiz çok normal. Yalnız 1921 sonbaharında şikayet edilen birlikler 13 ve 5. Tümenlerdir. Şu durumda bölgede 7. Tümenden önce bu ikisinin bulunduğunu düşünmemiz gerekiyor. Onlardan kalan verileri Eğret bölgesiyle ilişkilendirme konusunda esnek davranabiliriz. Misal, bu tümenlere ait yukarıdaki fotoğrafların pekala bu bölgede çekildiğini düşünmek gibi...
Bir başka husus da İkonomidis'in İzmir'deki Yüksek Komisere yazdığı yazının tarihiyle alakalıdır. 9 Mayıs 1921'de yazılan bu yazıya bakılırsa o tarihlerde Eğret işgal altındadır. Bu da işgal tarihini Mart ayının sonlarına çeken görüşü destekler.
Dilekçeye geri dönecek olursak... Muhtar ve İmamlar işgalcileri suçlayan dilekçeyi, yine suçladıkları kişilere vermiş olamazlar. Onların bir üstü durumundaki Afyonkarahisar'da bulunan Yüksek Komiserlik temsilcisi İkonomidis'e vermişlerdir. Bunun için toplanıp Afyon'a gittiler veya dilekçeyi mühürlettikten sonra birisi götürdü. O birisi aslen Afyonlu Cemal Hoca olabilir...
Kim olduğu o kadar önemli değil de, olayın kendisi enteresan... Kimi kime şikayet ediyorsun!.. Daha vahimi, memleket yangın yerine dönmüşken, neredeyse her köşe işgal altındayken bizimkilerin yok öküzümdü, yok buğdayımdı, samanımdı derdine düşmeleridir... Evet bugünden, bir asır uzaktan bakınca böyle görünüyor, ama bakalım onların ruh hali nasıldı...
Aklıma ordusundaki filleriyle Kabe'yi yıkmaya gelen Ebrehe ile Abdulmuttalib'in diyalogu geldi. Develerinin derdine düşen Abdulmuttalib, bu halini sorgulayan Ebrehe'ye 'Ben develerden sorumluyum, Kabe'yi sahibi korur!' diyordu. Bizim Muhtar ve imamlar da böyle düşünüp öküzünün ve arpasının derdine düşmüş olabilir, rahatlıklarının ardında güçlü bir tevekkül duygusu olmalıdır. Nitekim çok değil, bu dilekçeden dokuz on ay sonra işgalciler kaçıp gitmek zorunda kaldı...
Önsözde Esra Hanım bu kitabın yazılış hikayesini uzun bir yolculuğa benzetmiş. Hacmine bakılırsa okunması da yazımı kadar uzun bir yolculuğa çıkaracak. Bu yolculuğa başlıyoruz, ama molalarda gelip ilginç konuları konuşuruz...