Kısaca yalak diye adlandırılan bu taş kaplar şekil ve işlevi itibariyle hamam kurnalarına benzer. Altında veya yanında boşaltım mekanizması sayılacak bir delik bulunmaz. İçinde su bitmemesinin sebebi budur. Sürekli ilaveyle beslendiği ve tek su akışı bu olduğu için, haliyle hep yosunludur. Bu duruma aldırmayan tavuklar, kazlar, culuklar ve onlardan fırsat buldukça yanaşan serçeler kafalarını daldırıp daldırıp gökyüzüne bakarlar. Bulutları görmeden ağızlarındaki suyu yutamazlar çünkü... Bu yüzden yalak, başı havada hayvancıklarla hep kalabalıktır...
Kurnaya benzettim, ama duruşuyla, görünüşü ve doğallığıyla ondan daha çok gaka benzetilebilir. İçinde yağmur ve kar suyunun biriktiği doğal kaya oyuğuna gak deniliyor. Bir mevkiye, o civarda çok bulunduğu için Gaklık adı verilmiş. Kuyu, çeşme gibi su kaynağı olmayan o mevkideki gaklar, hayvanların su ihtiyacını ciddi anlamda karşılıyormuş. Taşı oyup yalak yapma işini gakları örnek alarak akıl etmiş de olabilirler. Ayrıca gak ile yalak arasında ses benzerliği, hiç olmazsa iyi bir kafiye var.
Ses benzerliği arayacak olursak yalak ile yal arasında da bağ kurabiliriz. Özellikle köpek yiyeceği olarak bilinen yal, un veya kepeğin sulandırılmışıdır. Buna yal karma denilir ve yal ekseri yalakta karılır.
Su kabı olarak kullanılan yalak ile köpeklerin yal yediği yalak farklıdır. Yalağına alışkın olan köpekler, yal zamanını da bilir ve vakti geldiğinde yalağın başındaki yerini alır.
Köpeklerin yalla beslenmesi işine kısaca yallama dendiği de olur. Yallama zamanında yalak başındaki köpekleri izlemenizi tavsiye ederim. Dillerini bir kaşık gibi yala daldırıp ağızlarına çekerler; lap! lap! lap!... Ortalığı lapırtı doldurur.
Yal, yallama ve yalak kelimesiyle anlam irtibatı kurmak mantıklı geliyor. Fakat köpeklerin yal yemesinde ciddi anlamda yalama fiili unutulmamalı. Bu işte asıl organ dil olduğu için yalamak fiili öne çıkıyor. Bilindiği gibi bütün yalama işleri dil ile yapılır...
İşte burada biraz durmak gerekiyor, çünkü ciddi bir noktadayız... Yalaklanmak, yaltaklanmak, yalakalık vs. bütün bu aşağılık durum işareti kavramları yalamak ve yalak kelimeleriyle irtibatlandırmak o kadar da zor değil. Üstelik işin içine köpek de girdi...
Kelsalek (Salih Azbay) çocuk mezarı büyüklüğünde küçük bir mezar taşı bulmuş, kenleri çok yüksek değil. Belli ki lahit kapağı gibi bir şey... Bunu kuyunun yanına, aharın dibine koyup köpeklere yal karmak ve kuzuları sulamak maksatlı kullanmış. Değişik bir yalak olarak kayıtlara geçen bu mermer taşın hala kuyunun dibinde olduğunu söylüyorlar...
En iyisi işin dil kısmını bir kenara koymak... Yalnız yalak kelimesine başka anlam yüklenen yerler olduğunu da belirtelim. Mesela bizim ahar dediğimiz hayvanların yem ve saman yediği uzun taş veya ağaç yemlik ile çeşme ve kuyuların suyunun biriktiği uzun havuzlara da başka yerlerde yalak diyorlar. Bunun bizim yalaklarla ilgisi yok...
Esvap/esbap taşının yalağından bahsedelim. Yine Ayazin taşından oyularak biçimlendirilmiş esbapdaşları da her evin avlusunda bulunması gereken demirbaşlardandı. Yaz kış üzerinde çamaşır yıkanan bu taşların ucunda bulunurdu yalak. Herhalde suda bekletilip yumuşatılması gereken çamaşırlar buraya yatırılırdı. Yahut sabun çok kıymetli olduğu için, sabunlu su ziyan olmasın diye yalakta biriktirilip tekrar kullanılırdı.
Esbapdaşının yalağındaki temel mantık bu... Zaman zaman kirli su boşaltılabilsin diye bir ucuna veya altına delik açılmıştır. Şu haliyle esbapdaşı yalağı modern mutfakların evyesine benzer.
Bir de fırın yalağı var... Şurası unutulmamalı ki, anlattıklarım evlere ve fırınlara şebeke suyu sağlanmadığı zamanlara aittir. Şu yazdıklarımla bugün fırınlarda gördüklerini bağdaştırmakta zorlanacaklara bu uyarım... Bununla beraber yalaklar daha modern ve temiz haliyle günümüz fırınlarında da var.
Eski fırınlarda da biri sönge, ikincisi diğer işler için kullanılan su dolu iki yalak olurdu. Sönge yalağı ne kadar temizlersen temizle hep pistir. Görevi taşı temizlemek olan sönge, her fırına girdiğinde, eteğinde bir kürek külle gelir ve onu yalağa boşaltır. O yalak suyunun temiz ve berrak olması mümkün mü? Bir de deliksizdir zaten, zaman zaman suyunu tahliye etme imkanın da yok. Ayrıca unutmayalım, o yıllarda su da bol değil, 'gıdaynan...'
Aynı dönem şartlarının diğer yalağı nispeten daha temizdir, çünkü içine ikide bir sönge daldırılmaz. Bu yalak hamurlu elleri, kapları yıkama gibi şeyler için kullandığından ve un-hamur-ekmek 'nimet' olarak düşünüldüğünden daha saygıdeğerdir. Kısaca bulaşık kabı olarak kullanılsa, bu yüzden tam temizliği sağlanamasa da çöplük muamelesi görmez, temiz kabul edilir.
Tabi temiz fırınyalağı ne kadar temiz olabilir ki... Buna rağmen, iddialı bir şey söyleyeyim: Bir dönem çocukları arasında fırınyalağından su içmeyen yoktur... Fırın sıcak... Laf anlamaz çocuk ne zaman susayacağı belli olmaz, mızılayıp durur... Şimdi kim eve gidip su getirecek... O yalaktan avuçlanıp çocuğa vermek varken... Anasının avucundan içenler şanslı sayılabilir. Zira yemeninin koncundan içenleri de gördük...
Fırınyalağının bir benzeri, yani yerine sabitlenmiş bir yalak türü de kahvelerde bulunurdu. Güçcükhalil (Halil İleri) ve Gaveci (Süleyman Yırgal)ın kahvelerden hatırladığımız bu yalakların kullanım amacı da şimdiye kadar ele aldıklarımızdan tamamiyle farklıydı. Meşrubatları soğuk tutmak amacıyla, suyla dolu bu yalaklarda tutarlardı. Sürekli kontrol ederler, eksilen maden suyu, kola, gazoz şişelerini takviye ederlerdi.
Yani kahveci yalakları şimdinin buzdolabı görevi görürlerdi. Zaten buzdolabının girmesiyle bu çok işlevsel yalakların kahve hayatı bitmiş oldu. Yok, tam olarak öyle sayılmaz. Buzdolabıyla birlikte bir süre daha kardeş kardeş yaşamışlar. Müşterilerin dediğine göre Kahveci Kadir meşrubat isteyene 'Dolaptan mı, yalaktan mı?' diye sorarmış...
Evlere şebeke çekilip suya ulaşım kolaylaştıkça ve zaman hızlanıp değişim kaçınılmaz olunca, bütün türleriyle yalaklar hayatımızdan çekildi...