14 Temmuz 2024

Gübre Naylonu


    Gediz depreminde ben çok küçüğüm, avluya çadır kurduklarını hayal meyal hatırlayabiliyorum, ama hepsi o kadar. Ayrıntıya dair bir şey yok... 

    Rivayetlerde var, meğer henüz daha kış çıkmadığı, ortalığın buz kestiği o mevsimde insanlar çadırlara doluşmuş; lakin yağışlı ve soğuk havada çadır pek işe yaramıyormuş. Yağmurda sel içeride, karda ayaz... İnsanlar depremden kaçarken çadırda ölecekler nerdeyse...

    Şaşdımoğlu Mevlüt Şen'in kafası ticarete iyi çalıştığı söylenir. O vakit çadırlarda dıdılayan insanların neye ihtiyacı olduğunu keşfetmiş ve top rulo halinde naylon örtü getirmiş. Henüz plastiğin pek bilinmediği, naylon denen maddenin ortalığı kasıp kavurmadığı klasik zaman artığı dönemden geçiliyor. Yağmur, kar, tipi, dolu... Hiç bir şartta su geçirmeyen bu naylona hücum etmiş millet, üçer beşer metre çadırının üzerini örtecek kadar almışlar. 

    Şimdi sera naylonu dediğimiz kalın, şeffaf ve bütün naylon 1970 yılının Mart, Nisan aylarında Anıtkaya'ya girmiş... O tarih şartlarına göre pahalı olması gereken naylonlar, deprem tehlikesi geçtikten sonra kullanımdan tekrar kalkmış. Fakat bundan sonra başka bir naylon türünün saltanatı başlayacak...

    O yıllarda sahne alan nesne, aslında bir çuvaldır. Hikayesi şöyle başlamış... Tarlalara ters atmak yerine kimyasal gübre verilmeye başlandığında, bunun toprakta bağımlılık yaptığını bilemezlerdi. Dabandı, şekerdi, dapdı derken tarla sürekli istemeye başlıyor. Tarım Kredi Kooperatifi aracılığıyla ulaşım da kolay, ayağına kadar getiriyorlar... Ekim döneminde kamyon kamyon getirilen gübreler Han/Kervansaraya istiflenirdi. Kim ne kadar yazıldıysa gelir, 25 kiloluk naylon torbalardaki gübresini alırdı. Sanırım bir dönemden sonra tarlasına kimyasal gübre atmayan kalmadı...

    Gübreler küçük naylon çuvallardaydı. Naylon deyince akıllara şimdiki dandik poşetler gelmemelidir. Bunlar her türlü darbeye karşı dayanıklı, 25-50 kg'lık ağırlığı çekebilecek kadar kalın malzemeden üretilmiş olur ve pek nadiren bir kaçı patlardı. İçindeki gübre saçılıp boşalan bu naylonlar büsbütün çöpe atılmaz, katlanıp yeni kullanımlar için ayrılırdı.

    Nerelerde kullanılmazdı ki gübre naylonu... Hayatın her alanına girmişti. Kimyasaldır, sağlığa zararlıdır, şudur budurun pek önemi yoktu; o yıllarda böyle şeyler pek bilinmediğinden, yıkayınca tertemiz olduğu düşünülürdü. Onlar da bir işe yarasın diye yıkanıp yıkanıp kullanıldılar...

    Evvela şunu belirteyim; gazete, çimento kağıdı, kese kağıdı, meyve kasalarından kalan ambalaj kağıdı ve sonra özel üretim kaplıkların yer aldığı kitap defter kapları arasında gübre naylonunu da zikretmek gerekir. Kaba dururdu, ama çok dayanıklı şeylerdi...

    Kış günlerinin en büyük eğlencesi kayık kaymaydı. Yüksek yüksek tepelerden kendini koyverdiğinde ayağında veya altında kaygan bir şey varsa değme keyfine. Bu yüzden yazlık naylon edikler, yemeniler sokuldukları yerlerden bulup çıkarılırlar. Kaygan ayakkabı bulamayan başka yollara başvurabilir, ki bunların en önemlisi gübre naylonudur. Onunla yüksek vites ve hızda kayabilirsin...

    Bahar döneminde, kırkikindi yağmurlarında bazılarının sırtında yağmurluk olarak görürdük. Göpçüğünü kapişon gibi acayip hale sokanlar da olurdu, önünü yarıp mini bir kepeneğe benzetenler de... Bazıları iki göpçüğünü koltuklarına, ortası da boynuna gelecek şekilde deler ve üzerine olduğu gibi geçirip doğuştan kapalı yağmurluk olarak üstüne geçirirdi...

    Biz çocukların kullanımında da işlevseldi, ama gübre naylonundan uçurtma yapamadığımız aklımda kalmış. Şüphesiz bunun suçu bizde değil, fizik kurallarındaydı. Bu kadar kalın ve haliyle ağır malzemeyi sürekli süzülür vaziyette gökyüzünde tutacak nazlı ama güçlü rüzgara rastlayamadık.

    Kadınların elinde de şekilden şekle girer, her seferinde başka bir şey olarak karşına çıkabilir. Sanırım bunların en yaygını basit çadırlardı. Eldeki bütün boş naylonlar düzgün bir biçimde açılır, sonra hepsi birbirine dikiş makinesinde veya elde dikilerek birleştirilir. Naylon sayısına göre boyutu belirlenen bu yerli çadırlar her alanda kullanılabilir. Çadır olarak yağıştan korumak istediğin şeyin üzerini örtersin. Yaygı olarak haba gibi yayar, üzerine kurutmak istediğin şeyi serersin.

    Bazen boş naylonu açmadan, olduğu gibi kullananlar da olurdu. İçine ebir gübür koyarsın, kese olur. Fışkı doldurup fırına götürürsün, çuval olur. Mesela kesilmiş günaşık kökü yahut gapçığı doldurup guzinenin yanına koyarlardı, al sana odun sandığı...

    Birisi bir münasebetle anlatmıştı, aklımda kalmış. O vakitler gömlek lüks olduğundan evde dikilir, adına da sıkma denirdi. Anası buna sıkma dikerken cep kapağına, yakasına ve omuzlarına gübre naylonu kesip koymuş. Diğer çocukların yanında bunun gömlek diri ve havalı göründüğü için aylarca gosaldığını söylemişti. Gübre naylonunun tela olarak kullanıldığına dünyanın herhangi bir yerinde başka bir örnek var mı acaba?

    Uzun yıllar gübreler o biçim naylonlara paketlendi ve gübre naylonu bir döneme damgasını vurdu. Girmediği kılık kalmadı. Sonra sonra naylonun üretim aşamaları kolaylaştı, hayatımızın her alanına hakim oldu. Bu arada gübreler o bildik naylonlara değil daha başka malzemelere paketlenir oldu. Bir dönem hayatımızı kolaylaştıran, şenlendiren gübre naylonu sessiz sedasız ortalıktan çekildi...

    Şimdilerde o eski naylonlar olsaydı kullanılır mıydı, sanmıyorum. Fakat müzeye koymak, fotoğrafını almak için de olsa bir gübre naylonu bulamadım, ona yanarım... Kıyıda köşede kalmış bir parça elinize geçerse haberimiz olsun...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder