Bundan otuz yıl önce Anıtkaya Kasabasına uğrayanlar, günlük konuşma dilinde insanların özel bazı kelimelere yer verdiklerine şahit olacaklardı. Bu kelimelerden biri de “cenev”dir. Uzman olmayanlar bile azıcık fikir yürütünce bu kelimenin aslen birleşik bir kelimenin değişik bir telaffuzu olduğunu hemen anlayacaktır. “Can” ve “ev” kelimeleri birleşiyor ve “canevi” oluyor.
Eskimeyen kültürümüzde ten, bedenin; can da bu bedene dirlik veren, onun hayatta bulunmasını sağlayan ruhun, kısaca canlılık kaynağının adı oluyordu. Bazıları da bedenin motoru hükmündeki kalbe can dendiğini söylüyorlar. İşte bu yüzden olsa gerek midenin üst kısmındaki bölge “canevi” diye isimlendirilmiş. Siz bunu göğüs kafesi civarı olarak da genelleyebilirsiniz. Hatta sanatta biraz daha ileri gidiliyor; kalp, göğüs kafesine hapsolmuş bir kuşa benzetilerek bu yönde eserler verilmiş. Kuş kafeste “öttüğü” sürece problem yok. Susarsa veya uçup kaçarsa da “iş bitti” demektir.
“Canevinden vurmak” şeklinde, yazı dilimizde de bolca kullanılmakta olan deyimimizdeki “canevi” de somut olarak bu bölgeye işaret ediyor galiba. Bedenin en değerli varlığı olan kalp her zaman için düşmanların en çok saldırdığı kısım. Dolayısıyla bir fiziksel saldırı sırasında hep birinci hedefte duruyor. Kalbin bulunduğu bölgeden yani “canevi”nden vurulanlar iflah olmuyor. Bir de deyim olarak işaret edilen işin mecazi tarafı var. Bir tartışmada karşı taraf için çok önemli olan bir noktayı gündeme getiriyorsunuz. Onlardaki korkudan anlıyorsunuz ki tam “canevinden” vurmuşsunuz.
30 yıl önce Anıtkayada duyacağınız özel sözlerden biri böyle bir deyimdi. “Cenevi kalkmak” deyimi bir tür fiziksel rahatsızlığı ifade ederdi. Aşırı derecede korkan, sevinen, üzülen, heyecanlanan insanların “cenevi” kalkardı. Bu herhalde kalp çarpıntısının, göğüs daralmasının, nefes almakta zorlanmanın veya bunlara benzer rahatsızlıkların toplu adıydı. Galiba daha çok, aşırı öfkelenenler 'cenevim galkdı' derlerdi...
Peki herkesin çatal iğne veya çengelli iğne dediği şeye, Anıtkayalılar neden ısrarla “cenev iğnesi” diyorlardı. Genelde elbisenin göğüs kısmında kullanıldığı için, hırka gibi gömlek gibi giysilerin iki tarafını birbirine iliştirmede düğme yerine bu iğne kullanıldığından olabilir mi acep? Kim bilir…
Yalnız tam olarak telaffuz 'cenevinnesi' biçiminde... O cenevinnesi çok işlevsel bir alet, sadece düğme, çitçit, kopça, câcur/fermuar yerine kullanılmıyor. Bilhassa yeleğinin iki ucunu tutturduğu için her kadında mutlaka bir tane bulunuyor. Kırda bayırda, fırında çayda ne zaman lazım olacağı belli olmaz. Diyelim ki eline diken battı. Çekip çıkaramayacak kadar küçükse onu ancak iğneyle çıkarabilirsin, gelsin cenevinnesi... Zamanında çıkarılmayan her diken, battığı yeri iltihaplandıracağından daha büyük derde yol açar...
Cenevinnesinin arkasındaki halkalı pürüzsüz kısmın ne kadar çok işe yaradığına bir kaç kez şahit oldum. Bir anne o küçük halkayla bebeğinin burnundaki kurumuş pislikleri temizliyordu, bu temizliği başka bir şeyle yapmak imkansız...
Eskiden kullanılan şalvarların belinde uçkurluk olur, oradan geçirilen uçkur ile şalvar bele bağlanırdı. Kalın, örgü bir ip olan uçkuru, uçkurluğa yerleştirmek ayrı bir dert olduğunu görmüş eskiler, bunun için özel aparat yapmışlar. Bir karış kadar ağaç çubuğun ardına uçkuru bağlayıp onu kılavuz gibi kullanıyorlar, bir çırpıda uçkur takılıyor. Fakat o kılavuz çubuk, normal donlara lastik takmak için çok kalın. İşte burada cenevinnesi devreye girip, don lastiğine (sünger) kılavuz oluyor...
Bildiğin gibi değil; canevinde taşınan cenevinnesi küçüktür, ama boyundan büyük işlere kalakar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder