Akdarmak/akdarmek sözcüğünün Eğret Ağzında kazandığı bir anlamı, kurumakta olan ot yahut sürülmekte olan sapı altı üstüne gelecek şekilde çevirmek oluyor. Özel olarak harman akdarmek veya ot akdarmek diye de söylenir. Aynı anlamıyla Bulgaristan Ağzında da bulunduğu görülüyor.
Yazı dilinde bulunmayan, yöresel söz olarak yalnız Eğret'te tespit edilebilen bir kelime de amarsızdır. Yiyeceğe ve mala gözü doymayan, hep daha hep dahasını isteyen kimselere amarsız deniliyor. Meğer Bulgaristan köylerinde de böyle kimselere amelsiz deniliyormuş.
Küçük çocuk manasındaki bebek kelimesi farklı ağızlarda değişik biçimlere girer, ama bizde böbek/böbü olarak kullanılır. Bulgaristan'da da böbü değil, ama böbek halinde kullanılıyor. Belki bizde, ince bir farkla, böbek kız çocuklarının elinden düşmeyen oyuncak bebek manasına geldiği belirtilmeli...
Gün isimlerindeki pazarertesi/bazarertesi, sâli, cümertesi kelimelerinde tespit edilen, diğer ağızlardan farklı söyleyişte birleşmek de kayda değerdir.
Tırpan sapının ortasında L biçiminde asıl kuvvet harcanan elin kavradığı bir parça bulunur. Oyulan yerinden sapa çakılan ve böylece onunla bütünleşen bu parçaya bizde elcik deniliyor. El ile kavrandığı için bu adı verdiğimiz parçaya Bulgaristan Türkleri 'elecek' diyorlarmış.
Elcik gibi yazı dilinde bulunmayıp Anıtkaya'da çok yaygın kelimelerden biri de eñgasdandır. Yalancıktan, şakadan, şaka olarak, kandırma ve eğlence amaçlı fillere zarf olarak kullanılıyor. 'Eñgasdan dedim' sözünün anlamı; 'Dediklerimi dikkate alma, şakadan söylüyorum.'dur. Köken olarak çözemediğimiz bu kelimenin kaynağını da Bulgaristan Ağızlarında buluyoruz, zira eñkas onlarda şaka demekmiş.
En azından benim kafamda çözüme kavuşan bir husus daha var. Bizim köyde 'ara' veya musiki parçası anlamında 'fasıl' kelimesi yoktur. Hatta o kelime hiç yok desek başımız ağrımaz. Yalnız 'Fasılüyük' özel adında var ve Çatalüyük için kullanılıyor. Acaba orada fasıl mı veriyorlardı, yahut çatalın arası kastedilerek mi 'Fasılüyük' yakıştırması yapıldı diye düşünürdüm. Bulgaristan Ağızlarında fasıl; tuhaf, garip, şaşırtıcı acayip görünüşlü demekmiş. Başka tümülüslere benzemeyecek kadar tuhaf göründüğü için Çatalüyük'e Fasılüyüğü denmiş olabilir. Ayrıca höyük kelimesi Bulgaristan Türklerinde, bizimkine benzer şekilde ûk/üyük olarak telaffuz ediliyormuş.
Denesi alınmış mısır koçanı ve günaşık kellesine 'gapcık' diyoruz. Bir çok deyimde de geçen bu kelime Bulgaristan Ağızlarında yalnız mısır koçanı için kullanılıyormuş. Karadeniz'de yeşil fındık kabuğu için de aynı kelime kullanılıyor. Bizim etkileşimimiz Karadeniz değil Bulgaristan Türkleri yoluyla olmuşa benziyor.
Kadar kelimesinin sonundaki ses düşüyor ve 'gadâ' biçiminde söyleniyor, tıpkı bizdeki gibi... Hatta 'ogudâ, bugudâ, şugudâ' kalıpları da aynı Anıtkaya'daki gibi yaygınmış. Bizde bazen ogudak, bugudak, şugudak oluyor. (Hayret, bugudara gadan da beñzē mi her şey!)
Yine edatının gene biçimi de var; ama bizde pek kullanılmaz. Aslında yine de kullanılmaz... İkisinin ortasını bulup 'gine' demişiz. Bizim yolu Bulgaristan Türkleri de izlemiş, onlar da gine diyorlar.
Esasında yazı dilinde olmayıp da Eğret Ağzının yaygın kelimelerinden biri de 'guymek'tir. Bizde 'gomek' biçiminde söylenen 'koymak'tan farklı olan bu fiil, bir şeyi içeri, içine yerleştirmek, sürmek, sokmak anlamı taşır. (Goyunnarı guydum.) Aynı kelime, aynı anlamda Bulgar Ağızlarında var...
Pehlivanlarıyla meşhur bu topraklarda güreş çok meşhur. Ve bu spora tıpkı bizim gibi 'güleş' diyorlar...
'Hah işte öyle' veya 'hah şöyle' söz öbeğini 'haştöle' biçiminde yeni bir kelime olarak kullanıyorlar. Eğret Ağzında buna benzer kullanıma örnek 'haşşöne', 'haşşönece' ve 'haşşönecene'dir...
Gavurküfürüne geldik. Bilindiği gibi eski Anıtkaya'da Paskalya günü yumurta boyama, yuvarlama, tokuşturma ve yeme biçiminde çocuklar tarafından coşkuyla kutlanırdı. Bunun bir Hıristiyan Bayramı olduğundan habersiz adına da Gavurküfürü derdik. Adetin Ellikgavuru denilen yerli Rum ve Ermeni'lerin Paskalya kutlamalarından kalarak yerleştiğine dair tahminlerimiz vardı. Bu tahminlere, Macurlar yoluyla Bulgaristan Türklerinden geldiğini de eklemeliyiz. Zira Hıristiyanlarla birlikte yaşanılan köylerde Paskalyadan bir gün önce Türklerin yaptıkları törenlere köfrü denirmiş. Küfürden geldiği söylenen bu kelimeyi Gavurküfürüyle ilişkilendirmekten daha doğal ne olabilir.
Öğütmekten gelen, ama yazı dilinde olmadığı halde Eğret ağzında kullanılan üğünmek kelimesi var. Un, toz toprak, şeker, buğday veya başka tahılların küçük bir delikten akmasına deniliyor. Kum saatindeki kumun üğünmesi/üyünmesi gibi... Bulgaristan Ağızlarında buğdayın öğütülmüş haline un yerine bazen ûnük/üğünük derlermiş.
Bir fiil olarak yemek, Eğret Ağzında yimek biçiminde söylenir. (Elmalañ hepsini yimiş.) Bu fiil onlarda da aynen böyle söyleniyor. Bir de öğün anlamında yemek var, biz ona ekmek deriz. 'Ekmeğiñizi yidiñiz mi?' sorusundan kasıt 'Yemeğinizi yediniz mi?'dir... Aynı ayrım Bulgaristan Ağızlarında da yapılıyormuş: Ûlenekmē/öğlenekmeği/öğle yemeği demek oluyor...
Çok fonksiyonlu evet edatı Eğret Ağzında seyrek görülür. Onun yerine daha kısa 'ya' edatı kullanılır. Yalnız bu kelime, Afyon Ağzındaki "ya'a" ile karıştırılmamalıdır. Birisi evet anlamında, diğeri tam tersi hayır anlamında kullanılır. Anıtkaya'da evet anlamındaki 'ya'nın kaynağı Bulgaristan Ağzında bulunabilir. Çünkü orada evet anlamında 'ye' kullanılıyormuş.
Türkiye Türkçesi Ağızlarında ve yazı dilinde yemeni kelimesi hep kadınların başörtüsü diye anlamlandırılıyor. Oysa Eğret Ağzındaki anlamı lastik ayakkabıdır, hatta 'alemyemenisi' diye alt türü bile var. Bunların yüzlüleri ve yüzsüzleri olurdu, sanırım yüzsüzlerine alemyemenisi diyorlardı. Listemizde de görüldüğü gibi, üst tarafı açık lastik ayakkabıya Bulgaristan Ağızlarında yemeni denirmiş. Tam da bizim alemyemenisini anlatıyor...
Boyundurukta öküzün boynu kilitlenen bölüm, uzun sağlam meşe çubuklarla belirleniyor. Bu çubuklara Eğret Ağzında zelve/zevle deniliyor. Sonradan demirden yapılsa da zevleler meşe ile bütünleşmiş; bazı meşeleri daha dağdayken zevlelik diye ayırırlarmış... Bulgaristan Ağzında da bunun adı zelve... Boyunduruğun oka yakın iç kısımda sabit ve daha kalınına içzelve; sürekli çıkarılıp takılan ve nispeten daha ince olana da dışzelve diyorlarmış.
Yukarıda bahsetmiştik, araba aksamından tekerin dışını kaplayan çembere de ortak olarak şına deniliyordu. Zelveden sonra aklıma geldi, ihtiyaten listeye almadığım 'talige' kelimesi vardı. Bu kelime aslının Rusça 'talika' veya Macarca 'dalige'den geldiği ve dört tekerli at arabası manasında kullanıldığı ifade ediliyor. At ve öküz arabası aksamında buraya yazmadığım daha çok benzer kelimeler bulunuyor. Zorlama da olsa 'delece' ile 'talige/dalege' arasında bağ kurulma ihtimali bir köşede dursun.
Bu kadar aynılık ve yakınlığa neden dikkat çekiyoruz. Eğret Ağzında açıklanamayan bazı kelimelerdeki soru işaretlerini kaldırıyor diye... Bir asırdan fazla olmuş Cumalı ve Sususzosmaniye Macurları bulundukları yere yerleşeli... O günden bugüne Eğret ile ilişkiler kurulmuş, bunun sonucunda etkileşim kaçınılmaz. Yalnız Eğret Ağzında görülen kelime ve kullanım inceliklerinin ortak olmasından nasıl bir sonuç çıkarmalıyız, bilemem...
Şu bir gerçek, Eğret Ağzı ne Afyon Ağzına benzer ne de Ova Köyleri Ağzına. Bu farklılığın sebebini, asırlardır işlek bir ticaret yolu ve durağı üzerinde bulunması kadar, yüz yıl kadar önce hemen yanıbaşına konmuş Balkan Muhaciri evlad-ı fatihan ile etkileşiminde aramak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder