serbest etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
serbest etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-10

 
    Tuna zamanında cadde ve sokaklar isimlendirilmiş. Daha önceden, 1950'lerde dış kapıların numaralandırıldığı söyleniyor, fakat cadde ve sokak adlandırmasına 1963 öncesinde girişildiğine yönelik bilgi yok. Aynı şekilde iki mahalleye bölünmenin kasaba yapıldığı 1958 yılında mı veya daha sonraysa ne zaman gerçekleştiği belirsiz. Cadde sokak adlandırma zamanıyla eşitleyip Tuna dönemine bağlamak en isabetlisi gibi duruyor.

    Galipbey  caddesinin kuzey ve güneyi, aynı şekilde Söğütcük'e kadar bu caddenin uzantısı esas alınarak Zafer ve Cumhuriyet mahallelerinin oluşturulması önemlidir; çünkü bundan sonra Anıtkaya idari hayatında Mahalle Muhtarlıkları söz konusu olacaktır. 2014 yılına kadar etkisini sürdürecek iki mahalle muhtarının seçimi, aralarında rekabet ve işbirliği durumları önemlidir. 

    Bundan başka yine Tuna döneminin mühim çalışması, kasabanın içme suyu sorununa el atılmasıdır. Su deposu inşa edilmiş, Gatçayır'a kuyu açılıp suyu pompa marifetiyle depoya taşınmış. Su şebekesinin ana hatları döşenerek kasabanın belli başlı noktalarına musluklu meydan çeşmeleri yapılmış, içme suyu en azından ana istasyonlara kadar götürülmüş. 

    1968 yılındaki seçimlere yedi aday katılmış. Çakırların Delimısdık Mustafa Erdem 269 oy ve yüzde 33,9 oranla seçimi kazanmış. Onun hizmet anlayışı,  köye gelen görevlileri güzelce ve cömertçe ağırlayarak istediğini yaptırma stratejisiymiş. Bu hususta biraz aşırıya kaçtığından Delimısdık diye lakaplanmış.

    Üyük'teki şehitlik düzenlemesi onun zamanında yapılmış. Güney eteklerindeki onun diktirdiği çamlar şimdi devasa boya ulaştı. Aynıyla Galipbey caddesinin ortasını boydan boya ağaçlandırmış. 

    O caddeyi kesme taş parke döşetmiş, son dönemlere kadar bu taşlarla kaplıydı. Taş döşeme işi sonradan diğer cadde ve sokaklara da sirayet etmiş, ama Belediyenin buna gücü yetmeyeceği için, eski usul imece devreye sokulmuş. Kırlardan toplanan doğal taşlarla çoğu sokaktaki çamur kesilmiş. 

    Üstü açık ve kapalı bölümleriyle pazaryeri düzenlemesi de bu dönemde galiba. Pazaryeri zemini ve bağlantı yollarına beton dökülüyor, kuzey tarafından iki yerde merdivenlerle yükseltiliyor, alt tarafına dükkanlar...

    Bütün bunlar 1969 yılındaki Anıtkaya İmar Planı düzenlemesinden sonraya yayılmış olabilir. Delimısdık döneminin belki de en mühim projesi bu olsa gerek, zira sonraki işlemler hep bu planlamaya göre yapılacaktır. Gerçi bu ana imar planı defalarca değiştirilerek her gelen kendine uyacak şekle sokmuş. Yine de yapılaşmanın temeli olan ve o gün için Türkiye'nin en ünlü mimarına yaptırılan yetmiş yıllık bu plan önemlidir.

    Delimısdık'tan sonraki Reis Gobakların Goca Yusuf Kopan. 1973 yılındaki seçimlerde yine ikiden fazla aday varmış; zira Gocayusuf 33,9 yüzde ve 340 oyla kazanmış. Böylece Anıtkaya Belediyesi tekrar AP'ye geçti, çünkü iki AP'li dönem arasına CHP'li Delimısdık girmişti. 

    Sonraki yerel seçimler 1977 yılında yapıldı. Hatırlıyorum, Gocayusuf bu seçimi Arzıların Ali İhsan Tüblek'e karşı kazanmıştı. İki adayla girilen bu seçim kılpayı sonuçlanmış, Gocayusuf 500 oy ve  51,3 yüzdeyle...  Lakin Gocayusuf bu ikinci dönemini tamamlayamadı; sebep malum, 12 Eylül 1980 askeri darbesi...

    Gocayusuf dönemine isabet eden değişikliklerin başında su ve elektrik işleri geliyor. Onun döneminde içme suyu şebekesi tamamlandı, su artık evlerimizdeydi. Yine elektrikle sokak aydınlatması Delimısdık zamanında başlasa da meskenlerin ışıkla buluşması Gocayusuf döneminde yaygınlaştı.

    Eski Malbazarı'na Sağlık Ocağı yapılması da bu dönemin unutulmaması gereken ilerindendir. İnşaa edildiği sırada karayolunun hemen dibinde olması dikkat çekiyordu, fakat sonradan bundan kaynaklı önemini yitirdi, çünkü...

    Çünkü olumlu mu olumsuz mu olduğuna karar veremediğim Gocayusuf dönemi işlemlerinin biri de Afyon-Kütahya karayolunun kasaba dışına çekilmesidir. 

    Eğret köyünün idari sisteminde mühim yeri bulunduğunu söylediğimiz Hayır Cemiyeti, kasaba olunduktan sonra da faaliyetlerini sürdürdü. Daha adı Cami-i Şerif Vakfı iken göz dolduran en büyük hizmeti Gocacami ve eklentileri inşaatıydı. Eğret'te belediye kurulduktan sonra sırasıyla Yeşilcami yapımı, Cumacamisi'nin tamiri, Yenicami yapımı, Gocacami tamiri, Kuran Kursu yapımı gibi büyük işlerin yanında şimdi hatırlanmayan ufak tefek işlere de imza attı.


11 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-9

 
    1958 başında yapılan halk oylamasında Belediye teşkilatı kurulması yönünde karar çıkınca, aynı yıl sonbaharında Eğret'te ilk Belediye seçimleri yapıldı. Seçime, muhtarlık dönemi bitmeden kasaba yapılan Eğret muhtarı Tıraka Abdurrahman Zenger de katıldı. Partili partisiz daha başka adaylar da varmış, ama Çakır Osman Erdem kazandı ve böylece Eğret Kasabasının ilk Belediye Başkanı oldu.

    Artık Eğret idari sisteminde yeni bir dönem başlıyordu. Gerçi belediye teşkilatı da pratikte muhtarlıktan çok farklı değildi, ama bütün iş ve işlemlerin bir sistematiği vardı, hizmetler bu düzen içinde daha seri ve kapsamlı yürütülebiliyordu. 

    Mesela, İhtiyar Heyeti yerine düzenli toplanıp kararlar alan Belediye Meclisi vardı, ama İhtiyar Heyetinin doğal üyesi olan İmam ve Öğretmenin artık kasaba yönetiminde etkisi kaldırılmıştı. 

    Yine Koruma derneğinin faaliyetleri İhtiyar Heyeti yerine Belediye Meclisi iyelerinden birinin uhdesine verilerek, yahut dışarıdan güvenilir birisi görevlendirilerek yürütülüyordu. Çakır Osman döneminin Koruma Reisi Tatıresil Resul Omak imiş... Muhtarlık zamanında Koruma neler yapıyor idiyse, Belediyelik döneminde de yine aynı görevleri yürüttü. Yalnız eskiden İhtiyar Heyetince yapılan köy bütçesi oluşturma gibi görevler bu kez Koruma'ya bırakıldı.

    Tabi ki bu kritik dönemde her şey yolunda gitmedi. Muhtarlıktan Belediyeliğe geçiş sürecinde yeni kasabada bazı aksaklıklar yaşanması normaldir. Böyle bir durum Eğret Belediyesi Tahsildarı Kelahmetlerin Abdullah Azbay'ın başına geliyor. İşin içinden çıkamadığı problemini İller Ve Belediyeler Dergisi'ne yazdığı mektuptan özetleyeceğim: 

    1930'lardan beri Muhtarlıkça İlbulak'taki bazı mevkiler Aşiret Yörüklerine otlakiye karşılığı kiralanmaktadır. Belediye Meclisi dağı bu şekilde Yörüklere kiralamak yerine sadece kendi köyümüz hayvanlarının hizmetine sunalım demişler. Tabi öyle olunca büyük bir gelir kaybı oluyor. Ne yapalım ne edelim derken, herkesin hayvan sayısına göre bir miktar belirleyelim ve başkasından alacağımız ücreti de Eğretlilerden almış olalım, diyorlar. Güya kasaba halkına kiralanmış olacak... Hesapta öyle, ama resmen bu kanunsuz bir işlemdir, bundan haberleri yok...  Kiralamak yasal, bunda problem yok da, yaptıkları şey kiralamak değil ki, zorla halktan para almak. Zaten kendilerine ait olan dağda öküzünü koyununu yayan vatandaş niye ayrıca otlakiye ödesin, değil mi? Veya ben dağda yaymayacağım öküzü... Belki de Muhtarlık zamanındaki bütçe hazırlama olayından esinlenerek böyle bir işe giriştiler, her neyse... Kimse itiraz etmeyince 1958 yılının kirasını itirazsız herkesten alıyorlar, 1959'u da firesiz topluyorlar... 1960'a gelince 397 mükellefin 336'i ödeme yapıyor, geriye kalan 59 kişi ayak diriyor. Bunlar köyün zenginleri olduğu için hayvan sayısı fazlaymış, dolayısıyla ödemesi gereken miktar çoğalıyor, haliyle vermek istemiyorlar. Bir de 27 Mayıs darbesiyle oluşan idari boşluktan yararlanarak İhsaniye Kaymakamlığına başvurup şikayetçi oluyorlar. Kaymakamlık da dağıtılan Eğret Belediye Meclisinin ilgili kararını kaldırıyor. Abdullah Azbay yetkililere, şimdi ben ne yapacağım diye soruyor; kalan 59 kişinin borçlarını da tahsil mi etmeliyim, yoksa 336 kişiden aldıklarımızı iade mi etmeliyim? Derginin cevabı net: Bu yıl için aldıklarınızı iade etmenizi, bundan sonra da böyle bir işe girişmemenizi tavsiye ederiz. Çünkü yaptığınız şey vergi koymaktır ve Belediyelerin böyle bir yetkisi yoktur... İşin sonunda ne olduğu bilinmiyor, ama böyle yanlışlar yapıla yapıla doğruya ulaşıldığı kesindir...

    Aslında Çakır Osman'ın yönetimde tecrübeli olduğunu biliyoruz. 1940'lı yıllarda kısa da olsa Eğret Muhtarlığı yaptığı hatırlanacaktır. Bu kısa döneminde, şahsen aleyhinde olsa bile, alınan karara ilk kendisi ve yakınlarının riayet etmesi hususunda çok titizlendiğini anlatıyorlar. Seçimi kazanmış olmasının bir sebebi Tıraka'dan bıkkınlık ise, diğer sebebi ilk dönemindeki halkta kabul gören bu davranışlarıymış.

    İlk dönem Eğret Belediyesine dair akıllarda kalan en büyük hizmet olarak sokak aydınlatmaları gösteriliyor. Kasabanın belirli noktalarına bayrak direği gibi uzun sırıklar dikilmiş. Ucunda makara olan bu direklere her akşam lüks lambaları yakılıp çekilir, gece yarısı hepsine gazyağı takviyesi yapılarak pompalanır ve sabaha kadar yanmak üzere tekrar yukarı çekilirlermiş. Zamanla direk sayısı çoğaltılarak bütün kasabaya genelleştirilen bu sistem 1970'lere kadar sürdürülmüş.

    Tıraka döneminde planlaması yapılan çay (çamaşırhane) inşaatına da yine Çakır Osman zamanında başlandığı söyleniyor. Fakat bu inşaatın ne kadar sürdüğü ve ne zaman tamamlandığı bilinmiyor.

    1962'de çekilen bir fotoğrafta eski Öğretmen lojmanının yapılmış olduğu görülüyor. Çakır Osman döneminde mi yoksa askeri yönetim zamanında mı yapıldığı belli değil...

    Başkanlık seçimlerinden altı ay kadar sonra, 1 Nisan 1959 tarihinde Eğret Kasabasının İhsaniye Kazasına bağlanacağı kanunen önceden belirlenmişti. Bundan sonraki Çakır Osman başkanlığı yaklaşık bir yıldır. 27 Mayıs 1960 darbesiyle Belediye Başkanlığına üç yıl boyunca İlkokul Müdürü vekalet edecek. Böylece tıpkı Tıraka'nın Muhtarlığındaki gibi Çakır Osman'ın Başkanlığı da yarım kaldı.

    Belediye Meclisi feshedildi, Başkanlığa İlkokul Müdürü, Koruma Başkanlığına da Karakol Komutanı vekalet ettiler. Belediye binasının ne zaman yapıldığını ve ilk Belediye hizmetlerinin nerede verildiğini bilemeyeceğim. Yalnız bu geçiş döneminde Koruma olarak Sarasan Hasan Dadak'ın dükkan üstü kullanıldığına dair bilgi var... Zamanın Onbaşısı, Komutanlık dışındaki vaktini burada geçiriyordu demek...

    Bu arada 1960 yılında, asırlarca bilinen adıyla Eğret, Anıtkaya olarak değiştirildi. O günden bu yana böyle denilse de yaşlılar, özellikle çevre köyler ve Afyon yaşlıları hala Eğret isminde ısrar etmektedir...

    17 Kasım1963 günü demokrasiye dönüş anlamında yerel seçimler yapıldı. Rakipleri kimdi bilinmiyor, bu seçimi 328 oy ve yüzde 31,5 oy oranı ile Tuna Hüseyin Kayır kazanmış. Oran dikkate alınırsa bin civarında oy kullanılmış ve ikiden fazla aday var... İdamlardan dolayı bütün ülkede DP devamı olarak görülen AP'ye büyük teveccüh var. Tuna'nın seçilmesinde partisinin tesiri olabilir...

    İhsaniye Kazasına bağlı iki kasabadan biri (diğeri Döğer) olan Anıtkaya Kasabası, Tuna'nın başkan seçilmesinden kısa bir süre sonra, 1964'te Afyon Merkez Kazasına bağlandı. Anıtkaya Kasabası 1930 öncesi statüsüne ancak 34 yıl sonra tekrar kavuşabildi. Bu 34 senenin 22'sinde, Eğret ile top oynar gibi oynadılar...


10 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-8

     
    Yani bunca yıldır edebiyatla uğraşırım benzer bir cümle kurmak bir anda aklıma gelmezdi. İhsaniye ile köyleri arasındaki coğrafi yakınlık ve arada hiç bir engel bulunmadığını bundan daha iyi anlatmanın bir üst seviyesi masalsı ifadelerdir "Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de baktık ki..." yahut "Kuş uçmaz kervan geçmez yollar..." gibi... Yok, bu kadarına cüret etmemiş raportörler, ama şu "Nahiye merkezi ile köyler arasında kışın geçit vermiyen dağ ve sular olmadığı..." ifadesi de en az onlar kadar sorunlu...

    1930 yılında Eğret'te nahiye kurulmasından itibaren yaklaşık 30 yıllık Eğret idari işlerini ve onun İhsaniye ile ilişkisini inceledik. Geçen zamanda gelişen olaylarla ilgili, bu cümle ışığında, akla bazı sorular geliyor:

    - 1930 yılında Eğret Nahiye yapılırken, bağlı en az 22 köyü ile arasında 'aşılmaz sıra dağlar, geçilmez deryalar' mı vardı? Kararname zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve İçişleri Bakanı tarafından buna rağmen mi imzalandı? Yoksa Eğret gayet merkezi ve ulaşımı kolay bir köy olduğu için mi böyle uygun görüldü?

    - Çevresinden Eğret köyüne doğru ulaşımı engelleyecek iki doğal yüzey şekli olarak Araplı Boğazı ile Süleyman Boğazı kaydedilmiş. Güneydeki Araplı Boğazı Bayramgazi'nin de güneyinde kaldığı için Eğret'e ulaşımında aksaklığa sebep olmaz. Kuzeydeki Süleyman Boğazı'nın da Osmanköy-Eğret bağlantısında hiç bir olumsuzluğu yok. Bunun dışında bağlı köyleriyle Eğret arasındaki arazi hafif engebeli kıraç topraklardır. Ve İhsaniye ile Eğret arasında bu bakımdan hiç bir fark yoktur. Raportörün benzeri sözleri Eğret için geçerli değil midir?

    - 1942'ye gelindiğinde coğrafyada ne gibi değişiklikler oldu da Eğret köyü nahiye merkezi için uygun olmaktan çıktı? Yoksa iklim değişti de Eğret ile köyleri arasını su mu bastı?

    - Nahiye merkezinin İhsaniye'ye nakli sırasında, yukarıdakine benzer cümlelerle neden en küçük bir gerekçe bile sunulmadı?

    Bir de, Eğret ile İhsaniye'nin hangisini ilçe yapsak, diye yetkililerin kararsız kalması var. Coğrafi olarak ikisi de eşit şartlarda olduğuna göre gelin ahaliye soralım demişler, Eğretliler istemeyince İhsaniye'ye alın ilçelik size kaldı denilmiş de falan filan... Bütün bunlara inanmamızı bekleyenlere de bir kaç sorum olabilir, ama şimdi ne faydası var...

    Bu konu üzerinde çok durduk, söz verdiğim hikayeyi anlatıp ilçelik meselesini kapatacağız. Sonra Eğret Kasabasının macerasına geçeceğiz...

        ***

    Hani köylüye güya 'köyünüzü kaza yapalım mı' diye sordukları 1957 yılında geçiyor olay... Hacapdıramanların Lomcu Hoca (Mehmet Selek), Tekke'nin yakınlarında oturuyormuş. Sığıreğleği denilen o meydan, şimdi olduğu gibi ta o vakitlerden beri milletin vakit geçirdiği bir yermiş. Ellisine merdiven dayamış Lomcu Hoca da belki ezan bekliyor, belki arkadaşlarıyla sohbet ediyordu...

    Şimdiki Galipbey caddesinden yukarı kendilerine doğru bir cip gelmekte olduğunu görmüşler. Aşağıdaki şose (susa)dan böyle araçlar gelip geçermiş, ama köye girdikleri pek nadirmiş. Bu yüzden yaklaşmakta olan cip şaşırtmış bizimkileri...

    Homurdanarak gelen cip, oturanların yanında durmuş. Selam verip ihtiyarlara yaklaşan iki üç kişi,  Hükümet yetkilisi olduklarını söylemişler. İhsaniye'ye gidecekler, ama yolu bilmiyorlarmış. (Demek ki yukarıdaki rapor daha hazırlanmamış, yoksa çok kullanışlı(!) Afyon-Kütahya ana şosesinden gelip İhsaniye köyüne kolayca ulaşmak varken neden Eğret yolunu seçsinler ki!)

    Neyse, bizimkiler yolu tarif etmişler, "Şurdan doğru gidin, Susuz'u geçtikten sonra devam edin, demiryolunu geçince karşınıza çıkar..." Yol tarifini anlamamış adamlar, "Biriniz bizimle gelip yol gösterse..." diye rica edince Lomcu Hoca binmiş cipin önüne, düşmüşler yola...

    Yol şimdiki gibi olmasa da sürekli at arabaları işliyor, en azından 15 yıldır yeni Nahiye merkezine at arabasıyla dolmuşçuluk yapılıyor. Motorlu araç geçişi ise çok çok nadir. Bunları yolun durumunu hayalinizde canlandırabilesiniz diye söylüyorum.

    Bayramgucağı mevkii ve Susuzosmaniye köyü sorunsuz geçiliyor. Bu arada yolcular cipte neler konuşur bilemiyoruz. Haytanınguyu'yu geçtikten sonraki derede cip çamura saplanıyor... Yetmiş sene evvelinden bahsediyoruz, o dönemde yüzey suları çekilmemiş, her taraf sulak çayır... En azından gündönümüne kadar böyle, sonra buharlaşmayla yazın ortasında anca kuruyor ortalık...

    Cipin suya çamura battığı mevki tam da böyle bir yermiş, bahar mevsiminde bulundukları için neredeyse hafif akan bir dere gibi... Memurlar telaşlı inmişler arabadan, ne yapacaklarını bilemez haldeler... Bir de bakmışlar ki Eğret'ten rehber olarak aldıkları Lomcu Hoca da inmiş, hatta geldikleri yönde Sususzosmaniye yoluna düşmüş bile...
    - 'Nereye gidiyorsun, biz burada ne yapacağız!' diye bağırmışlar. Bizim Hoca arkasına bile bakmadan;
    - 'Sular çekilince çıkarsınız.' demiş. 
    - 'Sular ne zaman çekilir?!'
    - 'Yaz gelince...'

        ***

    Hükümet yetkililerinin oradan nasıl kurtuldukları bilinmiyor. Susuz veya Karacahmetli birilerinin yardımını almış olmalılar. 

    Lomcu Mehmet Hoca 1973 yılında vefat etti, şu olay kendisinden rivayettir. Yaşandığı dönem ile İhsaniye'nin kaza yapılması süreci zamansal olarak örtüşüyor. Haytanınkuyu ilerisindeki derede mahzur kalan Memurlar, aslında rapor hazırlamak üzere Eğret ve İhsaniye'ye mi görevlendirilmişlerdi? Darda kaldıkları vakit Eğretli Hoca'nın yaptığı vefasızlığı raporlarına yansıtmış olabilirler mi? Ne bileyim raporda 'geçit vermeyen sular' filan denilince... 


Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-7


    1950'li yılların son dönemindeki İhsaniye'nin kaza, Eğret'in ise belediyelik yapılması olaylarını birlikte inceleyeceğiz demiştik. Birbiriyle doğrudan ilişkili ve birbirini en az 15 yıldır etkileyen bu iki yerleşimin başına gelenleri ayrı ele almak, olayın özünü anlamamızı engeller. Belki yazıların sonunda yapılacak değerlendirmede, olayları karşılaştırma tekniğini benimseme sebebimiz daha iyi anlaşılacaktır.  Şimdi kronolojik ilerleyelim...

    Başbakan Adnan Menderes tarafından 25 Mayıs 1957 tarihinde TBMM Başkanlığına aşağıda üstyazısı görülen 245 No'lu Komisyon Raporu gönderiliyor. 


    Yazının ilerleyen bölümlerinde İhsaniye köyünde kaza kurulmasına gerekçe gösterilen rapora yer verilmiş. O paragraf şudur: 

    "Afyon vilâyetinin merkez kazasına bağlı Eğret (İhsaniye) nahiyesi halen (38) köyü ve 1950 nüfus sayımına göre de (21.008) nüfusu ihtiva etmekte olup, kaza merkezine 22 - 50 km. mesafede olmalarına karşı Eğret nahiye merkezine 5 - 23 km. mesafede bulunmaktadırlar. Nahiye merkezi ile köyler arasında kışın geçit vermiyen dağ ve sular olmadığı gibi Afyon - Eskişehir demiryolu nahiye merkezinin tam ortasından geçmektedir. Ayrıca Afyon - Kütahya ana şosesi muvasalayı muntazaman sağladığı gibi, kış, yaz her türlü nakil vasıtasının karayollarında işlemekte olduğu ve oldukça geniş ve inkişafa müsait ve 1950 nüfus sayımına göre de (717) nüfusa malik bulunan bu nahiye merkezinde hükümet konağı ittihazına ve memurların aileleri ile birlikte rahatça ikametlerine elverişli binaların bulunduğu, hulâsa; kaza merkezi olduğu takdirde ilk anda ihtiyaca cevap verecek imkânlara sahip bulunduğu cihetle merkezi Eğret nahiyesinin merkezi olan ihsaniye köyü olmak ve ilişik (l/B) sayılı cetvelde adları yazılı kendisine bağlı (37) köyü, (21.008) nüfusu ihtiva etmek ve Afyon vilâyetine bağlı bulunmak üzere (BELCEMEŞE) ... adıyla yeniden kaza kurulması yetkili kurulların mütalâalarına dayanılarak adı geçen valiliklerce yapılan işbu teklifler yerinde görülmüş ve işlem İl İdaresi Kanunu hükümlerine uygun bulunmuş olduğundan ilişik kanun lâyihası bu maksatla hazırlanmıştır."

    Olduğu gibi alıntıladığım paragrafın son bölümünden, gerekçe sunan ifadelerin Afyon Valiliğince hazırlanıp Hükümete gönderildiği anlaşılıyor. Olması gereken de bu zaten, çünkü Milletvekillerinden oluşan Komisyon İhsaniye'nin, Eğret Nahiyesinin durumunu ne bilsin. Vilayet raporunu olduğu gibi alıp Komisyon Raporuna iliştirmişler. Raporda önemli bulduğum bazı noktalar üzerinde durmak gerekiyor.

    Daha ilk cümlede 'Eğret (İhsaniye) nahiyesi...' ifadesi göze batıyor. 1942'deki sadece nahiye merkezinin nakledildiği bahanesini açık etmekte bir mahzur görmemişler. 15 yıldır formaliteden Eğret dedikleri Nahiyenin aslında İhsaniye olduğunun itirafıdır bu...

    'Nahiye merkezi ile köyler arasında kışın geçit vermiyen dağ ve sular olmadığı...' Bir rapor ciddiyetinden uzak şu ifadeye mim koyalım, ileride lazım olacak...

    Aradan geçen yarım asır bile 'Afyon - Eskişehir demiryolu nahiye merkezinin tam ortasından geçmektedir. ' cümlesindeki yalanı ortadan kaldıramamış. O demiryolu günümüzde bile İhsaniye'nin 'tam ortası'na uğramıyor...

    Ya şuna ne demeli: 'Ayrıca Afyon - Kütahya ana şosesi muvasalayı muntazaman sağladığı gibi, kış, yaz her türlü nakil vasıtasının karayollarında işlemekte olduğu...' Afyon-Kütahya ana şosesi  Kurtuluş Savaşından beri Eğret'ten geçen yol olduğunu herkes bilir... Bu kadar yanıltıcı bilgiyi bir arada bulunduran bir rapor hazırlamak büyük cesaret...

    İş gelip nüfusa dayandığında söylenecek söz bulunmaması gerekir. '... oldukça geniş ve inkişafa müsait ve 1950 nüfus sayımına göre de (717) nüfusa malik bulunan bu nahiye merkezinde...' Yahu kaza olması teklif edilen bir yerleşimin nüfusu bu kadar ise, hiç yazılmasa daha iyi değil midir... Daha başka yönlerden de ele alınabilir şu rapor; fakat nereden baksan temelsiz, neresinden tutsan tutarsız olduğu anlaşılır...

    Sonuçta 7033 sayılı Kanun, 27 Haziran 1957 tarih ve 9644 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Kanunun maddelerine göre İhsaniye kazası bu tarih itibariyle kuruldu. Eğret nahiyesine bağlı, aralarında Eğret'in de bulunduğu 37 köy bu yeni kazaya bağlanıyor, lakin bunun uygulanması 1 Nisan 1959'a bırakılıyordu. Ayrıca Kaymakam ve diğer görevli kişi ve kurumların kadro atamaları da 1960'ta yapılacaktı. Haziran 1957'deki durum budur... 

    O tarihlerin Eğret Muhtarlık Karar Defterinde bu mühim olayla ilgili en küçük bir ifade bile bulunmuyor. Çok tuhaf değil midir? Oysa şimdi bile Anıtkaya'da kime sorsanız kazalık/ilçelik konusunda aynı hikayeyi anlatacaktır: 'Yetkililer ilçeliği önce Eğret'e teklif ettiler, ancak bizim zenginler bunu istemeyince İhsaniye kaza oldu...' Zenginler ilçe olmayı neden istemez diye mevzuyu derinleştirince de 'Rahat rahat malcılık, koyunculuk edemeyiz diye...' biçiminde açıklama getiriyorlar... Kimdi bu zenginler diyerek ayrıntı istediysem de doyurucu cevap yok... 

    Neyse biz anlatıma devam edelim... Resmi Karar Defterinde konuyla ilgili bir şey bulamazken, elimize 8 Ocak 1958 tarihli bir tutanak geçti. 19 Ocak'ta, Eğret'e belediye kurulmasına yönelik plebisit (halk oylaması) yapılacağına dair bu tutanak altında Eğret Muhtarı ve İhtiyar Heyetinin onayı var. Karar defterinde olmayan bu belge Keliban (İbrahim Dalgıç) merhumun arşivinden çıkmış. 

    Belediye kurulsun mu diye resmen bütün halka sorulurken, ilçe olmak ister misiniz diye el altından, gizli kapaklı ve sadece zenginlere sorulması da anlaşılmaz bir durum.

    Eğer 1942'de Müdür ile Eğretlilerin takışması sonucu Nahiyenin İhsaniye'ye kaydırıldığı söylentisi gibi, 1957'de bizim zenginler istemediği için İlçelik İhsaniye'ye kaçtı tezi gerçek ise, yukarıda verdiğim Vilayet ve Meclis raporları külliyyen yalandır. Yok, orada yazanlar doğru ise bu söylentiler asılsızdır. Her iki durumda da olan Eğret'e oldu. Ya kendi insanlarının duyarsızlığının ceremesini çekiyor, ya da en yetkin resmi organların ilüzyon gösterisine sahne oldu... Belediyelik meselesi bir bakıma sus payına benziyor. Zira o sene herkesin susmasının başka izahı yok...

    Ne olduysa oldu, ama süreç işledi. 19 Ocak 1958'de Eğretliler belediye kurulmasını sandıkta onayladılar. O yılın sonbaharında belediye seçimleri yapıldı, köyümüz artık Eğret Kasabası idi. Prosedüre uygun biçimde, 1959 yılının 1 Nisan şakası olarak Eğret kasabası İhsaniye kazasına resmen bağlandı. 

    Mim koyduğumuz yerle ilgili bir hikaye anlatacaktım, yarına kalsın artık.



08 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-6

 
    1942'ye takılıp kalmamak lazım, ne olduysa oldu; resmiyette Nahiye merkezi, ama pratikte Nahiyeliğin kendisi Eğret'ten uçtu gitti. Biz şimdi yaklaşık bir asır öteden faydasız bir döğünme içindeyiz; lakin o günün Eğret halkının böyle düşündüğünü sanmıyorum. Hatta gerçekten genç Hicri Müdürle tatsızlık yaşadılarsa, ilk zaman ondan kurtulduklarına sevinmiş bile olabilirler. Dövünme faslı, işlerinin halli için karda kışta İhsaniye'ye gitmek zorunda kaldıklarında başlamıştır.

    Aslında günlük hayatta bundan başka bir değişiklik olmadı. Yüzyıl başından hatta daha öncesinden beri Afyon istikametine çalışan at arabasıyla dolmuşçuluk hizmetine yeni bir hat daha eklenmiş oldu. Çünkü resmi işler için Nahiye Müdürü'nün bulunduğu İhsaniye'ye gitmek gerekiyordu. 

    Hayatın diğer alanlarında Eğret'te her şey normal akışına devam etti. Daha doğrusu 12 yıl önceki hale geri dönüldü. Köy Kanunu çıkarıldıktan sonra seçim yapılıp yapılmadığını bilemiyoruz. Kaynaklarda yerel seçimlerin yalnız Belediye kısmından bahsediliyor, Muhtarlık ve İhtiyar Heyeti seçimleriyle ilgili bir şey yok. 1946'daki çok partili sisteme kadar köylerde yerel yönetim seçimi yapılmamış olabilir. O halde eski nöbetleşe atama sisteminin devam ettirildiğini varsayacağız. Bundan Muhtarlık görevlerinin de kısa sürdüğünü çıkarabiliriz. 

    1942 yılında Eyüp Aydın'ın Eğret Muhtarı olduğunu belirtmiştik. 1946'daki ilk seçimli Muhtarlığı Delimamın Ali Soydan kazandığına dair bir bilgi var. İkisinin arasında Muhtarlıkla vazifelendirilen bir kaç isim daha olduğu söyleniyor. Görevlerin ne kadar kısa süreli olduğu buradan anlaşılsın. Bu yılların kısa süreli Muhtarlarından biri Çakır Osman Erdem imiş. 1924-46 arasında 10 civarında tahmin edilen muhtardan sadece üçünün adını biliyoruz, sosyal hafızamız ne kadar zayıf...

    Arada kimler gelip geçtiyse, üzerine düşeni yapmış, Eğret'in rutin köy işlerini yürütmüşler. Kısaca Koruma denilen destivancı, korucu, bekçi ile ekili köy arazisi ve mahsulü ziyana karşı koruma amaçlı sistemin bu dönemde oturtulduğunu düşünüyorum. Ayrıca asırlarca yürürlükte bulunan Cami-i Şerif Vakfı da bu dönemde Hayır Cemiyeti'ne dönüşmüş olmalıdır. Bu iki sistem aracılığıyla Eğret köyünün günlük yaşantısı kontrol altına alınırken, birlikte iş yapma azmi de sürdürülmüştür. Yine Nahiye kurulurken onun yan kuruluşu gibi Jandarma Karakolu getirilmişti. Allahtan Nahiye Merkezini naklederken yanında Karakolu da götürmeyip Eğret'te bırakmışlar. Bunun, köyde nizamı sağlamada olumlu etkisi her daim görülmüş. İşte Muhtarın işini kolaylaştıran bu üç temel kurumu zikretmezsek hikaye eksik kalır.

    Bir başka husus da köydeki imar meselesidir. Yunan gittikten sonra 1930'a kadar süren ekonomik kriz, kuraklık ve durgunluk var. Nahiye kurulduğu yıl ile birlikte Eğret'in fiziki olarak kendine yetmediği görüldü. Yeni ev, dam, samanlıklara ihtiyaç vardı. Galipbey Caddesinin iki yanı başta olmak üzere köyün Alagır ve Bunar yönündeki uçlarında vatandaşa 'yurt yeri' adıyla arsalar temin edildi. Bu, 1930 yılında başlayıp günümüze kadar her dönem sürdürülen önemli bir idari tasarruftur.

    1930 yılı ile birlikte küresel ekonomik kriz ve yerel kuraklık sarmalından çıkılıp nispeten iyileşme sürecine girildiğine bir örnek olarak Varlık Vergisinin Eğret'e uygulanışını gösterebiliriz. Nahiye naklinin yapıldığı sene çıkarılan bu uygulama aslında azınlıklar içindi, ama zengin Türkler'e de yansıtıldı. Köylere ise büyük çiftçilerden en az 500'er lira tahsil etmekle... Eğret köyünde 7 'büyük çiftçi' tespit edilmiş. Bu isimler kim tarafından ve neye göre belirlendi acaba? İnsanın aklına gelmiyor değil; acaba Hicri Müdür ile sürtüşmenin asıl sebebi bu muydu, diye... Lakin  Varlık Vergisinin nakil kararından sonraya rastlaması bu olasılığı boşa düşürüyor.

    1946 seçimlerine gelelim. Genel anlamda düşünüldüğünde ilk çok partili seçim olarak tarihe geçmiştir. Eğret özelinde ise belirlenmiş ilk Muhtarlık seçiminin yapıldığı tarih oluyor. Genel seçimlerden sonra, öne alınan belediye seçimleri kapsamında Eğret'teki İhtiyar Heyeti seçimi de var. Dediğim gibi, 1946'dan önce köyde Muhtarlık seçimi yapıldığına yönelik veri yok.

    Bu seçimin ayrıntısını da bilmiyoruz; çoklu aday var mıydı, varsa kimlerdi, adları bir partiyle anılıyor muydu, kullanılan oyların dağılımı, sonuçlar vs... Tek bildiğimiz, Delimamın Ali Soydan'ın Muhtar seçildiği, pek de çalışma fırsatı bulamadan görevinden azledildiği ve yerine azası Aliefe, Ali Tüplek'in getirildiği... Emaneten aldığı vazifeyi tamamladıktan sonra Aliefe sonraki 1950 seçimine bizzat girerek kazanıyor. Bu seçimde kimi yendiğini bilemiyoruz. Böylece Aliefe toplam yedi yıl kadar Eğret köyü Muhtarı olmuştur.

    Planı, tasarısı ne zaman yapılmış olursa olsun, Aliefe döneminin en önemli eseri, planlı 3 derslikli İlkokul binasıdır. İlave ve bölmelerle beş dersliğe çıkarılan kapasitesi sayesinde Eğret İlkokulunda 5 yıllık öğretimde görülen bütün aksaklıklar ortadan kaldırılıyor. O küçük bina, yeni okul yapılana kadar yaklaşık 20 yıl İlkokul olarak hizmet verecek, 1969'dan itibaren ise yine Aliefe'nin çabasıyla Ortaokul'a çevrilecektir.

    1955 yılında yapılan seçimleri Tıraka Abdurrahman Zenger kazandı. Muhtar adaylarının partisi yoktu, ama önceki Muhtarın CHP, yeni kazananın da DP'li olduğu herkesçe biliniyordu. Tıraka'nın İhtiyar Heyeti, yani azalarını mühürlerinden okuyabiliriz: Osman Koç, Eyüp Çetin, Şükrü Dadak, Ahmet Yaman... Listeye Kel Ömer Öncül'ü de ekleyelim...

 


    Karar defteri bugüne ulaşabildiği için Tıraka döneminde yapılanları ayrıntısıyla biliyoruz. Başta yeni hamam inşaatı, eski hamam çıkıntılarının açık artırmayla satılması, ihtiyacı olana yurt yeri/arsa satılması, damızlık boğa ve atlara bakıcı görevlendirme ve onlara yem satın alma, Aşiret Yörüklerine dağın uygun yerlerini otlakiye ücreti karşılığında kiralama, köy tüzel kişiliğine ait ziraat makinelerinin verimli kullanılmasını sağlama ve sonunda onları satma, bütçe hazırlama, salgı salma, angarya çıkarma ve bol bol ceza yazma... Evet köylü cezalardan illallah demiş...

    Tıraka döneminden vatandaşın memnuniyetsizliği sadece cezalarla ilgili değilmiş. O günleri yaşayanlardan dinlediğime göre Abdurrahman Zenger'in yönetimi çok despotça bulunuyormuş. 'Dıktator' diyorlar onun için. Uygulamalarının zulme varıp dayandığını söyleyenler bile var, hatta insan onuruna yakışmayacak şeyler yaparmış. Boyunduruktan öküzü çıkarıp sahibini koşmak gibi... ve bütün bunları özellikle ahalinin gözü önünde yapıp edermiş... Olayları geniş çaplı değerlendirebilen birisinin yorumuna göre, Tıraka bütün bu hoyratlıkları zamanın İktidar davranışlarına paralel olarak gerçekleştiriyordu... Gerçi bunun faturası Eğretliler tarafından kesildi, Tıraka bundan sonra gireceği hiç bir seçimden umduğunu bulamayacaktır.

    Tıraka Abdurrahman Zenger'in seçimle elde ettiği Eğret Köyü Muhtarlık görevinin sonunu getirememesinin sebebi böyle davranışları değildir, Eğret'in idari statüsünde yapılan değişikliktir. Hatırlanacağı üzere 1942'de Eğret Nahiye merkezi İhsaniye köyüne taşınmıştı. 15 yıl boyunca Eğret Köyü İhsaniye'deki Eğret Nahiyesine bağlı kaldı. 1958 başında yapılan referandum ile Eğretliler köylerinde belediye kurulmasına karar verdiler. Artık Eğret Kasabası İhsaniye Kazasına bağlı olacaktı, zira İhsaniye de ilçe yapılmıştı. Bir yıl içinde gerçekleşen bu iki olayın birbiriyle ne kadar ilişkili olduğunu inceleyeceğiz...


07 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-5 (Hicri Müdür)

 
    Konu uzayacak demiştim. Dört beş yazı olarak planladığım seri on bölümü bulacağa benzer. Bugün hesapta olmayan bir hususa ek var...

    Eğret Nahiye merkezinin Eğret köyünden Belcemeşe'ye nakli olayının hangi Müdür zamanında gerçekleştiğiyle ilgili bilinmezlik vardı. Bu yüzden söylentiye dayalı, 'Eğretlilerle takışan Müdür' meçhul  bir kişilik olarak duruyor, olay da gerçeklikten uzaklaşıp hayali bir hüviyet kazanıyordu.

    Bugün yazının altında bir yorum gördüm. Anonim bir hesaptan yapılan bu yorumda kısaca Nahiye Müdürünün adı Hicri Seçkiner olarak açıklanıyordu. Bu ismi daha önce duydum, ama hakkında başka hiç bir bilgi bulamamıştım. Ümitsizce tekrar ararken, kişinin tam adı Mustafa Hicri Seçkiner olduğunu öğrendim.* İşte bundan sonra  yeni ve önemli bilgilere ulaştık.

    İki isimli kişilerin genelde kullandıkları bir isim yanında diğer isimlerinin sadece baş harfi yazılır. Lakin insanlar kullanılmayan diğer adını bilmeyip onu sadece herkesçe bilinen ismiyle çağırırlar. M. Hicri Seçkiner de böyle, Mustafa'sı bilinmiyor, herkes ona Hicri diye hitap ediyor. Eğret'e Nahiye Müdürü olarak atanıyor ve Eğretliler Hicri Müdür diyorlar...

    Hicri Bey'in Eğret'e ne zaman geldiği meçhul, fakat 1936 sonrası olduğu kesindir. Çünkü büyük oğlu bu tarihte Antep'te doğduğuna göre orada yaşıyorlar. 1916 doğumlu olan Hicri Bey ilk çocuğu doğduğunda henüz 20 yaşındadır, bu tarihten önceki yıl Samiye Hanım ile evlendiği düşünülüyor.

    Mustafa Hicri Bey'in öğrenim hayatı Cumhuriyet'in ilk yıllarına denk geliyor, bu yüzden onu Cumhuriyet'in yetiştirdiği ilk kuşaktan saymalıyız. Öğrenimi tamamlandıktan sonra evlenmiş ve ilk çocuğu doğduktan sonra da ilk görevi olan Eğret Nahiye Müdürlüğüne başladığı düşünülüyor. Böyle olunca, ihtimal Eğret'in ikinci Müdürüdür. Öyle değilse bile ilk Müdür olmadığı kesindir. Bununla beraber doğum tarihleri dışındaki her şeyin farazi olduğunu unutmamak lazım. Buna göre Antep, Hicri Bey'in ilk görev yeri de olabilir. 20 yaşında oraya atanıp bir kaç yıl sonra 1939-40 gibi Eğret'e nakli de pekala mümkündür...

    Eşi Samiye Hanım da öğretmenmiş. Lakin Eğret'teki görevleri sırasında öğretmenlik yapıp yapmadığı bilinmiyor. O dönemde Eğret Köyü İlkokulu 3 sınıflıydı ve mektep binası yoktu, Gocacami yanındaki Medrese dersliklerinde öğretim veriliyordu. O yıllardaki bir bayan öğretmene dair herhangi bir şey işitmedim.

Kesin olan bir şey var ki Eğret'e geldiklerinde büyük oğulları Yücel yanlarındaydı. Sonra onun üç kardeşi daha olmuş; yaş sırasına göre isimleri Tuna, Oral ve Osman... Tuna'nın doğum tarihini bulamadım ancak Oral, Nisan 1942'de doğmuş. Nahiye nakli kararının 28 Mayıs'ta çıktığını hesaba katarsak Oral Seçkiner'in Eğret'te doğduğu aşikardır. O halde ağabeyi Tuna'nın da Eğret doğumlu olduğunu düşünebiliriz. En küçükleri Osman ise 1950 İzmir doğumlu, onun bizim köyle alakası yok...

    En büyük oğulları, ileride spor, siyaset ve devlet adamı olarak ülke hafızasına yerleşecek olan Yücel Seçkiner'dir, 2019'da vefat etti. Hakkındaki bir yazıdan** İlkokulu Afyonkarahisar'da okuduğunu öğrendim. 1936 doğumlu Yücel, Nahiye merkezi naklinde altı yaşında olup okul çağına henüz girmek üzere bulunduğundan, İlkokulu İhsaniye'de okumuş olmalıdır. Yine de nakil macerasından aklında bir şeyler kalmış olması muhtemeldir, 6 yaşındaki çocuk bir çok şeyi hatırlar. Rahmetli, Eğretli biriyle konuşurken bile bundan hiç söz etmemiş. Hadi nakil olayını ve Eğret'teki günlerini unuttu diyelim, İlkokulu okuduğu İhsaniye köyü o sırada Eğret Nahiye merkezi idi, oradan bile bir şeyler tutturabilirdi...

    Kendisini tanıyanlar Mustafa Hicri Seçkiner'in sporu ve sporcuyu çok sevdiğini, atletik bir beden yapısına sahip olduğunu söylüyorlar. Yücel Seçkiner'in mühim bir spor adamı olmasında babasının bu özelliğinin de payı bulunabilir. 

    Hatırlanacak olursa, türbe tekmeleyen bir Nahiye Müdüründen bahsetmiştim. Hacı İbrahim Türbesi başında dua edenleri görünce delirmiş gibi basbas bağırmış ve türbeye tekme atmaya kalkmış. Bu olaydan sonra Müdürün yürüyüşünün değiştiği, tepik atar gibi adım attığını söylüyorlar. Gayet sağlıklı bir bedene sahip olduğu belirtilen Hicri Müdür, bu bahsedilen kişi olmadığı anlaşılıyor.

    Bununla beraber Nahiye merkezi naklinin Hicri Müdür zamanında gerçekleştiği kesindir. Eğretlilerle sürtüştüğü, gerçekse bunun sebebi ve kimlerle takıştığı da meçhul. O sırada köy Muhtarı Devrimbeşin Eyüp Aydın Ağa imiş. Onunla şahsi bir meselesi olabilir mi, zannetmem...

    Sağlığında ziyaret edilip karanlıkta kalan bütün sorulara cevap aranabilirdi, bu mümkün olmadı. Hicri Müdür 1994 yılında Ankara'da vefat etmiş...


    *Bu ve daha başka bilgileri aileden biri olan Fevzi Gülttekin'in şu blogundan aldım:  
        http://fevzigultekin.blogspot.com/2014/09/soyagacim_29.html

    ** https://anayurtgazetesi.com/haber/10494131/ucan-tegmenin-oykusu


06 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-4

    
    Nahiye kurulduktan üç yıl sonra Cumhuriyetin 10. yıl kutlamaları vardı. Bütün yurtta coşkuyla kutlanması için tedbirler alınan bu etkinlikler hemen her merkezde fotoğraflandı. Tabi ki Eğret'te de... 29 Ekim 1933 gününe dair Eğret Nahiyesi'nde çekilen üç fotoğraf var elimizde. Bunların ikisi Nahiye merkezinde, yani Eğret'te; diğeri Karacahmet köyünde çekilmiş. Eğret'teki fotoğrafların biri Müdürlük binası önünde, diğeri köy meydanında çekilmiş, coşkulu Eğretlilerin arasında Nahiye Müdürü de bulunuyor. 12 yıl boyunca aynı Nahiye Müdürünün görev yaptığı düşünülemeyeceğine göre, 1933'te halkla bütünleşmiş mutlu mesut görünen Müdür ile Eğretlilerle büyük geçimsizlik yaşadığı söylenen Müdür farklı kişiler olmalıdır.

    Eğret Nahiye Müdürü diye açık kaynaklardan yaptığım arama sonucunda hiç bir isme ulaşamadım. Dolayısıyla 1930-1942 arasında görev yapan Nahiye Müdürlerinin kimliğini bilmiyoruz. Müdürün kim olduğunun da pek önemi yok aslında. Giriştiği son iş sebebiyle sürekli kendisinden bahsediyoruz, malum olaya bakalım...

    28 Mayıs 1942 tarihinde İçişleri Bakanlığı 17357. Genelgesini yayınladı. Eğretlilerin ve nahiyeye bağlı köylülerin hiç birinin bundan haberi yoktu, ki bu gayet doğaldır, ama bu genelge kendilerini doğrudan ilgilendiriyordu. Zira Eğret Nahiye merkezi böylece Belcemeşe (İhsaniye) köyüne taşınmış oluyordu.

    1942 yılı baharından yaza çıkarken öğrendikleri bu kararı Eğretlilerin nasıl karşıladığı bilinmiyor. Üzüldüler, sevindiler veya umursamadılar. Yalnız bize anlatılageldiği biçimiyle olayın gelişimi şöyleydi: "O zamana kadar Eğret Nahiyesi olan Anıtkaya, o yıllarda nahiye müdürü ile ters düşer. Yaşanan bir tartışmadan sonra nahiye müdürü, “Sizi İhsaniye’ye bağlar köy yaparım. O zaman görürsünüz ‘El mi yaman, Bey mi yaman’ kendinize gelin” der. Eğreltiler de, “Yap da görelim” der. Adam gider ve bir süre sonra gerçekten Eğret, nahiye iken İhsaniye’ye bağlı köy olur. Eğretlilerin inadı pahalıya patlar ama olan olmuştur."*

    Halkla takışan bir Müdür yahut Müdür ile inatlaşan halk... Anıtkayalılarca kabul görmüş bu anlatı çok inandırıcı gelmese de, ansızın çıkarılan genelge olayında mantıklı gerekçeler belirtilmemesi söylentiyi doğruluyor gibi...


    Aslında genelge metninden ve varsa onun dayanağı olabilecek rapor, dilekçe türü belgelerden haber yok. Sadece 'Belcemeşe daha merkezi yerde bulunması sebebiyle' böyle bir karar alındığı resmi olmayan yazılarda belirtilmiş. Nahiyeye bağlı köyler düşünüldüğünde Belcemeşe'nin Eğret'e göre daha merkezi bir konumda bulunduğu doğrudur. İnsanları işkillenmeye iten şey, böyle mantıklı bir gerekçeyi halka anlatıp kabul edilebilir ve vicdani meşruiyetle uygulamak varken, yangından mal kaçırır gibi bir işe girişilmesidir. Bu anlamda Nahiye taşıma olayını biraz daha incelemek gerekir.

    Hatırlanacağı üzere Eğret nahiyesi 1930'da üçlü kararname ile kurulmuştu. Kararname, kanun demektir ve bu kanunun altında Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal'in imzası olduğu unutulmasın. 12 Yıl sonra Eğret hakkında yeni bir karar alınacaksa, bu yine kanun kadar kuvvetli bir usulle yapılmalı değil miydi. Neden sadece Bakan imzasının yeterli olduğu genelge yoluna gidildi? Bunun cevabı açıktır, çünkü yasal bir düzenleme yapılmıyordu. Eğret köyünün statüsünde bir değişiklik yapılmamıştı.

    Nasıl yani, bu genelge ile Eğret'in nahiyeliği alınıp İhsaniye'ye verilmedi mi? Hayır, sadece Eğret Nahiye merkezi Belcemeşe'ye taşındı. Kararname ile kurulan Eğret Nahiyesine dokunamazlardı, hile-i şeriyye ile merkezi, yani büroyu Belcemeşe'ye taşıdık dediler.

    Mevzuata uygun bu ilüzyon sayesinde kağıt üzerinde Müdürlük bürosunu taşıdılar, ama gerçekte nahiyeliği çalıp gittiler. Bu olayda ismini bilmediğimiz Nahiye Müdürü baş aktör olabilir, Eğretlilerle ciddi bir didişme sonucu böyle bir işe girişmiş olabilir. Fakat Müdür de olsa birinin 'Ben halkla geçinemiyorum' bahanesiyle bir nahiyeliğin yerini değiştirebilme gücüne sahip olması da inanılmaz değil midir?

    İşin doğrusu özellikle Atatürk'ün ölümünden sonraki tek parti döneminde böyle keyfiliklere çokça rastlanıyordu. Kimseyi töhmet altında bırakmak istemem, fakat 17357 sayılı genelge altında kimin imzası var diye araştırırken ilginç bir durumla karşılaştım. 1942 yılının 6 Mayıs günü Faik Öztrak'tan boşalan İçişleri Bakanlığı koltuğuna Ahmet Fikri Tüzer getiriliyor. Tüzer, şimdi Bulgaristan toprakları içinde bulunan Şumnu'da 1878 yılında doğmuş olup uzun yıllardır Erzurum Milletvekili idi... Yeni Bakanın görevi de uzun sürmemiş, çünkü yüz gün sonra 16 Ağustos 1942'de vefat vefat etmiş. Yalnız kısa görev süresinin ilk haftaları içinde bahsettiğimiz genelgeyi imzalamış.

    Belcemeşeören diye adlandırılan mevki, aslında Döğer köyü arazisi içinde bulunmaktadır. 1887/88 yıllarında Balkan muhaciri 25 hanenin bu mevkiye yerleştirilmesiyle Belcemeşe köyü kurulmuş olur. 1930 yılında kurulan Eğret nahiyesine bağlanmış; 1935 nüfusu 438, 1940 sayımına göre ise 561'dir... Böyle mütevazi bir köy iken 1942 yılında yayınlanan İçişleri Bakanlığı genelgesiyle Eğret Nahiye merkezi Belcemeşe'ye nakledilmiştir...

    Bir ayrıntı daha var. Belcemeşe köylüleri buraya, şimdi Bulgaristan sınırları içinde bulunan Silistre vilayetinden gelmişler. Haritaya baktığınızda Şumnu ile Silistre'nin komşu olduğu anlaşılır; Kütahya Afyon gibi... Kısa bakanlık döneminin ilk genelgelerinden biri 17357 olmakla acaba Ahmet Fikri Tüzer Bey hemşerilik hukuku gözetmiş olabilir mi?

    Eğret Nahiyesi hangi saikle nakledilmiş olursa olsun, izahı güç bir uygulama olarak tarihteki yerini aldı. Güçlü bir yasal dayanakla (örneğin üçlü kararname ile) Belcemeşe/İhsaniye'de bir Nahiye teşkil edilebilir, Eğret Nahiyesi ilga edilerek köyleri de yeni Nahiyeye bağlanabilirdi. Neden bu yolu izlemediler? Çünkü 561 nüfuslu bir köyde nahiye kurmayı kimseye izah edemezlerdi. Bırak Cumhurreisini, Başvekili, Kabineyi, vicdan sahibi hiç bir vatandaşı buna ikna edemezlerdi...

    Bu olaya fazla zaman ayırdık, seri uzayacak gibi görünüyor. Fakat buna benzer akıldışı uygulamaları ileride ilçelik hususunda da göreceğiz. Belki de haksızlıkların ilki olduğu için şu olay önemlidir...



    * Anıtkaya Belediye Başkanı Remzi Kayır'ın 2011 yılında verdiği bir mülakattan...


05 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-3

 
    Yunan işgali ve ondan Kurtuluş Savaşı  bütün ülkeyle birlikte Eğret için de dönüm noktası oldu. Bu savaşı verebilmek için yeni bir devlet inşası gerekiyordu bu esnada o da yapıldı. 1923 yılında Cumhuriyetin ilanıyla yeni devletin rejimi ortaya çıktı. Ardından siyasi, sosyal, ekonomik alanda inkılaplar birbirini izledi. 1924'te çıkarılan Köy Kanunu idari-hukuki alandaki yeniliklerden biridir.

    442 Sayılı Köy Kanunu ile köy kavramının tanımı, oluşumu ve yönetimi belirlenmiş, yönetimin bütün işleri en ince detayına kadar nizama bağlanmıştı. 1831 yılında başlatılan muhtarlık sistemi böylece ilk defa yazılı ve hukuki bir zemine oturmuş oluyordu. 

    Gerçi 1924'te ilk çıkarıldığında mükemmel bir kanun değildi, yıllar geçip uygulamada eksiklikler baş gösterdikçe yeni ilave ve değişikliklerle olgunlaştı. (1924-2024 arasındaki bir asırda tam 58 değişiklik yapılmış.)

    Kanun ilk çıktığında insanlarda 'inkılap' etkisi bırakacak köklü değişiklik izlenimi bıraktığını sanmıyorum. Daha önce bir köy nasıl idare ediliyorduysa onun yazılı hale getirilmesiydi, başka bir şey değil. Yine bir muhtar vardı, imam yönetimin doğal parçasıydı, imece, salgı, destivancı/korucu, otlakiye vb. kavram ve uygulamalar aynen duruyordu. Belki 'İhtiyar Heyeti' yeni oluşturulmuştu. Böylece Muhtar-ı Sani/İkinci Muhtar uygulamasından tamamen vazgeçilmiş oluyordu.

    Eğret'te 1924'ten sonraki Köy Kanunu yürürlüğüyle pratikte bir değişiklik olmadı, her şey eskisi gibi yürütülmeye devam edildi. Mesela muhtar yine atamayla yapıldı, seçimli sisteme geçilebilmesi yıllar sonraki kanun değişikliğiyle gerçekleşecek. Muhtarlık seçimleri başlayana kadar yine sülaleler arasında dönüşümlü görevlendirme yapıldığı düşünülüyor. Bununla beraber bu dönemde muhtarlık yapmış isimler hakkında bir şey bulamadım. 

    İlk yerel seçim 1930 yılında yapılmış, ancak bu seçimlere köylerin dahil edilip edilmediği bilinmiyor. Daha sonra 1934, 1938 ve 1942 yıllarında yapılanlar tek parti dönemine tesadüf ediyor. Eğer bu dönemde köylerde yerel seçim yapıldıysa 1934'te Hafız Mehmet Öztürk, 1938'de ise Devrimbeşin Eyüp Aydın'ın kazandığını söyleyebiliriz; çünkü anılan yılların muhtarları onlar olduğu kesin.

    Tam anlamıyla demokratik seçimden bahsedebilmek için 1946 yılındaki çok partili seçimi beklemek gerekecek. Yalnız ondan önce Eğret köyü idaresinde önemli kilometre taşı kabul edilen bir karar çıktı, evvela bunun üzerinde durmamız gerekiyor.

    O yıl, 1934'te İçişleri Bakanlığı çıkardığı bir kararnameyle Afyonkarahisar'daki bazı köylerde nahiye teşkilatı kurulmasını kararlaştırıyor. İki maddelik bu kararnameyle Çobanlar, Eğret, Davulga, Ümraniye, Çölovası ve Hocalar köyleri nahiye yapılıyor. 

    Bu tip kararnamelere ortak veya üçlü kararname deniliyor. Çünkü ilgili Bakan hazırlıyor, Başbakan imzalıyor, Cumhurbaşkanı da onaylıyor; üç imza ile çıktığı için böyle adlandırılmış. Bu kararnameyi zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya hazırlamış, Başbakan İsmet İnönü imzalamış ve son olarak Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal de onaylamış. Önünde ve arkasında başka kararnameler de var, sırf Afyonkarahisar köyleriyle ilgili bir durum olmayıp başka beş vilayet köyleri de işin içinde; ancak 5678 sayılı bu kararname bizi ilgilendirdiği için önemsiyoruz.

    Bakanlık bürokratları ve Afyon'daki yerel temsilcileri tarafından araştırma ve incelemeler sonucunda nahiye yapılacak köyler belirlenmiştir, yoksa Şükrü Kaya'da, şu şu şu köylerde nahiye kurulması gerekir diye kendi kendine bir fikir oluşması düşünülemez. Bununla beraber böyle bir kararda önemli ikili ilişkilerin etkisi olabilir. 

    Misal, Köy Kanununun çıkarıldığı 1924 yılında, İstiklal Harbi kahramanlarından Fahrettin Paşa da Süvari Kolordusunun bu civarda verdiği şehitler anısına Eğret köyüne bir anıt diktiriyordu. Daha sonraki yıllarda, bir zamanlar elde kılıç düşman kovaladığı bu topraklara ilgisini hep sürdürdü, fırsat bulduğunda ziyaret etti. Adeta bir ayağı Eğret'te idi... Çoğu silah arkadaşı ile arası açılarak onları kendisinden uzaklaştırmış olan Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa, Fahrettin Paşa ile sonuna kadar samimiyetini korumuştur. Bu yüzden Eğret'te nahiye teşkilinde Fahrettin Paşa'nın kayıtdışı bir etkisi olduğunu düşünüyorum.

    Eğret köyünde nahiye teşkili, onun idari statüsünde köklü bir değişiklik demekti. Bir defa nahiye merkezinin bulunduğu yerleşim, nüfusuna bakmaksızın, resmen kasaba kabul ediliyordu. İkinci olarak idarede yeni bir makam, yani Nahiye Müdürlüğü devreye girmişti. Ve son olarak artık Eğret Nahiyesinin bağlı köyleri vardı...

    Tespit edilebilen tarihi boyunca Eğret, zamanın ortalamasına göre hep kalabalık sayılabilecek bir nüfus barındırdı. Örneğin 1907 yılında 163 haneyle, Afyonkarahisar'ın mühim bir köyü idi; aynı yıl Eğret'i geçen sadece Çobanlar, Işıklar ve İsçehisar olmak üzere üç köy bulunuyordu. Nahiye kurulduğu 1930 yılı nüfusuna dair veri bulunmuyor; ama 1935 nüfus sayımında Eğret'te 1434 kişi yaşadığı tespit edilmiş. Bu büyük bir rakamdır. Nahiye kurulduktan sonra devletin gözünde kasaba hükmü kazanmıştır. Fakat böyle olmasaydı bile Eğret, fiilen kasaba vasfını üzerinde taşıyan bir köy gibiydi, çevrede de öyle tanındı.

    Nahiye teşkiliyle resmen kasaba hükmündeydi. Gerçi belediye kurulmadı, ama onun yerine daha ve daha önemli olmak üzere Nahiye Müdürlüğü vardı. Şu durumda Müdür, hiyerarşik olarak Muhtarın üzerindeydi. Bu, elbette yeni bir durumdu; ama idarede kargaşaya yol açmadı. Yine de belli bir huzursuzluk kaçınılmazdı...

    1924'teki Köy Kanunu ile imamın idaredeki müessiriyeti resmiyet kazandığını söylemiştik. O yüzlerce yıldır köy idaresinde etkili olduğu için hiç yadırganmadı. Yalnız aynı kanun ile köy öğretmeni de tıpkı imam gibi İhtiyar Heyetinin doğal üyesi kabul ediliyordu. 1928'den sonra köye muallim atanmasıyla bu yeni durumdaki aksaklıklar ortaya çıkmaya başladı. Çünkü köy öğretmenlerine ayrıca ve özellikle rejim temsilciliği görevi verilmişti. İnkılapların yerleşmesinde aktif rol oynayacaklar, böylece asli vazifeleri olan öğretmenlikten başka köyde fiilen devletin temsilcisi olacaklardı. İşte burada bazen köy idaresi ve çoğu zaman da halk ile sürtüşmeler başladı. Nahiye Müdürlüğü de köy öğretmenininki gibi yeni bir durumdu. Hem idarede hem de sosyal hayatta halk ile yönetici kaynaşması hiç bir zaman sağlanamadı. Fakat sonuçta Müdür, müdürdür; onun dediği olacak...

    İlk zamanlarda sadece inkılapların yerleşmesi ve batılı hayat tarzının savunucusu durumundaki Nahiye Müdürü ve Başöğretmen/Öğretmen, 1938'de Atatürk'ün ölümünden sonra ülkenin genel gidişatına paralel olarak tek parti rejiminin savunucusu oldular. İşte halk ile asıl sürtüşmenin bu dönemde yaşandığını söylüyorlar. Hacı İbrahim tekke/türbesini tekmelemeler, Eğretlinin inançlarıyla alay etmeler ve sair, ve sair...

    Nahiye kurulmasına dair 1930 tarihli kararda merkeze bağlı köylere dair bilgi bulunmuyor. Böyle ayrıntılar vilayet kayıtlarında olabilir, onlara da biz ulaşamadık. 1935 nüfus sayım dokümanlarında da böyle bir liste bulunmuyor. Elden geldiğince bu dokümanları tek tek inceleyerek Eğret Nahiyesine bağlı 13 köy tespit edebildim. Bu sayının çok az olduğunun, gerçeği yansıtmadığının farkındayım. 1940 Sayım cetvellerinde 22 köyü bulunduğuna göre beş yıl önce de en az o kadar olmalıydı. Dizgi ve baskı hatalarıyla gözden kaçan bazı köylerin listede kendine yer bulamadığını düşünüyorum.

    Çevre köyler bakımından Eğret çok eskiden beri Nahiye merkezi gibiydi. Cuma camisi burada olduğundan en azından haftada bir Eğret'e gelmek zorundaydılar. Cumartesi hafta pazarı ve malbazarının geçmişi hakkında bir kayıt bulunmuyor, sadece bazı köy merkezlerine hafta pazarlarının yaygınlaştırıldığına dair 19. yüzyıl ikinci yarısına tarihli bir belge var. Bu yüzden hafta pazarını en az 150 yıl önceye götürüp Cuma camisi ve namazıyla ilişkilendirebiliriz. Namaz için Eğret'e gelenler pazar ihtiyaçlarını da görüyorlardı. Bu yüzden Eğret'i bilmeyen ve buraya uğramayan çevre köy ahalisi yok gibiydi. İşte bütün bu köyler Nahiye olduktan sonra Eğret'e bağlanmış olmalıdır.

    Bu arada önceki dönemlerde muhtarlar vergi toplayıcılarına yardımcı olmakla görevliydiler. Cumhuriyetten sonra buna pek karışmadılar, Hükümet köylere gönderdiği Tahsildarlar eliyle bu işi yürüttü. Belki Tahsildarın konaklama ve iaşesi konusunda öncülük etmiştir. Ayrıca askere alma hususunda da Muhtar devreden çıkıyordu, 'Asker Kağadı' denilen celp yazılarını tebliğ ediyorlardı...

    Bu minval üzere Eğret Nahiye merkezinde 12 yıl geçti, 1942'ye geldik...



04 Kasım 2025

Geçmisten Gunumuze Egret İdaresi-2

 
    Padişah 2. Mahmut zamanında yapılan reformlar askeri alanla sınırlı değildi, idari anlamda da arayışlar vardı. Köy yönetimi de bunlardan biriydi. 1829 yılında İstanbul köyleri başta olmak üzere payitahta yakın başka köyleri de içine alan muhtarlık sisteminin pilot uygulaması başladı. Bundaki başarı test edilince 1831 yılında bunun bütün ülkeye genişletilmesine karar verildi. Böylece aynı yıl köylere ilk muhtar atamaları yapıldı.

    Muhtarlık atamalarında nüfus yoğunluğu, vergi yükü, arazi açısından genişliği gibi kriterlere göre köy büyükse iki muhtar, küçükse tek muhtar ataması yapılıyordu. Buna göre Eğret çift muhtar atanan köyler arasındaydı. Birinci Muhtar ve İkinci Muhtar biçiminde atanan muhtarların görev ve yetkilerine dair yazılı bir kaynağımız yok, sanırım bu Muhtar ve yardımcısı biçiminde anlaşılmıştı. Galiba bu atamayla daha önceden köy büyüklerinin gayrı resmi olarak yaptığı bütün işlere resmiyet kazandırılmış oldu. 

    Devletin ilk muhtar atamaları her ne kadar merkezden yapılmış olsa da onlar atanacak kişileri nereden bilsin, mutlaka yerel vilayet yetkililerinden bilgi almışlardır. Sonuçta Eğret Birinci muhtarı Hatiboğlu Ahmet, İkinci muhtarı da Eğretli Hüseyin oğlu Mehmet Ali olarak atandı. İkinci Muhtarın Küçük Eğret kaynaklı, Birinci Muhtarın da Molla Osman Aykaç'ın dedesi olduğunu daha önce çeşitli sebeplerle belirtmiştik.

    İlk muhtar atamalarındaki kriteri bilemiyoruz, temsil yeteneğine sahip köyün ileri gelenleri arasından seçmeye dikkat edilmiş olmalıdır. İkinci atamalar Tanzimat'ın ilanı sonrasına denk geliyor. 1839 yılında yapılan bu atamalarda çift muhtarlı köyler için yerleşik uygulama iki muhtarın yer değişimi şeklindeydi. Nitekim ilk atamanın Birinci Muhtarı Hatiboğlu Ahmet 1839'da Muhtar yardımcılığına çekildi. Eğretli Mehmet Ali ise vefat etti veya köyden ayrıldığı için asıl muhtarlığa yeni biri atandı; Hacılar sülalesinden İdris oğlu Hacı Ali... Bu da Davılcı Arif Azbay'ın büyük dedesidir...

    Tanzimat'tan sonraki atamalarda Muhtar ve yardımcısı için 500 ve 250 kuruşluk ücret de belirlenmiş. O gün için bu ücretler göstermelik veya ciddi anlamda bir gelir sayılabilir. İki asır öncenin ekonomik koşulları incelenerek buna karar verilsin...

    İkili muhtar uygulaması 19. yüzyıl sonuna kadar devam etmiş. 1898'deki muhtarlar Arapoğlu Hüseyin bin Mustafa (soyadı TOK olan Arapların dedesi) ile Resil bin Halil (Bidakge Resil Eser'in dedesi)dir. Bu tarihten sonraki belgelerde ikili Muhtar uygulamasına rastlamadım. Yalnız aşağıda bahsedeceğim 1921 tarihli toplu dilekçede muhtarlık mühründe 'Eğret Karyesi Muhtar-ı Evvel' ibaresi okunuyor. Bundan ikili muhtarlığın sonuna kadar devam ettiği çıkarılabilir mi bilmiyorum. Belki de sistemden vazgeçildi, ama mevcut mühürleri kullanmaya devam ettiler...

    Yalnız hem ikili hem de tek muhtar atamasının uygulandığı yaklaşık bir asırlık dönemde dikkatimizi çekmemiz gereken husus, sülaleler arasında münavebeye dikkat edilmesidir. Belki ilk atamalarda başka kriterlere bakılmıştır, ama sonraki dönemde muhtarlık görevlendirmeleri sıraya bindirilmiş gibi görünüyor. Bazı belgelerden isimlerini tespit edebildiğimiz muhtarlar ve sülaleleri şunlar: 1857'de İdris Ağa (Hacılar), 1904'te Hasan oğlu Mahmut (Guliz Osman Koç'un dedesi), 1907'de Hacımahmutoğlu Hacı Mehmet (Hafız Mehmet Öztürk'ün dedesi), 1908'de Gedikoğlu Hasan bin Halil (Hacı Efe, Hassönler), 1909'da Hacı Murat (Hacılar), 1910'da Hatipoğlu Hacı İbrahim bin Hasan (Gobaklar), 1912'de Veyisoğlu Hasan Hüseyin bin Ahmet (Körhoca İbrahim Varlı'nın emmisi), 1915'te Emirhanoğlu Ahmet bin Hüseyin (Hacıahmetler), 1921 Daldaloğlu Ömer bin Hüseyin (Ömerçavuş, Daldallar)...

    Yukarıdakiler belgelerden tespit edilebilenler, arada daha onlarca muhtarın görev yaptığı kesindir. Sadece bunlardan çıkarılabilecek sonuçlar var; muhtarlık süresi ve görevlendirmede sülalelere adil dağılım gibi... İlk görevlendirmelerden sonraki atamalar kısa süreli olduğu görülüyor; bir yıl, bilemedin iki yıl... Bunda daha fazla görevlendirme yapmaktan öte, uzun muhtarlık sebebiyle olası suistimallerin önüne geçme düşüncesi etkili olabilir. Voyvodalık ve Ağalık dönemlerinde zulme varan uygulamaları hatırlayalım...

    Dönüşümlü atamalar sayesinde Eğret'te her sülalenin muhtarlık yapması sağlandığına göre, kısa veya uzun muhtarlık dönemlerinin biri Hacı Kocaoğlu Ömer'e isabet etmelidir. Zira 19. yüzyıl kalabalık ailelerinden biri de Hacıkocalar... Bir de bugün bile hala muhtara 'Ayan' denildiği gerçeği var. Hacıkocaların Ömer muhtar atandıktan sonra köylünün ona 'Ayan' demesinden dolayı kalabalık sülalesine de Ayanoğlular denilmeye başlandı. Bugün Hacıgocalar adını kimse bilmez, ama Ayanoğlular malum...

    Muhtarlık sistemine geçildikten sonra bütün işler muhtara yıkılarak her şeyden tek sorumlu ve yetkili muhtar olmuş değildi. Yukarıda belirttiğimiz gibi, önceden gönüllü olarak yapılan faaliyetler resmileştirilmiş oldu. Yine köyde sosyal olarak önde görülen kimseler karar mekanizmasında bulunuyorlardı. 

    Mesela Cuma camisi imam hatibi sözü geçer durumdaydı. Gerçi dışarıdan gelen yetkililer herhangi bir odaya değil, Muhtar odasına konuyorlar; fakat işlerini yine eskisi gibi yürütüyorlardı. Doğum, ölüm, evlilik, miras paylaşımı, kişiler arası anlaşmazlık vb. hususlarda problem çözülüyor, kararın altına halktan şahitler yazılıyor; ama mutlaka muhtar ile imam görüşü alınarak adeta karara ortak ediliyorlardı. Bu konularda imam hiç bir zaman muhtardan ayrı tutulmadı. Belgelerde adı geçen Eğret imamlarının bazıları: 1885 Molla Mustafa, 1897 İbrahim bin Ali (Delimam), 1904 Ahmet Efendi (Mücellit Hoca), 1909, Halil İbrahim bin Osman, 1910 Halil Efendi ibni İbrahim, 1919 İbrahim Efendi bin Hacı Mehmet, 1921 Cemal Efendi bin Osman (Eğretli Cemal Hoca)... 1909-10'dan sonra camiler ikileştiği için imam sayısı çoğalıyor...

    Böbüdedenin Hasan Hüseyin muhtarlığı ile Mücellit Hocanın imamlığı bir dönem çakışmış. İşte o dönemde yaşayanlar köye ilk defa bir müezzin görevlendirmesine tanık oluyorlar. Olay şöyle gelişiyor: Camiye gitmekte olan Mücellit Hoca'nın yolu davılcı odasının önünden geçmektedir. Bir çalgıcı hem çalıyor hem söylüyor, ama sesi o biçim... Namaz çıkışında odaya dalar Hoca... Eğlenceli oda ahalisi bir hocanın böyle mekana gelmesine alışık değildir, çekinirler ama hürmette kusur da göstermezler. Hoş beşten sonra Hoca konuya girer. Meşhur çalgıcının Belceli Çaylıoğlu Hüseyin olduğunu öğrenmiştir, ona bu sesi daha hayırlı şeylerde kullanmasını söyleyerek camide müezzinlik teklif eder. Köyünde istişare ettikten sonra teklife cevap vereceğini söyler Hüseyin. Aradaki bir kaç günde Mücellit Hoca konuyu Muhtar Veyisoğlu Hasan Hüseyin'e açınca, Müezzinin ücretini (o günün tabiriyle hakını) kendisi bile karşılayabileceğini söylemiştir. Belce'den de olumlu haber gelince ilk Eğret Müezzini Çaylıoğlu Hüseyin vazifeye başlar. Sonradan Eğret'e yerleşen Müezzin Hüseyin, Böbüler (Kabadayı) sülalesinin dedesi olur. Ayrıca Müezzin'in oğlu Ömer Kabadayı'ya kızını verdiği için zamanın Muhtarı Hasan Hüseyin de diğer dedeleridir...

    İmamların muhtarla birlikte etkililiğine bir başka örnek olarak 1921 yılında işgalci Yunan makamlarına yazılan, beş köyün imam ve muhtarlarının imzaladığı ortak dilekçeyi gösterebiliriz. İşgalciler köylülerin bütün hayvan ve saman, yem, dene, tohumuna el koyduğundan halk ekin ekemez duruma gelmiş, ayrıca Yunan asker kaçakları çeteleşerek köylüleri bizar etmişlerdir. Çift hayvanları ile yiygi ve tohumluk denenin kendilerine iade edilmesiyle kaçaklar konusunda önlem alınmasını isteyen Osmanköy, Olucak, Cumalı, Susuzosmaniye ve Eğret köyü muhtar ve imamları bunu imza altına almışlar. Gerçi sonuç alınmıyor, ama imamların muhtarla birlikte köy yönetiminde söz sahibi olduklarını göstermesi açısından mühim bir belgedir.

    Tanzimatla birlikte vergi ve asker alma sisteminde de değişikliklere gidildi, fakat bu temelde bir değişiklik getirmedi. Redif askerlik sistemi hala devam ediyordu ve Eğret'teki her iki haneden birinin mutlaka askerde bir neferi bulunuyordu. Hayvan vergileri için belgeler tanzim edilir ve bu belgelerde belirlenen miktardaki vergi düzenli olarak toplanırdı. Mütareke yıllarında, işgalin hemen öncesinde bile vergi toplanması aksatılmadı...  Dolaksızların Çolakosman oğlu Salih'in 1911 yılında ödediği 38 kuruşluk vergi makbuz ile Kel Bekir zevcesi Kezban (Arapkızı, Gambırömer Haykır'ın anası)na ait 1920 yılında düzenlenmiş hayvan varlığını gösterir kayıt ilmühaberi bugüne kadar gelmiş.

    Hububat vergisini toplama işi yine imtiyazla birilerine veriliyordu, bunlara Ağa/Voyvoda yerine Mültezim deniliyordu. Köylü ise onu 'Öşürcü' olarak tanırdı. Harman kalktıktan sonra gelirler, muhtar ile işbirliği sonucu belirlenen miktarda vergiyi alıp depo/ambarlara yığarlardı. 

    Son dönem Eğret ile Olucak köylerinin vergisini aynı kişi toplarmış... 1920 yılına ait vergiler ambarlarda beklerken işgal gerçekleşince Gavur onları da talan ediyor. Kurtuluştan sonra yetkililer talan edilen buğday ve arpanın hesabını iki köyün ahalisinden sormaya kalkıyor, hatta geri istiyorlar. İnsaflı bir Kadı çıkıyor da takipsizlik kararı vererek zaten savaştan bitkin düşmüş Eğretli ve Olucaklıları bu vergi yükünden kurtarıyor...

    1922 kurtuluş ve 1923 yeni bir devlet kuruluşundan sonra Eğret köyünün idaresinde neler yaşandığına bakacağız...


03 Kasım 2025

Geçmişten Gunumuze Egret İdaresi-1

 
    Halk arasında anlatılagelen söylentilere göre Eğret Karyesinin tarihi Germiyanoğulları dönemine kadar gidiyor. Eğret Hanı ile aynı döneme zorlandığında bu kabul edilebilir bir fikir. Yalnız belgesel düşünüldüğünde eşitlemeyi Hacı İbrahim Zaviyesi'ne yapmak daha doğru olabilir. O vakit Eğret tarihini Osmanlılarla paralel işlemek gerekir. 

    Köyün idari olarak Osmanlıya bağlı olduğunun en eski belgeleri 16. yüzyıla ait. Hacı İbrahim Zaviyesinin vergiden muaf tutulduğuna dair ferman ile kırk yıl arayla tutulan iki tahrir defteri, köy ile ilgili kayıtlara geçen ilk belgeler kabul ediliyor. Buna göre 16. yüzyıl sonunda Eğret, 40 haneye dayanan nüfusu ve ciddi anlamda vergi toplanan ekonomik yapısıyla büyük bir köydür.

    Vergi toplama işi o dönem devlet-halk ilişkilerinin neredeyse tamamını oluşturuyordu. Sonra buna yargı, yani hukuk eklendi. Ne de olsa mülkün temeli adalettir, hukuk varsa devlet var... Şu durumda vergi ödenmesi ile, insanların birbiriyle ilişkilerindeki anlaşmazlıkları çözmek için idari sistem teşkili gerekiyordu. Yerele doğru genişleyen bu sistemde Eğret köyü Karahisar-ı Sahip'e bağlıydı. Sonraki dönem kayıtlarında Kırhisar nahiyesine bağlı olduğu anlaşılıyor. Sizin anlayacağınız, bizim köy başlangıçtan bugüne Afyonkarahisar'ın merkez kazasına bağlı bir köydür.

    Devletin yargı işleri Afyon Kadısı tarafından merkezde görülüyordu, ama çoğu zaman Kadı'nın gezici yardımcıları yoluyla mahallinde duruşmalar yapılıyordu. Yılın belli vakitlerin Eğret'e gelen Kadı vekili, birikmiş bütün hukuki sorunları çözüyordu.

    Vergi mevzuu ise bambaşka bir uygulamaydı. Köyün, bugünün tabiriyle vergi dilimi, yerel yönetim (kadı) ile birlikte belirleniyordu. Askeri ve mali olmak üzere iki bölümden oluşan bu vergi sisteminde, belirlenen miktarda asker ve üretilen hububat ile hayvan devlete ödenmek zorundaydı. Savaş zamanında askerler bizzat silah altına alınıyor, barış zamanı ise bunun karşılığında para yatırılıyordu. 

    Bütün bunların kargaşaya meydan vermeden, adil ve intizamlı yapılabilmesi için bir devlet temsilcisine ihtiyaç olunca, köylerde bu işi yürütmek üzere yetki devrine başlandı. Buna ayrıca özelleştirme, hizmet satın alma veya bazı kişilere imtiyaz verme de denilebilir. Sonuçta köylerde vergi toplama özel kişilerin eliyle yapılmaya başlandı.

    Vergi yetkililerine yerine ve dönemine göre çok çeşitli isimler veriliyordu. Afyon bölgesinde genellikle Voyvoda veya Ağa denildi. Hangisinin önce-sonra kullanıldığı bilinmiyor, Eğret söz konusu olunca adı en çok geçen 'Eğret Voyvodası Hacı Mehmet Ağa'dır. 1730'lu yılların belgelerinde adı sık geçiyor, bundan öğrendiğimize göre Afyon'da oturuyor ve hatırı sayılır bir kişi. Demek ki Voyvodalar Afyon'da oturuyor, ancak gerektiğinde Eğret'e geliyorlardı. Vergi toplama mevsimi harmandan sonra olacağından; genellikle güzün, Kasım'dan önce Eğret'e geldikleri düşünülebilir.

    Burada kayıtlara geçtiği kadarıyla 'Eğret Voyvodası Hacı Mehmet Ağa'nın isminde hem voyvoda hem de ağalık vasfı vurgulanıyor. Bundan bu belgelerin voyvodalıktan ağalık sistemine geçiş dönemine rastladığını çıkarabiliriz. 18. yüzyıldaki voyvodalık, 19. yüzyılda yerini ağalığa bırakmıştır. Bugün voyvoda tabiri tamamen unutulmuş, ama ağalık hala yaşamaktadır. Köy ağalığı, yahut Anıtkaya'da kullanıldığı haliyle 'ağa adam' tabiri zengin ve cömert kimselerin sıfatıdır. Ayrıca ağa kelimesinin iş sahibi, patron anlamı da bulunuyor. Bütün bu dil zenginliğini, vergi toplama hakkına sahip olan kimselere Ağa denilmesine borçluyuz.

    Köyde artık devletin temsilcisi Voyvoda idi... Voyvoda olsun Ağa olsun, vergiciler köylerdeki işlerini seçtiği bir temsilci eliyle yürüttüler. Bunlara da Kethüda kelimesinden bozma Kahya adı veriliyordu. Kahyalar yabancı da olabilir, ama bahse konu köy halkından seçilmesi Ağa için işleri kolaylaştırabilirdi. Bu yüzden kahyalar genellikle o köyden oluyordu. Cingenaliler (Saçan soyadlılar) ile Mihrioğlular (Eşit soyadlılar)ın ortak atası Osman Ağa bir belgede Kethüda/Kahya olarak anılıyor ve Aşağı Dandır ile bağlantısı var. O zamanki Eğret Ağasının aynı zamanda Aşağı Dandır Ağası olduğu ve ikisine birden Kahya Osman'ın nezaret ettiği düşünülebilir.

    Kahyaların köy idaresinde ne kadar söz sahibi oldukları meçhul, sadece ağanın işlerini takip ediyorlardı. Yetkileri olmasa da çok işlere müdahale ettikleri söylenebilir. Anıtkaya'da hala her işe burnunu sokan kimseler 'kahyası mısın!' yahut 'kahyası olma! sözleriyle uyarılır, hatta 'kel kahya'  alaylı ifadesine maruz kalırlar.

    Ağalar vergi toplama konusunda olsun, köyde devletin temsilciliği rolünde olsun bazen ölçüyü kaçırdıkları olurmuş. Zulmüyle öne çıkıp meşhur olan ağalar var, astığı astık kestiği kestik, köylüleri inim inim inletirlermiş. Böyle bir ağayı bir kaç köyün büyükleri birleşip kadıya şikayet ediyorlar. İçlerinde Eğret'ten üç kişi de bulunan bu heyetin maruzatı sonuç veriyor ve o zalim ağanın imtiyazı elinden alınıyor. 18. yüzyılda yaşanan bu olaydan ağaların büsbütün başıboş bırakılmadıklarını çıkarabiliriz.

    Başka bir şey daha çıkarılabilir bu olaydan, resmi olmasa da köylerde halkın ileri gelenlerinden oluşan hiyerarşik bir yönetim heyetinin bulunduğu... Eğret özelinde düşünürsek burada bir Cuma Camisi bulunduğu için zorunlu olarak her daim kadrolu bir hatip (imam) vardı. Vakit namazlarını kıldırmaktan başka, çevreden gelen cemaate cuma hutbesi irat ederdi. Düğünde nikah kıyar, çocuklara ad verir, cenazede veya diğer derneklerde mutlaka orada bulunan imam duası ile varlığını hissettirirdi. Sorulan her soruyu cevaplayarak Eğretlinin müşkülünü çözerdi. Kadı vekili yargılama için köye geldiğinde bilirkişi olarak ilk onun görüşüne başvururdu. Hatipler, Gobaklar ve Çakırların ortak sülale adı olan 'Hatiboğulları' isminin Cuma camisi hatipliği ile ilgili olduğu düşünülüyor... 

    Eğret özelinde baktığımızda Cuma Camisi imamından başka Hacı İbrahim Tekkesi, onun vakfı ve bir de Cami-i Şerif vakfı var. Tabi bunların yöneticileri aynı zamanda gayrı resmi olarak köyün yönetiminde de söz sahibi oluyorlardı. Herhangi bir müşkilde halk ilk onlara danışıyordu.

    Bir de köy büyüğü dediğimiz kimseler var. Başka bir vasfı olmamasına rağmen sırf yaşı ve tecrübesiyle öne çıkan böyle kişiler her devirde mutlaka vardır. Şimdilerde 'aksakal' tabir ediliyorlar. Sözü dinlenir, sakinleştirici, sorun çözücü, doğru sözlü böyle kimseleri de saymak lazım. 

    Köy içi ve çevresinde her zaman ortaya çıkabilecek küçük sorunları yerinde halletmek, kendiliğinden oluşan bu heyete düşerdi. Küsleri barıştırmak, tarlaları üleştirmek, kavgayı ayırmak, alacak verecek meselesi, desdivancı/korucu tutmak ve sair, ve sair... 

    Tekrar hatırlatalım, bütün bunların resmi yönü yok... Bu gayrı resmi köy idaresi asırlarca böyle sürdü, ta ki 1831 yılına kadar...



25 Ekim 2025

Coruğuñ Köpek


    Lisedeyken Karagöz Hacivat efsanesinin ortaya çıkışını anlatan bir metin okumuştuk. Tarihi ayrıntılarla süslenmiş eğlenceli bir metindi. Oradaki ayrıntılardan biri kısa boylu bir köpek olup 'Efelioğlunun zağarı' denirmiş. O kadar bilinen bir köpekmiş ki zamanla, 'Efelioğlunun zağarı gibi ne hırlayıp duruyorsun' sözü deyimleşmiş. 

    Merak edenler arama motorlarından yazıyı bulabilir, nasıl olduysa benim aklımda kalmış. Galiba okuduğumuz vakit hatırıma başka bir şey geldiği için Efelioğlunun zağarını unutmadım. O başka bir şey, Coruğuñ köpekti; çünkü bizim köyde de Coruğuñ köpek gibi gezmekten söz ederlerdi... İşin doğrusu, şimdi aradan kırk yıldan fazla geçmiş, bu söz hala aynı tazeliğiyle kullanılmakta...

    Coruk Süleyman Boran kendisi 1973'te vefat etmiş, köpeğinin ne zaman öldüğünü bilen yok. Hatta o köpeği bildiğini söyleyen yalnızca bir kişiye rastladım. Hakeza, rengi, şekli şemali, boyu posu, fiziksel özelliklerini de hatırlayan yok... Görülmemesine, bilinmemesine rağmen bu söz münasebetiyle herkesin onun hakkında bir fikri var.

    Anıtkayalıların Coruğuñ köpek hakkındaki fikirleri bir kaç noktada yoğunlaşıyor. Buna göre bu hayvanın en büyük özelliği çok gezenti olmasıymış. Aynı gün köyün her yanında görülebiliyor; bir bakıyorsun Alagır'da, bir bakıyorsun Buñar'da... Sonra asfalt kenarında dolaşırken görülüyor veya Söğütcük yolunda... Öyle bir köpek ki, girmediği sokak yokmuş... Bu yüzden çok gezen kimselere 'Coruğuñ köpek gibi gine nerden geliyoñ!' diye takılırlarmış...

    Bu kadar dolaştığına göre köydeki fırınlara uğramasa olmazdı... Evet, bütün fırınları gezer, nasibini ararmış. Aslında Eğret'te öteden beri 'fırın köpeği' diye bir kavram da var... Fırının kapısında oturup yahut çevresinden ayrılmayarak girenden çıkandan bir lokma bekleyen köpekler böyle tabir ediliyor. Hatta bazı fırın köpekleri o fırının kadrolu bekçisi gibi kapısısndan ayrılmazlar. Ekmek, hamırsız, pide verseler de vermeseler de çenelerini ellerinin üstüne dayayıp uyuklar dururlar. Böyle fırın köpeklerinin ikinci sıfatı sündüktür. Kovsan, tet desen, taşlasan bile umurunda değildir, iki kuyruk sallayıp mayıklar ve geri dönüp makamına kurulur. Coruğuñ köpek bunlardan değil, bir şey verirlerse afiyetle yiyor; vermezlerse sündüklük yapmıyor, hemen ayrılıyor oradan. Her yeri dolaşacak ya, işine bakıyor yani...

    Her gün köyün bütün fırınlarını dolaştığına dair bir rivayet var. Evet, devriyeye çıkmış gibi her fırına mutlaka uğrar, bunu bir vazife şuuruyla yaparmış. İşin garibi çoğunlukla fırındaki kadınlar tarafından bir parça ekmekle ödüllendirilirmiş. Garip bir şekilde köpeğin Eğretliler tarafından benimsendiğine dair bu rivayet bana ilginç geldi.

    Yalnız onun görüldüğü yerler sadece sokaklar ve fırınlar değil. Değişik bir huyu daha var, açık gocagapı gördüğünde dayanamayıp dalıyor içeri. Bu anlamda hırsız özelliği gösterdiğini söylemek lazım. Burada Coruğuñ köpeği methedecek değilim, ama kapıyı açık bırakmak da hırsıza davetiye olmaz mı... Gelgelelim bizimkinin ilgisi sadece açık kapılara değil ki... Kapı baca dinlemiyor, canının istediği eve dalıyormuş. Teknedeki ekmeği, önceğe sarılı pideyi götürürken çok görülmüş.

    Ekmekle, pideyle kalsa iyi... Bir keresinde Hacımahmutların eve girmiş. Bu büyük sülalenin evleri de çok geniş alana yayılıyor, hangisine girdi bilmiyorum. Hangi ev olursa olsun, Hacımahmutlar ile Coruklar hep komşu idiler; gerçi o köpek komşunun evine değil, köyün bir ucundaki ev olsa yine girerdi... Hacımahmutların eve girmiş, bulduğu bir yorganı sürüyerek evden kaçırırken görülmüş... Coruğuñ köpeğin ilgi alanı ne kadar geniş, varın hesap edin...

    İlgi alanı kadar gezi alanı da geniş... Zamanla köydeki bütün fırınlar, sokaklar, evler dar gelir olmuş. Kırlara açılmış. Orada da tarlada çalışanların, çift sürenlerin heybelerini, torbalarını yoklar; işine yarar ne varsa alır gidermiş... 

    Çok ilginç davranışlar gösterirmiş tarlalarda. Adamı takip eder, gözünü yanıltarak en dikkatsiz anını kollar ve yapacağını yaparmış. Misal biri geldi selam verdi, onunla sohbete daldın. Eğer yüzün heybene doğruysa katiyen oraya hamle yapmaz, sabırla beklermiş. Ne vakit heybene arkanı döndün, işte o zaman kaşla göz arasında ekmeği kaparmış... Dağın başında azığını kaptırıp aç kalan vatandaşın halini düşünebiliyor musunuz... Coruğuñ köpeğin umurunda değil tabi...

    Abarttığım sanılmasın, hatta onun hakkında anlattıklarımın çok eksik olduğunu söyleyebilirim.

    Anıtkaya'da belli bir süre şöhrete ulaşıp kendinden söz ettiren köpekler hep olmuş. Misal 1950'li yıllarda Yörük Tahir Akyol'un gocagapısının önünde sakin sakin yatmakla meşhur köpeğini anlatmışlardı. Buñara giderken iki çocuk, zararsızca yatmakta olan bu köpeğe taş atınca Yörüktahir bunlara usturuplu bir cevap vermiş. Bir yerlere kaydetmiştim, bulamadım o sözü...

    Bir başka misal Aliguru (Ali Dadak)ın köpeği... O da çayda esbap yuyan kadınların ekmeğine musallatmış. Sadece ekmeğine olsa iyi; sabunları, hatta mezarlık gaşına serilen esbapları bile alır gidermiş... Ondan bizar olan kadınlar, ancak sündük köpek ölünce kurtulmuşlar...  

    Yumrukların zağarlar, Yarımçakmak'ın gıdik filan gezer, bulduğu ekmekle karnını doyururlarmış. Onlar için 'ekmeğinin peşinde koşan emekçi köpek' diyorlar...

    Bekirlerin Hasan Yola Dayının köpeği de Coruğuñ köpekle benzer özellikler gösterirmiş. Çok gezer, hırsızlık ve sündüklük yapar filan... Böyle bir süreliğine şöhret olmuş köpekler var; ama hiç birinin şöhreti, deyimleri binit yapıp bugüne kadar ulaşan Coruğuñ köpeği yakalayamamış... Bence O, en az Efelioğlunun zağar kadar ünlü bir köpek...