Misal olarak anlatmıştım, dedemle ninemin orak tarlasında sekiz ekmeği ikindiden önce farkında olmadan nasıl bitirdiklerini... O esnada dedemin ikindi olmadan beş dönüm ekini biçtiğini de söylemeliydim. Ardından ninemin de tek başına annat dırmıkla o tarlayı pakladığını...
Dedemin gücü ile ilgili yine çok eskiden yaşanan bir olayı yeni duydum. Dağda geçiyor olay, fakat tam tarihini bilemeyeceğim. Gödenlerin Dayı Mehmet Dadak, Böbülerin Salih Kabadayı Emmi ve Macurali dedem de olayın kahramanlarıdır. Eylül ayı gbi bunlar Dağa gitmişler oduna... Yalnız kendileri için yakacak temini değil amaçları, götürüp Çorca'ya İnaz'a bostan, kelek, üzümle filan değişecekler. O vakitler böyle işlere de girişirlermiş; ne de olsa onlarda meyve var, berikilerde odun ve her iki taraf da bu şeylere ihtiyaç duyuyor... İyice sarmışlar arabayı, biraz da havaleli olmuş galiba... Bilenler bilir, bizim dağın yolları böyle yükler için çok tehlikelidir, arabayı sürerken azami dikkat gerektirir... Yolun öyle bir yerine gelmişler ki, o kadar dikkate rağmen araba dengilmiş, devriliyor. Diyeceksiniz ki devriliyor da ne demek, bu olay bir anda olup biter, devrilecekse devrilir, niye ballandırıyorsun... Ballandırmıyorum, lafı da uzatmıyorum; olanı anlatıyorum... Araba devriliyor, bir tarafın tekerleri yerden havalanmış. Bizimkilerin üçü de arabanın yıkılacağı taraftalar. Aksi gibi Dayı o anda tekerin dibine sırtüstü düşmüş, dingilin sivri ucu mızrak gibi göğsünü delecek... Bazen böyledir, öyle bir an gelir ki göz açıp kapanma kadar kısa süreç esner de esner, bereketlenir ve insanlara bazı fırsatlar sunar. İşte o uzayan anda Dedem kolları ve bedeniyle yıkılmakta olan yüklü arabayı karşılayıp durduruyor. Bu arada Salih Emmiden, Dayı'yı düştüğü yerden çekmesini istiyor. Dayı o bölgeden uzaklaştırılana kadar iki teker üzerinde kırkbeş derece çapraz duran odun arabasını öylece tutuyor. Herkesin felaha çıktığı anlaşılınca bırakıyor ve devrilme tamamlanıyor...
Devrilirken tek başına zaptettiği bu arabanın yarısı boşalmış halini, daha sonra sekiz on kişi zor doğrultuyorlar. Bu olaydan onlarca yıl sonra, ikisinin de İzmir'de bulunduğu bir bayram sabahında Salih Emmim Dedeme 'Nasıl dayanabildin o kadar yüke?' diye sormuş. Dedem de 'Salih, o anda hiç zorluk çekmedim' diye cevaplamış. Bu diyaloğa şahit olan Berberahmet Emmiye sonra o olayı ayrıntılı bir şekilde anlatmışlar, biz de bu sayede haberdar olduk.
Bizim dağda geçen çok olay var, insanların olağanüstü gücünü yansıtıyor. Bir münasebetle daha anlatmış olmalıyım bu olayı. Sonradan kendisine Kelali/Dindindede denilen Hacıların Ali Azbay, Hakkıların Kadir Yırgal ve Hayta Mahmut Özdemir var. Yunan'ın Eğret'teki son zamanlarına denk gelen bu olayda Ali delikanlı, diğer ikisi ise yeni yetme sayılırlar. Dağda öküz güdüyorlar. Her yerde olduğu gibi İblak'ın bazı bölümlerinde birlikleri bulunurmuş, hatta bir bölge şu anda Gavuryatağı diye bilinir... O gün bizimkilerin elinde bulunan sayılı uçaktan biri Yunan'a bir kaç bomba sallıyor, ölü ve yaralılar var. Yaralıları sedyeye koyup bizim çobanlara taşıtıyorlar. Karşı koyacak durumları yok tabi, çaresiz denileni yapıyorlar. Bu arada doğru durmuyor Gavur, dipçiklerle süngülerle filan dürtükleyip duruyor, hadi hadi diye... Ta o zamandan Ali'yi çok 'cassur' biri diye anlatıyorlar. Bu kelime hem cesareti, gözüpekliği anlatır hem de güç kuvvete işaret eder. Çok güçlüymüş Ali... Yunan'ın bu aşağılayıcı dürtüklemelerine daha fazla dayanamamış "Sizin deee, yaralınızın daa!..." diye başlayıp sedyeyi bırakmış yere. Eline geçirdiği bir meşeyi önüne gelen gavura savurmaya başlamış. Afallayan işgalcilerin aklı başına gelene kadar sekiz on tanesini haklamış, tek başına.
Yaşları küçük olduğu için Kadir ile Mahmut ona yardımcı olamamışlar. Olayı nakledenlerin yorumuna göre eğer ikisi de girişeymiş orada bulunan bütün gavurların hakından gelirlermiş...
Apdıramanlardan Yeniali Ali Kirkit ile Hüseyin Ayas Hocanın eğlenceli yarışmasına bakalım... 1916 Doğumlu bu emmioğullarının ağırlık taşıma yarışı gençliklerinde olsa gerektir. Dediklerine göre zamanın bileği bükülmeyen, sırtı yere gelmeyen pehlivanlarıymışlar. Hem akraba hem rakipler. Bazen güreş bazen de güç gösterisiyle köyde epey şamataya sebep olurlarmış. O günkü yarışma ağırlık taşımaya yönelik... Gocacami'nin önünde antik bir mermer blok varmış. Hışır gibi, normal bir insan yerinden oynatması mümkün değil. Onu kim daha fazla süre kaldıracak, kim daha uzun mesafeye taşıyacak... Etrafta seyirciler... Yarışa Hüseyinhoca başlamış ve taşı kaldırmayı başarmış. Yeniali durur mu, O da yapışmış ve kaldırmış; ama bununla kalmayıp el yükseltmiş. O koca taşı başının üzerine kadar kaldırıp arkasına atmış. Halterdeki silkme ve koparma gibi düşünelim... Hüseyinhoca altta kalacak değil ya, aynı hareketi tekrarlamış, yani başının üzerinden arka tarafına aşırmış... Şu durumda yarış berabere gibi görünüyor, ama olmaz; illa biri pes edecek... Şahitlerin anlatımına göre Yeniali kucaklamış mermeri, başlamış yürümeye. Epey bir mesafe giderek hangi dükkan bilmiyorum, camına veya kepengine taşı değdirmis ve dönerken yarı yolda taşı bırakmak zorunda kalmış. Mermer taşın ağırlığını hatırlayalım, onu bunca mesafe taşımak az buz şey değil... Lakin bu bir yarış ve sıra Hüseyinhoca'da... Önce taşı başlama noktasına getirmiş ve oradan tekrar kucağına alarak başlamış. Yeniali'nin kullandığı pisti takip ederek belirlenen yere taşı değdirmiş ve bırakmadan başlangıç noktasına kadar geri getirmeyi başarmış...
Halberi insanın yerinden oynatamadığı bu taş 1970'lere kadar oralarda duruyormuş. Tamir edilerek çatısı kubbeye dönüştürüldüğü büyük onarımda Gocacami duvarının güney köşesine yerleştirmişler...
Hüseyinhoca'ya pehlivan dedik ya, öyleymiş gerçekten ve kendisi de gücünün, yapabileceklerinin farkında... Apdıramanların aradan, Hatiplerin kuyu civarından meydan okuyarak şimdiki kahvelere doğru geliyormuş. Meydan okuması güreş üzerine, 'Var mı benimle güreş tutacak!' diye bağırıyor. Meydan okumakta haklı, çünkü herkesi yeniyor... Hakkıların Patırdayı Ahmet Yırgal çıkmış karşısına, ben varım diye... 'Tamam Ahmetağa' deyip tutuşmuşlar... Patırdayı kendinden beklenmeyecek bir güçle almış bunu paketleyip Deliyakıp'ın gocagapı önüne kadar götürmüş. Ters sularının süzülüp gölleştiği birikintiye kafasını eğdirip 'Suluyen mi seni burdan Üseyin' diye bastırmış. Hüseyinhoca o anda pes etmiş. Eskiler yenerken de yenilirken de efendiliği elden bırakmıyorlar. Biraz önce ortalığa meydan okuyan Hüseyinhoca efendice yenildim demiş...Hüseyinhoca pes ederken bir de söz almış, haftaya bilmemkimin düğününde Mumaklık'ta davul eşliğinde tekrar güreş tutacaklar... Belirlenen gün gelmiş, Mumaklıkta kenetlenmişler bunlar. Yalnız seyirciler hep Hüseyinhoca taraftarları, Patırdayı o konuda biraz gariban kalmış. O psikolojik ortamda tam üç kere yenmiş Hüseyinhocayı... Gelvelakin seyirciler ve saygıdeğer jüri her defasında 'bu sayılmaz' diye yeniden başlatmışlar. Dördüncüye tutuştuklarında Patırdayı meseleyi anlamış oradan galip çıkamayacağının bilincinde olarak 'Tamam Üseyin, sen yendin' deyip pes etmiş...
Onların ilk güreş tuttukları yerin az ilerisinde, şimdiki Kuran Kursu yerinde Hacıların Oda var, üç katlı... Odanın önü günümüzden bir asır önce olimpiyat meydanı gibiymiş. Gençler toplanıp güç gösterileri yapıyorlar. En popüler oyunları da tokmak atmak. Bu, ağır bir taşı kaldırıp en uzağa atma oyunudur. Olimpiyatlardaki çekiç veya gülle atma gibi bir şey. Bu yüzden orası daima kalabalık olurmuş. Cumhuriyetten hemen sonraki yıllarda bu böyle olduğuna göre, oranın tarihini daha önceki yıllara kadar indirmek gerekir.
Malum olduğu üzere Eğret'te boylu poslu, güçlü kuvvetli kimselere 'gabadayı' deniliyor. Bu yüzden Böbülere ismiyle müsemma bir soyadı verilmiş. Ailenin fiziki yapısının maşallahı var. Gençliğinde Müezzinin Ömer Kabadayı, Hacıların Oda önündeki tokmak yarışlarının müdavimiymiş. Onun gücüne dair başka anlatılar da var. Köprülü'deki Kelmehmet'in değirmendeki olay bunlardan biridir. Bekleyiş esnasında değirmenin haznesine tenike veya demirliyle buğday döktüklerini görünce 'Çuvalı galdırın da deviriven, ne uğleşip duruyonuz' demiş. Onlar da 'Goleyse ge sen galdır!' diyorlar. Çuval 18 demirlikmiş... Oradakilerden biri kaz satma fırsatını kaçırmak istememiş 'Boşuna olmasın bu iş, kazanırsa kaz verelim...' Kelmehmet de biraz kızıştırmış 'Şepidi de benden' demiş, kabul etmişler... O kadar büyük çuvala kolları kavuşmayacağından beygir kayışı almış, onunla sırtlayacak. Fakat iddiaya girenler de şartları ağırlaştırdıkça ağırlaştırıyorlar. Buna göre ağzı yere bakan çuvalı sırtladıktan sonra, kaç basamak varsa o kadar merdiveni çıkacak ve tabanı yere gelecek vaziyette haznenin yanına dayayacak... Bunlara da he demiş Ömer Emmi... Planlandığı gibi çuvalı kayışla sırtlamış, basamakları çıkmış, varacağı yere vardığında boynunu eğip çuvalı başının üzerinden aşırarak götü üstüne otutturmuş...
Olaydan yıllar sonra aynı değirmene Salih Emmi yanında oğullarıyla birlikte gitmişler. Hasan Hüseyin Emmi altı demirlik çuvalı sırtlamış götürürken oradan 'zorlama, dikkat et' gibi uyarılar gelmiş. İşte o vakit Kelmehmet 'Onun dedesi neçesini galdırdıydı' diye yukarıdaki olayı anlatmış da oradakiler ve Berberahmet böylelikle öğrenmişler.
Laf Böbülerin gücüne gelince Gocasan Hasan Kabadayı'dan söz etmemek olmaz. İş görürken, yük taşırken ona buna eyvallah etmez, pek kimseden yardım ummaz ve istemezmiş. Bir keresinde Guyuderesi'nde kestiği yedi sırt odunu kendisi düzlüğe çıkarmış. Meşenin, hele de yaş meşenin ne menem ağır olduğu cümlenin malumudur. Öte yandan sırt, Eğret'te odun söz konusu olduğunda ağırlık/hacim ölçü birimidir. Sırtta taşınabilecek miktar odun bir sırt oluyor. Şimdi öyle yedi sırt odun düşünün ki, arabaya yüklendiğinde mandalar çekememiş...
'Osmanköylünün sırtıyla bir sırt' deyiminde hem bir sırtlık odun miktarına hem de bahsedilen kişinin sırt büyüklüğüne gönderme vardır. Bekçiali'nin ninesi Ayşe Hanım'a Osmanköylü diyorlar, oralı çünkü. Bu deyimi hak edecek bir sırtı varmış ve o miktar odunu çok zaman sırında taşırmış.
Eskinin kadınları da erkekler kadar güçlüymüş. Bu, sürekli işlemek durumunda oldukları bir hayatın gereği olabilir; güçlü olmak zorundaydılar, bedenleri de ona göre hep idmanlıydı. Buna örnek gösterilen bir kadın Mandaahmet'in ilk hanımı, Berberlerin Ali ve Emin Öztürk kardeşlerin anası Ayşe Hanımdır. Deliberber'in bu kızının çok güçlü olduğunu anlatıyorlar.
Hafız'ın muhtarlığı zamanında 1930'lu yıllarda korucularla harmandan dene yolluyorlar, ambara dökmeleri için. Hacımahmutların meydanambarı, Gambırarif'in evin önü civarındaymış. Garapaçaların Eyüpçetin ve Süleyman korucuymuş, onların yanında bir kaç kişi daha var, vazifeleri arabayı ve çuvalları boşaltmak... Demirli veya tenekelerle işini hallettiklerini görmüş Ayşe Hanım, dayanamamış 'Hepiniz deliganlısınız, sırtınıza alıp alıp atıveseniz ya!' diye çıkışmış... Şimdi çuvallar 12'şer demir, ambara üç dört basamaklı bir merdivenle çıkılıyor; atıverin demesi kolay... Onlar da 'Ge goleyise atıve!' demişler... 'Çekilin baken' demiş 'Siz sadece arabadan galdırın...' Sırtına kaldırdıkları çuvalı yüklenmiş, merdiveni çıkmış, bir de balkon gibi taş varmış ona da çıkıp ambara çuvalı boşaltmış. Delikanlı korucular ve diğerleri bakakalmış...
Omarcıkların Ahmetçavuş'un anasına Etli Ümmühan demelerinin sebebi, iri yarı ve güçlü kuvvetli olmasıymış. Aslen Akörenli Ümmühan Hanım Omarcıkoğlu Hasan'a gelin gelirken, yani düğünü sırasında, yerdeki bir koyunu tek eliyle kavrayıp atın terkisine aldığını görmüşler.
Yunan mitolojisinde güç kuvvetle meşhur kişi olarak bir Herkül'ü biliriz. 'Herkül gibi' benzetmesi, anlatımı güçlendirmede sık başvurulan anafordur. Bizim kültürümüze de bir şekilde girmiş yani... Bunun Eğret'le ne alakası var diye çıkışacakların sakin olmasını öneririm, zira çok alakası var. Garaguzuların Ali eşi Sultan Hanım kocasını erken kaybedince çocuklarına hem analık hem babalık yapmış uzun süre... Bu arada evde kadın gibi, kırda bayırda erkek gibi çalışmak zorunda kalmış. Çünkü pilavı da kendi pişiriyor, esbabı da O yuyor, orağı da O biçiyormuş. Gücü kuvveti yerinde, ayrıyeten iri yapılıymış... Bu yüzden kadın Herkül anlamında Herküle/Hörküle lakabı takılmış...
Yukarıda güreş tutanlardan bahsetmiştik, meşhur pehlivan Hüseyinhoca filan... Lakabı Pehlivan'a çıkmış Sağırların Ali Osman Sancak'ı unutmayalım. Kelapdılla Abisi, Gobakların Halil, Keçilerin Kazım... Bunlar orakta tırpanı, amelelikte küreği, kerpiç kalıbı büyük olan kimselermiş ve işveren ağa tarafından tercih edilirlermiş. Kimseye durduk yerde böyle ünvanlar lakaplar verilmiyor. Gociban ile Gocasan (İbrahim Özen ve Hasan Kabadayı)ya Çorca'da orak biçerken 'Biçerdöğer'; Gobaklarda 'Moturhalil', 'Moturhatca'; Hacımahmutlarda 'Ayımevlüt', 'Mandaahmet', 'Aygırhasan' lakapları boşuna değil; hep güç kuvvetle ve inanılmaz çalışmayla ilgili...
Berber Ahmet Kabadayı Emmiden son bir nakille bitirelim. İkisi de rahmetli oldu, Şampaya ile Tekelilerin Gocabıyık iddiaya girdiler. 12 Demir buğdayı sen taşırsın ben taşırım, taşırsın taşıyamazsın... Hedef Hacı Ahmet Çelik'in dükkan, Şampaya'nın evden alınıp oraya götürülecek... Onun evine çıkan ara çok çamur, bu yüzden Şampaya bu çamura güvenerek taşıyamayacağını iddia ediyor, Tekeli ise götürürüm diyor... Götürürse onun olacak, Hacı'dan parasını alacak... Götürmüş ve kazanmış... Bu olay Berber'in çıraklığına denk geldiğine göre 1960'lı yıllarda yaşansa gerektir...