Burada zengin olsun fakir olsun, iyilik ve yardım edilmesi gereken bir kesim olarak 'yolda kalmışlar', daha geniş ifadeyle yolcular üzerinde duracağız. Kur'an çevirilerinde ekseri 'yolda kalmış' diye geçen söze, bazı meallerde 'yolcu' diye karşılık vermiş. İşte onlara, yani yolculara infak edenler de 'doğrular', 'muttakiler', 'kurtuluşa erenler' gibi iyi vasıflarla anılmış.
Bilindiği gibi seferilik, yolda çekeceği sıkıntılar öngörülerek ibadette insana kolaylıklar tanınan bir kavramdır. Bundan yolculuğun ne menem bir problem olduğu anlaşılabilir. Müslümana sıkıntı olan durumlar, elbette başka din mensupları için de geçerlidir. Sosyal durumu ne olursa olsun yolculuk meşakkatinden dolayı tüm yolcular, kendisine iyilikte bulunulması gerekenler kapsamına alınmış.
Yolcunun dini, ırkı, sosyal durumu, nereli olduğuna bakılmaksızın ona iyilik etmeye yönlendirmiş olması bakımından, Kuran'ın bu emriyle Eğret odalarının bağı olduğunu düşünmek yanlış olmaz.
Gelen geçene aş ekmek versin diye kurulan Hacı İbrahim Zaviyesi, Fatih ve sonraki padişahlar tarafından sırf bu hizmetinden dolayı teşvik edilerek vergiden muaf tutulmuş. Zaviye/Vakıf/Tekke ile ilgili kayıtlarda da gelen geçenin (ki biz bunu yolcu diye düşünmeliyiz) kimliğiyle ilgili atıf, ima, işaret vb. hiç bir ayrımcı ifadeye rastlanmamış. Yani işlek bir ticaret yolu üzerinde bulunan Eğret Han'ı yakınlarındaki Zaviye, Kuran'ın yolculara hizmet/iyilik emri istikametinde kurulmuş, biz buna kısaca Allah rızası için diyoruz...
Eğret Kervansarayının yetersizliği veya başka sebeplerle zamanla Eğretliler oda açmaya, yolcular da bu odalarda konaklamaya sevk edilmişler. En büyük özelliği gelen geçen, yiyen içen, yatan kalkan yolcudan karşılık beklememek olan odaların açılmasına sebep işte bu Allah rızası düşüncesidir...
Her biri Yörük kökenli Türkler, Osmanlı devleti içinde en iyi bildikleri alana, ileşberlik, hayvancılık ve askerliğe ağırlık verdikleri için diğer sektörler yabancılara veya içerideki azınlıklara kalmıştı. Bu yüzden ticaret kervanları ve tacirler genellikle yabancılardan oluşuyordu. Zaviye ve odaların Allah rızası için hizmet verdiği işte böyle bir kesimdir, buna rağmen odada kalanların kimliğiyle ilgili tatsızlık yaşandığına dair bir şey yok. Kuran nasıl emrettiyse öyle davranılmış...
Son dönemlerde, 19. yüzyıl sonlarından itibaren ticaretteki yabancı tekeli kırılmaya başlamış, Müslüman tüccarlar çoğalmış. Haliyle odaların misafir profili de değişmiş. Lakin odalarda Eğretlilerin misafire hürmeti değişmemiş. Bunun sebebi orada konaklayan kişiyi yolcu değil de 'misafir' olarak düşünmeleri olabilir. Çünkü sefer kökünden gelse de, yolculukla alakası bulunsa da, misafir kelimesi Türkçe'de daha sıcak bir manaya bürünmüştür.
'Misafirperver' kavramı bile tek başına yeni anlamı açıklamaya yeter. Misafir güleryüzle karşılanması, rahat etmesi için her türlü konfor sağlanması, hürmette kusur edilmemesi ve duasının alınması gereken kişidir. Çünkü onunki makbul dualar arasında sayılmıştır. Başkası için edilen dua kabule daha yakın ise, misafir de yabancı biri olarak başkası ise, onun yapacağı dua, hem misafir hem başkası olması sebebiyle, katmerli bir dua sayılabilir.
Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde, Eğretliler ve oda sahiplerinin misafiri hoş tutmak ve onun duasına mazhar olmak için ellerinden geleni yaptıklarını görüyoruz. Zamanla Kur'an ve hadislerde bildirilenleri unutmuş olabilirler, salih amel kavramını bilmiyor olabilirler, ama Allah rızası için misafirin gönlünü hoş tutup duasını alma hususunu hiç ihmal etmemişler.
Eğret'te meşhur 'bulduk' kavramı da böyle ortaya çıkmış. Herkesçe malumdur, çocuklar isimlendirilirken evin/sülalenin büyüklerinin adları verilir. Daha sonra yine çemberi derece derece genişleterek yakınlardan hatırası yaşatılacak birilerinin adları konulurdu. Normalde böyle, fakat bazen normal dışına çıkıldığı da olurdu. Misal, doğan çocuk çok yaşamıyor, hemen ölüyor, o vakit duası makbul birilerinin adını koyacağına dair bir söz veriyor ve çocuk doğunca sözünün gereği olarak o isim veriliyor, böylece geleneğin dışına çıkılmış oluyordu.
Böyle isimlendirilen çocuklara da 'bulduk' deniyor. Zamanla sülalesinin adı Bulduklar olarak yerleşen Selimlerin Mehmet'in lakabı da böyle oluşmuş. Aslında sülale geçmişinde Mehmet adı yokken, Selimoğlu Halil ilk oğluna bu adı vermiş. Sebep olarak çocuk doğduğunda odadaki Arnavut misafirin adı Mehmet diye gösteriliyor. Onun duasını alarak ismini veriyorlar, çocuk yaşıyor. Bundan sonra ona kah Arnavut, kah Bulduk denilecektir.
Benzer bir bulduk hadisesi Gırhasanlar'da yaşanmış. Nasıl bir hal olduysa ve kimin zamanında yaşandıysa odadaki bir Acem misafirin adı çocuğa lakap olarak kalmış ve sülaleye 'Tomanlar' demişler. Omarcıkların odadaki bir misafirin adından mülhem Feyzullah Sağlam'ın adı da bulduk olarak konulmuş. Hatiplerin odadaki misafirlerden de bulduk isimlerini anlatıyorlar.
Son olarak Temtemin odadaki misafir ismiyle konulmuş buldukla bitirelim. Sudepeosu'nun hemen ardındaki bu odada misafir eksik olmazmış... Emirdağ'dan Eğret'e geldiğinde çocuk yaşta bulunan Ese, İdirizlerden Yanalhatca ile evlenip onun yurduna yerleşmiş. Temtemin oda yakınlarında olan bu evde uzun süre çocukları olmamış veya olduysa da yaşamamış. Nihayet 1927 yılında oğulları doğduğu sırada Temtemin odadaki misafirin duasıyla adını verdikleri çocuk yaşamış. Yusuf Eminç'in isim hikayesi de böyle...
Yolcuya yardım edin emir ve tavsiyesi, misafirin duası kabul olur düşüncesi tatlı bir gelenek oluşmasına yol açmış. Buradaki davranışın mantıksal dayanağını sorgulayacak değiliz, yalnız yolcuya neden yardım edilmesi gerektiği ve onun duasının neden makbul olduğunun hikmeti tam kavranamasa da, anlaşılabilir. Çünkü yolda kalmanın ne olduğunu ancak yolda kalanlar veya yolda kalanı görenler bilir.
Bizim nesil, odalarımızın yolcuya hizmet verdiği son dönemi yaşadı gördü. Sağırların İbrahim Sancak dedenin, iki kolu omuzlarından kopuk bir misafiri kendi elleriyle doyurduğuna şahit oldum. Dışarıda havanın çivi kestiği zamanlarda, sıcak odada mahcup bir edayla esneyen misafir göreniniz vardır. Elbette kesin bilemeyiz, ama böyle insanların duasının Hakk katında bir kıymeti olsa gerektir.
Eğret'te eski dönemlerde yaygınlaşan ve hala çok sayıda faaliyetini devam ettiren odaların varlığını bir de bu açıdan düşünelim istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder