İnsanlar kendi ekmeğini kendi eder ve bu iş 15-20 günde bir tekrar edilir. Sırf ekmek etmek için bile olsa her kadın sık sık fırına uğramak zorundadır. Kaldı ki, ileride bahsi geçeceği üzere, fırınlarda sadece ekmek pişirilmez; bu yüzden bir dönem kadınlar hemen her gün mutlaka fırına uğrarlardı.
Öteden beri kalabalık bir nüfusa sahip olduğu anlaşılan Eğret köyünü bir iki fırının idare edemeyeceği malumdur. Bu yüzden her mahallenin (Eğret'te sokağa mahalle derler) en az bir fırını olmuştur. Bazı mahallelerde birbirine komşu fırınlar bile vardı. İhtiyaç fazla olunca, zamanla her sülaleye bir fırın şart oldu ve fırınların çoğu sülale adıyla anılmaya başlandı. Hacımahmutların, Garadellerin, Mardakların, Böbülerin, Veyislerin fırın vb...
Mahalle fırını diyebileceğimiz bu fırınların Eğret kadar eski olduğunu düşünebiliriz, fakat bunun böyle olduğunu gösteren belgeye, anlatıya, rivayete sahip değiliz. Örenler civarına geçici bir yerleşim kurma gerektiğinde, oraya yapılan binalardan biri de fırınmış. Ayrıca Yunan işgali sırasında fırınları işgalcilerin nasıl kullandığına dair bazı anlatılar dinledim. Kadınlara çok miktarda ekmek pişittirip yakınlardaki birliklerine sevkettiklerini gösteren bazı fotoğraflar da bulunuyor. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere, Eğret mahalle fırınlarının ancak bir asırlık geçmişini bilebiliyoruz, daha öncesinin cahiliyiz. Yine de daha eskiye dair bu doğrultuda isabetli tahminler yapılabilir.
Şu anda kendisi bulunmayan, eskiden olmayıp da yenilerde yapılan, eskisi yıkılıp yenilenen veya eski haliyle öylece duran bütün fırınları sayalım dedik de, Zafer ve Cumhuriyet mahallelerinde 15 fırın belirledik. Bir köy için oldukça büyük bir rakamdır bu... Cabbakların, Mardakların, Selimlerin, Hacımahmutların, Tellilerin fırınlar; ayrıca Bödülerin evin altında, Sudeposu yanında, Gugukların ev karşısında bulunanlar Zafer mahallesindekiler... Garadellerin, Veyislerin, Böbülerin, Hacapdıllanın, Şemşilerin fırınlar ile Mezerböğründeki ve Bunar mahallesine yeni yapılan fırın da Cumhuriyet mahallesindekiler... Elli yıl önce bu kadar fırın hemen her gün cıvıl cıvıl olurdu. Şimdi bir çoğu modernleştirilmiş olmasına rağmen eski canlılığın bir türlü yakalanamadığını söylüyorlar...
Eskidiği, çatladığı vakit fırın taşını değiştirmek gerekiyor. O zaman madem böyle bir işe girişiliyor, kapsamlı bir tamirat yapalım diyerek fırınları yeniliyorlarmış. Bunca fırının birinin tamirine mutlaka tanık olanlar vardır. Bizim mahalledeki fırını 1980'lerde tamir ederken ben de oradaydım. Pek işe yaradığım söylenemez, ama iyi gözlemledim; elbirliği ve müthiş bir koordinasyonla iki haftada fırın bitirildi. Bu arada bir fırında olması gereken şeyleri de tespit ettim.
Bütün fırınlar plan olarak birbirine benzer. Tek katlı garaörtü fırın binasının bir ucunda asıl fırın kısmı bulunur. Buranın altında fışgı yakıldığı için her daim kızgın veya soğuk kül doludur. Olanca is üstteki pişirme kısmına çıktığından orası da hep simsiyahtır. Aslında bu kısım bütün fırının en iğrenç görünen yeri olup, bu kötü manzara dambeşe bir kule gibi uzanan bacayla taçlandırılır. Bacanın başı da her daim dumanlıdır...
Hamur işlerini halletmek için yükseltilmiş bir sekide en azından bir hasır, bazen onun üzerine yayılı bir kilim, bir veya iki tane yasdığeç de sayılması gereken fırın levazımatından... Yerler genellikle samanla fışgıyla batırıldığı için ekmeğin hazırlanma aşaması bu zeminden yüksekçe bir yerde yapılmalıdır. İşte seki bunun için vardır.
Yine bir fırının olmazsa olmazı da iki yalak... Şebeke suyuna erişimin olmadığı zamanlardan kalma yalakların birinde hamur ve uğra bulaşığı eller, esıran, tas filan yıkanır. Böyle nimet temizliğine yaradığı için temiz sayılan bu yalak kullanım suyunun, zorunluluk halinde, çocuklara içme suyu olarak verildiğinin çok şahidi var... Fakat öteki yalak böyle değildir. Sönge yalağı denen bu su haznesinin suyu her daim kapkaradır. Çünkü buraya daldırılan sönge, gidip fırının isli küllü taşını bir güzel süpürdükten sonra tekrar gübürüyle bu yalağa daldırılır. Bu işlem her ağızda bir kaç kez tekrarlandığı için sönge yalağındaki suyun temiz ve berrak olması mümkün değil.
Kullanılmadığı zamanlarda söngenin dayandığı duvar da haliyle sönge rengini alması kaçınılmazdır. Burada söngeyi biraz tanıtmak gerekiyor. İki ikibuçuk metrelik sağlam bir sırık ucuna bağlanmış bir paçavra düşünelim, sönge budur. Yalakta ıslatılan paçavrayla kızgın taş silinir, böylece hem temizlik sağlanır hem de taşın fazla ısısını almış, yani hafiften söndürmüş olursunuz. Adını da bu söndürme işinden aldığı sanılıyor.
Sönge dayandığı yerde tek başına değil, arkadaşları var. Fırına guyulacak malzemeye göre değişik ebatlarda bir kaç fırın küreği, alttaki külü temizlemek için normal bir kürek ve zaman zaman külü karıştırmada kullanılan genellikle meşeden bir garışdırgeç... Bunlar kullanılmadığı zamanlarda duvara dayalı kardeş kardeş bekleşen malzemelerdir ve aşağı yukarı her fırında böyledir...
Duvarlara yerleştirilmiş bir veya iki delik havalandırma ve aydınlatma amaçlıdır. Rüzgarın ters estiği zamanlarda duman deptiği için delikler kapatılmak zorunda kalınabilir; ama kapıdan sonra temiz havayı sağlayan önemli bir unsur olduğundan genellikle açık tutulurlar. Ayrıyeten duvara gömme bir kapaksız dolap da bulunur ve o da delik diye adlandırılır ki genellikle fırıncı buraya aldığı hakları ve başka malzemelerini koyar.
Her fırının olmazsa olmazı sündük köpekleri burada anmazsak ayıp olur. Çünkü onlar da saydığımız diğer ögeler gibi fırının demirbaşı sayılırlar. Gerçi insanlar oradayken içeri girmezler, ama mutlaka kapının yanlarında uyuklayıp birisi tekne veya tepsiyle giderken kuyruk sallayıp bir parça bir şey vermesini beklerler. Aldığı payını iştahla yerken bir sonrakini düşünüp düşünmediğini bilemeyiz. Onlara fırın köpeği denir...
Fırında ekmek pişirme mevzusu bir süreç olduğundan onu ayrıca ele almak gerekecek. Ekmek dışında fırının nelerde kullanıldığına bakalım. Pişirilen her şey, tepsi yemeği de dahil, mahalle fırınında halledilebilir. Genelde tepsi adı verilen hamur işleri; bükme, börek, nokul, cızdırma, höşmerim... Evlerde fırın bulunmadığı zamanlarda onun işini görecek şeyler; pasta, kek, gevrek, kıkırdak vb... Nohut, günaşık gibi kuruyemiş kavurma... Uzun bir pişme süresi isteyen kabak, pancar... Alttaki küle ise yumurta, kumpil, pancar vs. gömme; yine külde nohut, mısır kavurma gibi daha bir sürü şey... Bütün bunlar mahalle fırınının kadınlara sunduğu hizmet kaleminden şeyler...
Gelgelelim Anıtkaya fırınlarında kadınlara verilen hizmet akşam üstü, bilemedin yatsıda bitiyordu. Bundan sonra oralar erkeklerin... Daha doğrusu odaya veya kahveye gidemeyen erkeklerin... Bunlar her iki yerde de barınamayan kesimdir, fırınları arkadaşlarıyla sohbet merkezine çevirirlermiş. Tabi kuru kuruya sohbet olmaz, hazır ateş de varken kumpir filan gömerlermiş. Ayrıca kış mevsiminin vazgeçilmezi olarak kelem yiyen kafadarlar da varmış.
Yokluk zamanlarının fırın müdavimleri böyle... Karın doyurmak maksadıyla fırınlara akın eden erkeklerle efsane lezzet 'külde sucuk' geleneği de başlamış oluyor. Bunun 1960'lı yılların sonlarında yerleşen bir adet olduğunu söyleyenler de var. 'Sucuk goma' diye adlandırılan bu adet başlangıçta külle alakalı değilmiş, üstteki taşa koyup pişirdikleri için böyle demişler. Sonradan külün lezzetini fark ediyorlar... İşte o andan itibaren Anıtkaya'nın mahalle fırınları ehlikeyfin ilgi odağı haline geldi. Değişik değişik lezzet ve pişirme teknikleri peşinde koşmalar bu dönemdedir...
Lezzet arayışları sucukla kayıtlı değildi, yağlı kağıtla et gömme, fırında yumurta, tepsi kebabı gibi şeyler yaygınlaştı. Hatta fırında işkembe pişirenleri duyduk. Erkeklerin bu çılgın arayışlarından hiç biri sucuğun tahtını sarsamadı, onun yeri ayrıydı...
Küle sucuk gömme lezzeti sonra Anıtkaya sınırlarının dışına taştı. Orijinal teknik ve lezzetten uzaklaşan bu yönteme her yöre kendince sahip çıkmaya başladı. Anıtkayalılar oralı olmadı, yemelerine baktılar. Sonuçta ne mi oldu?... Geçenlerde iki arkadaş sucuk gömmek için fırın aramışlar, hepsi soğukmuş. Birini yanmış denk getirmişler, ama o da kilitliymiş... Var gerisini sen düşün...
Belediye fırınının açılışını, Eğret mahalle fırınları için sonun başlangıcı kabul edenler var. Bence o açılmasaydı da bu fırınlar çağın gereği bitişi yaşayacaktı. Nasıl fabrikaların açılması, değirmenlerin yok oluşunun asıl faili değilse, fırınların durumu da böyledir.
Ekmek etme konusunda da durum farklı değil. İnsanlar fırını yakma, hamur yoğurma, yazma, bırağma gibi işleri çok zahmetli bulduklarından ekmek etmek istemiyorlar. Ayrıca artık ev hanımı kavramı veya tek uğraşı ileşberlik olan kadın kalmadı, çoğunluğu çalışan kadın. Bu yüzden fırınlar soğuk. Yukarıda sayılan 15 fırının üçte biri artık yok, kalanlar da yanmadığı için sucuk gömmeye fırın bulamıyorsun. Yarım asır önceye göre fırınlarımız daha modern olabilir, fakat yanmadıktan sonra bunun ne kıymeti var!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder