04 Aralık 2024

Ali Efe


    Türkmenoğlu Ahmet'i Eğretliler hiç bir zaman bu resmi lakabıyla anmadı, Yörüğoğlu derlerdi. Sonradan bu tabir çoğullaştırılıp çocukları için Yörüğoğlular sülale adına dönüşecektir.

    Kızlarından başka üç oğlu vardı Yörüğoğlunun; Ali, Halil ve İzzet... Küçükler Halil ile İzzet'in arasında bir yaş vardı, ama 1901 yılında doğan Ali abileri onlardan on onbir yaş daha büyüktü. Bunca yaş farkından dolayı kardeşlerine hep ağabeylik yaptı.

    Çocukluk ve gençlikleri Eğret'in harpler, mütareke, işgal günlerindeki yokluk ve diğer sıkıntılarını yaşayarak geçti. Evlenip yuva kurmaları kurtuluştan sonradır. Asıl geçimlerini hayvancılıktan sağlayan köylünün durumunu toparlaması kolay olmadı, çünkü Yunan köyün bütün mal varlığını yağmalamıştı. Üç kardeş herkes gibi nice zorluklara göğüs gerdiler. Bu dönemde evin büyüğü yaşlı babalarıydı, ama işleri yürüten büyük kardeş Ali idi. Zaten Yörüğoğlu Ahmet Tüplek 1938 yılında 64 yaşında vefat etti.

    Babaları vefat ettiğinde 37 ve 27 yaşlarında bulunan Ali ve Halil'e köylüler çoktan Efe lakabını takmışlarmış. Her birini özel olarak Aliefe ve Halilefe diye çağırıyorlar. Bunlar ölene kadar onların özel lakabı olacaktır... İzzet'e gelince, O 1946'da genç yaşta vefat etti.

    Kardeşlerinden yadigar dört yetim yeğenleriyle birlikte koca Yörüğoğlular ailesinden artık iki kardeş Aliefe ve Halilefe sorumludur. Sorumluluğu daha babalarının sağlığında ele aldıkları için pek acemilik çekmeyecekler. Zaten işleri büyük ölçüde yürüten Aliefe idi.

    Aliefe o yıllarda lider kişiliğiyle köy idaresinde de öne çıkıyordu. Delimamın Ali Soydan döneminin İhtiyar Heyetindeyken Muhtar görevi bırakmak zorunda kalmıştı. Birinci aza olarak yarım kalan Muhtarlık görevini tamamlamak ona düştü. 

    Yarım dönemin sonundaki seçimlerde aday oldu bu sefer Eğret Muhtarı olarak yeni döneme başladı. Kendi adıyla özdeşleşen hizmetler işte bu dönemin ürünüdür. Köy boğaları, damızlık at ve eşekler için yapılan özel ahır Aygırhane olarak bilinecek ve o mevkinin de adı olacaktır. Çeşmelerin önündeki kavşakta Eğret Çayı dibine yaptırdığı koyun kuzu yıkama havuzu da mühim eserlerden. Yeni hamam ve Çamaşırhane ise kararı alındığı halde siyasi/idari ömrünün bitmesi sebebiyle yapımına başlanamayan projelerdendir.

    Bunlardan daha önemli bir eser var ki o da Eğret İlkokul binasıdır. Bizim eski Ortaokul diye bildiğimiz bu bina Anıtkaya'nın planlı yapılmış ilk okul binası kabul edilmektedir. Orası yapılana kadar Eğret İlkokulu, Gocacami'nin yanındaki medresede öğretim veriyordu ve fiziki yetersizlik sebebiyle üç yıllık idi. Yeni yapılan bu bina sayesinde beş yıllık ilkokul devri de başlamış oldu.  Yeni Hamamın yan tarafına inşa edilen daha sonraki İlkokul binası yapılana kadar Aliefe'nin yaptırdığı bu ilk binada eğitim devam edecektir.

    1960'lı yıllarda yeni bina yapıldıktan sonra, Aliefe'nin yaptırdığı ilk bina atıl hale gelecekti. Gönlü bu duruma razı gelmedi, üzerinde hiç bir idari vasıf bulunmamasına rağmen orayı tamir ederek Ortaokul açmaya girişti. Canla başla çalışıp 1969-70 eğitim öğretim yılının açılışına Anıtkaya Ortaokulu'nu yetiştirdi... 

    Eşya ve binalarla duygusal bağ kurmakta zorlanmayan Aliefe'nin bu dönemlerde gerek İlkokul gerekse Ortaokuldaki öğretim çalışmalarına önem verip destek olduğunu, en ufak bir başarıdan bile ne kadar mutlu olduğunu şahitleri anlatıyor. Öğrenciler yarışmada derece yaptı diye Bahçecik'te koyun ziyafeti filan verirmiş...

    Köy idaresi ve eğitim sektöründe önde bulundu. Seçimlere girdi; kazandı kaybetti, başarılı başarısız oldu, inişli çıkışlı böyle bir hayatı var. Fakat 1940-70 arasındaki hayatı bundan ibaret değildi. Her şeyden önce ilgilenmesi gereken kalabalık Yörüğoğlular var, dolayısıyla paralel akan bir aile hayatı da bulunuyordu.

    Bir Türkmen/Yörük ailesi olarak geçimleri hayvancılık üzerineydi. Koyun ağırlıklı bu işin ticari yönü olan cambazlıkla da iştigal etti. Etraf köylerden de bu sahada önemli bir çevre edindi. Yörüklerdeki yaylak-kışlak geleneğini uzun süre uygulamışlar. Bahar ve yazı İblak'ın zengin otlaklarında, Eğret'in geniş arazisinde yaylamışlar. Sert kış soğuğunu ise nispeten daha ılık olan Manisa civarında kışlayarak geçirmişler. Bazen trenle bazen de sürüp götürdükleri bu göçler bir kaç yıl devam etmiş.

    Manisa kışlamalarında hem hayvanları yaymışlar hem de yeni kazanımları olmuş. Çevreleri genişlemiş, görgüleri artmış, yeni ufuklar yeni dünya görüşleri kazanmışlar. Oranın insanlarıyla sürekli etkileşim içinde olmuşlar. Aliefe'nin Anıtkaya'da oynadığı kendine has harmandalını orada öğrendiği söyleniyor. Zaten duygusal biri, son zamanlarında bunu oynar ağlarmış. Kim bilir belki eski Manisa günlerini hatırlayıp efkarlanıyordu...

    Çok gösterişli, çalımlı, rahvan bir atı varmış Aliefe'nin. Çobanlığını ve sürü idaresini bu at sırtında yapıyor, ayrıca her türlü ulaşımı da onunla sağladığı için onu sürekli o atla birlikte görüyorlar. Binit bu, günümüzün son model arabası gibi düşünelim... İnsanlar da öyle düşünüyor ve o ata hayran hayran bakıyorlarmış. Hatta Alaşehir'de birisi, karşılığında beş dönüm bağ teklif ediyor da Aliefe razı gelmiyor. Atına o kadar bağlı... Torunları eşyayla, mekanla olduğu gibi onun hayvanla da duygusal bir bağ kurabildiğini söylüyor... Atına duyduğu sevgi de böyle bir bağın ürünü olmalı...

    Zaman böyle ilerlerken 1960 ihtilalinden sonra işleri birden bozuluyor ve iflas ediyorlar. İflas ne demek, bütün sürüsünü kaybetmek demek... Öyle olunca kardeşi Halilefe ile ayrılıyorlar. O vakit, belki ekonomik olarak hayatının en zor günleri başlıyor.

    30 Kile (veya demir) arpayı yardırıp yiygi etmişler. Yanlış anlaşılmasın, mallara değil kendilerine yiygi ediyorlar. Fakat elde kalan hayvanların da karnı doyması lazım, onlar ne yiyecek. Misal beş köpekleri var... Evin idaresini eline alan hem yeğeni hem de gelini Rabia Hanım bu yüzden üç köpeği asarak öldürmüş, sırf arpa ekmeğine ortak olacaklar diye... Hiç olmazsa yal olarak ayıracakları yiygide tasarrufa gidiliyor böylece.

    İşte bu arada çok sevdiği atını da asıp öldürmekle tehdit etmiş Aliefe'yi... Götür sat, kendi yiyecek ekmeğimiz yok, filan demiş... Kadın haklı... Aliefe de öyle düşünmüş ve karışık duygularla varmış Afyon'a... Foto Celal'den atıyla vedalaşmasını fotoğraflamasını istemiş. Arka planda Heykel (Utku Anıtı)nın olduğu bir kaç poz verdikten sonra rahvan atını elden çıkarmış. Köye yaşlı gözlerle onsuz dönmüş...

    Kara gün kararıp kalmaz, o günler de geçmiş. Osmanköylü/Afyonlu ağaya ortak at, kısrak aldırmışlar. O vakitler koşum ve binek atlara çok ihtiyaç var. Üretip ehlileştirip para kazanacaklar. Bahçecik ve Keçiyatakları'nda Metin Tüplek o atları çok gütmüş. Yirmi otuz civarıymış at sürüsünün mevcudu...

    Yazın güderler, kışın Çayırlar bölgesine yılkı bırakırlarmış. Kar yağana kadar hayvanlar oralarda eğleniyor. Bazen Susuzosmaniye mezarlığına girerlermiş yayılmak için. Köyün Koruma'sı kapatır, Anıtkaya'ya pazara geldiklerinde Aliefe'ye haber verirlermiş, böyle böyle diye. Gider, cezasını öder çıkarırmış...

    Atlarla belini biraz doğrultmuş. Sonra sığır buzağı toplamış. Bunları hep torunum güder diye alıyor tabi... Bu kadar fasılasız çobanlığa dayanamayıp İzmir'e kaçtığında Metin 16 yaşındaymış. Aliefe onun peşini bırakacak değil, tutup getirmek için dah etmiş İzmir'e... 'Bir kahvede köylülerini başına toplamış, bir şeyler anlatıp türkü söylerken buldum' diyor Metin Abi... Zaten evvelden güzel türkü söyler, güzel oynarmış... 

    Gönlünü alıp köye dönmeye razı etmiş torununu... Elbette aralarında çobanlık yapmayacağına dair anlaşma da olmuş... Bundan sonra oğlu Musa Tüplek'in koyun çobanlığı serüveni var. 

    Aliefe mi? O, 1982'de 81 yaşında vefat etti. Diğer torunu Bıçakçı Cengiz Tüplek, ALİEFE marka bıçaklar yapıyor. Logosunun bir yanında harmandalı oynayan bir efe figürü, diğer yanında Aliefe'nin doğum tarihi 1901 ifadesi yer alıyor... Aliefe bir şekilde yaşıyor...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder