dil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2024

Örnek Çıkarmak


    İpe değişik tarzlarda düğümler atarak onu dokumaya örme deniliyor. Örülen şeylere, örülerek yapılan giysi benzeri nesnelere de örgü adı veriliyor. İpekböceğinin kozasını örmesi, kaderin ağlarını örmesi, başa çorap örmek gibi zengin bir ifade gücünün yansıması olarak karşımıza değişik şekillerde çıkabiliyor bu kelime.

    Ör- fiiline yakın kelimeleri zihnimden geçirirken aklıma “örümcek” kelimesi de düşmüştü. Bu kelimenin tarihine bir bakayım diye Kamus-ı Türki’yi açınca hayal kırıklığına uğradım. Çünkü bu kelimenin aslının “örkümcek” olduğu ve “ürkmek”ten geldiği söyleniyordu. Halbuki ör- fiilinden türediği o kadar açık ki bunu bu hayvancığın salgıladığı maddeyi bir ağ haline getirirken hangi işi yaptığını görerek bile anlayabiliriz.

    Bakın Türk Dil Kurumu'nun Tarama Sözlüğünde “urgan” kelimesinin değişik telaffuzlarını nasıl tespit etmişler: örken, örgen, örgün, örkün… İşin içinde ip olunca ve birkaç ince ipin örülerek daha kalın hale getirilmesi sonucunda urgan ortaya çıkıyorsa ister istemez ör- fiili ile urganın bağlantısını kuruyorsunuz.

    Günümüzde “misal” karşılığı kullandığımız “örnek” kelimesinin birkaç anlamı sözlükte (Kamus-ı Türki) şöyle yer alıyor:

    1- Bir şey yapmak için öne konulan, imtisal olunan şey, numune, misal : Bu iş, bu adam size örnek olsun.
    2- Bir şeye imtisalen yapılan iş, manend, misal : Tıpkı örneğini yapmış.
    3- Bir büyük miktara misal olmak üzere gösterilen küçük miktar, numune : Zahire örneği, kumaş örneği.
    4- Cins, nevi, çeşit : Bu ne örnek maldır? Onun bizde birkaç örneği vardır.

    “Örnek” kelimesinin Anıtkaya’daki kullanım alanı sözlükte belirlenen sınırların içinde ve fakat daha dardır. Genç kızlar çeyizlerini küçük yaşlardan itibaren düzmeye başlarlar. Göz nuru döktükleri bu çeyizler o kadar önemlidir ki sergileyecekleri birkaç gün boyunca eksik arayan nazarlara karşı bütün tedbirler alınmış olmalı, her bir iş kusursuz görünmelidir. Ayrıca bu işlerin çok güzel, orijinal, benzersiz olması da tercih edilen özelliklerdir. Böyle bir iş çıkarmak için daha önceden yapılan işlerden yararlanmak kaçınılmaz olur bazen. İşte yararlanılan ve tamamlanmış böyle örgü, işleme gibi işlere “örnek” adı verilir. “Örnek almak” bir başka nakışı, ilmeği taklit etmek demektir. Elinde orijinal bir iş bulunduranlar çoğu zaman bunun örnek alınmasını istemedikleri için bazı sıkıntılar bile çıkar. İşte “örnek” kelimesi Anıtkaya’da bu şekilde kullanılır. Şüphesiz bu kelimenin baştan beri saydığımız kelimelerin anlamları ile bir ilişkisi vardır. Ama Anıtkaya’da kullanılan halinin sözlükteki anlamlarının hangisine daha yakın olduğunu bulmak size kalmış. Kim bilir belki de dört anlamla da bir parça bağlantısı vardır.

    Yine sadece Anıtkaya’da rastlanan bir birleşik kelimeyi de burada zikretmek yerinde olacaktır. “Elörnek” birleşik kelimesi mükemmel, kusursuz, ellere örnek olabilecek özelliklere sahip olan iş, eser anlamlarında kullanılmaktadır. Zamanla bunun haricinde éle sunulabilecek olan her şey için kullanılır olmuştur ama daha çok tepki cümlelerinde kendine yer bulur: ‘Elörnek evimiz mi var’ gibi…

    Bu hususta üzerinde düşünülmesi gereken bir kelime daha var. Anıtkaya çoban kültüründe gece koyun gütmeye örüm dediklerini sonradan öğrendim. Biraz araştırınca başka yerlerde de aynı kelimeyi aynı anlamda kullandıkları ortaya çıktı. Yalnız dar bir bölgede koyunu otlatarak sürmeye (ya da sürerek otlatmaya) örüm gütmek diyorlarmış. Buradaki örümün örmek fiiliyle bağlantısını kuramadım.  Belki sürünün düzensiz yayılışı kanaviçede, etaminde nakış dizilimine benzetilebilir. Ya da örgüdeki her bir 'din'i bir koyun gibi düşünebilir miyiz? 

    Sonuncusu fazla zorlama bir yorum olabilir... O kadar da olsun...



03 Eylül 2024

Diñmek


    Nazal ñ ile söylenen diñ kelimesi isim olarak Kamus-ı Türki’de iki anlamda karşımıza çıktı. Bunlardan dikkatlere sunacağımız ilki rahat, huzur, sessizlik, sakinlik anlamlarına geliyor. Belki tam olarak asude kelimesinin Türkçesi diyebiliriz diñe. İkinci anlamı ise iki şeyin aynı ölçüde bulunması, denklik demek oluyor. Nazal ñ sesinin bildiğimiz n ile g seslerinin karışımı bir ses olduğunu unutmadan “denge” kelimesinin bu “diñ” isminden geldiğini rahatça söyleyebiliriz sanırım. Fakat bizim asıl işimiz kelimenin birinci anlamıyla ilgili. Yani huzur, rahat anlamlarıyla. Açıklaması zor olabilir ama ruhun karşılığı “tin” ile bu kelimemizin bir ilişkisi olabilir mi? Huzur, sükun, rahatlık gibi kavramlar ile ruh arasında bir bağ ve bunun üzerine tin ile diñ arasında başka bir bağ…

    Tarama sözlüğünde diñ veya dıñ ismine başka bir anlam daha yüklendiğini görüyoruz. Evet dıñ ses, seda demeye geliyormuş. Yine isim fakat üzerinde durduğumuz rahatlık ifade eden o malum anlamla bir yakınlığı yok gibi duruyor ilk bakışta. Bu isimle yapılan bir birleşik fiil örnek olarak gösterilince aynı kelime olduğunu anlıyorsunuz. Zira “dıñ dur-“ sükut etmek, ses çıkarmamak demekmiş. Bu birleşik fiili görünce aklıma yine Eğret’te çok kullanılan “tek dur-“ birleşik fiili geldi. Eğret’te kullanılan mana, yaramazlık yapmamak, sessiz sakin durmak şeklinde. Azıcık araştırınca bu birleşik fiilin hemen hemen bütün lehçe ve şivelerde kullanılan bir fiil hatta deyim olduğunu öğrendim. “Dıñ dur-“ fiili ile “tek dur-“ fiili aynı anlama geliyorsa belki de bugün hala kullanılan “tek dur-“ aslında bu “dıñ dur-“ tan geliyordur. Çünkü “tek” ile “dik” kelimeleri arasında ses benzerliği açık. Ayrıca Divan-ı Lügati’t Türk’te “tiñ”, dik demek olduğu söyleniyor. Bu kadar çok ses benzerliği, anlam yakınlığı zincirleme olarak karşımıza çıkınca ister istemez şaşırıyoruz ama durun daha bitmedi. Eğer “tiñ” ismi böyle dik manasında ise yine Eğret’te sık duyulan ve ayakta durmak, ayağa kalkmak anlamına gelen “diñel-“ fiilini de bu kategoride saymalıyız. Hatta diñel-, dikil- fiilleri arasında bile bağlantı kurmak zor olmaz. İleride diñel- ve dikil- fiilleri için özel bir yazı yazılabilir, şimdilik asıl konuda kalmakta fayda var.

    Yine DLT’te “tıñ” kelimesini dinmiş, haylaz, işsiz, aylak, tembel manalarında görüyoruz. Az daha zorlansa sakin, rahat, huzurlu denecek neredeyse. O kadar da baştaki mana ile ilintili yani.

    Bu anlam ile direk ilgili fiiller çıkıyor karşımıza. “diñ-“ bu sefer isim değil de fiil olarak görünüyor. Yine iki anlamı var Kamus’ta. Birincisi durmak, bitmek, kesilmek, sakinleşmek gibi. “Yağmur diñdi” ve “Buñar diñdi” bu manadan. İkincisi rahatlamak, istirahat etmek oluyor. Tam burada diñgin ve diñlen- kelimelerini zikretmek gerek. Diñgin, yorgun halsiz demek oluyor. Diñlenmek ise rahatlamak, huzur bulmak, yorgunluk atmak vb anlamlarda. Ayrıca diñlendir- fiili daha başka anlam kalıplarına da bürünmüş: Çayı dinlendirmek, tarlayı dinlendirmek, işini devralarak çalışan birini dinlendirmek vs. DLT te ilginç bir kelimeyle daha karşılaşıyoruz: Tıñ dur- fiili rahat ettirmek, dinlendirmek demekmiş.

    Yukarıda dıñ/tıñ kelimesinin ses, seda anlamına geldiğinden de bahsetmiştik. Hatta “dıñ dur-“ ses çıkarmamak demeye geldiğini de belirtmiştik. Bugün Türkiye Türkçesinde kullanılan tın-/tınma- fiilleri bu ismin bu anlamından geliyor olsa gerek. Çünkü tınma-, sessiz tepkisiz duyarsız kalmak anlamında kullanılıyor. “Onca söze rağmen tınmadı bile.”…  Dıñ kelimesinin ses anlamına tekrar dönmemiz sırf bu tınma- fiiliyle ilgili değildi. Dinle- fiilinin de buradan geldiğini belirtmekte fayda var. Zira herkesin bildiği gibi bu fiilin temel anlamı sese kulak vermek ve onu işitmektir. Sesle ilgili bir fiildir dinlemek, yani “dıñ” ile alakalı. Zaten tarama sözlüğünde “diñlemek” fiilinin karşılığı olarak, iki kişinin kendi aralarında konuştuklarına yani çıkardıkları fısıltılara kulak misafiri olmak diye gösteriliyor.

    “Dıñ” kelimesinin asıl manasına bir kere daha dönerek konuyu bağlayalım. Rahat, huzur, sükunet, sessizlik… Diñmek fiilinin sadece Anıtkaya’da rastladığımız bir manası daha var: Yorulmak, çok yorulmak, yorgunluktan sesi soluğu çıkmamak, sessiz sakin kalmak. Bütün bu anlamlarla buraya kadar gösterdiklerimiz arasında bir bağlantı var mı siz karar verin. Çünkü ben diñdim…



02 Eylül 2024

Bereñarı


    Añ özelde tarla sınırı demek ama orijinalinde genel olarak uç ve sınır anlamları var. Añyeri ve Añıdini özel adlarındaki bu kelimenin orijinal anlamıyla da bir ilgisi olduğu düşünülebilir. Açıklayamıyoruz ama añız kelimesinin de bir şekilde bu kökten geldiği düşünülebilir.

    Añrı kelimesi Azeri ağzında “öte” manasına geliyor ve bugün hala kullanılmakta. Türkçedeki añaru edatıyla aynı kökten geldiğine şüphe yok.

    Bugün Türkiye Türkçesinde kullanılmasa da añaru edatının “öte, ileriye doğru, öbür taraf, karşı taraf” gibi anlamları var. Orta Anadolu ağızlarında sık rastlanan “ârı” edatının -dan öte, -dan sonra anlamına geldiğini biliyoruz. Şimdi kullanımdan düşen añaru edatının da bir zamanlar aynı anlamı taşıdığını biliyoruz. “Ârı” edatının “añaru”dan geldiği konusunda gerek Necmettin Hacıeminoğlu ve Radloff gerekse diğer bilim adamları söz etmiyorlar ama bizim bilimsel kayıtların dışında bulunmamız böyle bir iddiayı kolaylaştırıyor.

    Konuyu dağıtmayıp esas meseleye dönecek olursak; “añaru” edatı “añaru berü” şeklinde birleşik kullanımıyla bu sefer zarf göreviyle karşımıza çıkıyor. Anlamında bir belirsizlik, ortalama ifadesi olarak “şöyle böyle, ileri geri, öte beri” gibi bir şeyler var. Elbette bu birleşik kullanım da şu anda yok. Biz bunları eski eserlerden veya Tarama Sözlüğünden bulduk.

    “Añaru berü” birleşik kelimesinin “berü añaru” şeklinde söylenilebileceğini düşünemez miyiz? Bu çeşit ikilemelerde bugün bile kelimelerin yerini değiştirmiyor muyuz? “Büyük-küçük” de deriz, “küçük-büyük” de. Bunun tam olarak ne zaman gerçekleştiğini bilemeyiz; Eğretli añaruberü'yi tam tersine çevirip berüañaru yapmış. Bunun çok çeşitli sebepleri olabilir, en geçerlisi de söyleyiş kolaylığıdır. Yani öyle kolayına gelmiş. 

    Bugün Anıtkayalılar “añarı beri” yerine “beri añarı” diyorlar. Elbette Türkçe  kurallara göre böyle iki kelimenin birleşmesinde hece düşmesi kaçınılmazdır. Kelimenin varacağı yer: “Bereñarı”…

    Anıtkaya’da bereñarı zarf olarak kullanıldığında sözü edilen işin tam yapılmadığını belirtir. ‘Bereñarı garışdırıve’ denildiğinde, tam ve mükemmel karıştırma istenmediği anlaşılır. Böyle durumlarda ya zaman kısıtlaması vardır, ya da bu kadar itinaya gerek yoktur, iş basittir. Ayrıca işin geçiciliği gibi bir anlam da gizlidir.

    Bazen sıfat göreviyle de kullanılır. O zaman sözü edilen şeyin mükemmel olmadığı, kusurlarının bulunduğu, özensiz hazırlandığı gibi manalar kastedilir. Misal 'Bereñarı çayı filan içmez.' sözüyle çayın kalitesizliği vurgulanır.

    Bu kelimenin zarf ve sıfat görevi dışında bir kullanım alanı daha var, ünlem; fakat bu seslenme, azarlama, sevinme, üzülme gibi duygu yüklü ünlemler gibi değildir. Karşılaştırma ve onaylama karışımı bir anlam yüklenir. Bir örnekle açıklamak gerekirse… Diyelim ki herhangi bir hususta fikir beyan ediyorsun;
    - “Haşeş de emme sık saçılmış, çapıla çapıla bitmedi.” dediğinde, karşındaki tek kelimeyle cevap veriyor;
    - “Bereñarı mı!” Bu soru kalıbında olsa da aslında bir tepki/ünlem cümlesidir. Bu fikre sonuna kadar katıldığını, aynı dertten kendisinin de muzdarip olduğunu filan bildirir. Onaylamanın ötesinde, 'az bile söyledin, dediğinden daha fazlası' gibi manalar da çıkarılabilir.

    Kelimenin zarf kullanımı daha yaygın, sıfat ve ünlem kullanımı ise seyrektir. Bununla beraber bu kullanımların, özellikle ünlemin, Anıtkaya’ya has olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tabi Eğret ağzının etki alanını hesaba katarak çevre köyleri de unutmamak lazım…




09 Ağustos 2024

Yapışak


    Beylik Bahçesini ekerken (1971-72 gibi olması olması lazım) Dedemin ihtiyar bir köpeği vardı. Kendini zor taşımasına rağmen her sabah seninle Gatçayır'a iner, akşam da dönerdi. Oralarda dolaşa dolaşa, yapışan bıtıraklar kuyruğunu keçeye çevirmiş, o ihtiyar halinde taşıyamadığı bu kuyruğu ardında sürümeye başlamıştı. Bir kaç yıl sonra öldü gitti...

    Biz biraz dikleşip kendimiz Söğüt altında gezip oyunlar çıkarmaya başlayınca o bıtıraklarla tanıştık. Ben bıtırak diyorum, ama siz anlayın neden bahsettiğimi. Çünkü bıtırak başka bir şeydir ve çok canlar yakar, o ayrı...

    Bunar'ın beslediği Eğret Çayı'nın çevresi çok yeşillikti. Bu koca yapraklı ot da oraları çok seviyor, Bunar'dan başlayıp ta Atmezeri'nin ilerisine kadar her yerde boy gösteriyor. Yerini bulduğu zaman o kadar uzar ki, senin boyunu geçer; anla ne kadar yüksek olduğunu. Yaprakları ise tohum vermeden önce alabildiğine geniştir. Biz bazen yağmur yağarken koparır şemsiye gibi kullanırdık.

    Şimdi köyiçinde de çıkmaya başlamışlar, fakat çok cılızlar, eski cüsselerinden ve canlılıklarından eser yok. Eskiden Keliban'ın evden Üyük'e varana kadar yol boyu size eşlik ederlerdi, lakin içlerine giremezdiniz koru gibi olurdu... Zaten kim onların içine girmek istesin ki, bizden başka...

    Biz de cephane temini için girerdik. Tohumları çiçek açmadan önce kestane kozası gibi dikenlidir. Yeşilin güzel bir tonuna sahip olan bu dikenli tohumların çok besilileri ceviz büyüklüğünde olabilir. Dikenleri, diken değildir; batmaz. Batmaz, ama her bir dikenin ucu kanca gibi kıvrımlıdır; değdiği yere yapışıp tutunur. Zavallı köpeğin kuyruğunu böyle böyle istila etmişlerdi.

    Cam gibi yalabık nesneler dışında yapışamayacakları bir şey yok desek, mübalağa etmeyiz. Misal, avuç içine yapışmaz; ama parmaklarının ucuna gayet rahat tutunabilir. Biz toplarken parmak uçlarımıza yapışırdı, parmağı ondan kurtarmanın yolu da basitti; diğerinin kancalarına tutturmak. Eline yapışsa da, kardeşine daha iyi yapışır. Onlar sarmaş dolaş olurken sen de kurtulmuş olursun.

    Mesela bir şapka büyüklüğünde bıtırak yumağı toplarsan, yeteri kadar cephanen var demektir. Artık savaşa hazırsın. Parmaklarına yapışsa da daha büyük bir güce boyun eğdiğini birbirine tutturma örneğinde görmüştük. Bu kez parmakların arasından fırlatma kuvvetine boyun eğer ve senin nişan aldığın hedefe varıp yapışır. Bu senin arkadaşının, yani düşmanının bedenidir. Şimdi paintball mı ne diyorlar, ona benzer bir oyundu işte...

    Demek biz oyun oynarken farkında olmadan, o tohumların yayılmasına hizmet ediyorduk. Zavallı köpek ve diğer hayvanlar da öyle. Batmayıp yapışan dikenler sayesinde resmen yürüyorlar...

    Buraya kadar hangi ottan bahsettiğimi elbette anladınız. Lakin otun özelliklerini söylüyoruz, adını yazamıyoruz. Sorduklarımdan da bir cevap alamadım, en fazla 'Ha, biliyorum, şu dikenleri yapışanı diyorsun..' gibi şeyler söylüyorlar. Anıtkaya'da yerleşik ve yaygın bir adı yok...

    Başka yerlerde 'dulavrat otu, uluavrat otu, pıtırak' denildiğini güncel Türkçe sözlükten öğrenebilirsiniz. Bu kullanımlardan biri Anıtkaya için geçerli olabilir mi diye düşündüm. Pıtrak olamayacağını açıklamıştık, çünkü o başka bir otun adı. Uluavrat ve dulavrat da olamaz bence... Çünkü Eğret/Anıtkaya'da avrat kelimesi bir kaç sövgü sözünün dışında kullanılmaz. Gadın denilir, kabalaşılacaksa garı denilir, seyrek de olsa hatun kelimesi kullanılır; ama avrat kullanılmaz. Dolayısıyla dulavrat olsun, uluavrat olsun bu bitkiye Anıtkaya'da ad olamaz...

    İyi de isimsiz ot olur mu, hele Eğret gibi köklü bir köyde... Son çare olarak Türkçe'nin bin yıl önceki en eski sözlüğüne, Divan ü Lugat'i-t Türk'e başvurdum. Bak orada ne varmış;

    "yapuşġak: Fındık büyüklüğünde dikenli, üzeri tüylü bir ot (Atların vb. hayvanların kuyruklarına yapışır. Her işe burnunu sokan adama da böyle denir.)"

    Şimdi biz bu kelimeyi 'yapışak' olarak telaffuz ediyoruz. Baştan beri bitkinin en çok yapışma özelliğinden söz ediyoruz. İşte aradığımız kelime budur, otun Eğret'teki adı da yapışaktır.

    Yapışak kelimesinin parantez içinde belirtilen ikinci (her işe burnunu sokan kimse) anlamı da çok mühim, çünkü bu yol 'yavşak'a çıkıyor. O da ayrıca bir yazı konusu olabilir.

    Eğret ağzının kökleri çok derinlerde derken işte bunu kastediyoruz. Baksana bu sefer de bir ucu Kaşgarlı Mahmut'a uzandı.




16 Temmuz 2024

Yerleşik Söz Kalıpları


    Bunlar oluşumları bakımından kurallı söz gruplarından ayrı meydana gelmiş görünüyorlar, mesela isim tamlaması gibi değiller. Diğer söz grupları kategorisine de alınamazlar. Aslında birleşik kelimedirler, ama yine oluşum bakımından bildiğimiz birleşik kelimelerden de ayrılırlar. Mecaz, anlam kayması, yeni anlam kazanma gibi özellikleri de içinde barındırıyorlar, bununla birlikte deyim demek zordur. Bunların hepsinin ortak özelliğine sahip olup, kalıplaşarak dile yerleştikleri için yerleşik söz kalıpları diye adlandırdım.

    Halk ağızlarında bu yerleşik söz kalıplarından çok fazla bulunması normaldir. Ben Eğret ağzında kullanılanları tespit etmeye çalıştım. Memlekete yaygın günlük/geçici olanlar ve bir süre sonra argolaşanları almadım. Gözümden kaçanlar bulunabilir, onları da eklemek lazım.

    nēdiyoñ, nēden, nēdem, netcez, netceñiz, netcēse
    İlk kalıbımız belki de Anıtkaya'da en fazla kullanılanı 'ne' soru edatı ve 'etmek' yardımcı fiili ile yapılandır. Birleşince ne-etmek oluyor ve bir çok biçime bürünüyor. Bunu köydeki sıradan iki kişinin konuşmasıyla vermeye çalışalım:
- N'ediyoñ?
- Eyi valla n'eden, bekliyoz işde.
- N'etceñiz, âşam siz de gitceñiz mi?
- Gidip de n'edem orda yav!
- Haklısıñ, bizimkilē gitcémiş n'etceklēse...
- O halinnen n'etcek ki orda!

    Bu hayali konuşmadaki her bir n'etmek kalıbının farklı anlamı var. Bu anlamlar çoğunlukla vurgu ve tonlamayla sağlanıyor. Ayrıca konuşmaya mevzu olan durum, muhatapların psikolojisi, bulunulan ortam gibi şeyler, bu kelimelerin anlam kazanmasında başka faktörlerdir.

    nebilen, nebilem, nebilceñ, nebiliyoñ, nebilenne
    Ne edatıyla yapılan bir kalıp daha var, yalnız bu sefer 'bilmek' fiiliyle birlikte oluşturuluyor. Bu oluşum sonunda da yeni ve farklı anlamlar ortaya çıkıyor. Mesela 'nebilen', konu hakkında bilgisi olmadığından öte, kararsızlık bildirir. 'Nebilem onuñ da orda olduğunu' sözünde bilmemelerinin doğallığı hatta bilmenin mümkün olmadığı anlamı gizlidir. Eğer bilselerdi durum farklı olacağını da çıkarabilirsiniz cümleden... 'Nebilceñ' kelimesinde hafif kendine ve üçüncü kişilere acıma manası sezilir. 'Nebiliyoñ' kelimesi ise tonlamaya göre bazen bir küstaha haddini bildirir, bazen de bir vartadan çıkış seçeneği sunar. (Nebiliyoñ belki sizden öñden vacek.)

    Bir istisnai kullanımda 'ne' edatı, 'bilmek' fiilini önden arkadan kuşatarak 'nebilenne' kelimesini özel bir anlama hapseder. Söylemek istemediğimiz şeyleri ifade etmede (biplemede) kullanılan 'bilmemne' sözünün Anıtkaya'daki versiyonu böyle: nebilen ne...

    nebaşımıñzoru
    Bir kullanımı daha var 'ne' edatının; 'ne başımıñ zoru' sözüyle bir şeyi yapmak zorunda bulunmadığı anlatılır. Başka kişiler için de kullanılan bu söz kalıbı adeta özel kelime olmuş. Mantığını anlatabilmek için ayrı yazdığıma bakmayın, diğerleri gibi birleşik yazılmalıdır. 'Bunu bi daha demicen, nebaşımıñzoru yav!'
    
    nacap, nacabolsa
    Bu 'ne' edatı var ya, çok bereketli; hem yazı diline hem de halk ağzına iyi yerleşmiş. Eğret ağzında bu kez acaba/acap edatıyla birleşiyor. İki edat nelere kadir, bakalım. 'N'acap bilmezsiñ?' sözünden de anlaşılacağı gibi daha çok 'nasıl' anlamı kazanmış. Fakat bazan bunun dışına da çıkılıp 'Dışarısı n'acap soğuk yav!' sözündeki gibi 'ne kadar' anlamıyla pekiştirici zarf  görevi alabiliyor. 

    Bütün haldeki n'acap kalıbına bazen de 'olmak' yardımcı fiil eklenerek yeni bir kalıp ve bambaşka bir anlam oluşturulur. 'N'acabolsa yârin gine gelcez.' sözünde 'nasıl olsa/nasılsa' manası çok açıktır...

    neyniyen, neyniceñ, neynôñ
    Sıradaki söz kalıbındaki ne, eski bir yardımcı fiil olan 'eylemek' ile birleşiyor. Ortaya çıkan yeni kullanımlar, aslını unutturacak kadar yeni anlamlar yüklü. 'Neyniyen' (ne eyleyeyim) sözü ilk hece uzatılarak öyle bir söylenir ki, orada her şeye boşvermişlik, dünyalık hiç bir şeyde gözü olmama; yahut bahsi geçen konuya ilgisizlik kendini ele verir.

    'Neyniceñ' (ne eyleyeceksin) kelimesinde ise 'n'eylersin' anlamı bulunuyor. Geçip giden zaman ve fırsatlar için yapacak bir şey olmadığı, dövünmenin yersizliği vurgulanır. Bununla beraber bu kelimede vurguya göre 'Seni ilgilendirmez, çok da meseleye dahil olma, işlere burnunu sokma.' benzeri uyarı, azarlama ve nasihat karışımı bir anlam bulunur... Fakat kendi kendine söylenirken 'neyniceñ' kelimesi kullanılıyorsa, anlam farklılaşır. Zaten buradaki vurgu da son heceye kayar. İnsan dövünmekte, hayıflanmakta, en azından geçmişte yaptığı veya yapmadıklarından pişmanlık duymaktadır. (Zamanında şurdan bi ev almadık da neyniceeñ.)

    Bu kalıbın en farklı kullanımına sıra geldi. Açılımı ve aslı 'ne eyliyorsun' olan söz grubu Anıtkaya ağzında 'neynôñ' biçimine dönüşür. Bu hale gelene kadar üzerinde bir çok ses olayı gerçekleşen neynôñ kalıbının anlamı  'Seni ilgilendirmeyen şeylerle niye alakadar oluyorsun!' gibi genel bir uyarıdır.

    Ne edatı birleşenleriyle ilgili söyleyeceklerimiz şimdilik bu kadar. Başka söz kalıplarında bir kaç örnekle daha karşımıza çıkacak...

    ébakam, dubakam, dubaken, gebakam, gebaken
    Bakmak fiilinin önüne bir ünlem getirilmiş ve ortaya 'éh bakalım' söz grubu oluşmuş. Bu söz yıllarca söylene söylene öyle biçimlenmiş ki Eğret ağzında 'ébakam' olarak karşımıza çıkıyor. Kalıbıyla birlikte özündeki değişikliği söyleyeyim; sabır, tevekkül, ümit, ağırcanlılık, savsaklama, pasif bekleyiş vb. anlamların hepsinin ortalamasını aldın mı... İşte ébakam sözü bunu anlatır...

    Bakalım ile yapılanların hepsinde geleceğe yönelik aşırı bir rahatlık göze çarpıyor. 'Dubakam' (dur bakalım) sözüyle, sakinleşmeye ihtiyacı olan birine tam da gereken şey verilmiş oluyor. Böylece mevcut sıkıntıdan kurtulup geleceğe rahatça bakmanın yolu gösteriliyor. 

    Bir de bunun tekil çekimlenmişi var ki, işte burada işler değişiyor. 'Dubaken' (dur bakayım) sözüyle, işe bizzat el atma, olayın içine girmek için izin isteme anlamı bulunuyor. (Dubaken, yana çekil de bi de ben deniyen, belki çalışır.) Yalnız sonuna eklemeyle 'dubakensen' denildiğinde, hele bir de kafa sallanıyorsa dikkat etmelidir; çünkü bu sözde artık ikaz, tehdit, ben sana gösteririm gibi binbir çeşit anlam bulunur...

    'Gebakam' (gel bakalım)da samimi bir sohbet veya işbirliği başlangıcı; 'otubakam' (otur bakalım)da bir problemin çözüme kavuşacağı gibi müspet anlamlar düşünülebilir. Fakat 'gebaken' (gel bakayım)da sorun çözme ile birlikte ondan daha çok şefkat izi bulunur. Sonuna sen zamiri eklendiğinde (gebakensen) bilin ki, bir çocuk ağlıyordur ve ancak bu sözle onu çağıran kişinin kucağında sükun bulacaktır.

    legabbecik, agabbecik, deligapbe
    Bir sövgü sözü olan kahpeyi, nasıl becerdilerse allem kallem, süsleyip püsleyip sıradan bir hitap sözüne döndürmüşler. Hatta küçültme ekiyle sevimlilik bile katmışlar. Anıtkaya'da en çok kullanılan hitap ünlemini başa koyunca ortaya 'legapbecik' çıkmış. Erkeklere hitap ederken kullanılır le (len/ülen)... Haliyle legapbecik de erkeklere ait bir söz diye düşünülmelidir....

    Erkekler arasındaki bu seslenme sözünün dar kullanım alanına sebep sadece le kelimesi olmasa gerek. Zira onun yerine a ünlemiyle de benzer bir söz oluşturulmuş; 'agapbecik' kalıbı da hemen hemen aynı anlamda kullanılıyor. Bütün bu kullanımlarda söylenen sözün kastında 'kahpe' kelimesinin gerçek anlamı bulunmadığı hatırda tutulmalıdır. Zira başka bir kullanımda, vatandaş o kelimeyle kendine seslenir. Çok dar olan bu kullanım deli kelimesiyle yapılıyor, ve insan bir pişmanlığı ifade edercesine 'deligapbe' diye kendine kızar...

    lenâbe, hellen, lenvallâyibillâyi, aylen, aygız
    Hitap ve seslenme ünlemleriyle yapılan söz kalıplarına devam edelim. Anıtkaya'da 'len' yerine 'le' kullanılır, ama bazı durumlarda len devreye girer. Mesela 'lenâbe' (len abi) çok samimi bir seslenme sözüdür ve içinde en küçük kaba ve saygısızlık ifadesi barındırmaz.

    'Hellen' (hele len)de az da olsa kızgınlık, azarlama ve kulak çekme anlamı bulunabilir. Çünkü bu söz yüksek sesle yaramaz çocuklar ve hayvanlara karşı söylenir. Hayvanları çevirme veya kovma kastıyla söylendiği için yüksek ses gerekir....

    'Lenvallayibillayi' (len vallahi billahi)de ne hitap vardır ne de yemin pekiştirmesi... Bu eğlenceli bir söz arası geçiş cümlesidir, söylendiği anda mutlaka gülünecektir. Anlatıcı lenvallayibillayi sözünü kendine söylüyormuş edasıyla seslendirir. Böyle tuhaf bir söz...

    Erkeklerle ilgili len sözcüğüyle yapılan en ilginç yerleşik kalıp kadınlar tarafından kullanılıyor. Çünkü 'ay' ünlemine sadece kadınlar başvuruyor Anıtkaya'da. Kendi erkeğine, oğluna, kardeşine seslenmesi gerektiğinde 'aylen' diye söze başlıyor. Bu sıradan bir hitaptır, olumlu veya olumsuz bir duygu yoğunluğu aranmaz. Aynı sıradanlıkla bir başka kadına hitap edilecekse bu sefer 'aygız' derler. Karşıdaki kadının yaşı ve konumu önemli değil; çocuk olsun, ihtiyar olsun hepsine böyle seslenilebilir.

    heyerif
    Seslenme ifade eden bir söz olmasına rağmen 'heyerif' (hey herif) için özel bir başlık açmak gerekti. Sebebine gelince... Bir defa herif erkek bildirir bir kelime olmasına karşın, heyerif sözünü herkese söyleyebilirsiniz. İkinci olarak 'heyerif'ten basit bir hitap sözü görevi beklemek yanlıştır. O kendini aşarak başka anlam kalıplarını sırtına alıp taşıyabilir. Mesela bu sözü duyduğunuzda kesinlikle 'memnuniyetsizlik' anlamının hemen yanında olduğunu hissedersiniz. Belki söyleyenin tonlamasıyla da ilgilidir, ama kesinlikle bu anlam yoğunluğunda o tek etken olamaz. Mutlaka yüzü asıktır, gülümseyerek 'heyerif' demek sözün içini boşaltır. Hatta el kol hareketiyle memnuniyetsizlik anlamını tamamlar... İki kişi konuşurken birisi "Tamam, bağırıp durma heyerif!" der ve konuşma biter... Anlaşıldı sanırım...

    özsēt
    'Özsēt' yerleşik kalıbının çözümlemesi çok basit, 'o saat'... Aslında sıfat tamlamasıdır, ama yapısı değiştiği ve o değişik yapısıyla ayrı bir kelime gibi algılandığı için bence farklı muameleyi hak ediyor. Her şeye rağmen asli anlamından çok uzaklaşmamış, zaman bildiren zarf göreviyle kullanılıyor. (Bizim batcanıñ büberi olduğunu özsēt añnadım.)
    
    ogudâ, bugudâ, şugudâ, negıdâ
    Kadar edatıyla oluşturulmuş söz kalıplarına da Anıtkaya ağzında çok yer veriliyor. Bu kalıplar her yerden kullanılan ifadelerin burada farklı bir biçimde kaynaşıp yerleşmesi sebebiyle önem arzeder. Yoksa anlam olarak da diğer ağızlardan çok farkı değildir. 

    'Ogudâ' (o kadar) kalıbında yerine ve tonlamaya göre çok değişik anlamlar bulunabilir. ''Ogudâ çapıladığımız boşa gitdi" denirse, sessiz bir hayıflanma; "Sadece elli lire vedi, ogudâ, başga yok" dendiğinde ise beğenmeme ve memnuniyetsizlik anlaşılır. 

    'Buguda'nın kullanımı da 'ogudâ'ya benzer. 'Şuguda'da ise farklı bir kullanım olarak gözüme çarpan şu: Bir küçük çocuktan yiyeceğini istiyorsunuz, bir parça veriyor. Sonra onun bu genişgönüllülüğünü ödüllendirmek amacıyla o yiyeceği iade ediyorsunuz. Bunu yaparken elinizi yüksekçe kaldırıyor ve "Şugudâ ol" deyip çocukça dua da etmiş oluyorsunuz... 'Negıdâ' ise bildiğimiz 'ne kadar'...

    dellan, kellan, körlan
    Burada lan hecesiyle yapılmış yeni bir kelime söz konusu değil. Daha önce bir münasebetle bahsi geçmişti; özü sıfat tamlaması olan bir kelime grubu var. İlki 'deli oğlan'... Çoğunlukla yiğitlik, gözüpeklik, cesaret gibi kavramları karşılayan deli kavramı birine sıfat olarak yakıştırılırsa o bundan rahatsızlık duymaz. Bu deli oğlanı tarif eden yakıştırma kalıplaşarak Eğret ağzında kendine bir yer edinir. Sonrasında ise 'dellan' biçimine dönüşerek tanınmaz hale gelir; olan budur.

    'Kellan' ise oluşum sürecinde aynı yolu izliyor; lakin hitap edilen kişinin bu yakıştırmadan memnun olduğu söylenemez. 'Kel oğlan' tamlamasının  'kellan'a dönüşmesi böyle... 'Körlan' da aynı şekilde, 'kör oğlan'dan 'körlan'a geçiş çizgisinde oluşmuş. Yalnız Anıtkaya'da Dellan ve Kellan sıfatıyla anılan üç beş kişi bulunmasına rağmen, bildiğim sadece bir Körlan varmış...

    gogitsiñ
    Bu bir cümledir. Hem de bütün elemanlarıyla mükemmel bir cümle, 'Koy gitsin!'... Ne oldu, nasıl oldu, ne kadar zaman aldı da 'gogitsiñ'e dönüştü; bu geçen sürede bugünkü anlamını kazanana kadar ne maceralar yaşadı, bunları bilemeyiz. Bugünkü anlamı gerçi edatının tam karşılığıdır. (Gogitsiñ öteki tarladan da bişey galdıramadık.)
    
    gaşgızımgaş
    Bu da bağımsız bir cümle, bunun da günümüze gelene kadar başından çok şeyler geçmiş olmalı. Aslı 'Kaç kızım kaç!' olan bu söz, yıllar içinde bir takım ses olaylarına maruz kalıp bu hale gelmiş. Anıtkaya ağzında genellikle kadınlar kullanır. Şaşma, gücenme, ikaz etme, doğrusunu gösterme, iğneleme gibi çok fazla mana içerir. (Gaşgızımgaş heç bu sēte gadâ yatılır mıymış!)
    
    gitey, gityanıñdan
    Hareketini, duruşunu veya tavrını onaylamadığı birine karşı bunu anlatmanın yolu söze 'gitey' diye başlamaktır. Bu yerleşik söz 'git hey'in kısaltılmışıdır ve arkasından mutlaka bir aşağılama sözü gelir. Genellikle 'gitey salak' denir ve asıl söylenmek istenen nokta belirtilir. (Gitey salak, bubañ öle bişey der mi!)... Anlaşılacağı üzere gitey hitabı yakınlardan birine karşı kullanılır, her önüne gelene böyle söze başlamak doğru değildir. Bununla beraber bazen kızgınlık ifade eden bu söze tartışmalarda da başvurulabilir, nihayetinde tartışmalar da tanıdıkla yapılır. (Gitey manyak, daha dün yanındeydim...)

    Benzer bir kalıp olan 'gityanıñdan' da 'gitey' ile aynıdır, fakat ondaki anlam kayması daha aşikardır. Bunu söylenen birinin buradan gitmesi isteniyor değildir; asıl maksat 'sana katılmıyorum' demektir. Tabi bunda ayrıca sevimli bir azarlama ifadesi de gizli...

    elgadâ, yumrukgadâ, eşşekgadâ, eşşekgibi, kırıgibi, gavurgibi
    En çok kullandığımız benzetme edatlarıyla oluşturulmuş söz kalıpları Eğret ağzında çok yaygın olarak hala kullanılıyor. 'Elgada' (el kadar) ifadesi küçüklük bildirir. Elin sıkılmış hali yumrukla yapılan 'yumrukgada' benzetmesi de aynı şekilde ve aynı anlamdadır. Özellikle 'yumrukgada' ile çocuklar sıfatlandırılır. (Elgada çocuğu bi yere sığdıramadıñız!) (Yumrukgada eniğe uymiye utanmıyoñuz da!) Her zaman azarlama ve uyarı cümlelerinde kullanılmazlar; (Elgada çocuk ne bilsiñ, aklı ermez ki...)

    Büyüklük ifade eden benzetme ise 'eşşegada'dır. Daha büyük hayvanlar da var, uzunluk için deveye, irilik için ayıya benzetme yapılır; ancak bunlar kalıplaşmamış. Bu benzetmede kızgınlık, uyarı, hakaret içiçedir: 'Eşşekgadasıñ, galkıp kendiñ alsañ ya!'...

    Aynı hayvana gibi edatıyla yapılan benzetmenin anlamı ise bambaşka. 'Eşşekgibi' ifadesi zor koşma ve mecburiyet yüklüdür. Hatta biraz zorbalık havası bile sezilir. 'Eşşekgibi ayağıma gelcek!' cümlesinin üzerine daha söylenecek bir şey yoktur. Bununla beraber beklenen şeyin olayların doğal akışına uygun, olması gereken sonuç gibi anlaşılmasını da ifade eder. Buradaki anlam kalıbının aynısı 'kırıgibi'de de bulunur, çünkü kırı da eşek anlamını taşır. Eşşek kelimesinin şeddeli kullanılmasından kararlılık anlamalı mıyız acaba...

    'Gavurgibi' söz kalıbında, kelimenin asli anlamındaki 'kafir'i aramak beyhudedir. Burada Batılıların dünyalık şeylerde ne kadar iyi hasletlere sahip olduğuna işaret var. 'Bilmez olu mu, gavurgibi biliyo ...' Bu sözden, bahsedilen kişinin aslında konuya hakim olduğu, lakin işine gelmediği için bilmiyormuş gibi davrandığı anlaşılmalıdır.

    elverede, allahverede
    Elverişli kelimesinin kökü olan elvermek fiili seyrek kullanılırmış, bu yüzden izini sürmek çok zor. Bir örneğini Eğret ağzında kalıplaşmış 'elverede' sözünde yakaladık. Aslı 'elvere dahi/elvere de' olan bu söz yazı dilinde 'elverir ki' ifadesinde yaşıyor. Bizde kullanılan 'elverede' işte bu 'elverir ki' ile aynı anlamdadır. Yaklaşık olarak 'inşallah şartlar öyle oluşur da' gibi bir karşılığı var. (Elverede çok yâmır yağmasa, yôsa işimiz kötü.) Anlaşılacağı üzere 'inşallah, umulur ki' gibi bazı bilinen ifadelerle benzeşiyor. İkinci kalıbımızda bu benzerlik daha fazladır. 'Allahverede bizden öñden eve vamasalâ' sözündeki anlam 'İnşallah onlardan önce varırız' ile aynıdır...
    
    élörnek 
    Misal manasındaki örnek ile yabancı anlamındaki él birleşerek élörnek (éle örnek) olmuş. Burada başkaları için örnek, nümune, timsal teşkil etme durumu söz konusu. Böyle bir makamı kim istemez, yalnız Eğret ağzında kalıplaşan bu söz hep olumsuz manasıyla kullanılır. 'Elörnek bi ēmiz yok kine misafir ağırliyem'; 'Elörnek tarlamız yok, hep gırıñ başı.'
    
    eldenge
    'Elden gel' sözüyle ver elini tokalaşalım, anlaşmayı sağlayalım, seni tebrik edeyim gibi bir çok anlam kastedilmiş olmalıdır. Anıtkaya ağzında kalıplaşarak 'eldenge' biçiminde donmuş; anlamı da değişmemiş, tokalaşma isteğini anlatır olmuş. Hala kullanılan canlı bir söz kalıbıdır. Birisinin bir sözüne, fikrine katıldığınızı; yahut başarısından dolayı kutlama isteğinizi bu sözle dile getirip elinizi uzatırsınız.
    
    deyengitdi, deyenebak
    Bir toplulukta fikir beyan ediyorsunuz. Anlaşılmaz ve sert tepkilerle karşılaşınca, ortamı sakinleştirmek, huzursuzluğun önüne geçmek için ileri sürdüğünüz fikirden feragat ediyor ve geri çekiliyorsunuz. Bununla beraber düşüncenizden vazgeçmediğinizi, kararlılığınızın sürdüğünü, sadece ortamı germemek için dillendirmek istemediğinizi de hissettirmelisiniz. Öyle bir şey söyleyin ki bütün bu anlamları içinde bulundursun. İşte Eğret ağzında böyle durumlarda 'deyengitdi' derler. Yani biraz önce bunları söyleyen ben gitmişim, yokmuşum gibi kabul edin...

    Aynı fiil köküyle oluşan diğer söz kalıbı ise 'deyenebak'tır, fakat önceki kadar incelikli değildir. Kabaca 'sen söylediğin özellikleri üzerinde bulundurmuyorsun ki' anlamındadır. Mesela koyun çalmakla meşhur biri, hırsızlığın kötülüğüni anlatıyorsa 'deyenebak' diye sözünün anlamsızlığı yüzüne vurulur.

    ozman, nezman, buzmandır
    'O zaman' grubu kalıplaşarak tek bir kelime haline gelmiş. Hece düşmesiyle biraz kısalmış, fakat manasında alabildiğine bir genişlik oluşmuş. Öncesinde sadece zaman bildirirdi, şu haliyle; madem, öyleyse, yanlış biliyormuşum vb. bir çok manayı içine alıyor. Sabah erken gelmesini istediğiniz biri, planladığı başka bir işi olduğundan mazeret bildiriyor. 'Tamam ozman, ôlene dôru ge' diyorsunuz...

    Bir de 'ne zaman' sözü var, tıpkı yukarıdaki gibi değişim sürecinden geçmiş. Şimdiki hali 'nezman'ın anlam bakımından ilk haliyle bir farkı yok. Ek getirildiğinde oluşan 'nezmandır' kalıbını da böyle düşünmek lazım. 'Nezmandır bekliyon' cümlesindeki bütün anlamlar 'ne zamandır' biçiminde söylenseydi de ifade edilirdi; fakat Eğret'te böyle biçimlenmiş.

    'Buzmandır' kelimesi ise hepsinden daha fazla başkalaşmış gibi görünüyor. Aslında 'bu zamandır'ın karşılığıdır, lakin 'Buzmandır nerdēmiş?' sözünde 'bunca zamandır' manası da var...

    hadibaken, habaken, hadibakam, hadigali, hadi nēdēsiñ, hadi nēdēseñ et, hadi netcēseñ edive, hadigoyuna
    Hadi/haydi ünleminden kalıplaşmış sözlere Eğret ağzında çok rastlanır. Hadibaken (haydi bakayım) kalıbında bir şeye teşvik etme, isteklendirme, tonlamaya göre yanından kovma gibi anlamlar yüklüdür. (Hadibaken sıfreyi galdırıveñ.) Bazen bu kalıp 'habaken' olarak kısaltılır ve ikaz anlamıyla kullanılır. (Habaken dôru ēñize gidiñ.)

    Çoğul kalıbında toplu olarak endişe duyma ve işin sonunu merakla bekleme gibi anlamlar bulunur. (Hadibakam yârin dambeşe nası çıkcez.) İki edatın birleşmesi biçiminde oluşan hadigâli (haydi gari) kalıbı ise hüzün-neşe, memnuniyet-yakınma, gülme-ağlama gibi çok karışık manalar içerir ve hepsi için kullanılabilir. 

'    Hadi nēdēsiñ' (haydi ne edersin) kendi kendine dövünme tepkisidir, çaresizlik ifade eder. Öyle bir duruma düşmüştür ki, elden bir şey gelmez, bütün yollar tıkanmıştır. Bu durumda kendi kendine 'hadinēdēsiñ' deyip eki elini yana açar... Benzer bir kalp da 'hadi nēdēseñ et' (haydi ne edersen et) sözüdür. Bunda da çaresizlik ifadesi esastır, ama az da olsa şiddete kapı aralar. 

    'Hadi netcēseñ edive' (haydi ne edeceksen ediver) kalıbı ise zannedildiği kadar masum değildir. Burada istediği her şeyi yapabileceğine dair birileri teşvik edilmektedir. Hatta 'bunun için bütün şartları oluşturdum, senin için hiç bir sınır yok' gibi yellemelerle istemediğini yapmaya bile yönlendirme anlamı bulunur.

    Hadi ünlemiyle oluşmuş ve sonra kalıplaşıp Eğret ağzına yerleşmiş son söz grubumuzun aksine çok masumca bir anlamı var. 'Hadigoyuna' sözü koyun köpeklerine karşı sertçe söylenen bir kovma sözüdür. Bu inceliği anlıyormuş gibi, hadigoyuna sözünü duyan köpekler itirazsız riayet ederlerdi. Koyunculuk ve sürüler bitme noktasına geldi, bu yüzden Anıtkaya'da hadigoyuna kalıbı ya unutulacak ya da mecazlaşacak. Bunun işaretleri var; zira birinin, yanından uzaklaştırmak istediği kişiye 'hadigoyuna' diye seslendiğini gördüm...

    adamcôlu, herifcôlu
    Kaşla göz arasında, kimseye duyurmadan, hiç tahmin edilmeyecek veya kendinden beklenmeyecek biçimde işini hızlı yapan kimselerden böyle bahsediliyor. Adamcôlu ve herifcôlu kalıpları, adamcı oğlu ve herifçi oğlu söz gruplarından geliyor. Kötü bir anlamı yok, hatta sözün gerisinde bahsi geçen kişilere imrenme manası bile bulunabilir. (Adamcôlu yolu yarıladı bile, siz daha duruñ.) (Herifcôlu bi de üste isdiyo.)
    
    helegoma, bakele
    Hele kelimesi Eğret ağzında tek başına edat olarak kullanılır. Tek başına cümle bile olabilir, 'Hele!' denildiğinde tonlamaya göre kabullenmeme, küçümseme, yakıştıramama gibi manalar kastedilir. Goma (koyma) kelimesi de aynen hele gibi tek başına edat-cümle olarak kullanılır. Tabi ki bu cümleler tepki cümlesi mahiyetindedir. 'Goma!' denildiğinde de benzer şeyler anlatılır... Bazen de iki edat birleştirilerek 'helegoma' biçiminde söylenir. Şimdiye kadar söylediğimiz anlamlardan tamamen uzaklaşmadan biraz daha iklim genişletilir. Yani küçümseme yine vardır, ama küstah gibi hakaret içeren manalar da yüklenmiştir. Yakıştıramamanın yanına, beceriksizlik imaları da eklenmiştir. Helegoma tepkisi, çoğunlukla olumsuz anlamların ses elbisesi giymiş halidir, diyebiliriz.

    Hele ile bütünleşmiş diğer sözümüz 'bakele'... Bak hele kelime grubunun kalıplaşmış halidir. En yalın haliyle basit seslenme ünlemidir. Birine bakele demek, dikkatini çekerek bir şey söylemek istediğini ifade etmektir. (Bakele, batceyi nezman sulucez?)

    Tonlamaya göre anlam değişebilir. 'Bakele, yetdiñiz gâli!' sözü yaramazlıklarından bıkan bir annenin çocuklarını azarlamasıdır... Yahut 'Bakele bakele, nası dızığyo' sözü meraklı bir belgesel izleyicisinden çıkmış olabilir...



13 Temmuz 2024

Macur Köyleri Ve Eğret Ağzı -3

 
    Eğret'te söylenişi itibariyle Bulgaristan Ağızlarıyla benzerlik arzeden kelimelerin listesi çok uzun. Görüleceği üzere yazı dilindekiyle farklılaşan bu kelimelerin bir çoğu bizimkinin aynısı. Diğer bir kısmı ile Anıtkaya Ağzı arasında çok küçük farklılık bulunuyor. Hemen hepsi gözönüne alındığında Eğret Ağzına has, ama kaynağı açıklanamayan bir çok kelime de açıklığa kavuşmuş oluyor. Üzerinde durulması gereken bazı kelimelere gelince...

    Akdarmak/akdarmek sözcüğünün Eğret Ağzında kazandığı bir anlamı, kurumakta olan ot yahut sürülmekte olan sapı altı üstüne gelecek şekilde çevirmek oluyor. Özel olarak harman akdarmek veya ot akdarmek diye de söylenir. Aynı anlamıyla Bulgaristan Ağzında da bulunduğu görülüyor.

    Yazı dilinde bulunmayan, yöresel söz olarak yalnız Eğret'te tespit edilebilen bir kelime de amarsızdır. Yiyeceğe ve mala gözü doymayan, hep daha hep dahasını isteyen kimselere amarsız deniliyor. Meğer Bulgaristan köylerinde de böyle kimselere amelsiz deniliyormuş.

    Küçük çocuk manasındaki bebek kelimesi farklı ağızlarda değişik biçimlere girer, ama bizde böbek/böbü olarak kullanılır. Bulgaristan'da da böbü değil, ama böbek halinde kullanılıyor. Belki bizde, ince bir farkla, böbek kız çocuklarının elinden düşmeyen oyuncak bebek manasına geldiği belirtilmeli...

    Gün isimlerindeki pazarertesi/bazarertesi, sâli, cümertesi kelimelerinde tespit edilen, diğer ağızlardan farklı söyleyişte birleşmek de kayda değerdir.

    Tırpan sapının ortasında L biçiminde asıl kuvvet harcanan elin kavradığı bir parça bulunur. Oyulan yerinden sapa çakılan ve böylece onunla bütünleşen bu parçaya bizde elcik deniliyor. El ile kavrandığı için bu adı verdiğimiz parçaya Bulgaristan Türkleri 'elecek' diyorlarmış.

    Elcik gibi yazı dilinde bulunmayıp Anıtkaya'da çok yaygın kelimelerden biri de eñgasdandır. Yalancıktan, şakadan, şaka olarak, kandırma ve eğlence amaçlı fillere zarf olarak kullanılıyor. 'Eñgasdan dedim' sözünün anlamı; 'Dediklerimi dikkate alma, şakadan söylüyorum.'dur. Köken olarak çözemediğimiz bu kelimenin kaynağını da Bulgaristan Ağızlarında buluyoruz, zira eñkas onlarda şaka demekmiş. 

    En azından benim kafamda çözüme kavuşan bir husus daha var. Bizim köyde 'ara' veya musiki parçası anlamında 'fasıl' kelimesi yoktur. Hatta o kelime hiç yok desek başımız ağrımaz. Yalnız 'Fasılüyük' özel adında var ve Çatalüyük için kullanılıyor. Acaba orada fasıl mı veriyorlardı, yahut çatalın arası kastedilerek mi 'Fasılüyük' yakıştırması yapıldı diye düşünürdüm. Bulgaristan Ağızlarında fasıl; tuhaf, garip, şaşırtıcı acayip görünüşlü demekmiş. Başka tümülüslere benzemeyecek kadar tuhaf göründüğü için Çatalüyük'e Fasılüyüğü denmiş olabilir. Ayrıca höyük kelimesi Bulgaristan Türklerinde, bizimkine benzer şekilde ûk/üyük olarak telaffuz ediliyormuş. 

    Denesi alınmış mısır koçanı ve günaşık kellesine 'gapcık' diyoruz. Bir çok deyimde de geçen bu kelime Bulgaristan Ağızlarında yalnız mısır koçanı için kullanılıyormuş. Karadeniz'de yeşil fındık kabuğu için de aynı kelime kullanılıyor. Bizim etkileşimimiz Karadeniz değil Bulgaristan Türkleri yoluyla olmuşa benziyor.

    Kadar kelimesinin sonundaki ses düşüyor ve 'gadâ' biçiminde söyleniyor, tıpkı bizdeki gibi... Hatta 'ogudâ, bugudâ, şugudâ' kalıpları da aynı Anıtkaya'daki gibi yaygınmış. Bizde bazen ogudak, bugudak, şugudak oluyor. (Hayret, bugudara gadan da beñzē mi her şey!)

    Yine edatının gene biçimi de var; ama bizde pek kullanılmaz. Aslında yine de kullanılmaz... İkisinin ortasını bulup 'gine' demişiz. Bizim yolu Bulgaristan Türkleri de izlemiş, onlar da gine diyorlar.

    Esasında yazı dilinde olmayıp da Eğret Ağzının yaygın kelimelerinden biri de 'guymek'tir. Bizde 'gomek' biçiminde söylenen 'koymak'tan farklı olan bu fiil, bir şeyi içeri, içine yerleştirmek, sürmek, sokmak anlamı taşır. (Goyunnarı guydum.) Aynı kelime, aynı anlamda Bulgar Ağızlarında var...

    Pehlivanlarıyla meşhur bu topraklarda güreş çok meşhur. Ve bu spora tıpkı bizim gibi 'güleş' diyorlar...

    'Hah işte öyle' veya 'hah şöyle' söz öbeğini 'haştöle' biçiminde yeni bir kelime olarak kullanıyorlar. Eğret Ağzında buna benzer kullanıma örnek 'haşşöne', 'haşşönece' ve 'haşşönecene'dir...

    Gavurküfürüne geldik. Bilindiği gibi eski Anıtkaya'da Paskalya günü yumurta boyama, yuvarlama, tokuşturma ve yeme biçiminde çocuklar tarafından coşkuyla kutlanırdı. Bunun bir Hıristiyan Bayramı olduğundan habersiz adına da Gavurküfürü derdik. Adetin Ellikgavuru denilen yerli Rum ve Ermeni'lerin Paskalya kutlamalarından kalarak yerleştiğine dair tahminlerimiz vardı. Bu tahminlere, Macurlar yoluyla Bulgaristan Türklerinden geldiğini de eklemeliyiz. Zira Hıristiyanlarla birlikte yaşanılan köylerde Paskalyadan bir gün önce Türklerin yaptıkları törenlere köfrü denirmiş. Küfürden geldiği söylenen bu kelimeyi Gavurküfürüyle ilişkilendirmekten daha doğal ne olabilir.

    Öğütmekten gelen, ama yazı dilinde olmadığı halde Eğret ağzında kullanılan üğünmek kelimesi var. Un, toz toprak, şeker, buğday veya başka tahılların küçük bir delikten akmasına deniliyor. Kum saatindeki kumun üğünmesi/üyünmesi gibi... Bulgaristan Ağızlarında buğdayın öğütülmüş haline un yerine bazen ûnük/üğünük derlermiş.

    Bir fiil olarak yemek, Eğret Ağzında yimek biçiminde söylenir. (Elmalañ hepsini yimiş.) Bu fiil onlarda da aynen böyle söyleniyor. Bir de öğün anlamında yemek var, biz ona ekmek deriz. 'Ekmeğiñizi yidiñiz mi?'  sorusundan kasıt 'Yemeğinizi yediniz mi?'dir... Aynı ayrım Bulgaristan Ağızlarında da yapılıyormuş: Ûlenekmē/öğlenekmeği/öğle yemeği demek oluyor...

    Çok fonksiyonlu evet edatı Eğret Ağzında seyrek görülür. Onun yerine daha kısa 'ya' edatı kullanılır. Yalnız bu kelime, Afyon Ağzındaki "ya'a" ile karıştırılmamalıdır. Birisi evet anlamında, diğeri tam tersi hayır anlamında kullanılır. Anıtkaya'da evet anlamındaki 'ya'nın kaynağı Bulgaristan Ağzında bulunabilir. Çünkü orada evet anlamında 'ye' kullanılıyormuş.

    Türkiye Türkçesi Ağızlarında ve yazı dilinde yemeni kelimesi hep kadınların başörtüsü diye anlamlandırılıyor. Oysa Eğret Ağzındaki anlamı lastik ayakkabıdır, hatta 'alemyemenisi' diye alt türü bile var. Bunların yüzlüleri ve yüzsüzleri olurdu, sanırım yüzsüzlerine alemyemenisi diyorlardı. Listemizde de görüldüğü gibi, üst tarafı açık lastik ayakkabıya Bulgaristan Ağızlarında yemeni denirmiş. Tam da bizim alemyemenisini anlatıyor...

    Boyundurukta öküzün boynu kilitlenen bölüm, uzun sağlam meşe çubuklarla belirleniyor. Bu çubuklara Eğret Ağzında zelve/zevle deniliyor. Sonradan demirden yapılsa da zevleler meşe ile bütünleşmiş; bazı meşeleri daha dağdayken zevlelik diye ayırırlarmış... Bulgaristan Ağzında da bunun adı zelve... Boyunduruğun oka yakın iç kısımda sabit ve daha kalınına içzelve; sürekli çıkarılıp takılan ve nispeten daha ince olana da dışzelve diyorlarmış. 

    Yukarıda bahsetmiştik, araba aksamından tekerin dışını kaplayan çembere de ortak olarak şına deniliyordu. Zelveden sonra aklıma geldi, ihtiyaten listeye almadığım 'talige' kelimesi vardı. Bu kelime aslının Rusça 'talika' veya Macarca 'dalige'den geldiği ve dört tekerli at arabası manasında kullanıldığı ifade ediliyor. At ve öküz arabası aksamında buraya yazmadığım daha çok benzer kelimeler bulunuyor. Zorlama da olsa 'delece' ile 'talige/dalege' arasında bağ kurulma ihtimali bir köşede dursun.

    Bu kadar aynılık ve yakınlığa neden dikkat çekiyoruz. Eğret Ağzında açıklanamayan bazı kelimelerdeki soru işaretlerini kaldırıyor diye... Bir asırdan fazla olmuş Cumalı ve Sususzosmaniye Macurları bulundukları yere yerleşeli... O günden bugüne Eğret ile ilişkiler kurulmuş, bunun sonucunda etkileşim kaçınılmaz. Yalnız Eğret Ağzında görülen kelime ve kullanım inceliklerinin ortak olmasından nasıl bir sonuç çıkarmalıyız, bilemem...

    Şu bir gerçek, Eğret Ağzı ne Afyon Ağzına benzer ne de Ova Köyleri Ağzına. Bu farklılığın sebebini, asırlardır işlek bir ticaret yolu ve durağı üzerinde bulunması kadar, yüz yıl kadar önce hemen yanıbaşına konmuş Balkan Muhaciri evlad-ı fatihan ile etkileşiminde aramak gerekir.



Macur Köyleri Ve Eğret Ağzı -2

 
    Makedonca, Sırpça, Hırvatça tamam da... Macurların büyük çoğunluğu, Cumalı ve Susuzosmaniye dahil, Bulgaristan kökenli... Oralarda konuşulan Türkçe ile Eğret ağzını karşılaştırmadan yapılacak analiz eksik olmaz mı... Elbette eksik olurdu ve asıl benzerlikleri ıskalamış olurduk. Bu yüzden Bulgaristan Türkçe ağızları hususu ayrı bir yazı konusu oldu.

    Bu yazıyı hazırlarken Hüseyin Dallı'nın 'Kuzeydoğu Bulgaristan Türk Ağızları Üzerine Araştırmalar' adlı kitabını esas aldım. Yazarın kendi köyünün de içinde olduğu bir sahada hazırladığı incelemesi Türk Dil Kurumu'nca basılmış, ancak baskı tarihi bilinmiyor. Önsöz altına düşülen notta 1976 yılı yazılmış. 1980-90'lı yıllarda yaşanan son göçlerle birlikte araştırma sahasında Türk ağzı kalmamış olabilir. Bu yüzden bahsi geçen eser çok değerli.

    Kitapta o bölgede konuşulan Türkçe enine boyuna incelenmiş. Benim bundan yararlanacağım tarafı, Eğret Ağzı ile benzeştiği kısımlardır. Bu bölümler bile yazı sınırlarını zorlayacak genişlikte olduğundan, ilk bölümdeki gibi yalnız benzeşen bazı kelimeler üzerinde duracağım. Çok benzer kurallar var ki o konuya hiç girmeyeceğim.

    Yine baştan belirtilmesi gereken husus, nazal ñ'nin yokluğu veya ona yok denecek kadar az yer verilmesidir. Başlayalım...

    Eğret'te azıcık kelimesi acık/açık biçiminde söylenir (Açık daha git.) Orada da öyle... İyisi mi benzerlikleri çizelge haline getirelim.


    Yazı Dili            Bulgaristan Ağzı        Eğret Ağzı           Açıklama      

    adımlamak            adımnamak            adımnamek
                                  akdarmak               akdarmek            harman
    alev                       alef                         alaf
    alevlenmek            aleflenmek             alaflanmek 
                                  amelsiz                   amarsız               obur, açgözlü
    anahtar                  anatâr                      enatdar
    anlamak                annamak                 añnamek
    anlaşmak               annaşmak               añnaşmek
    anlatmak               annatmak                añnatmek
    entari                     anteri                      enteri
    armut                     armıt                       armıt
    Arnavut                  Arnavıt                   Arnavıt
    ağrı                        ârı                           ârı
    bagaj                      bagaş                      bageş
    bağlamak               bâlamak                  bâlamek
    bayağı                    bayâ                        bayâ
    beygir                    bēgir                        bēgir
    biçmek                   bişmek                    bişmek
    budak                     bıdak                      bıdak
    pide                        bide                        bide
    borçlu                    borşlu                      borşlu
    bebek                     böbek                      böbek
    biber                      böber                       büber
    baba                       buba                        buba
    buğday                   bûdey                      buydey
    boynuz                   buynus                    buynuz
    böbrek                    bûrek                      bôrek
    jandarma                candarma                candırma
    Japon                     Capon                     Capon
    cahil                        cayil                       cayil
    cehennem               cennem                   ceēnnem
    sigara                     cigara                      ciğara
    cevap                     cuvap                       cövap
    cumartesi               cümertesi                 cümertesi
    çabuk                     çabık                        çabık
    çamur                    çamır                        çamır
    çamlık                   çamnık                     çamnık
    çavuş                     çavış                         çavış
    çiğnemek               çînemek                   çinnemek
    çeyrek                    çîrek                         çērek
    dakika                    dakke                        dakge
    davul                      davıl                         davıl
    derviş                     devriş                       devriş
    değnek                   dînek                        dēnek
    dinlemek                dinnemek                 diñnemek
    don yağı                 don yâ                      doñyağı
    doğru                      dûru                         dôru
    eksik                       îsik                           ēsik
    ekşi                         îşi                             ēşi
                                   elecek                       elcik                    tırpanda
                                   éñkas                        éñgasdan            şaka/şakadan
    enli                         enni                          eñni
                                   fasıl                          Fasılüyük            tuhaf, garip
    fincan                     filcan                        filcan
    vişne                       fişne                         fişne    
    kabahat                   gabârt                       gabağet
    kadar                       gadâ                         gadâ
    kalbur                      galbır                       galbır
    kalaycı                    galaycı                     galeyci
    kalınlık                    galınnık                   galıñnık
                                    gapçık                      gapcık                 mısır koçanı
    karaağaç                  garâç                        garağeç
    kardeş                      gardaş                      gardeş
    gene                         gene                         gine                     yine
    getirmek                  getimek                    getmek
    karı                          garı                           garı                      kadın
    karışlamak               garışlamak               garışlamek
    kaz                           gas                           gaz
    kaynana                   gayna                       gayınna
    kaynata                    gaynata                    gayınta
    kır                            gır                            gır                         renk ve arazi
    kıymetli                   gıymatlı                   gıymatlı
    gömlek                    gönek                       göynek
    gönlüm                    gönnüm                    göynüm
    koymak                   guymak                    guymek                içeri
    güreş                        güleş                        güleş
    hamur                      hamır                        hamır
    hangi                        hangı                        hangı
    ha işte öyle              haştöle                      haşşöne
    elbet                         helbet                        helbet
    Ramazan                 Iramazan                   Irmızan
    raf                            ıraf                            ıraf
    rakı                          ırakı                           ırakı
    sıcak                        ısçak                          ıscak
    lazım                        ilazım                       ilazım
    leğen                        ilēn                           ilyen
    leş                            ileş                            ileş
    limon                       ilimon                       iliman
    iğne                          îne                            inne
    rende                        irende                       irendire
    insan                        îsan                           îsan
    eksik                        îsik                            ēsik
    iç donu                    işdonu                       işdonu
    ekşi                          îşi                              ēşi
    ekşimek                   îşimek                       ēşimek
    kabul                        kabıl                         gabıl
    kambur                     kambır                      gambır
    gayrı                         kâri                           gâri/gâli            artık
    karpuz                      karpıs                        garpız
    karşı                         kâşı                            garşı
    kahve                       kâva                           gâve
    kavuşmak                 kavışmak                  gavışmek
    kefen                        kefin                          kefin
    kilitlemek                 kitlemek                    kitlemek
                                     köfrü                          gavurküfürü         paskalya öncesi
    gölge                        kölge                          kölge
    leylek                       lîlek                            lēlek
    muhabbet                 mabbet                       mağabbet
    mahalle                    mâle                           meğelle
    muallim                    mallim                       mâlim
    mevlit                        mēlit                          mēlüt
    merdiven                  merdemen                  merdiman
    metre                        metru                          metrô
    mısır                         misir                           misir
    namazlık                    namazlâ                     namazlağı
    nasıl                           nası                            nası
    nişanlı                        nşannı                        nişannı
    oklava                        oklâ                           okluğeç
    onlar                           onnâ                          onnâ
    önlük                          önnük                        öñnük
    öyle                            öle                              öne
                                       pâla                            pılı                        pamuklu kumaş, pılı pırtı
    pahalı                         pâlı                             bâlı
    pazartesi                     pazarertesi                 bazarertesi
    pehlivan                     pelvan                        pēlivan
    papaz                          popas                         popaz
    radyo                          radiye                         irediyo
    rahat                           rât                               ırât
    rahmetli                      râmetli                       ırâmetlik
    saat                             sât                              sēt
    sahibi                         sâbı                             sâbı/sâbısı
    sağlam                       sâlam                          sâlam
    salı                             sali                              sâli
    samanlık                    samannık                     samannık
    sahan                         sân                               sân
    savurmak                   savırmak                     savırmek           
    sekizer                       sekizē                           sekizē
                                       seme                            seme                salak,uykusemesi, semegoyun
    sarhoş                         seroş                            zerroş
    seyrek                         sîrek                            sērek
    sivilce                         sivilci                          sivilci
    sonra                           sôra                             sôna
    solucan                       sûlcan                         soğulcan
                                       sündürmek                  sündürmek            uzatmak
    şenlik                          şennik                         şennik
    şimdi                          şindi                            şindi/şinci
                                       şına                              şına                      teker çemberi
    şöyle                           şöle                             şöne
    şunlar                          şunnâ                          şunnâ/şonnâ
    şüphe                          şüpe                            şüpe
    şüpheli                        şüpeli                          şüpeli
    tapu                             tapı                             tapı
    tahta                            tâta                              tatda
    tavuk                           tavık                            tavık
    terazi                           terezi                           terezi
    tövbe                           töbe                             töbe
    tohum                         tûm                              tôm
                                       ûnük                             üğünük              öğütülmüş
    öfke                             üfke                             öke
    höyük                          ûk                                üyük
    öğle yemeği                ûlenekmē                     ôlenekmeği
    öğrenmek                    ûrenmek                      ôrenmek
    öksüz                           ûsüs                             ôsüz
    var                               vâ                                 vâ
    varmak                        vâmak                          vamek
    vermek                        vēmek                          vēmek
    yağmur                        yâmır                           yâmır
    yanlış                           yannış                          yânış
    yavru                           yavrı                             yavrı
                                        ye                                  ya                        evet
                                        yemeni                          yemeni          lastik ayakkabı
    yemek                          yimek                           yimek            fiil
    yumurta                       yımırta                          yımırta
    zaten                            zati                                zati
                                         zelve                             zelve/zevle    boyundurukta
    zerdali                          zerdeli                           zerdeli

    Benzer kelimeleri almadığım halde uzun bir liste oldu. Bulgaristan Ağızları ile Eğret Ağzı arasındaki yakınlığı varın hesap edin. Ayrıca bunun kurallardaki benzerlikler kısmı var ki oraya hiç girmedik. Bununla beraber listedeki bazı kelimelerin birazcık izahata ihtiyacı var.