31 Aralık 2024

Eğret'te Giyinme Alışkanlıkları


    Tarihte Eğretlilerin giyinme alışkanlıklarına dair elde bir veri bulunmuyor. Sadece bir kaç mahkeme kaydında terekeye yansıyan şeyler var. Miras olarak kalan şeyler arasında bazı giysilere rastlanıyor. Taşınır taşınmaz, canlı cansız mal mülk sayılıp dökülmüş; arada bazı maddeler bildiğin elbise... Demek ki miras bırakılacak kadar değerliymişler...

    Mirasla alakası yok, emanet bırakılan elbiselerle ilgili kayıt eldeki en eski belge kabul edilebilir, 17. yüzyıla ait... Muharrem oğlu Satılmış bazı esvapları bir sepete doldurup Afyon'un yolunu tutuyor. Orada Firenkoğlu Sergiz adlı bir ecnebiye emaneten bırakıyor. Başka bazı ecnebiler bunu görüp gece yarısı sepeti çalıyor ve gidip gömüyorlar. Hırsızlıkları meydana çıkınca da çaldıklarını gömdükleri yerden almaya gidince bir de bakıyorlar ki sepet açılmış ve elbiselerin bir kısmı yerinde değil. Kalanları teslim edip çalınanların değerini borçlanarak dava etmemesi için anlaşıyorlar. Sonra olay yine Kadıya intikal ediyor, ama burada önemli olan 1650'lerde bir Eğretli için elbiselerin ne kadar değerli olduğudur. Gerçi onların cinsi ve biçimi hakkında hiç bir bilgi verilmemiş 'esvap' deyip geçilmiş, ama eşkıyadan korumak için emin birilerine emanet bırakılacak kadar kıymetli olması önemlidir.

    Eldeki bir kaç terekeden de eski dönemde elbiselerin ne kadar kıymetli olduğu sonucu çıkarılabilir. Terekeler ile yukarıdaki emanet esvaplar arasında iki asır var, lakin o dönemlerde giyinme alışkanlıkları değişmediği için bu mesafenin önemi yok. 17. Yüzyılda esvaba yüklenen önem ne ise 19. yüzyılda da aynıydı. Asıl değişim 20. yüzyılda oldu, o konuya geleceğiz.

    1839 Yılında Hacıların (Davılcıarifler, Kelahmetler, Yetimler) Ayşe ninesi vefat ediyor. Ondan kalan mal mülk ne varsa listelenmiş, arada sayılan bir kaç parça giysi dikkat çekiyor. Birisi yeni entari ki 100 kuruş değer biçilmiş. Kışlık ve yazlık iki eski entari ise onun yarısı kıymetinde, ikisi birden yüz kuruş... Kullanılmış diz bezi 15 kuruş, yine giyilmiş üç adet gömlek ise 30 kuruş değerindeymiş... Tanzimat başlangıcında Eğret'te kadın giyeceklerini göstermesi açısından bu tereke önemlidir. Entari malumdur, sonradan fistan denilen, etekleri dizlerin altına neredeyse ayak bileklerine kadar uzanan kollu kadın giysisidir. Yazlık ve kışlık çeşitleri olduğu da böylece anlaşılıyor. Diz bezini anlayamadım, belki öncek dediğimiz şeydir. Fakat gömlekten kastedilenin, içlik anlamında göynek olma ihtimali çok yüksek...

    İkinci terekemiz 1841 yılına ait, Selimlerin dedesi olan Selimoğlu Ali'nin vefatı üzerine düzenlenmiş. Yine bütün mal mülkün arasına gizlenmiş bir kaç parça esvap var, ama bu kez doğal olarak erkek giysisidir. Bununla beraber isimleri söylendiğinde kadın giysisiyle aynı anıldıklarını anlayacaksınız: Entari, gömlek ve don... Demek ki erkekler de entari giyiyorlardı. Gömlekten yine göynek kastedildiği malum, yeni olarak don var. Eğret'te kadın erkek, büyük küçük herkesin giydiği şalvar türü giysiye don denildiğini biliyoruz. Hatta sonradan erkeklerde pantolona dönüşene de genel olarak don derlerdi. 'Donunun ağını toplamak' şeklindeki deyim hala kullanımdadır. Buradaki dondan Selimoğlu Ali'nin ayağındaki giysi anlaşılmalıdır; ayrıca içe giyilene özellikle 'içdonu' derlerdi. Yalnız Selimoğlu Ali'nin bu giysilerin değeri düşük gösterilmiş, üçü toplam 10 kuruş...

    Emirhanoğlu Halil'in oğlu yok. 1848 Yılında vefat ettiğinde her şeyi kızlarına kalıyor. Terekesinde dikkat çeken şey, bir tane yeni Trablus kuşağıdır. Yüz kuruş gibi oldukça yüksek değer biçilen bu kuşak Afrika veya Şam Trablus'unda dokunduğu için böyle adlandırılmış olmalıdır. Burada önemli olan erkek giysisi olarak bele sarılan kuşağa yer verilmesidir. Değerli olsun, sıradan olsun geçtiğimiz yüzyıl sonlarına kadar bazıları kuşak kuşanma alışkanlığını sürdürdü...

    Son olarak Gocamat Ahmet Tektaş'ın büyük dedesinin terekesine bakalım. 1849 Yılında vefat ediyor ve bıraktıklarının listesinde bir madde dikkat çekici, eski bir maşlah... Genellikle Arap kadınlarının gündüz giyeceği biçiminde tanımlanan maşlah o vakitler nadir de olsa Anadolu kadınları tarafından da kullanılırmış. Ancak Eğretli kadınların üzerlerine böyle bir üst giysisi aldıklarına dair başka bir kayıt yok. 15 Kuruş değer biçilmiş olan bu maşlah, akıllara 'örtme'nin ilk hali olabileceğini getiriyor...

    Saydığımız örnekler Eğret halkının giyim kuşamıyla ilgili belgelere yansımış bazı hususlardı. 19. Asrın ortalarındaki bu yazılı kaynaklar ile 1920'li yılların fotoğrafları arasındaki yaklaşık yetmiş yılın yine cahiliyiz. Bununla beraber arada önemli bir fark olmadığı kanaatindeyiz. Sözü edilen fotoğraflar işgalci Yunanlar tarafından çekilmiş. Eğret'te çekildiğinden emin olduklarımızın içinden Eğret halkının kıyafetlerini gösteren bazı tipleri ayıkladık. Böylece kadın erkek, genç ihtiyar, kız ve oğlan çocuğu olmak üzere belirgin olanların kıyafetlerini örnek olarak inceleyeceğiz. Bunlar Eğret'e dair yazılı belgelerden daha objektif, ayrıntılı ve çeşitlidir.

    En küçük çocuk fotoğrafları zorla aşıya getirilmiş üç dört yaşındakilere ait. Ne olduğundan ve olacağından habersiz bu çocuklar oldukları yere oturmuş oyun oynuyorlar. Ayakta olmadıklarından kıyafetleri çok belirgin değil. Ortak özellikleri başlarında örme bir takke/başlık, üzerlerinde uzun bir entari bulunması ve yalınayak olmalarıdır. 

    Onlardan biraz daha büyük 5-6 yaşındakileri gösteren bir başka fotoğrafta çocuklar ayakta duruyor ve zorlama yok gibi... Bu çocuklar da yalınayak ve entarili. Öncekilerden farklı olarak ikisi başıgabak ve hepsinin entarisi içinde göynek ve üzerinde hırka/ceket/yelek/gömlek karışımı bir şey daha var. Bunlardan yola çıkarak bir asır önceki çocuk kıyafetini değerlendirecek olursak merkeze entari/enteri çıkar. Bu giysi, özellikle erkek çocuklarda yetmişli yıllara kadar varlığını sürdürdü. Ondan sonra da tamamen tarih oldu. Mahmut Omak'ın dediği gibi 'Biz enteri giyen son kuşağız.'

    Zorunlu aşı uygulamasına zorla getirilen kız çocukları var, 7-8 yaşlarında gibi görünüyorlar. O yaştakileri işgal döneminde pek dışarı çıkarmazlarmış, bu yüzden başka fotoğraflarda görülmesi çok zor. Mecburen sağlık taraması diye Gocacami yanına yığıp fotoğraflamışlar, oradan gözlemlediğimiz kadarıyla kıyafetlerine bakalım.

    Kesinlikle başları kapalı, ayakları açıkta... Erkek çocukların yalınayak dolaşması gibi kız çocuklarının da çoğunun ayakları çıplak. Bazıları yazmasının ucuyla yüzünü de örtmeye çalışıyor. Yalnız büyüklerinin gözetiminde de olsa kollarını sığamış olmalarından rahatsızlıkları çok belli... Hepsi şalvarlı ve öncekli. Üzerlerinde etekleri şalvarın içinde olan enteri veya fistan var. Birinin beline şal/kuşak sarılı...

    Aynı aşı uygulamasında 7-8 yaşlarında erkek çocuklar da bulunuyor. Küçük çocuklar gibi örme takkeyi veya eski kalıpsız keçe/fesi başına koyanlar da var, başıgabak bulunanlar da... Fakat tavırları, edaları, bakışları çocuk gibi değil de büyük adamlar gibi; esasında giyinişleri de öyle... Ayaklarda çoğunlukla çarık, üzerinde şalvar... Bazılarının dizlerine kadar çıkan ip çorapları var. Üstte bir mintan/gömlek, onun üzerinde yelek; şalvarın uçkurluğu ile gömlek uçlarının birleştiği belin üzeri bir kuşakla kuşatılmış. Gömleğin yenleri alabildiğine kısa. Baştaki başlık şık bir sarıkla sarmalanmış... Biraz daha dikleşmiş, delikanlılığa doğru yürümüş çocukların kıyafeti de böyle...

    Bir fotoğrafa onlardan daha büyük, ama daha zayıf ve bakımsız bir erkek çocuk yansımış. Çeşmenin yanında katırın yularını tutmakta olan 11-12 yaşlarında bu çocuğun Timitiri Arif Soya olduğunu söyleyenler var. Taşların arasındaki yalınayakları belki de kanıyor. Şalvarının paçaları dizlerine yakın sıvanmış, oraya kadar çıplak yani... Göyneğinin üzerine düzensiz düğmelerle tutturulmuş fanila gibi bir şey var. Hepsinin üzerinde var mı yok mu belli olmayan bir yelek... Belde kabaca sarılmış bir kuşak... Kafasında da bir şey yok; yani yalınayak, başıgabak...

    Aynı yerde, yani çeşmenin başında çekilmiş fotoğraflarda kadınlar da yer alıyor. Zaten başka yerde kadınları görmek pek mümkün değil, çünkü olduğunca dışarıya pek çıkmıyorlar. Hatta çeşmeye de çıkmayacaklar, erkekleri gönderecekler suya; ama işgalciler kadınların gelmesini şart koşmuşlar. Bu yüzden çeşme çevresinde iki üç yaşlı kadın mutlaka bulunuyor. O kadınların kıyafetlerine bakıldığında yine şalvar, kuşak ve genellikle beyaz bir üst örtüsü dikkat çekiyor. Baştan bel altına kadar inen bu beyaz örtü üzerinde durulmaya değer...

    Nasıl ki bir asır önceki maşlahın 1920'lerdeki haliyse; beyaz örtü, 1990'lı yıllara kadar yaygın olarak kullanılan, şimdi bile Anıtkayalı kadınların üzerinde tek tük görülen kara örtme'nin bir asır önceki hali olsa gerektir. Fakat renginin neden beyazdan siyaha dönüştüğü konusu ciddi olarak incelenmeye değerdir. Bir görüşe göre işgal dönemindeki travmanın göstergesi olarak örtü kararıp örtmeye dönüştü ve Eğret kadınlarının ayırıcı özelliği haline geldi. Zamanla başka çeşitleri de çıktı, mesela yaşlıların rağbet ettiği kahverengiye çalan kareli biçimine satırenç (satranç) denildi. Genellikle gelinlerin kışın örtündüğü çeşitli renklerde yünlü biçimine atgı adı verildi. Lakin doksanlara kadar kara örtme saltanatını hep korudu...

    Çeşme başındaki kadınlarda görülen şalvarların genel olarak don diye adlandırıldığını söylemiştik. Şalvar genel adının yanında gocadon, bulamadon gibi çeşitlerinin varlığını da anmak lazım. Örtme gibi şalvar çeşitleri de popülerliğini yitirmek üzere...

    İşgalcilerin çektiği fotoğraflarda her yaşta kadınların ortak özelliği gibi duran öncek ise ilk terk edilen giysi/aksesuarlardan biri oldu. 19. Yüzyılda diz bezi diye adlandırılan öncek, 20. yüzyıl başlarında genç ihtiyar bütün kadınların belinde bağlıymış. Ben onu macurlardan alınan bir adet sanırdım, değilmiş...1970'lerde yaşlıların tamamında bulunurdu, sonra sonra büsbütün ortadan kalktı, yalnız hamur yoğuranlar kuşandı... Kuşak da öncek gibi sonlandı; önce şal adıyla yaşlı kadınlara has yol aldı, sonra bütünüyle kayboldu...

    Yetişkin erkeklerin görüldüğü fotoğraf sayısı daha çok. Giysileriyle net görünmesi açısından, zorunlu Hacienesti'yi karşılama törenindeki sıralı Eğretlileri gösteren fotoğrafı misal olarak aldık. Buna göre ortak kılık kıyafet özellikleri şöyle görünüyor: Herkes sakallı... Başta bir başlık ve onu sarmalayan bir sarık... Yakasız bir gömlek/sıkma, onun üzerinde örme yeleğe benzer bir şey... Altta şalvar, ayaklarda çarık ve nakışlı, sade ip çoraplar... O çoraplar ki dizlere kadar çıkıp şalvarın paçalarını boğmuş... İkinci boğum belde, mintanla şalvarın buluşma noktasındaki kuşakla sağlanmış... İstisnasız her Eğretli erkeğin kıyafeti bu...

    Cumhuriyetten sonraki zorunlu değişimden bu manzara da nasibini alacak, erkeklerin kıyafeti ciddi anlamda değişecektir. Bununla beraber yaşlılarda tek tük sarık 70-80'lere kadar varlığını sürdürdü. Aynı dönemlerde ip çoraplarını dizlerine kadar çeken Kölgeci Ömer Kayır dede aklımda kalmış. Tekelilerin Gocabıyık İbrahim Taşkın da beline kuşak dolamaktan vazgeçmedi diye biliyorum...

    1921-22 Yıllarında çekilmiş fotoğraflardan yola çıkarak bir analiz yapmaya çalıştık. Bu kıyafetlerin birdenbire değişmediğini, varlığını ve izlerini bugün, az bile olsa, devam ettirdiğini gördük. Şapka/kasket gibi bazı kısımlarda zorunlu ve keskin bazı değişimler yaşansa bile...

    Uzun yıllar değişmeyen giysi alışkanlıkları da vardı. Bunların başında gelenekselleşmiş düğün giysileri geliyordu. Özellikle kadınların kendine özgü gelinlikleri, düğüncü kadınların giydikleri onlardandır. 1970'lerde çeyizevi eğlencelerine bu tür giysilerle katılan kadınları hatırlıyorum...

    Değişimle beraber yeni giyinme alışkanlık ve geleneklerinin oluştuğunu da belirtmek lazım. Eğretlilerin pontur dediği pantolonlar ileşberlik işleri sırasında çabuk yıpranıp deliniyordu. Genellikle diz üstü ve arka yamıçlar çabuk eskiyordu. Oraları delinen ponturu atıp yenisini diktirmek masraflı olacağından bunun yerine eskiyen kısımlarını yamatma yoluna gidildi. Süvarilik vurdurma denilen bu yöntem o kadar yerleşmiş ki, aynı pontura defalarca süvarilik vurdururlarmış...

    Notlarımın arasına 'güdük' kelimesini de almışım, rahmetli Fadime Ninemde gördüğüm bu hususu anlatayım. Kendi eliyle belinden aşağıya kadar inen bir elbise dikerdi. Kumaşın arasına yapağı yerleştirip tıpkı bir yorgan gibi diktiği bu elbiseye güdük adını verirdi. Vücut güdüğe alışınca sürekli onu istiyor demek ki... Yıkana yıkana bir kaç yılda eskiyen güdüğün yerine yenisini de mutlaka dikerdi... Yukarıda kışlık yazlık entariden bahsetmiştik, acaba kışlıklar bu güdük gibi bir şey miydi, diye aklıma gelmedi değil...

    Bundan dört asır evvel esvapların ne kadar kıymetli olduğunu, değerini 19. asırda da yitirmediğini örneklerle anlatmıştık. Bütün bu maceranın sonunda elbisenin değerini gösteren iki anekdot daha anlatayım. 1940'larda Macurali dedem askerden öyle bir elbiseyle dönmüş ki, onu satıp üzerine biraz daha katarak düğün yapıp ninemle evlenmiş... 1970'li yıllarda harman kalktıktan sonra hayratçılar gelirdi köye... Hayırlı işler için bağış toplayan hayratçılara bazıları elbise bağışında bulunur, onlar da arabanın bir köşesine bayrak gibi asarlardı. Bir arabanın hayratçı olduğu ancak o elbiselerden anlaşılırdı. Burada dikkatlere sunmak istediğim şey, o elbiselerin bir değeri vardı ki bağış yapılıyorlardı...

    Evet, asırlarca aynı tarzda devam eden Eğret giyinme alışkanlıkları ülke geneliyle birlikte Cumhuriyet'ten sonra değişmeye başladı. İnkılaplar olmasa belki yine kaçınılmaz bazı değişiklikler olabilirdi, ama bu kadar köklü olmazdı. Bir de 20. yüzyıl sonlarında tamamen moda denilen şeye teslim olununca bir kaç yüzyıla bedel değişimler yıllara indi. İyiliği kötülüğü ayrı konu, şimdi 1970'lerdeki alışkanlıkların bile fersah fersah uzağındayız...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder