07 Eylül 2025

Alagabaklar

 
    Çocuklar eskiden çok erken hayata atılırlarmış. Kız çocukları ev işlerini, fırın işlerini daha oyun çağları bitmeden öğrenir, ayrıca aynı dönemde çeyizlerini hazırlamaya da başlarlarmış. Oğlan çocukları ise hem oynar hem çobanlık yapar, hem oynar hem ileşberlik öğrenir, hem oynar hem büyürlermiş. Şimdiki gibi el bebek gül bebek değiller yani...

    1976 veya 77 Haziran ayı idi, son haftasındayız, okullar tatile girecek. Rahmetli Kemik Mehmet Patlar okula gelmiyor. Ali Zafer Durna öğretmenimiz... Neden gelmediğini sordu, bilen yok... Derken eski asfalttan gürültülü bir kalabalık geçtiğini gördük. Sağlık ocağı inşaatına giden ustalar, işçiler... Aralarında bizim Mehmet de var ve bir gözü bizim sınıf penceresinde... Galiba abisinin de bulunduğu kalabalığın arasından bizim sınıfa bakarken 'Ben büyüdüm, işe gidiyorum, ne işim var sınıfta!' der gibiydi...

    Geçen gün birisi anlatırken duydum. 'Üç veya dördüncü sınıftayken öğretmen beni çifte giderken gördü, çok korkmuştum.' diyor... Korkusunun sebebi, okulda olması gereken bir saatte onu dışarıda gördüğü için kızacağını düşünmesiymiş. Ertesi gün okula vardığında hiç de kızmamış öğretmeni. O kadar küçük bir çocuğun çifte yollanmasındaki acınası durumu fark etmiştir öğretmeni, çocuğun kızılacak bir yanı kalmamış ki... Dediğine göre bırak pulluk kaldırmayı, öküz koşmayı; o yıllarda an tümseğine veya bir taşa yanaştırmadan eşeğe bile binemezmiş...

    Benzer hikayeleri Dayımdan da dinlemiştim. İçlerinde o yaşta çift sürme, mal gütme, bol bol korku, biraz ürperti, ara ara komedi ve her şeyiyle buram buram çocuk saflığı bulunduran hikayeler...

    Öküz gütmeye tek başına göndermezmiş Dedem... Geceleri de kırda kaldıkları için, bir büyüğe teslim eder onun yanından ayrılmamasını tembihlermiş. Bir keresinde Aşşağılıların Osman Öncül emminin yanındaymış. Demiş ki 'Ha yiyenim, sen gündüz çevir, ben gece güden!..' Böyle  adil(!) bir işbölümü yapmış rahmetli... Dediğini uygulamışlar; Dayım gündüz akşama kadar büylek ile dellenen malların peşinde koşturur durur, gece olduğu zaman da Osman emmiye nöbeti devredermiş. Emmi de herkesle birlikte uykusu gelince vurur kafayı yatar, sabah gündüz saatlerine dahil olduğu için malları toplamak yine Dayıma düşermiş...

    Bir gece Hacıahmedinguyu civarındalar... Hangi büyüklerin yanındalar, başka hangi küçükler var hatırlamıyor. 'Alagabaklar gelir sizi yer, sakın uyumayın' diye korkutmuşlar. Gelecek olan bu korkunç şeylerin neye benzediğini bilmiyorlar; hayalet mi, hayvan mı, yoksa başka bir mahluk mu ondan da haberleri yok. Korkuyorlar ama, çocukluk işte, bir ara dalmışlar uykuya... Sonra kuş sesine mi uyandılar, kabus mu gördüler, başka bir şey sebebiyle mi silkindiler, ne olduysa uyanmışlar ki bir de ne görsünler... Uzun, kocaman bir yaratık kollarını açmış üzerlerine abanacak... Korkmaya, bağırmaya, çığlık atmaya bile dermanları yok o haldeler... Gördükleri şeyin kuyunun gövdesi ile sereni olduğunu anlayana kadar canları çıkacak gibi olmuş...

    Alagabak numarasını her çocuğa yaparlarmış. Gelip sizi yiyecekler, çocukları sevmezler, gözünüzü oyarlar, gagalayıp giderler, çok küçük olanları yanlarında götürürler... gibi türlü hurafelerle belki ilk defa kırda geceleyen çocukların kafasını karıştırırlarmış...

    Dayım biraz daha büyüyünce, belki bir iki sene sonra sadece mal gütmekle kalmamış, gündüzleri çift sürmekle de görevlendirilmiş. Lakin mesela öküzleri boyunduruğa koşamazmış. Dedem sabah koşuverir gidermiş, kazara öküz zevleden fırtarsa filan birinin gelip tekrar koşması lazım, ne kadar büyüdüyse artık... Mesela Gaklık'ta böyle bir şey olmuş, öküzün biri boyunduruktan boşanmış, aksi gibi oradan kimse geçmeyince iş öylece kalmış. Akşama Dedem gelip bakmış, tarla evlek kestiği gibi duruyor...

    Galiba 1965 filan... Dayım 12-13 yaşında... Azatardı mevkiindeler, yalnız değil, ortalık şenlik... Hatırladığı kadarıyla Bilallerin ÖmerAğa, Böbülerin Hasan Hüseyin Emmi, Patırın Bekir Dayı filan varlar... Daha başkaları da vardır belki, olayın içinde bizzat bulundukları için bunları unutmamış...

    Dedem sabahları ekmek getiriyor, evlek kesip gidiyor. Evlek kesmek o günkü hedefi belirlemektir, şuraya kadar tarlayı sür diye işaretlemiş oluyorsun. Onun dediği yeri sürene kadar da hemen hemen ikindi oluyor, öküzler acıkıp yoruluyorlar. Bu yüzden akşama doğru çift sürmeyi paydos edip hayvanları Çatalınguyu'dan suluyorlar,  sonra ver elini Dağ... Hayvanları yayarken kendileri de orada geceliyorlar. Sabah kalkınca tarlaya varıp çifte devam. Birbirine benzeyen günler böyle akıp gidiyor...

    Bekir Yırgal'ın Azatardı'nda bulunma sebebi de aynı, O da gündüz çift sürüp gece dağda malları doyuruyor. Yalnız o sırada Gödeşlerde bekar, Gödeşlerin de o mevkide tarlası var. Hatta Gödecin Mısdık Ağa her sabah bekarı kontrol amacıyla tarlaya geliyor, Dedem gibi...

    Bilallerin Ömer Ağa ve Böbülerin Hasan Hüseyin emmi de herhalde çift sürüyorlarmıştır. Ömer Ağa ile Salih Kabadayı emmi sağdıçlar, Hasan Hüseyin emmi o yaşta Gocabubasına emanet edilmiş olabilir. Gerçi ne kadar küçük olsa, yine de Bekir ve Bahtiyar'dan büyüktür, kendi başına da çift sürebilirdi herhalde...

    Aralarındaki dört beş yaşın ne kadar önemli olduğunu anla; Dayım, Hasan Hüseyin emminin yanından ayrılmaz, O da Dayımı her şeye karşı korur gözetirmiş... Hasan Hüseyin, Bekir ve Bahtiyar'ın doğum tarihleri sırasıyla 1948, 50 ve 52'dir. Yani olay sırasında 17, 15 ve 13 yaşındalar; anlatacağım olayı o yaşlardaki çocukların ruh halini de göz önüne alarak değerlendirmek lazım...

    Mutad olduğu üzere o gün de ikindiye doğru çifti bırakıyorlar. Kuyudan öküzleri suladıkları  sırada Hasan Hüseyin emmi Dayımı yine çağırmış 'yanımızdan ayrılmayın' diye... Esasında aynı bölgede çalışıp, aynı bölgede yemeklerini filan beraber yedikleri için sürekli bir arada bulunuyorlar. Fakat o gün nedense Bekir dayı 'A-ah!' diye diretmiş, Dayıma 'biz ayrı gidem' demiş.

    Yine de Balaban'a kadar hep beraber malları sürmüşler. Bekir kafaya koymuş, orada ayrı kamp kuracaklar. Tabi kamp dediğim kepineğe bürünüp yatmaktır... Dağda normalde açık alanlarda yatarlarmış. Bizimkilerin kafası tersine çalıştığı için Bekir 'ille de orman içinde yatam' diye tutturmuş. Öyle yapmışlar...

    Eşekleri yularlarından çalıya bağlamışlar. Öküzler için tedbir almaya gerek duymamışlar. Herhalde onların kaçmasına ihtimal vermemişler. Yahut her ne düşündülerse, eşekleri bağlayıp öküzleri salıvermişler. Uyumadan önce yaptıkları en önemli şey bu...

    Gecenin bir yarısında uyanıp bakmışlar ki öküzler yok. Eşekler bağlandığı yerde tîsırıyorlar, toynaklarıyla yeri döğüyorlar filan; ama öküzlerden eser yok... Gayet doğal olan bu durum bizim uyku semesi çocuklara şaşırtmış olmalı. Telaşlanmışlar, arayan gözlerle sağa sola bakınmaya başlamışlar... Derken o gri karanlıkta Bekir, Gödeşlerin ak öküzü görmüş. Bu hayvan çok gösterişli, iri yarı bir şeymiş, orman arasında bile fark edilmemesi mümkün değil... 

    Goca öküzü bulduğuna sevinmiş Bekir, demek ki diğerleri de buralarda diye düşünmüş. Gelvelakin hayvana kızmış da biraz... Kızgınlığını belli etmek ve yakınlarda yayıldıklarından kuşku duymadığı diğer öküzlere gözdağı vermek istemiş. Büyük kütümekli değneği iki eliyle kaldırıp hayvanın sırtına indirirken 'Bilmemnetdimin malı!' diye bir küfür savurmuş... Fakat... O kadar gerinip küfürle de destekleyerek indirdiği değnek öküzün sırtını değil doğrudan yeri dövmüş. Sanki o anda goca ak öküz maddesi, cismi olmayan şeffaf bir şeye dönüşmüş de değnek içinden geçmiş gibi...

    Bu durum, bizim iki küçük kafadarı her şeyden çok korkutmuş. Gözlerinin önündeki goca öküz nereye gitti de değnek yeri dövüyor... Yoksa öküz olarak gördükleri öküz değil mi?.. Değilse ne?.. Alagabak?!!... 

    Korku ve panik arasında besmele çekmeyi akıl etmişler. İşte o anda, ne olduğunu anlayamadıkları goca ak öküz ortadan kayboluvermiş. Artık yok... Rahatladılar mı, daha çok mu korktular orası belli değil... Bir nebze sakinleşmiş olabilirler...Tekrar yatıyorlar, ama uyudular mı uyumadılar mı, sabahı nasıl ettiler, hiç sorma...

    Sabah yine telaştalar, çünkü öküzler hala kayıp... Hayret bir şey, eşekler bağladıkları yerde, ama öküzler yok... İkisi birden gün aydınlığında kayıpları aramaya çıkıyorlar... Nihayet buldular... Buldular, ama bu kez de eşekleri bağladıkları yeri bulamıyorlar... Bekir demiş ki 'Sen öküzleri tarlaya götür, ben eşekleri bulup getiren...'

    Dayım iki çift öküzü sürmüş Azatardı'na doğru... Lakin her zamanki mevkiden yola çıkmadığı ve de yalnız olduğu için yanlış tarafa yönelmiş ve vara vara Gambırarifinguyu'ya varmış. Hadi bakalım, oradan dön tekrar Azatardı'na doğru...

    Bütün bunlar olurken vakit de kuşluğa yaklaşmış. Gödecin Mısdık Ağa her zamanki saatte tarlasının başına varmış ki ne bekar var, ne öküzler... Dedem de aynı şekilde tarlayı boş görünce, elindeki ekmek çıkısını azada asıp dağın yolunu tutmuş. Tahmin etmiş çocukların başına bir şey geldiğini... Ormana girdiğinde anırtıları takip ederek eşekleri bulmuş. Meğer geceyi aç susuz geçiren bu hayvancıklar dertlerini anırarak anlatmaya çalışıyormuş. Az sonra aynı sese Bekir de gelmiş, hep beraber tarlaların yolunu tutmuşlar. Bu arada öküzlerle yolunu kaybeden Dayım da Azatardı'na ulaşmış. O gün bir kaç saatlik gecikmeyle çifte başlayabilmişler...

    Çocukların biri Ağa'ya, diğeri babasına durumu nasıl açıkladıklarını bilemiyoruz. Büyüklerin bütün bu macerayı yaşayanların nihayetinde çocuk olduğunu hesaba kattıklarını zannetmem. Burada daha korkunç olan şey ise 15 yaşındaki Bekir Yırgal'ın bekar durabildiğidir. O yıllarda çocuk bekarlar sıradan ve çok yaygınmış...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder