13 Temmuz 2025

Tığlılar ve 'Harman Yelinen Düğün Elinen'


    Hazır milletin harmanı başlamışken, uzun zamandır ertelediğim yazının vakti geldi diye düşündüm. Başlıktaki sülale adıyla harman arasında ilgi kurmaya çalışanların biraz sabretmesi gerekecek.

    Hikayenin zamanı 19. yüzyıl ortaları. Bununla beraber kesin tarihini söylemek zor, çünkü tamamen sözlü aktarımlara dayanıyor. Türkmenoğlu Mehmet ve ailesi Anadolu'nun doğusundan, Van taraflarından yollara düşüyorlar. Nereye gideceklerini belirlemişler miydi, orası meçhul. Yalnız bir kaç noktada durakladıktan sonra Afyon bölgesinde tamamen duruyorlar. Ana baba Türkmenoğlu Mehmet ve Emine hanımın akıbeti bilinmezken, çocukların dördü dört bir yana dağılıyor; Afyon, Karacaören, Paşaköy ve Eğret... Eğret'in kısmetine düşen Türkmenoğlu Osman bizim hikayemizin baş kişisi...

    Eğret'te Gırhasanlara bekar durmuş Kürt Osman... Her ne kadar resmi kayıtlara Türkmenoğlu diye işlense de Eğretliler böyle lakaplamış kendisini. Çünkü doğu istikametinden gelenlere Kürt diyorlar; Acem'miş, Azeri'ymiş, Türk'müş fark etmiyor...

    Kürt Osman Gırhasanlara sadece bekar durmuyor, onların damadı olarak aynı zamanda içgüveyisi pozisyonunda... Zaten Eğret'e sonradan gelip yerleşenler bekar ise, ancak böyle Eğretli olabiliyor; evli ise çocuklarını Eğretlilerle everme yoluyla yerleşim sağlanıyor. Daha sonra başka sülalelerle de akrabalıklar kurulacak, ama ilk irtibat Gırhasanlar/Tomanlar...

    Gırhasanların yurt aynı zamanda Kürt Osman'ın ilk yurdu olmasının sebebi budur. Şimdi o yurtta Gırhasanlar'dan yazları bir müddet köyde geçiren Tomanın Hüseyin Köz'den başkası bulunmuyor. Çok önceleri virane halindeyken Davulcu Kel Halil Köz'ün evini hatırlıyorum... Galiba şimdi  bir ucunda Necati Okutan'ın evi var... Sanırım nereden bahsettiğim anlaşılmıştır. İşte güveyileri olmasından dolayı Kürt Osman tam da buralarda oturuyormuş. Hatta Kürt Osman'ın torunu Demirci Salih Yakışır'ın demirci dükkanı da buradaymış. 

    Daha doğrusu, Kürt Osman'da demircilik var ve ilk dükkanı da evinin yanındaymış, sonradan torununa kadar veraset oluyor...

    Demirciliklerini 20. yüzyıl başında uyduruk Eğret köyü macerasında da sürdürmüşler. Bu olayı özetleyelim. Kuzeydeki geniş topraklarının bir kısmını Yenice, Susuz ve Cumalı olmak üzere Macur yerleşimcilerine kaptıran Eğretliler aynı kaderin güneyde de yaşanacağını hissedince o bölgeye kendileri bir küçük köy kurarak devleti yanıltmayı düşünürler. Güya memurlar yeni iskan için yer tespitine geldiklerinde burada zaten köy olduğunu tespit edip yeni macur yerleşimine uygun değildir raporu vereceklerdir. Dedikleri gibi olur ve cihan harbi ilk yıllarında yeni macur köyünün Kurtluoğlan/Saadet'e açılması kararlaştırılır. İşte bunun öncesinde Örenler mevkiine yerleşen Eğretli ailelerden biri de Kürt Osman'dır... Öyle yerleşir ki oraya sen sanırsın doğma büyüme oralı; ev, dam, samanlıktan başka demirci dükkanını da açar...

    Cihan harbi sonlarında Eğret'e geri dönerler, çünkü uyduruk köy yerleşimi amacına ulaşmış ayrıca oğulları da harpte şehit olmuştur. Eğret'te demirciliğe devam... Onlara Kürtosman'dan başka Tığlılar denilmesi bu demircilik mesleğiyle ilişkilendiriliyor. Ucu sivri demir anlamındaki tığ kelimesinin bir başka manası da kılıç... İkisinin özü demir olan bu aletlerden birinin yapımında usta oldukları için kendilerine Tığlılar denmiş olmalıdır...

    Kürt Osman ne kadar mahir usta olursa olsun, Eğretli için demircilik yeni bir zenaat değildi ve ona lakap verecek kadar demircilikte yeni ve ilginç bir aleti Kürt Osman'da görmüş olamazlardı. Kılıcı da tığı da biliyorlardı sonuçta... Bu yüzden onlara Tığlılar denilmesinin başka bir gerekçesi olmalı... Köylünün gözünde yeni bir şey, onun hayatını kolaylaştıran bir şey...

    Eğretlinin hayatı nasıldı? İşte sıradan bir hayat... Geniş kıraç arazide ve dağda geçimini büyük ölçüde ileşberlik ve koyunculukla sağlıyor. Bu hayata bağlı demircilik, yağhane, değirmen, nalbantlık, cambazlık vb. yan meslekler de gelişiyor tabi... Yalnız ille de ileşberlik ve koyunculuk vazgeçilmezi... Bunu da o günün şartlarına göre gara düzen tarzında yapıyor. Zaten teknoloji denen gelişme bandına henüz girmemiş zaman... Bir örnek vereyim, daha pulluk yok; sabanla sürülüyor tarlalar... İleşberlikte her şey böyle ve garadüzen dediğimiz de bu...

    Garadüzende tabiatla barışık yaşıyorsun, onunla cebelleşmiyorsun. Öyle bir yola girersen sonuç belli, mağlupsun. Bu yüzden tabii şartların elverdiği ölçüde ileşbersin. Çiğde düğen süremezsin, kalkmasını bekleyeceksin. Yağmurda harmana ara vermelisin, her şeyi çürütürsün. Kesinlikle rüzgarda sap yüklenmez, zira dengesiz olacağından araba devrilme riski var. Bunun gibi tabii şartlardan kaynaklı iş düzenlemeleri neredeyse kurallaşmıştır.

    'Harman yelinen, düğün elinen' diye bir Eğret atasözünü duymayan yoktur. Burada da kurallaşmış bir gerçeğe işaret var: Rüzgarsız tınaz savrulmaz. Çeç ile samanı ayırabilmek ancak rüzgar gücüyle mümkündür de ondan... Bu yüzden ikindiden sonra, akşama doğru harmanyerlerinde sürekli bir hareketlenme gözlenirdi. Havaya şöyle bir avuç saman atılıp rüzgar çıkıp çıkmadığı kontrol edilir, hafif yellenmede hemen çubuklar dikilip yabalara davranılırdı. Burada da tabiata tabi olurlar, bundan dolayı ikindi sonraları büyükler sürekli rüzgar kollarlardı...

    Eğretli ileşberliğini garadüzenle yürüttüğü zamanlarda memleketin doğu tarafında rüzgar beklemek yokmuş. İleşberler yine ekinini eker, biçer, sapını çeker, düvenini sürer, tınazını savururlarmış; ancak savurmak için rüzgar mahkumiyetine son vermişler. Nasıl mı? Rüzgar makinesi yaparak...

    Aslında buna harman savurma makinesi demek daha doğru olabilir.  Çalışma sistemi şöyle. Sürülüp yığılmış harmana yanaştırdığın zirai aletin bir haznesi var, oraya saman dene karışımını döküyor ve tambura yerleştirilmiş basit çarkı kol gücüyle çeviriyorsun. Şiddetli çevirdiğinde tambur boşluğunda bir hava akımı oluşuyor. İşte bu beklediğin akşam yelidir, hazneye döktüğün tınaza üflüyor. Bu basit rüzgar enerjisiyle saman uçup, dene alttaki oluktan aşağı akıyor. Anladınız siz onu, bu bildiğin patozun savurma sisteminin ilkel halidir. Şu kadar var ki, harman sürülmüş olacak ve patozlarda traktörün kuyruk milinden alınan kuvvet, senin kollarından sağlanacak...

    Kürt Osman, bekar durduğu Gırhasanların harmandayken memleketlerinde kendi uyguladıkları sistemi hatırlamış. Ve tığ dedikleri bu savurma aletinden basitçe bir tane yapmış. Harmanı savurmak için rüzgarı, dolayısıyla ikindi sonrasını beklemeye gerek duymadan her istediği vakit işini görürmüş. Eğretliler çok ilginç bu aletten dolayı onu takdir etmişler, hatta eski lakabının yanında ona Tığlı demeye de başlamışlar. Sonra sonra çocuklarına ve torunlarına Tığlılar denileceğini kimse bilemezdi...

    Gel gör ki köylü Kürt Osman'la tanıdıkları tığı benimsememişler. Bir defa tamburun kolunu çevirmek yaba sallamaktan daha zormuş. Bir de tınaz atmak ve dene almaya da adam lazım olduğundan tığı çalıştırmaya en az iki kişi gerekiyormuş. Çok eziyetli gördüğü tığı çevirene kadar üç beş kişi birden yaba sallarım daha iyi, diyerek garadüzene devam etmişler. 

    Sonuç olarak tığ Eğret'e yerleşememiş, ama Tığlılar kök salmışlar...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder