26 Temmuz 2025

İtlerinize Sahip Olun!


    Daha önce bahsettiğim toplu dilekçe olayı hatırlanacaktır. 1921 yılında işgal edilen Eğret bölgesi köylerinin muhtar ve imamları işgalcilerin zulmünden bizar olarak İzmir Yüksek Komiserliği Afyonkarahisar temsilciliğine başvuruyorlardı. Dilekçede ot, saman gibi bütün yemlere el konulduğundan çifte koşacak hayvanların yiygisi kalmadığını, bütün deneye el konulduğundan halkın kışı çıkaramayacak hale geldiğini, hatta kendilerine tohum bile bırakılmadığını, çift hayvanlarının sürekli alıp alıp götürüldüğü için tarlalarını süremediklerini, ileşberlikten başka iş bilmeyen yöre insanının ölüme terk edildiği vb. şikayetlere yer vermişler. 

    Bunları Esra Özsüer'in yeni çıkan Megali İdea adlı kitabından öğrendik. Ancak kitapta belgelerin tamamına yer verilmediği için başka ayrıntılar hakkında beklemeyi tercih etmiştik. Nihayet Selami Kurt Bey asıl belgelere ulaşmış. Eski Türkçe dilekçe ve Yunanca üst yazıdan oluşuyor evrak... Dilekçeyi çözümleyip bana gönderme nezaketinde bulundu sağolsun. Artık daha yeni ve kesin bilgilere sahibiz.

    Çözümlenen belge sayesinde toplu dilekçeye imza veren köyler netleşti. Bunlar Eğret, Olucak, Cumalı, Susuzosmaniye ve Osmanköy'dür. Gerçi eskinin imzası anlamına gelen mühürlerdeki isimler belgeden okunamıyor, bu yüzden o dönem köy muhtarı ve imamlarının belirlenmesi çok zor. Bununla beraber Susuzosmaniye yetkilisi Hacı Ahmet oğlu Hacı Ahmet, Olucak muhtarı da Çerkes Mustafa olarak okunmuş. Bu, Yenice ve Olucak köylerinin idari olarak birlikte hareket ettiklerine işaret kabul edilebilir mi acaba?

    Beş muhtar ve imamın Türkçe dilekçeleri Afyonkarahisar mutasarrıfınca Yunan Yüksek Komiserliği Afyon temsilcisine havale edilmiş, muhatap onlar çünkü. Temsilci de dilekçeyi olduğu gibi Yunanca'ya çevirip bir üstyazı ile İzmir'e göndermiş. Bizim dilekçe böylece 3 sayfalık resmi evrağa dönüşüvermiş. Yalnız mühürlerden bizim okuyamadığımız isimleri Yunanlar okuyarak tercüme dilekçeye eklemişler. İşte oradan Eğret muhtarının adını Omar/Ömer olarak okumuş gibiyim. O dönem muhtarın Daldalların Ömer Çavuş olduğunu bildiğim için bana öyle gelmiş olabilir. Yine de bu durum, Yunanca'ya vakıf biri tarafından dilekçedeki isimlerin çok rahat okunabileceği konusunda bize bir fikir verdi.

    Bizim için asıl yenilik dilekçenin ikinci bölümü oldu. Esra Hanımın ne konferanslarında ne de kitabında bahsettiği bu bölümün varlığından ancak orijinal belgeler sayesinde haberdar olduk. Dilekçe paragrafının sonunu oluşturan o ifadeler şöyle:

    "... karyelerimiz şimendüfer hattı güzergahında bulunması hasebiyle askerlerden firar edenler gelüb bir takım işkence ve iz’âc etmekde olduklarından bu hususda dahi muhafaza emrinde oralara bir karakol ikamesi hususunun lazım gelen makamlara emir buyurulmasını arz ve istid’â ideriz. Olbâbda emr ü fermân hazret-i men lehu’l-emrindir."

    Kitabın yazarı ele aldığı işgalcilerin köylülerin malına el koyması hususuna odaklandığı için dilekçenin yalnız o kısmını incelemiş. Bu yüzden diğer konu içerikli ikinci kısmı dikkate almamış olması normaldir. Oradaki husus asker kaçaklarının köylülere ettiği eziyetler olup en az öncekiler kadar mühimdir. 

    İlk zamanlarda Türk ordusunda da asker kaçakları ve onların oluşturduğu çeteleşme faaliyetleri yaygındı. Takrir-i Sükun kanunu ve düzenli ordu kurulmasıyla büyük ölçüde bunun önüne geçilip düzen ve disiplin sağlandı. İşgalci Yunan ordusunda asker kaçakları daha fazla yaşandı. Özellikle Sakarya savaşı sırasında başgösteren açlık ve susuzluk bunu artıran en önemli etkendi. Daha sonraki geri çekildikleri yerlerde de durum pek farklı olmadı. Bilindiği gibi Eğret'te de bütün hayvanlara el konulmuş, düzenli olarak iaşede kullanılmıştı. Hazıra dağ dayanmaz, onlar da bitti... Askerlerin kokmuş balık konservesi yemekten bıktığı ve çoğu zaman bunları çöpe attıkları anlatılıyor. Bütün bunlar ve uzun süren askerlik nedeniyle Yunanlar da askerden kaçmaya başlamışlar, kendileri veya Rumlarla oluşturdukları çeteler olarak askeri disiplinden uzaklaşıp gasp ve yağmaya girişmişler. 

    Afyonkarahisar-Kütahya demiryolu hattına yakın olması sebebiyle firarların yaşandığı önemli bir bölgeymiş buralar. Askeri nakiller genellikle trenle yapıldığından, vagondan atlayarak firar etme çok yaygınmış çünkü... İşte firari Yunan askerleri, işgalci birliklerden daha disiplinsiz hareket ediyorlar. Denk getirdikleri yerde hayvanları ve halkın diğer varlığını gasp ediyorlar. Bunun için her türlü işkence ve zulmü yapmaktan çekinmiyorlar. Zaten köylünün bir şeyi kalmamış, ama kümesindeki tavuğu bile gözlerinin önünde boğazlamaktan çekinmiyorlar. Bir firarinin çiğ çiğ tavuk yediğini anlatıyorlar... 

    Tabi bu gasp olayları neyse de, bir sürü tacizler filan da var... İşte beş köyün muhtar ve imamları dilekçenin ikinci bölümünde bu hususu gündeme getiriyorlar. Kaçakların halka eziyetlerinden dem vurarak bölgeye karakol benzeri bir merkez kurulmasını istiyorlar. Aslında kibarca 'İtlerinize sahip çıkın!' diyorlar...

    Dilekçede belirtilen bu hususların akıbeti ne olduğu bilinmiyor. Yalnız Türk köylülerinin bu şikayetlerini İzmir'deki Yunan Yüksek Başkomiserliği Atina'ya akıllıca tavsiyelerle bildirmiş. Yüksek Başkomiser Steryadis'in bu konulardaki genel tutumu da ayrıca incelenmeye değer, bir ara yazarız. Selami Kurt Hocanın dediği gibi, bu belgelerden daha çok yazı çıkar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder