Eğmek fiilinin ve kendisinden türeyen bütün kelimelerin başındaki é sesi kapalıdır. Bu kapalı/açık e seslerini anlayabilmek için “éken kelimesindeki iki farklı e sesine kulak vermek yeterlidir. İlk hecedeki e sesi kapalı, ikincisi ise açıktır. Kapalıyı é işaretli olarak göstereceğiz. “éğ-“ fiilinin temel anlamı düzgün duran bir varlığa bir tarafa doğru meyil vermek; yan anlamları ise bükmek, kıvırmak, çarpıtmak, kavislendirmek vs. dir.
Yaşayan Türkçemizde çokça kullandığımız eğri kelimesi, temel anlama binaen türetilmiş ancak çok değişik anlamlarla kendini zenginleştirmiş isimdir. Bir yöne meyyal, düzgün durmayan anlamındadır. Bunun yanında “eğri demir” denince, akla at arabasına özel bir parçanın gelmesini sağlar. “Eğri yol” sapkınlığa işaret eder. Ucundaki eğikliğe göre bazen bir kılıcın adı bile olur eğri. Atasözlerine kadar kendine yer bulur: “Deveye boynun eğri demişler nerem doğru ki demiş”, “Eğri oturalım doğru konuşalım” gibi. Bu kelimenin aslı “égrik”tir, zamanla sondaki ses düşerek bugünkü haline gelmiştir.
Arabaya tek beygir koşulacaksa, ikili okun arasına hayvanı yerleştirmek gerekiyor. Hamudun iki yanından oklara sağlamca bağlanmasıyla beygir, yerine sabitlenmiş oluyor. Yalnız zorlama sırasında (ki bu kaçınılmaz) hamut bağlantı kayışlarının kopma riski var. Bu riski ortadan kaldırmanın yolunu, iki oku beygirin ensesinden n biçiminde bükülmüş bir ağaç aracılığıyla bağlamada bulmuşlar. Ağacın adına da basitçe 'érağeç/éğri ağaç demişler.
Ayrıyeten bizde bir mevki adı, 'Eğripara'... Bu ismin sırrını hala çözemedim...
Bir nehrin ilerlerken viraj yaptığı yere “bük” deniyor. Suyun büküldüğü yer yani, fakat bu dere yatağının bükülmesi. Bir de suyun kıvrıldığı, döndüğü, eğildiği, büküldüğü yerler var ki biz bugün girdap diyoruz. Eskiler buralara “égrim” derlermiş.
Ucu eğri öyle sağlam ağaçlar olur ki onlarla harmanda sap çekilir adına da “çekgi” derler. Bu aletin daha küçük ve hafifi de vardır, bir bakıma tutamağı köşeli baston diye tarif edebiliriz. İşte bu aletle yüksekçe dallardaki meyveleri koparmak için dalları kendimize çekeriz, yani onları kendimize doğru eğeriz. Bu yüzden olsa gerek adı “éğiç”tir.
Adına her yerde başka bir isim verilebilir, Eğret’teki adı “kirmen/kirman”dır. Yün eğirme aletinden bahsediyorum... Pamuk, yün gibi malzemenin ipe dönüştürülmesine yarayan aracın adı da “iğ”. Yapılan bu işe de “éğirmek” deniliyor. Bazı kaynaklarda bu fiilin “iğ” adından geldiği iddia ediliyor ama “éğ-“ fiilinden geldiği çok açık. Ayrıca çok büyük ihtimal “iğ” de “êğ-“ fiilinden türemiş. Çünkü iğde yapılan iş, yünün eğilip bükülerek ipe dönüştürülmesidir. Doğrudan eğme, kıvırma işi var. Ayrıca kirmen adlı aletin eğirme işi ile bağlantısı malum, o işlem tam da bu aletle yapılıyor. “Egirmen” = kirmen benzerliği göz ardı edilmemeli. Bazı bölgelerde eğirilmiş yani ip haline gelmiş yüne “égrik” deniliyormuş. Bütün bunlar yünün eğilip bükülmesiyle ilgili kelimeler.
Tarama Sözlüğünde “eğirmek” fiilinin başka anlamıyla da karşılaştık. Bu anlam tamamiyle askeri. Orduyu sevk etmek, döndürmek, çevirmek, bir yeri kuşatmak gibi anlamları haiz. Şüphesiz bir birliğin dönmesi, manevrasında ve orduyla bir yerin kuşatılmasında “eğ-“ fiilinin temel anlamını da bulabiliriz. Ancak askeri bir terim olarak karşılaşınca ve kuşatma anlamını da görünce ister istemez aklıma “Eğri Kalesi” düştü.
Vücudumuzun arka kemiğinin hafif eğilen yerinden itibaren sırt kısmına eğin denilir. Bugün sırt kelimesiyle aynı anlamda gibi kullanılıyor. Bugün diyoruz çünkü bu kelime hala yaşıyor. Zaman zaman büyükler “éğniňe bir şey ört” derler küçüklerin üşümemesi için. Ayrıca eğindirik diye başka bir kelimemiz daha var, omuzlara sırta örtülen örtü anlamına geliyor. Kadınlar Eğret’te eğindiriğe “örtme” diyorlar. Bir de kaburga kemiğine eğe kemiği veya eğri kemiği deniliyor. Hangisi olursa olsun bu isimler kaburga kemiklerindeki eğiklikten dolayı verilmiştir.
Belki Farsça kaynaklı sesteşi olan edatla karıştırılmasın diye, belki de doğal bir değişim sonucu “éyer” haline geldi bilmiyoruz fakat aslının “éğer” olduğunu ve “éğ-“ fiilinden geldiğini Kamus-ı Türki’den öğreniyoruz. Binebilmek için atın üzerine konulan alet takımına “éğer” deniliyor. Kökü olan fiil ile anlam bağlantısı hakkında söyleyebileceğimiz sadece eyerin görüntüsü ile ilgili olacaktır. Zira yapısı itibariyle eyer yukarıdan aşağıya doğru eğimli olmalıdır ki atın sırtına tam olarak otursun. Bu çok önemlidir, aksi takdirde hayvan acı çekeceğinden binicisini ve eyerini üstünden atmanın yollarını arayacaktır. Sırf bu sebepten eyerin altına da yumuşak, eyer ile sırt arasında tampon vazifesi görecek bir altlık konulur. Keçeden yapılmış bu altlığın adı da “égre”dir.Bazı binalarda teknik olarak kemerler bulunur. Eskiden evlerdeki bu kemerlere “éğme” denilirmiş. Kemerin kavisi, eğimi bu şekilde adlandırmanın bir sebebidir mutlaka. Bunun yanında “eğme” ile “hayme” arasındaki ses benzerliğine dikkat çekmek istedik.
Yer ve iklim seçen bir ot var. Bu konuda ihtisas yapan bir arkadaşım, Bödününçeşme civarında bu otun bir türünü göstermişti. Çok farklı cinsleri varmış ama hepsinin ortak özelliği yapraklarının kıvır kıvır kıvrılması, bükülmesi, eğrilmesi imiş. Bu ot cinsine “eğrelti” adı verilmesinin mutlaka eğri kelimesiyle alakası vardır.
Eğret Köyünün ilk adı Eğreti olduğuna dair yerleşik bir kanaat var. Yerleştikleri arazinin vergisini isteyen görevlileri savuşturmak amacıyla “Biz burada eğretiyiz” dediklerinden bu adın kaldığı konusunda rivayetler anlatılır. Eğreti kelimesinin sözlük anlamı geçici, emaneten, kalıcı olmayan şey demek. Bunun yanında sabit olmayan, muallakta duran gibi anlamı da var. Bütün bu anlamlarla köye isim verilmesi açıklanabiliyor ama kelimenin kökeni hakkında maalesef bir açıklamamız yok. “éğ-“ fiili ile bir bağ kurayım dedim, kalakaldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder