Ramazan ayında oruç tutmayanların bile oruçlulara saygı adına meydanda yiyip içmedikleri bir saygı toplumunda yaşadığımızla övünürüz.
Tabiatıyla oruç tutmayan gayrı müslimlerin de bu saygıdan nasiplendikleri, dahası oruçlu komşusuna iftarlıklar hediye ettiği bir toplumdan. Bu saygı gösterisine son zamanlarda üç dinin temsilcilerinin, en azından dini önderlerinin katıldığı iftar programlarını da ilave etmek lazım. Böyle bir ortamda kendi dindaşlarından da azami bir “oruca saygı” jesti bekliyor insan.
Bilhassa uzun yaz günlerine denk gelen çocukluğumun Ramazanlarında bazı yetişkinlerin de oruç tutmadıklarını biliyorum. Tam da “iş gayıt vakti” olan harman zamanıdır bu mevsim. Güneşin en yakıcı ve günlerin çok uzun olduğu demler. Böyle zamanlarda hiç niyetlenmezler bazıları oruca. Şuna doğrudan oruç tutmazlar diyelim mi?
Hayır demeyelim. Orucu direkledi diyelim. Öyle derlerdi çünkü, “Falanca da direkliyormuş!” tarzı dedikoduları yapılırdı. Dedikodu yapılırken bile böyle bir nezaket gösterilirdi. Belki doğrudan oruç tutmadığını söylemenin kabalığının farkına varıp “orucu yiyor” veya “direkliyor” diyorlardı.
Direklemenin esprisi şu: Bir binanın kirişi çürür, yıpranır, altındakiler için tehlike arzetmeye başlayınca onu değiştirmek gerekir. Bu mümkün değilse takviye amaçlı çürüyen yere destek olarak yeni bir direk vurmak lazımdır. Ta ki dambeş vatandaşın tepesine inmesin. Vurulan direk böylece kirişi bir müddet daha sağlam tutacaktır. Bu süre bir ömür bile olabilir. Kısaca direk vurmak, direklemek kirişi sağlamlaştırmaktır.
Bir orucun en zayıf, en çürük, kırılmaya en yakın yeri de ortasıdır. Yani öğle vakti… Bu noktayı sağlamlaştırmak, oraya bir direk vurmak lazımdır ve orucun direği de yemektir. Öğleyin karnını doyurduğun zaman orucu direklemiş olursun.
Bunda oruç tutmamaya bir tatlı bahane üretme endişesi sezilmiyor değil. Baba erenlerin fıkralarını andırıyor bu direkleme olayı. Ama ne yaparsın ki böyle. Ve ne yaparsın ki hala direkleyenler var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder