02 Temmuz 2024

Sönge


    Bizim lehçelerde böyle bir kelimenin varlığına dair bir şey duymadım ama mesela Çuvaş Sözlüğünde gördüm “sén-“ fiili bizim bildiğimiz “yanmak” manasındaymış. Yakmak falan değil, kendi kendine yanmak demek. “Yakmak” anlamını alabilmek için geçişlilik eki getiriliyor ve “séndermek” şekline sokuluyor. İşte “yakmak” bu.

    Yakmak anlamına gelen “séndermek” fiili bizdeki “söndürmek” fiiline ne kadar benziyor sizce? Şimdi sesin ötesine geçip anlamlarını düşünün bakalım. Yakmak ve söndürmek birbirinin zıddı iki anlam. İki zıt anlam neredeyse sesteş kelimelerle karşılanıyor… Bizdeki “sönmek” fiilinin eski hali “söğünmek/söyünmek” iken hece düşmesiyle bugünkü halini alıyor.

    Bir de süngü kelimesi var ki bunun yanmakla sönmekle çok da alakası yok. Bildiğimiz süngü bu, mızrak gibi ilkel bir savaş aleti. Şimdilerde tüfeğin ucuna takılan kasaturayla süngü elde ediliyor ve süngü süngüye savaş böyle yapılıyor. Yapılıyor dediğime bakmayın çağımızda böyle savaş da kalmadı ama bizde askerlik sanatı olarak hala öğretilir. Bu paragrafı yazma sebebimiz ancak aşağıdakiyle anlaşılabilir.

    Anıtkaya’da hemen her sokakta mahalle fırınları var, kadınların haftalık ekmeklerini yaptıkları. Bu fırınların sosyal hayattaki yeri, günümüzdeki fonksiyonu, ekmeğin yapılış teknikleri falan başka bir yazının konusu olabilir de ben sözü “sönge”ye getireceğim. Fırın kızdırıldıktan sonra ekmek içeriye verilmeden önce kızgın taşın temizlenmesi gerekir. Bunun için ucuna büyükçe çaput bağlanmış uzun bir sırık kullanılır. Sönge denilen şey işte bu sırıktır. Fırın sénderildikten sonra birazcık alafının giderilmesi yani söndürülmesi gerekir. Bu görev süngü gibi uzun bir söngenindir. Sönge, yanma-sönme ile ilgili âteşîn bir kelime. Kullanırken dikkatli olmalı.

        SÖNGE:

    Bizim mahalle fırınlarında kullanılan alet edevatın isimleri ile ekmek yapma terimleri üzerine çok düşünmüşümdür. Her birinin mantıklı bir açıklamasını, köken itibariyle hangi kelimelerle alakadar olduklarını, başka hangi sözlerden süzülerek bugünlere geldiğini falan kendimizce bir izaha kavuşturmuştuk.

    Açıklanması zor olan bazı kelimelerin varlığı eskiden beri dikkatimi çekti. “Esiran”ın sıyırmak fiiliyle alakası, “yastığeç”in yassı kelimesiyle akrabalığı işimizi kolaylaştırdı. Hemen her kelimede karanlık noktalar bulunmakla birlikte manasındaki genel görünüm hep aydınlık oldu. Aydınlığa çıkan her kelime de zihinde, yeni bir oyuncak sahibi olmuş çocuk sevinci bıraktı.

    Ya hep karanlıkta kalan kelimeler?

    “Sönge” onlardan birisi. Fırın yakıldıktan sonra, taş kızgın ve henüz hamur verilmemiş iken o taşı temizleme aracı. Görüntüsü iğrenç, görevi çok önemli aletin adındaki anlamı bir türlü kafamda çözümleyememiştim.

    Bilmeyenler için evvela biraz tanıtmak gerekebilir. 2-2,5 metre uzunluğunda kuvvetli bir sırığın ucuna takılmış siyah bayrak düşünün. Sırık kuvvetli olmalı, mesela söğütten; çünkü uçtaki bayrak sürekli ıslak olduğundan ağırdır. O ağırlığa ve kullanıcının şiddetli çevirme hareketine dayanmak her babayiğit sırığın harcı olmayabilir. Sırık ucundaki bez parçası da kuvvetli bir çaput eskisi olmalıdır ve sağlam bir ip ile ağacın ucuna bağlanmalıdır. Esasında çaput değişik renklerde olabilir; ama daha ilk kullanımda rengi siyaha çalacaktır. Söngenin görevi, kızgın taşı temizleyerek hamurlar için hazır hale getirmektir. Taşın tun deliğinden, alevlerle birlikte yukarı çıkan kül zerreleri, taş yüzeyinde ince bir kül tabakası oluşturmuştur. Bu küller temizlenmezse ekmeğin altı simsiyah olur. Bu niyetle alınan sönge yalaktaki suya daldırılarak güzelce ıslatılır. Zaten ağır olan sönge daha da ağırlaşmıştır. Sırık ucundan tutarak çaput kısmı taşa atılır. Artık iş, güçlü ve ustaca hareketlerle o bez kısmını taşın üzerinde çevirmeye kalmıştır. Dairesel hareketlerle söngenin taştaki külleri toplaması sağlanır. Bu hareket, taşın iyice temizlendiğinden emin olana kadar birkaç kere tekrar edilir. Kızgın taş üzerinde dolanan sönge hem pislik toplar hem de hafifleşir. Hafiflemesinin sebebi, fırına girerken yüklendiği suyu kızgın taşta kaybetmesi, yani kurumasıdır. Yine de her fırın çıkışında yalaktaki suya daldığında “coss” sesi ortalığa yayılır. Sönge, budur.

    Fırındaki bütün işlemlerin mutlaka ateş kavramıyla alakalı olması; ayrıca yukarıda anlatıldığı gibi söngenin kızgın taşta dolaşması, taşın pisliğiyle birlikte fazla ateşini de alması, hararetle temastan sonra bezdeki suyun buharlaşması gibi özellikler insanı hep “sönmek” fiiline götürüyor. Söngenin elbette ateşi söndürmek gibi bir işlevi yok; ama fırındaki her şeyin az çok ateşle ilgisi vardır. Bilindiği gibi, vakti geldiğinde ateş söner. Dolayısıyla söngenin “sönmek” fiiliyle kökdeş olduğunu düşünmemizde bir mahzur bulunmamalı. Hazır Türkçemizde fiillerden isim yapan bir -ga, -ge ekimiz de varken, niye böyle düşünmeyelim. Yontmaktan yon-ga oluyor da sönmekten sön-ge neden olmasın.

    Bu kelimenin açıklanması sırasında akla gelen başka kelimelerimiz de var. Bunlardan biri de “sunmak” fiilidir. Sunmak, bizim köyde böyle kullanılıyor ama başka yerlerde “sünmek” şekliyle de iştilebilir. Manasına gelince, uzamak, uzanmak gibi anlamları var. Daha çok, bir varlığı almak, ona sahip olmak, ele geçirmek kastıyla ona doğru uzanmak anlamlarını içeriyor. Hatta bu fiil “sundurmak” şekliyle de kullanılıyor. Köpekler, bir yiyeceği kapmak maksadıyla kafalarını uzattıkları zaman, sundurmuş oluyorlar.

    İş uzamak, uzanmak anlamlarına varıp dayanınca insanın aklına şu bizim meşhur “sünmek” fiili geliyor. Hani elastiki maddelerin yaylanması, uzaması anlamında sünmek var ya, işte o. İpleri sündüre sündüre koparırız mesela. Her ne kadar Yunanca olduğu söyleniyorsa da belki “sünger”in de bu fiille alakası vardır.

    Tekrar söngeye dönecek olursak; acaba diyorum, söngenin sunmak veya sünmekle bir yakınlığı olabilir mi? Çünkü sunmak ve sünmek, uzamak uzanmak anlamlarına geliyor. Söngenin kendisi uzun ve onu fırının içine doğru uzanarak, yani sünerek kullanıyorsunuz. Zorlama bir bağlantı gibi gelebilir ama kelimeler arasındaki yakınlıklar böyle bağlantılarla bulunabiliyor.

    Sünmek fiiline kadar gelince “süngü”yü hatırlamamak ayıp olurdu. Çok eski zamanlarda savaş ve av aleti olarak kullanılan süngü, ucuna keskin kemik takılan uzunca sopadır. Ucundaki kemik parçasından dolayı süngü dendiği ifade ediliyor. Malum, eski Türkçede kemik “sınık” idi. Bu özelliğinden ziyade, uzun bir sopa olması ve ucunda başka bir madde bulunması bizim için önemli. Çünkü bu haliyle hemen hemen söngeyi hatırlatıyor. Ayrıca “sönge” ile “süngü” kelimelerindeki seslerin birbirine yakınlığı da ayrı bir dikkat vesilesi. 

    Uzunluğu ve ölçüsüz büyüklüğünden dolayı bazı varlıklar söngeye benzetiliyor. Anıtkaya'da 'sönge gibi' sözüyle yapılan bu benzetme, daha çok kaba saba büyüklüğü ifade ediyor.

    Kelime içinde n ve g harfleri yanyana gelince ister istemez nazal ñ devreye giriyor. Haliyle söngeyi "söñge" biçiminde yazasım var, tabi ki ñ'den sonraki g'nin kaybolmaması ayrıca ilginç. Bu durum süngü için de geçerli...

    Böyle düşüne düşüne belki ele aldığınız kelimenin açıklamasını tam yapamıyorsunuz; ama en azından üzerindeki toz bulutunu hafiften dağıtabiliyorsunuz. Tıpkı söngenin taş üzerindeki külleri temizlemesi gibi…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder