-B-
baca: 1.Duvar
içine yapılmış ocak-baca düzeneği, şömine; 2.Kandilin cam fanusu, 3.Duvara
gömülmüş kapaksız dolap.
bacagaşı: Ocağın
yan üst veya yan tarafına yapılan, lamba kibrit gibi ufak tefek şeyleri koymaya yarayan
küçük raf.
bacak: Hayvan
sayı birimi.
bacaklı: Uzun
boylu, iri, kemikli hayvan.
bâcık/bağcık: İki
şeyi birbirine bağlamaya yarayan küçük ip.
badak: Kısa
boylu, ufak yapılı, bodur, tıknaz kimse.
badas: Tahıl
kaldırıldıktan sonra harmanda toprağa karışmış olarak kalan buğdaylar taneleri.
badca/bacca: bahçe
badca bozma: Bahçedeki ürünü hasat etme.
badca gapısı:
(mec)pantolon fermuarı
badca gapısı açık galmek: Pantolon düğmeleri
iliklenmemiş olmak.
Badcarası:
Bahçelerin bulunduğu yerleri belirtir mevki adı.
Badcecik/Baccecik: Bir
mevki adı, Behçecik
badeş:
Arkadaş, birlikte olan, birlikte iş yapılan insan.
badılcan:
patlıcan
badırdamak:
1.Söylediği anlaşılmamak, homurdanmak, çok ve lüzumsuz konuşmak; 2.Konuşmak,
çene çalmak; 3.Çekişmek, kavga etmek.
badi: 1.Kaz,
2.Kaz çağırma ünlemi.
bağ:
1.engel, mani, düğüm; 2.Bağlanmış paket
bağa:
kaplumbağa
bağalı: pahalı
bağaş dutuşmek: İddiaya girmek,
bahis tutuşmak. (vâ mısıñ bağaşına!)
bağışlamek: 1.Yardım kuruluşuna ayni veya nakdi bağış yapmak. 2.Aile büyüğü taşınır veya taşınmaz bir mülkü birine hediye etmek.
bağlantı:
Yapılarda destek olarak kullanılan ağaç.
bağrıyuka:
duygusal, merhametli, yufka yürekli
bahara goyvemek: Büyükbaş hayvanların
kırda otlama sezonunu açmak.
baharını almek: Hayvan kırda
otlamak, bol bol taze ot yemek.
bah! bah!: Köpek
çağırma ünlemi.
bakam: bakalım
bak bak: Bir söz veya durum
karşısındaki şaşkınlığı anlatır. (Sonra bak bak bunlar neler çevirmiş
demesinler.)
bakdur aşı: “Ne
pişirdin?” veya “Ne yedin?” diye sorana verilen cevap, hayali bir yemek
bakele/bakelene: Şaşma,
korku, pişmanlık, beğenmeme, öfke, acıma ünlemi. (bak hele)
baken: müsaade
et anlamında bir söz (bakayım)
bakır/bakırca: kova,
bakraç
bakılak: bekleyici,
gözleyici
bakılak olmek: Emanet bırakılan
bir şeye göz kulak olma, dikkat etmek.
bakıldak:
Serçeden büyük, tepeli, eti yenen bir kuş.
bakınmak: Doktora
muayene olmak, tedavi olmak.
bakıp görmek: Bir işin bir
isteğin yerine getirilmesi için çareler araştırmak.
bakla dökmek: Bakla ile fal
bakmak.
baklağı: baklava
baklatdırmak:
Kaybolan bir şeyi bulmak için falcıya baktırmak. (bakla attırmak)
Balaban: Bir
mevki adı.
balbaklâsı:
En lezzetli hayali bir yemek. (Balbaklağısı olsa yicek yanım yok.)
bâlı: 1.Pahalı,
2.Bağlı
balık oynamek: Yıldırım düşmek,
şimşek çakmak.
bâli/bâlim/bâlimine: Keşke,
hiç olmazsa (bari)
balkan: Sık
orman, sık çalılık.
bambıl: Taze
iken buğday başağında tanelerin özünü yiyen zararlı bir böcek.
banak: Banarak
yenen yarı sulu yemek.
bañguş: baykuş
banmak:
1.Ekmeği yemeğin suyuna batırarak yemek, 2.Sudan geçerken ayakları ıslanmak.
barak: Kısa
boylu, çok üren köpek.
barbar: Sert,
haşin, gürültücü, saygısız
bardak: Çam
ağacından tek parça oyularak yapılan, suyu soğuk tutan su kabı. Büyüğüne sinek
denir.
barec: baraj
barı: kuru
ağaç dallarıyla veya ayçiçeği kökleriyle örülmüş bahçe duvarı, çit
barılamak: çit
çekmek
bârı yuka: Merhametli, yufka
yürekli.
barıt: barut
barıt gibi: çok
öfkeli
barmak/barnak:
1.parmak, 2.Araba tekerleğinin orta kısmını kenara bağlayan çubuklar, 3.Eğret
kilim dokumalarına has bir motif.
basdırmak: Atları geri geri yürütmek.
basık: 1.Alçak
tavanlı oda, 2.Havasız, bunaltıcı yer.
basıra: Sebze
ve bağlara zarar veren bir hastalık, kül hastalığı.
basmak: Peynir,
yoğurt, bağyaprağı gibi kışlık yiyecekleri sıkıştırarak bir kapta saklamak.
bass!: Atları geri geri yürütme ünlemi.
bâsur: Vücut
içinde oluşan ve zaman zaman derinin bazı bölgelerinde dışa vuran bir hastalık.
Arkada kendini gösterene hemoroid deniliyor.
bâsur otu: Bâsur
hastalığına iyi geldiği düşünülen, sarı çiçekli bir ot.
başa baş: Tam eşit
şekilde alış veriş, değiş tokuş.
başadak vesiñ: Nişan ve
evliliklerde tebrik ve dua sözü.
başa kakmek: Yapılan bir iyiliği
yüzüne söyleyerek birinin gönlünü kırmak.
başaşşağı:
tepetaklak
başa vamek: Bitirmek,
sonuçlandırmak, tamamlamak.
baş biti: Elbisede
değil de saç içinde yaşayan bit türü.
başda böyük: Evi,
aileyi çekip çeviren, zeka akıl ve tedbir bakımından üstün kimse.
başıgabak:
başlıksız, şapkasız
başı gülmek: mutlu, mesut olmak
başına gayırmek: Başının çaresine
bakmak.
başında durmek: Bir hasta veya
yaşlıya bakmak.
başıñdangalsıñ/başından galasıca: bir beddua
başını bâlamek: Genç kız ile
oğlanın nişanlandığını duyurmak.
başını beklemek: Yanından ayrımamak.
başını çırpmek: Kadınların
başını hafifçe bağlaması.
başını gırkdırmek: Saç tıraşı olmak.
başını bâlamek: Birini nişanlamak
veya evlendirmek.
başını sokmek: Barınacak bir yer
bulmak.
başını yakmek: Birini tehlikeli
bir duruma sokmak.
başlamak: Bilen birisi tarafından bir örgünün ilk sırasını örmek.
başlık: atın
ağzına takılan gem takımı
başsız: Başta
büyüğü olmayan çocuk.
başşak:
Hasattan sonra tarladaki mahsul kalıntısı.
başşakcı: Başşak
toplayan kişi.
başşak değnemek: Hasattan sonra
tarlada, bahçede kalan tahıl veya meyveyi toplamak.
başucu: Yatılan bir yerin
baş konulan kısmı.
batasıca: Ölesice
anlamında ilenç sözü.
batık: kirli,
pis, lekeli
-batır: Süreklilik
bildiren birleşik fiil yapar. (gülüp batır: gülüp duruyor)
batmak:
kirlenmek
bayâ:
1.hakikaten, gerçekten, ciddi olarak (Baya gavga böne mi çıkdı!); 2.muhakkak,
mutlaka, kesinlikle (Bu işi baya yapcen.); 3.her zamanki gibi, sıradan (Bu işi
nası yapdıñ! –Baya yapdım.); 4.hemen hemen, oldukça (Okumeyi baya örenmiş.)
baya da: İnadına,
ille de anlamında zarf. (Baya da otcen işde! Vâ mı deceyiñ!/İnadına oturacağım
işte! Var mı diyeceğin!)
bayâdan: Uzun
süre önceden beri
bayatsımak:
Bayatlamak, bayatlamaya yüz tutmak.
bayıra sarmek: Yokuş yukarı
çıkmak.
baymak: 1.Mide
bulandırmak, baygınlık vermek; 2.Göz boyamak, kandırmak; 3.Bıkkınlık vermek.
bayrak: Ekin
biçilirken veya yolma yolunurken kesilip yolunmayıp geride kalanlar.
Bayramgucağı: Bir
mevki adı.
bazar:
1.Cumartesi günü, 2.Cumartesi günü kurulan genel açık pazar.
bazar arabası:
Cumartesi günü şehirden pazarcı esnafı ve onların mallarını getiren otobüs.
bazarcı:
Cumartesi günü pazara gelen pazarcı esnafı.
bazar dağılmek: Cumartesi günü
pazar tezgahları toplanıp, alışveriş bitmek.
bazarertesi:
pazartesi
bazar gelini: Cuma
başlayıp pazar günü gelin inmesiyle sona eren düğün.
Bazaryeri:
Cumartesi günleri pazar kurulan, sair günlerde sergi için kullanılan meydan.
bazlıma: bazlama
bebe: 1.Çocuk
dilinde taneli yiyecek maddeleri, 2.Koyun keçi pisliği.
becerlemek: Bir
işin altından kalkmak, becermek.
beçi beçi: Keçi
çağırma ünlemi.
bedirek:
eğirilmeye hazır yün
bégir: at,
beygir
béğirmek: melemek
béğlik/beylik:
Mülkiyeti devlete ait olan
békar:
Mevsimlik olarak çiftçilik işlerinde bir ailenin yanında çalışan kimse.
békar durmek: Ücret karşılığında
bütün çift çubuk işlerini yapmak üzere anlaşmak.
békmez: pekmez
bél: 1.Bir
şeyin tam ortası, 2.Meni
bela okumek: Kötülüğü istenen
biri için beddua etmek.
bélbağı: Bebeğin
sancaktan (beşik) düşmemesi için bağlanan ip veya örme kemer.
bél bâlamek: Güvenmek, dayanmak.
bel bel bakmek: Alık alık, şaşkın
şaşkın bakmak.
béldir béldir: Canlı,
dikkatli, sevinçli bakış.
belemek: Her
yanına bir şeyler bulaştırmak, sürmek.
belergin: Patlak,
dışarı fırlamış, devrik göz.
belermek: Göz
haddinden fazla açılmak.
belertmek:
Gözleri, akını meydana çıkaracak biçimde açmak.
belgüzar/bergüzar: Hediye,
armağan, hatıra.
béli gelmek: Erkek cinsi
münasebette boşalmak.
beliñlemek: korkmak,
ürkmek
bellemek:
1.Kararlaştırmak, 2.Zannetmek, sanmak; 3.Öğrenmek, ezberlemek.
bel vemek: Döşme veya direk
eğrilmek.
beñ:
1.Derideki kahverengi leke, 2.Meyvede (üzümde) olgunlaşma belirtisi.
Ben bubamın gaherli ekmeğini yimedim: Dolayısıyla senin bu hareketlerine hiç katlanamam.
benden yanı: 1.Benim
için, benim gözümde (Benden yana helal olsuñ); 2.Bu tarafta olan, 3.Benim
tarafımı tutan.
béñ düşmek: Özellikle kara
üzümde olgunlaşma belirtisi olarak benekler oluşmak.
béñli/béñni:
Vücudunda belirgin bir leke bulunan
béñnenmek:
Meyvenin olgunlaşmaya başlaması, beñ düşmek
bennik:
1.Gurur, kibir, ego (benlik); 2.Benimle ilgili, bence (Bennik bişey yok.)
bere: 1.Yara,
eziklik, çizik, çıban; 2.Sebze ve meyvede ezik, çizik, çürük.
berebâ:
birlikte, beraber
bereli: Çizik,
çürük sebze ve meyve.
bereñarı: şöyle
böyle, geçici olarak.
bereñarı mı!: Tam
dediğin gibi, az bile söyledin, daha fazlası… anlamlarında tepki sözü.
berkât:
1.bereket, 2.Allah bereket versin, sözünün kısaltılmışı.
berkâtlı olsuñ: Yemek yiyen,
yiyecek hazırlayan veya ürün kaldıranlara söylenir.
bertmek: El veya ayak eklemleri burkulmak.
besbelli:
Sanırım, demek ki
besdil: Erik
marmelatının levha halinde kurutulmuşu, pestil.
besdil çıkarmek: Dağ eriğinden
pestil yapmak.
besdili çıkmek: çok yorulmak.
bessâne:
Büyükbaş hayvanların bakıldığı büyük ahır, besihane.
beş gardeş: Tokat, şamar.
Beşgardeşlê: Beş
yıldızdan oluşan bir takımyıldızı, Terazi Yıldızı.
bet: çok
iyi, çok fazla (Bu oyunu bet oynarın.)
bet beñiz atmek: Yüzünün rengi
sararmak, solmak.
beti berkâtı gaçmek: Eski bolluğu
kalmamak.
beygir: at
beygir çakmek: Atı otlaması veya
bulunduğu yerden uzaklaşmaması için zincirle bir yere sabitlemek.
beygirgulağı: çok
yıllık bir bitki, madımak
beylemek: Önceden
biraz peşinat vererek satın alma hakkını ele geçirmek.
Beylik Badcası:
Gatçayır mevkiinde Köyün ortak malı olan bir bahçe.
beynamaz: Namaz
kılmayan (bînamaz)
beze: 1.Deri
altından başvermiş yumru; 2.Hamur topağı.
bezeme: Vücutta
oluşan kırmızı kabarcıklarla beliren bir deri hastalığı.
bezemek: Bezeme
olan hastayı işin ehli okuyup tedavi etmek.
bez yumek: Bebeğin kirli
alt bezlerini yeniden kullanmak üzere yıkamak.
bıçağa gelmek: Hayvan kesilecek
kadar büyümek.
bıçgı: büyük
testere
bıdantı: Kesilen
ağacın gövdesinden ayrı geriye kalan dalları.
bıdak: budak
bıdır bıdır: Çocuğun
tatlı tatlı konuşması.
bıdırdamak:
Konuşmak, iki kişi hafif sesle konuşmak.
bıdik! bıdik: Köpek
çağırma ünlemi.
bılimek: Çocuk
oyunlarında, atışı olması gerektiği gibi değil de menfeatine olacak şekilde
yavaşça yapmak.
bırağmak/bırağıvemek: Hamuru
fırın küreğinin üzerine küreğe koymak (bırakıvermek)
bırçak: burçak
bıtırak: pıtrak
otu ve tohumu
bıtırak gibi: Çok ve sık olan
şeylerin bolluğunu anlatmada kullanılır.
bızağı:
1.Buzağı, 2.Buzağı, dana, eşek, tay gibi hayvanlardan oluşan toplu köy sürüsü.
bızağlık:
1.Ahırın buzağılar için çevrilmiş bölümü. 2.(mec)Küçükler için ayrılmış oyun
alanı.
bızak: Çocuk
dilinde buzağı.
bızâlı:
Sağılan, buzağısı olan inek.
bızılamak: İnek,
manda gibi büyükbaş hayvan doğurmak.
bızılêci: Gebe
inek.
bi: bir
bi adımlık yer: Çok yakın yerleri
anlatmada kullanılır.
bi âlem: Çok değişik,
bambaşka, kendine özgü niteliği olan.
bîbi: 1.
Çocuk dilinde kümes hayvanları ve kuşlar, 2.Meyveden çıkan kurtçuk.
bî! bî! bî!: Tavuk,
horoz çağırma ünlemi.
bi bişirim: Bir
defa pişirebilecek kadar.
biboy:
1.durmadan, sürekli anlamında zarf.(Biboy yalan atıyo.), 2.Aynı büyüklükte (bir
boy)
bicik: Baharda
çıkan yenilebilir bir ot.
biçer: biçerdöğer
biçer goğlamek: Biçerdöverle ekin biçtirmek için tarlasının başına gitmek, bçerdöver peşinde koşmak.
biçeşit: Tuhaf,
alışılmışın dışında.
bi çivt lafı olmek: Bir konuda
söyleyeceği bulunmak.
biçimine gelmek: uygun düşmek
biçimine getimek: En uygun zamanı
kollayıp gerçekleştirmek.
bidâ: 1.Yine, tekrar, bir daha; 2.Bundan sonra
bidâ da: Gelecek
sefer, bir daha da (Olumsuz anlamda uyarı anlamı verir. (Bidâ da orye otuma!)
bidcok: Çok,
çok fazla, bir sürü.
bide: pide
bi de: Bir de
(Bi de şunu deneyiñ)
bide çekdirmek: Pide ziyafeti
vermek.
bi dediğini iki etmemek: Her istediğini yapmak.
bidencik: tek
(bir tanecik)
bidendâ: Bir
kere daha, bir sonrakinde (Olumsuz uyarı)
bidene: Eşi
benzeri bulunmaz, bir tane.
bidenesi: Biri, birisi (bir tanesi)
bi deyi biñ kere: Genelde Allah razı
olsun dileğini pekiştirmede kullanılır.
bidıkım: Azıcık,
bir parça, bir lokma.
bi dikişde: Bardak veya şişeyi
baş aşağı ederek bir defada içmek.
bidosluk: Bir
dost ağırlayacak miktarda.
bidüñya: Bir
çok.
bigavrım: İşe
yarayacak miktarda (bir kavrum)
bi günden bi güne: Bir kez olsun.
bi hapaz: Bir
avuç
bi kele melem olmamek: Bir işe yaramamak,
faydasız, hayırsız olmak. (Bir kele merhem olmamak)
bi kere/bi kerem:
1.Artık, bu defa, bundan sonra, bunun üstüne, netice olarak; 2.Öncelikle, ilk
olarak.
bilader: Kardeş,
dost, arkadaş.
bildiğini de unutdurmek: Şaşkınlıktan
bildiği bir şeyi yapamama, şok haline girmek.
bildiñ mi:
Hatırladın mı, biliyor musun, anlıyor musun
bildirbir:
Birdirbir oyunu.
bilezik: Kuyunun
üzerine konulup onun ağzını oluşturan büyük delikli taş.
bili! bili!: Tavuk
horoz çağırma ünlemi.
bilip bilmeyip:
bilmeden, aslını araştırmadan
bille: o
zaman, anında, hemen (Adam gelip bille bizi buluyo.)
billur: cam
bardak
bilmeden bilişdirmeden: işin iç yüzünü
araştırmadan
biñ: bin
biñdebir: Pek seyrek olarak,
nadiren.
biñnire: bin
lira
biñ pişman olmek: Yaptığı bir iş
sonucu çok pişman olmak.
bi oturuşda: Bir öğün yemek
süresinde.
birbiri: Yabancı
olmayan, akraba, yakın.
birbirine guymak: Aralarına fitne
sokarak insanların kapışmasını sağlamak.
bire: bira
birez: biraz
birezden: az
sonra, birazdan
biri sürüyo, biri sürgülüyo: İşbirliği yaparak
iki kişi insanlarla dalga geçiyor (Biri tarlayı sürüyor diğeri sürgülüyor)
birlemek:
Toplayıp demet yapmak.
birlik:
Ataerkil ailede işlerin ve malların ortaklığı.
bi sıkım:
Haşlanmış otlar sıkıldığında, avuçta kalan miktar.
bi solukda: Kısa
bir zamanda, hemen, çabucak
bissürü: Çok
fazla, bir sürü.
bişcek daşcek: Yemeği
yapılacak sebze. (Bazardan bişcek daşcek bişeyle al)
bişey almek: Büyükler çocuklara
verdikleri paranın gerekçesini böyle açıklar. (Dükkandan bişey al.)
bişgin: 1.İyi
pişmiş, pişkin; 2.Olgun
bişi: mayalı
hamurla yapılıp yağda kızartılan çörek.
bişirgeç: Sacın
üzerindeki katmer/bazlamayı çevirmeye yarayan, yassı uzun tahtadan yapılmış
alet.
bişirim: Pişirme
miktarı.
bişirmelik:
Pişirmeye uygun.
bişiyen: kolay
ve çabuk pişen
bişmek: 1.Yaşça
ve meslekçe olgunlaşmak, 2.Tırpanla ekin biçmek.
bişş!: Atı durdurma
veya yanına yaklaşırken sakinleştirme ünlemi.
bit gadak:
Minnacık, çok küçük, bit kadar
biti gannanmek: Yoksul bir kimse
kısa sürede para kazanıp durumunu düzeltmek.
bitim: son, uç
bitirmek: Kızı
vermeye razı etmek.
bi türlü: Hiçbir biçimde,
hiçbir yolla, asla.
biyerde: Bir bakıma, belli
bir noktada
biyol/buyol/büyol: Bu kez,
bu sefer
biyoş: acayip,
tuhaf, (bir hoş)
biyoşcana: Çok
garip bir şekilde
biyoş olmek: 1.Hüzünlenmek,
şaşırmak; 2.Kokmak, bozulmak; 3.Hastalanmak, tuhaflaşmak.
biz: 1.Deri
vb. sert şeyleri dikerken iğne yeri açmaya yarayan, ağaç saplı, ucu sivri demir
alet. 2.Bu aleti yere saplayarak oynanan oyun.
bizimgız:
kızkardeş, bacı.
bizim milletimiz: Olumsuz bir alışkanlığından bahsederken Anıtkaya halkı. (Bizim milletimiz lafdan sözden anlamaz, vur deyince öldürveri.)
bizimôlan: Erkek kardeş, arkadaş, dost.
bizinen: bizimle
bizlemek: Biz ile
dürtmek, delmek, yaralamak.
bocuk: Kaban,
mont, gocuk.
bodu: Kısa
boylu, bodur
bodurmâmıt: İlaç
olarak kullanılan bir ot.
boğassak: çok
fazla yiyen, obur
boğaz:
1.yiyecek, 2.iştiha, yeme isteği, 3.Gırtlak
boğazı inmek: Bademcikleri şişip
boğazı ağrımak.
boğazına cizilmek: 1.Üzüntüden ya da
kızgınlıktan lokmaları yutamamak, 2.(mec)Yemekten tat alamamak.
boğazına cizmek: Yapılan bir hareket
sonucu iştahı kaçırmak.
boğazını almek: Boğazı tıkanmak.
boğazı ötmek: Karnı acıktığını
belli etmek.
boğazipi: Araba
veya çifte koşulan hayvanların boynundan boyunduruğa bağlanan ip.
boğmak: Kese,
çuval, torba gibi şeylerin ağzını bağlamak.
boğsu: çatı
ile duvar arasında kalan mertek boşluğu
bokboğaz:
Boğazsak, pisboğaz.
bokböceği: Kırda
hayvan tersiyle oynayan böcek.
bokça:
Harmanda öküzün çektiği döğenle sap ezerken, hayvanın dışkısı sapa karışmasın
diye arkasına tutulan pislik kabı.
bok deliği: Hayvan
dışkısının bokluğa atıldığı delik.
bok etmek: Berbat etmek,
düzeltilmesi imkansız hale sokmak.
bok gibi: Çok fazla para için
söylenir.
bok götümek: Bir yer pislik
içinde olmak.
bokluk:
Hayvanların pisliğinin biriktirildiği, ahırın dışında, ona bitişik yer.
bolarmak:
1.Bereketlenmek, çoğalmak, fazlalaşmak, artmak. 2.Giyeceğin genişlemesi,
3.Maddi olarak rahatlamak.
bolderin: Sıkıntıya düşmeden, bitecek diye korkmadan, rahat rahat (Bisürü şey aldık, bolderin yiyem deye.)
borç dert/borcarç: Borçlanarak.
bosdan: Karpuz,
kavun
boşan da semeriñi yi: Çok obur kimseler
için kullanılır.
boşanmak: Hayvan
bağından, yularından kurtulmak.
boş geçmek: Önem vermemek,
aldırmamak.
boşlamak:
bırakmak, vazgeçmek
botca:
1.içinde elbise bulunan çıkın (bohça); 2. Koruma Derneği bütçesi.
botca atmek: Kız tarafı oğlan
tarafına hediyeleri geri gönderip nişanı bozmak.
botcalamak:
Toplayıp çıkılamak, bohçalamak.
boya çekmek: Boyu uzamak,
boylanmak.
boyamak: Koku
ortalığı kaplamak.
boy epdesi: Gusül
boynu altında galsıñ: İlenç sözü.
boynunuñ borcu: Birinin yapmak
zorunda olduğu iş.
boyuna:
devamlı, sürekli, hepten, tamamen
bozarmak: 1.Renk
değiştirmek, kırlaşmak, ağarmak, sararmak; 2.Utanmak, kızarmak.
bozartı: 1.leke,
2.Akşamın alaca karanlığı
bozmak: 1.Ekini
hasat edip tarlayı sürmek, 2.Verimsizliğinden dolayı ekini sürüp iptal etmek.
böbek: bebek
böbü: Çocuk
dilinde bebek.
böcülemek:
Üstünkörü çalışarak işi öylesine bitirmek.
böğrek/böörek: böbrek
böğrekli: Ağzı böbreğe benzeyen büyük bir bıçak türü.
bölme:
Bölünerek oluşturulmuş oda, bölüm.
bööle/bööne: böyle
böönece: bu
şekilde, böylece
böönecene: 1.bu
şekilde, böylece; 2.Burada bulunanların tamamı olarak
börtlek: dışa
doğru şişkin
börtlemek: dışa
doğru çıkmak, patlamak
börtmek:
1.haşlamak, 2.Sıcaktan ve susuzluktan takatsiz düşüp bunalmak, 3.Uzun süre su
içinde kalan el ayak gibi yerlerin gevşeyip şişmesi, 4.Sıcak veya soğuk
etkisiyle yapısının bozulması.
börtü böcek: Küçük
zararlı hayvanlar, haşerat.
börülce: fasulye
bötdürmek:
haşlamak, suyunu çıkarmak
böyüden (büyüten):
Emzikteki çocuğun emdikten sonraki hıçkırığı
böyük: büyük
böyükepdes: İnsan dışkısı,
kaka.
böyük gonuşmek: Yapamayacağı,
başaramayacağı konu hakkında kesin konuşmak.
böyüklük sende galsıñ: Büyüklüğünü göster,
affet.
böyüksülenmek: Kendini
üstün görmek.
böyün: bugün
böyün bañese yarin saña: Bugün bendeki kötü
durum yarın başkasına da gelebilir.
böyün yârin: Kısa
süre içinde, yakın bir gelecekte.
buba/buva: baba
buba bir: Aynı babadan
dünyaya gelmiş kardeşler.
bubalık: üvey
baba
bubam mezerden galkcek: Asla
buba yarısı: Amca
bugadan: Bu
denli, bu kadar
bugadâ ol (Bu kadar
ol): Yiyecek veren bir çocuğa onu iade ederken edilen dua.
buğuz: Kin,
kıskançlık (buğz)
buğuzetmek:
Kıskanmak, çekememek, istememek.
bulama don:
kadınların giydiği bir çeşit şalvar
bulamak:
1.Karıştırmak, 2.Bulandırmak, 3.Sallamak
bulanmak:
1.Yoğrulmak, karışmak; 2.Yürürken sallanmak, salınmak.
bulduk: 1.Kimsesiz çocuk veya kedi köpek yavrusu; 2.İsmi aile büyüklerinin değil de başkasının hatırasına uygun konulan kimse.
buleşik: 1.Kirli tas tabak, bulaşık; 2.İstenmediği yerde durmakta ısrar eden kişi.
buleşik suyu gibi: Tadı tuzu olmayan
sulu yiyecek ve içecekler için söyler.
bulgur çekdirmek: Bütün bulgur tanelerini kırdırmak.
bulgur gaynatmek: Kış hazırlığı
olarak buğdayı; yıkama, kaynatma, kurutma, soyma, ayıklama, kırma işlemlerinden
oluşan süreç.
bulgur gazanı gibi gaynamek: Yerinde duramamak,
kıpır kıpır olmak.
bulgurpüsgürtmesi: Vücutta
kaşıntılı kızarıklıklarla kendini gösteren deri hastalığı, ürtiker. Ehline
okunup bulgur püskürttürme ve perhizle tedavi edilir.
bulgur salmek: Kaynamakta olan
suya bulgur koyup pişmeye bırakmak.
bulgur sürdürmek: Kaynatılıp kurutulmuş bulgurun kabuklarını soymak maksadıyla özel bir değirmende dövdürmek.
bulunmak/bulunuvemek:
Başkasının işine yardım amaçlı katılmak.
bulup da bunamek: Elindeki nimetlere
karşı nankörce davranmak, bulduğunu beğenmemek.
buluntu: Birinin
kaybedip başkasınca bulunan şey.
buñ:
bunaltı, sıkıntı, felaket
Buñar:
1.Güneyde köyün su kaynağı olup çevresi havuzla ıslah edilmiş olan pınar. 2.O
mevkiye verilen isim.
Buñarıñüsdü: Bir
mevki adı.
buñgun:
1.Sıkıntılı, bunalmış kimse, 2.Darlık, yokluk içinde olan, 3.kapalı, sıcak ve sıkıntılı
hava
buñgunnuk:
Sıkıntı, darlık, kriz
bunnañ:
bunların
bunnan: bununla
burç: Kütük
yarmaya yarayan sivri uçlu kalın demir, kama.
burgu: 1.Basit
el matkabı, 2.Artezyen kuyusu açan araç.
burgu salmak: sondaj yapmak
burma:
1.Musluk, 2.Telleri burularak yapılan bilezik
burmak:
1.Danayı, tosunu iğdiş etmek; 2.Bükmek, çevirmek.
burnuna girmek: Tehdit için
söylenen söz.
burnunu atmek: Sümkürerek burnunu
temizlemek.
burnunu çekmek: Sümüğünü çekmek.
burnunuñ dikine gitmek: Başkalarının
dediğine bakmadan bildiğini yapmak.
burnunu sürtmek: Birini sıkıntıya
sokup kibrini kırmak.
buruk: Eğri,
çarpık, yamuk yürüyen, kambur.
burunlatmak/burunnatmak: Pulluk
demirinin ucunu keskinleştirmek.
burye/buriye: buraya
buydey: buğday
buydey biti: Nemli
olarak konulduğunda buğday ve mercimek içinde oluşan ve tanelerin özünü yiyen
bir böcek.
buymak: üşümek.
donmak
buynuz:
1.boynuz, 2.harnup, keçiboynuzu
buynuzlu:
Ailesinin kadınları kötü olan erkek.
buz kesmek: Vücudu buz gibi
olmak, çok üşümek.
buzmandır: Bu vakte kadar (Bu zamandır)
buzuleci: hamile,
buzulayacak inek.
büber: biber
bübük: ibik
bük: Dere,
çayın kıvrım yapıp büküldüğü yerdeki verimli arazi.
bükme/bütme: Mayasız
hamurun içine mercimek, patates konularak büküldükten sonra tepsiyle fırında
pişirilen börek.
bülkmek: Su
kaynaktan fıkır fıkır çıkmak.
bülü bülü:
Tavukları çağırma sözü.
bülüç/bülüş: piliç
bülük: Erkek
çocuk cinsel organı
büñgüldemek: suyun
kaynaktan coşkuyla çıkması
bürgün:
yarından sonraki gün, diğer gün, öbür gün
büylek:
Büyükbaş hayvanları ısırarak onların huysuzlanmasına sebep olan sinek. Büğelek.
büylek dutmek: Büğelek sineğinin
hayvanı ısırıp kaçırması.
büyülük: Büyü
yapmada kullanılan malzeme.
büz:
Betondan yapılmış, geniş su veya kanalizasyon borusu.
büzmek: Bir
şeyi kıvırarak daraltmak.
büzük:
Cildinde yanmadan dolayı büzülme olan kimse.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder