-Ç-
çabık: tez,
hemen, çabuk
çabıkcana:
çarcabuk, çabucak
çabılamak:
panikleyerek acele hareket etmek
çaça: Kız ile
erkek arasında aracılık yapan kimse.
çağala: Taze
badem.
çağıl: 1.Sel
ve taşkının ardından geride kalan küçük taşlar, çakıl; 2.Çakıl yığını.
çağıllık: Çakıllı
yer.
çakal: 1.Sığır
veya atların burnunda bulunan beyaz leke, 2.Alnı ya da ayakları beyaz olan
hayvan
çakallamak:
Sezinlemek, sezmek, işin iç yüzünü gizli olarak öğrenmek.
çakıldak:
1.Koyunun kuyruğunda dışkı, sidik, toz-toprak karışımı olarak meydana gelen,
yüne yapışıp kuruyarak birbirine değdiğinde sesler çıkaran yuvarlağımsı atık.
2.Bazı tohumlu otların bulunduğu yerde kurumuş hali. 3.Tohumlarını sıralı veya
küme olarak içinde bulunduran, mercimek, nohut, fasulye gibi bitkilerin kurumuş
tohum bölümü; 4.Gırtlak hırıltısı.
çakıldak düşmek: Ölümüne yakın
hastanın gırtlağında hırıltı oluşmak.
çakılı: 1.Yere
çakılan bir kazığa bağlı olarak sabitlenmiş otlayan hayvan, 2.Çok fazla, bir
sürü (Ağeçde kirez çakılı)
çakır: 1.Mavi,
mavi gözlü; 2.Yeni olgunlaşmaya başlamış meyve.
çakır dikeni:
Mercimek yolanların eline çok batan mavi renkli bir diken.
çakmak: Yere
çakılan bir kazığa bağlı ipin diğer ucunu hayvana bağlamak suretiyle hayvanı
bulunduğu yerde sabitleyerek orada otlamasını sağlamak.
çakmak buydey: İri,
ağır, sarı renkli cins buğday.
çalgı: Düğünde
eğlenceyi sağlayan müzisyen grubu.
çalgı dutmek: Düğün ve eğlenceye
müzik için bir grupla anlaşmak.
çalı: bodur
meşe
çalı gazeli gibi: sert ve
keskin şey (Saçım çalı gazeli gibi olmuş.)
çalımına gelmek: Biçimine gelmek,
uygun düşmek
çalımına getimek: Uygun bir zaman ve
durum bulmak.
çalınmak:
Dedikodu yayılmak (Gulağıma çalındı)
Çalıyayla: çalılık
ile tarlaların birleştiği mevkiye verilen isim
çalıyı depesinden sürümek: Tersine iş yapmak.
çalkamak: Harmanda
samandan ayrılmış buğdayı kaba pisliklerden temizlemek için sarsarak elemek.
çalkantı:
Çalkanan, elenen buğdaydan geriye kalanlar, gözer üstünde kalan çakıldaklı
kısım.
çalmak:
1.yoğurt, peynir mayalamak, 2. benzemek (Rengi birez sarıya çalıyo.), 3.Üstünkörü
süpürmek, süpürgeyi sürtmek; 4.Kesmek amacıyla bıçağı sallamak, 5.Bir şeyin
üstüne bir şey sürmek, bulaştırmak (Ekmeğe yağ çaldı), 6.Görmeden, el
yordamıyla elini sallamak (Elimi bi çaldım, kibriti buldum)
çamır:
1.çamur, 2.(mec) sürekli pislik, kötülük düşünen kimse, bela
çamıra gitmek: çamur banyosuna
gitmek.
Çamıramamı: 10 km
kadar güneyde Köprülü Köyü yakınlarında çamuru şifalı doğal kaplıca. (Çamur
Hamamı)
çamır garmek: Dambeşi sıvamak
için çorağı çamurlaştırıp kıvam bulması için beklemeye bırakmak.
çanak çömlek patladı: Çocuk oyunlarında
oyunun bozulduğunu anlatır.
çañına ot dıkamek: Susturmak, sesini
kesmek.
çap: en-boy,
bir şeyin boyutları
çapa: Sığırın
iki yaşında düşen dişi.
çapalı: İki
yaşına girmiş sığır.
çapar: 1.Alaca
renkli, 2.soluk ya da sarı benizli kimse, 3.saç, kirpik, kaş gibi kılları
tamamen beyaz olan albino hastası, 4.sarışın, 5.yüzü benekli koyun veya insan
çapeci: ücretle
çapa yapan kadınlar
çap etmek: ikiye bölmek
çapeyi çıkarmek: Sığır iki yaşına
girmek, kurban için olgunlaşmak.
çapıl çupul: Çamurda
yürürken çıkan sesi anlatır.
çapıt:
paçavra, eski bez parçası (çaput)
çapıt çangal: Parça kumaş, elbise eskisi gibi şeyler.
çapıt haba: Eski
bezlerden dokunan kilim.
çaplamak: Ağacı
yontarak düzeltmek.
çaresine bakmek: Gereken ne ise onu
yapmak, çözüm yolunu bulmak.
çarpıntı: 1.mide
bulantısı, 2.kalpte ritim bozukluğu
Çarşamba çanağına çevirmek: Kırıp dökmek,
dağıtmak, parçalamak.
çarşamırsızı: Bir tür
yağlı çörek. (çarşı hamırsızı)
çaşıt:
İnsanlar arasında laf taşıyarak onları birbirine düşüren, fitne fesat peşinde
koşan kimse.
çat: dalın,
yolun, nehrin çatallaştığı yer
çatal: Pancar,
turp gibi köklü bitkileri çıkarmaya yarayan alet.
çatalgavak:
Bacakları yukarıda açık tutarak baş üstünde durma hareketi.
Çatalüyük: Bir
mevki adı.
ÇatalıñGuyu: Bir
kuyu ve mevki adı
çatılı:
Yanmaya, tutuşturulmaya hazır soba.
çatırak: Çatal, pülçük.
çatışmak:
Köpekler çiftleşmek.
çatma: Bir
arada bağlı çok sayıda hayvana, düven olmaksızın harman çiğnetme.
çatmak:
1.Birbirine bağlamak, tutturmak (güğüm çatmak); 2.Parçaları birbirine
tutturarak bir şey yapmak (çatı çatmak); 3.Aynı cinsten parçaları birbirine
dayamak (soba çatmak, tüfek çatmak); 4.Karşılaşmak, dokunmak, çarpmak; 5.İki
hayvanı başlarından birbirine iple bağlamak.
çavdar çekmek: Buğdaydan daha uzun
olan çavdarları, ekin daha yeşil iken koparıp temizlemek.
Çay: toplu
halde çamaşır yıkanan dere kenarı, çamaşırhane
Çayırlâ: Bir
mevki adı, Çayırlar
çecüstü: Çeç
sahibinin dene vererek harmanda bulunanlara aldığı çerez.
çéç/çeş:
Savrulup samandan ayrılmış ama çalkanmamış buğday yığını
çekdirmek: Araba tekerinin şınasını kestirerek daraltmak.
çeket: ceket
çékgi:
Harmanda sap çekmeye yarayan, ucu çengelli ağaç saplı alet
çékiş: çekiç
çekişe çekişe bazarlık etmek: Kıyasıya pazarlık,
inatçı pazarlık etmek.
çékişmek:
1.karşılıklı tartışmak, 2.azarlamak
çékişlemek:
Körleşen tırpanın ağzını çekiçle döverek keskinleştirmek.
çeldirmek: 1.çelik
çomak (met) oyununda, meti bir ucuna vurarak zıplatmak, çelmek; 2.Bir şeyin
yönünü vurarak değiştirmek.
çelermek: Ekinler
yeşermek.
çelgi: Erkek
boyun atkısı.
çelik: Ağacın
dalını kesip başka bir yere dikerek köklendirilmişi.
çelikleme: Kısa
ağaç dalı veya kısa odun.
çeliklemek: 1.Ağacı
çelik ile üretmek, 2.Demire su vermek, 3.Sıcak sudan çıkıp birdenbire soğuk
suya dalmak.
çelmek:
1.Yönünü, doğrultusunu değiştirmek; 2.Met oyununda havaya fırlayan metin
ortasına vurarak ileriye fırlatmak.
çéncire: tencere
çeñesini çekmek: Ölen bir kimsenin
çenesini başına tülbentle düğümlemek.
çenet: vücutta
iki bacağın birleştiği kısım, kalça
çéñiz: çeyiz
çéñiz almek: Gelin almadan önce
kız evine gidilip indirilen çeyizi teslim alıp erkek evine getirmek.
çeñiz asmek: Gelinin çeyizini
sergilemek üzere duvara dizmek.
çéñize bakmek: Sergilenmek üzere
asılan çeyizi incelemek.
çéñiz evi: Çeyizin
sergilenip içinde eğlenceler düzenlenen oda.
çéñiz gaynısı: İndirilen çeyizi
götüren kağnı, araba.
çéñiz indirmek: Sergilenen çeyizi
sergiden indirip toplamak.
çente: çanta
çepel/çeper: Denenin
içindeki yabancı madde, taş, sap, saman vs.
çepiş: iki
yaşına girmiş keçi
çerçi/çerçici: Gezgin
satıcı.
çerçive: çerçeve
çêrek: çeyrek
çerez: Erkek
tarafının kız tarafına verdiği her türlü yiyecek, özellikle kuruyemiş.
Çerkez:
1.Çerkes, 2.Köyün 5 km kadar kuzeybatısındaki Yenice Köyü
Çerkezgırı: Yenice
Köyüne yakın mevki adı
çéş çıkarmek: Harmanı savurup
deneyi yığmak.
çetireñ: ayaz,
dondurucu soğuk
çevirmek: 1.Bir
tarlayı, arsayı sahiplenmek; 2. Hayvanları toplamak veya yönünü değiştirmek.
çevre:
Erkeklerin kullandığı büyük mendil.
çevre almak/vermek: Kız tarafının erkek
tarafına cevaplarının olumlu olduğu anlamına gelen merasim.
çézmek: çözmek
çézilmek:
çözülmek
çıbık:
Savrulacak tınazın önüne dikilen, samanı taneden ayıracak çubuk.
çıfıt: kötü
niyetli, fitneci
çığımçığım çığırmek: çok bağırmak
çığırmak: 1.türkü
söylemek, 2.feryat etmek
çığrışmak:
bağırarak sözlü kavga etmek
çıkı: küçük
bohça, çıkın
çıkılamak: çıkın
haline getirip bağlamak
çıkım: Tarlanın
bir ucundan diğer ucuna varıncaya kadar yapılan iş miktarı. (Bi çıkımlık
çapamız galdı.)
çıkım çıkmek: Çapalama veya nohut
mercimek yolmada toplu olarak bir çıkımlık iş yapmak.
çılı çırpı: Küçük
odun veya kuru ot parçaları.
çıltak:
Kavgacı, huysuz, sözünde durmaz.
çırpı:
Kadınların başlarına bağladıkları tülbent.
çıtdadak: Bir şey
kırılırken hafifçe çıkan sesi anlatır.
çıtırpıtır:
Bayramlarda patlatılan, kibrit tozundan yapılmış zararsız şerit patlayıcı,
çatapat.
çıvgın: 1.Kar
veya yağmuru savurarak esen sert rüzgar, tipi; 2.Ağacın dibinden filizlenen
taze sürgün, piç.
çıvmak: 1.Çok
hızlı bir şekilde kaçmak, tüymek; 2.Hızla boyu uzamak. Ergenliğe girmiş
çocuklar ve taze ağaç dalları için kullanılır.
çiğdem/çiydem: Baharın
habercisi, kökünde küçük yumru bulunan çiçek, kardelen.
çiğil/çiyil: çakıl
taşı, iri kum
çiğlemek/çiylemek:
Ayçiçeği kellesi veya mısır koçanındaki taneleri çıkarmak.
çikin: çirkin
çikin olmek: bozulmak, kokmak,
bayatlamak, eskimek, yaşlanmak, zayıflamak
çil: Siyah
beyaz karışık boz renk.
çilbir: 1.Atları zabtetmeye yarayan kayış, terbiye, dizgin; 2.Yoğurt
ve yumurtadan yapılan basit bir yemek, çılbır.
çile: iplik
yumağı
çilemek: Hafif
yağmur yağmak, çiselemek.
çilenti: Hafif
yağış
çilergin: nemli
çilermek:
1.nemlenmek, 2.küflenmek
çilingir:
suratsız, sevimsiz
çiñilemek: 1.Kulak
çınlamak, 2.Yankılanmak
çinnem/çiynem: 1.Bir
çiğneme miktarı, lokma; 2.Çiğneyerek kıvama getirilen bebek yiyeceği.
çinnemek(çiğnemek):
1.Yiyeceği dişleri arasında ezmek. 2.Bir şeyi ayakları altına alıp ezmek.
3.Motorlu bir araç tekeri altında bir şeyi ezmek.
çinneyip geçmek: Gereken ilgi ve
saygıyı göstermemek.
Çirçir: 1.Bir
çeşme ve mevki adı, 2.Az akan su
çirk:
1.Çamaşır yıkamadan geriye kalan kirli su, 2.Sabun gibi azalan şeylerin küçük
parçası.
çirpi:
kesilmiş ince dallar
çisenti: az ve
hafif yağan yağmur
çiş dutmek: Çocuğa tuvalet
eğitimi vermek.
çit: Bir
çeşit yerli kumaş. Basma türlerinin genel adı.
çitçit:
erkek-dişi iki kısımdan oluşan düğme düzeneği, kopça
çitibakırı: krem
deterjan kabının kova olarak kullanılan hali
çitili:
Birbirine sıkıca bağlı, dikilmiş.
çitlemek:
Çekirdeğin kabuğunu iki dişi arasında kırıp tanesini yemek.
çitilemek: Sinek,
pire gibi haşerat ısırmak.
çitlik: çiftlik
çitme: at,
eşek tekmesi, çifte
çitmek:
1.Söküğü, deliği dikerek kapatmak; 2.İki kumaşı yan yana getirip dikişle
birleştirmek, 3.Tarağın dişleri arasını iple sıkıştırmak.
çitmelemek:
Hayvanın arka ayaklarıyla tekme atması, çiftelemek.
çivi gibi: Çok soğuk.
çivi kesmek: Çok üşümek.
çivt: çift
çivt çıbık: Tarım yapmak için
gerekli araç gereçler.
çivt dikiş: Sınıfta kalıp aynı
sınıfı tekrar etmek.
çivte: çift
namlulu tüfek, çifte
çivte gitmek: Çift sürmek için
tarlaya gitmek.
çivte goşmek: Hayvanları pulluğa
koşmak.
çivt sürmek: Pullukla toprağı
ekilebilir duruma getirmek.
çiye:
sarımsak dişi
çiymer: Bir tür
sert taş.
çobanaldadan: Tarla
kuşu.
çobansalığı: Sürüden
hayvan satıldığı zaman çobana verilen bahşiş.
çokcana: Çok
fazla, bol bol.
çok çok: Olsa olsa, en
fazla, azami.
çokdan: eskiden
yapılmış, çok erken yapılmış
çok sözlü: Çok konuşan geveze.
Çolağıñ Çeşme: Çeşme
ve mevki adı
çor: 1.Dert,
keder, hastalık, kusur; 2. tuz, tuzlu
Çoraklık:
1.Toprağı çorak olan yer, 2.Gazlıgöl’de dambeş sıvamak için çorak getirilen
yer.
çorbeci: tüccar
(çorbacı)
Çorbeci Guyusu: Kuyu ve
o mevkinin adı.
çorlanmak:
Hastalanmak, dertlenmek; 2.Meyve özürlenmek.
çorlu:
1.Hastalık nedeniyle gelişmemiş kişi, hayvan, ağaç; 2.Dolu, yağmur gibi
sebeplerle lekelenmiş meyve, sebze.
çöğür: dikenli
kuru ağaç dalı, çalı
çökgün: Ruhen
ve beden çökmüş olan.
çöküntü: bir
bina veya dam çökmesinden geriye kalan ahşap malzeme
çölmek: çömlek
çömmek:
Dizlerini kırıp ayakları üzerinde durmak, çökmek.
çömelmek: çökmek,
çömmek.
çul: 1.Eski
püskü elbise, 2.Hayvanları soğuktan korumak için üzerine örtülen bez.
çullanmak:
Toplanmak, üzerine çökmek, yığılmak.
çulunu almek: Av köpeğinin
sırtındaki örtüyü alarak ona koşma talimatı vermek.
çuvalâzı açıvemek: Rahatça içine tahıl
koyması için birine yardım amacıyla çuvalı açık tutmak.
çük: erkek
çocuk cinsel organı
çük deliği:
kemersiz pantolon dikerken erkek çocukları için önde bırakılan delik
çükünü kesdirmek: Sünnet olmak,
sünnet ettirmek.
çükü şişmek: Çok istediği bir
şeyi yiyemeyen çocuğun bir yerlerinin şişeceğine inanılır.
çürük çarık:
Çürümüş, yarı çürümüş veya az kaliteli meyve sebze.
çürüklenmek:
şüphelenmek, kuşkulanmak
çüş: Eşek
durdurma ünlemi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder