-Ö-
öbürsü: Diğeri,
öteki, öbürü.
öcü: Çocukları
korkutmak için uydurulan hayali varlık, umacı.
ödü bokuna garışmek: Çok korkmak
öğmek/öymek: 1.Emmek
(Toprak suyu öğmüş), 2.Yağ vb şeyler döküldüğü kumaş ya da yerin içine geçmek,
yayılmak; 3.Kömür yavaş yavaş yanarak kor durumuna gelmek.
öğün/öyün: 1. Bir
işin yapılma vakti, zaman (Günde dört öğün dayak atdım); 2.Yemek zamanı.
öğürmek: Midesi
bulanıp kusmak.
ȫke: öfke, hiddet
ökse: 1.Saban
demirinin geçtiği eğri ağaç kısım, 2.Sabanın elle tutulan kısmı.
öküz aleyisselam: Aptal, bön.
öküz gibi: aptal, anlayışsız.
öküz öldüren: Kaldırılamayacak kadar ağır şey.
ölet: Kümes
hayvanlarını öldüren salgın hastalık, kıran.
öldürmek:
Domates, soğan vb. sebzeleri sertliğini kaybedecek kadar pişirmek.
ȫlen: Gün ortası, öğle vakti.
ȫlen olmek: Uyanmak veya işe
başlamak için çok gecikmek. (ȫlen oldu bizimki daha
galkmadı)
ölen üstü: Öğleye doğru, öğle
vakti.
ölmüş eşşek aramek: Bir malı yok
pahasına almaya çalışmak.
ölü evi: cenaze çıkan ev
ölü evi gibi: Aşırı sessizlik,
sakinlik ve hüznün hakim olduğu ortamları anlatır benzetme.
ölü fiyatına: Değerinden çok
ucuza.
ölü ölmek: Birinin vefat
etmesi.
ölür müsüñ öldürü müsüñ: Çok kızılan bir
durumda çaresizliği anlatır.
ölüyeri: Cenazenin haftası
içinde verilen ölü yemeği.
ömrü vefa etmemek: Amacına ulaşamadan
ölmek.
öncek:
Kadınlarda belden bağlanıp dizlere kadar sallanan önlük.
öndüç/öndüş: 1.geri
vermek üzere alınan şey, ödünç; 2.İşine yardım edilen bir kişinin aynı miktar,
ve aynı süre bizim işimize katkıda bulunması usulü.
öndüç etmek: Dönüşümlü olarak
bir işte yardımlaşmak.
ȫne: öyle
ȫnece: öylece
ȫnecene: olduğu gibi, öylece
ȫnêse: öyleyse
öne ya: Kuşkusuz, elbette,
doğal olarak.
öñgol:
Hayvanlarda ön bacak.
öñüne diñelmek: Gelin yakını erkek
çocuk bahşiş almak için gelin arabasının önünde durmak.
öñüne düşmek: Bir işte birilerine
yol göstermek.
öñüne geçmek: Bahşiş almak için
gelin arabasının önüne geçmek.
öpmek:
Birbirine eklenen iki ağacın ek yerleri birbirine iyice yapışmak.
ören: virane,
harabe
ȫrence: Bir şeyi öğrenmek maksadıyla yapılan iş (el ȫrencesi)
ȫrendire: Koşulu öküzleri yönlendirmek için kullanılan ucu çivili uzun
sopa.
ȫrendirelik: Örendire yapmaya uygun söğüt dalı.
Örennê: Eski
Eğret’in bulunduğu mevkinin adı (Örenler),
örneğini çıkarmek: El işinde tıpkısını
yapmak.
örnek: Kadınların
el işlerinde ve örgü nakışlarında model olarak aldıkları şablon.
örnek almek: Model olarak
kullanmak üzere el işini ödünç almak.
örnek gomek: Örgü ve işlemede kalıp olarak ilk nakış veya motifi koymak.
örs-çekiş: Orakçı
torbasının olmazsa olmaz ikilisi, tırpan çekiçleme aletleri.
örtme:
Kadınların dışarı çıkarken örtündükleri, 1 m. kadar siyah bez.
örüklemek: Tam ve
ağzına kadar doldurmak.
örükleme olmek: Bir deri hastalığına yakalanmak.
örüklü: Ağzına
kadar, taşacak şekilde lebaleb dolu.
örükmek: Çıban
azarak yayılıp çoğalmak.
örüm: Gece hayvan otlatma
össêt: hemen,
anında (o saat)
ȫsürük: öksürük
ȫsüz: öksüz
ösüz doyuran: Normalin üstünde
büyük kapü bardak vb. için söylenir.
ötdermek:
öttürmek
öteberi: Her
türlü nesne, medde, erzak için kullanılan ikileme.
ötebete: şu bu,
öteberi
ötedüñya: Öteki
dünya, ahiret.
ötesi berisi: Nesi var nesi yoksa
her şeyi.
ötögün: Dünden önceki gün.
(öteki gün)
ötüyaka: öbür taraf, diğer
yan
öveyana gibi: Şiddetli azarlamayı
anlatır (üvey ana gibi)
ötögün: Dünden
önceki gün. (öteki gün)
ötürek:
Dışkasını cıvık biçimde yapan büyükbaş hayvan.
ötürmek:
Büyükbaş hayvanın ishal olması.
ötüyaka: öbür
taraf, diğer yan
öveyana gibi:
Şiddetli azarlamayı anlatır (üvey ana gibi)
övez: Grup
halinde uçuşan küçük sinekler.
öymek:
1.Ateşin odun, tezek, veya kömürün içine işlemesi; 2.Yaranın genişleyerek
azması; 3.Genişlemek yayılmak, giderek daha büyük alanı kaplamak,
4.Bulaştırmak.
öyme/öğme: Ekmek
hamurunu bir kat fazla ovarak yapılan çörek.
öz: 1.Sebze
ekilebilen bağ-bahçe, sulak verimli arazi; 2.Ağaç gövdesinin en dayanıklı tam
ortası.
özek:
Arabalarda orta oku öndingile ve boyunduruğu oka bağlayan düzenek.
özek demiri:
Arabalarda ön dingili oka bağlayan demir.
özek ziggesi: Arabalarda
dingilleri birbirine bağlayan kalın çivi, zigge.
özenç: Yapmayı
çok istenen şey, imrenme.
özleşmek:
1.Kaynayan sıvı koyulaşmak, 2.Hamur kıvam kazanmak.
özseñ:
herhalde, sanırım
özülemek: hasret
gitmek, özlemek
özür: Kusur,
eksiklik, hastalık.
özürlenmek: Ürün
hastalanmak.
özürlü: Kalitesi düşük ekin veya meyve, kusurlu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder