18 Ocak 2021

Sözlük D

 -D-

 

daban: 1.Yer, zemin (taban); 2. Esas, asıl; 3.Tarla sürülüp tohum saçıldıktan sonra atılan gübre; 4.Zemin kat; 5.Taşsız, düz, verimli tarla.

dabanca atmek: Tabancayla ateş etmek.

daban tatdası: Arabanın zeminine konulan tahta.

dâbiyet: Huy, karakter, tabiat.

dâbiyetsiz: Kötü karakterli, kötü huylu.

dâcık/değacık: İşte, bak orada anlamında gösterme sözü.

dadanmak: alışmak

dadı gaçmek: Güzel bir durum kötüleşmek, zevki kalmamak.

dadı gelmek: Hoşa gider bir tat kazanmak, beğenilir zevk verir hale gelmek.

dadını gaçırmek: İyi giden bir durumu bozmak, münasebetsizlik etmek.

dadırmak: biraz vermek, tattırmak

dadı yok: iyiye gitmeyen işler için söylenir; sağlığım bozuk, işler kesat, moralim bozuk gibi

dagga: dakika

daggasında: Hemen, o anda.

Dağ: Güneyde Resulbaba Tepesi ve İlbulak Dağı eteklerindeki meşelik bölge.

dağa gitmek: Arabayla dağa giderek yakacak meşe getirmek.

dağda doñuzu êsik: Çok zengin.

dağ eriği: Yemeye elverişli olmayan, daha çok pestili çıkarılan, dağda yetişen acı ve sert erik türü.

dağık: dağınık, perişan

dağılamak: kaşınacak şekilde ısırmak

dah/daha/deh: Hayvanları yürütme ünlemi.

dahan: tahin

dahanelvası: tahin helvası

dah/adah gitmek: Çocuklar için gezmeye, attaya gitmek.

dakanak: borç

dakı: Düğünde geline takılan zînet, takı.

dakı dakıvemek: Ardı ardına vurmak.

dakım: Sigara ağızlığı.

dakışmek: İki kişinin arası açılmak, sürtüşmek.

dakleşmek: 1.dokunmak, temas etmek, kucalamak; 2.ilişmek, tahrik etmek, sataşmak.

dakma: 1.Anası ölünce başka bir anayı emmeye alıştırılan kuzu, buzağı; 2.sahte, seyyar, geçici

dakmamak: Önem vermemek, dikkate almamak, saymamak.

dalamak: 1.ısırmak, köpeğin insanı ısırması; 2.Keçi kılından veya yünden yapılma giysinin vücutta batma ve kaşıntı yapması; 3.Dikenli bitkiler ve özellikle ısırgan otunun vücuda batması; 4.Karınca, bit, tahtakurusu gibi haşerelerin vücudu ısırması

dalbıdak gırılmak: Sebze ve meyvede çok fazla ürün olmak.(Bi fişne va, dalbıdak gırılıyo.)

dalbınmak: Aceleyle suya dalıp çıkmak suretiyle yıkanmak.

daldaşşak: anadan doğma, çırılçıplak 

daldırma: Üzüm dalını toprakla örterek köklendirme yöntemi.

dalına basmek: Hoşlanmadığı bir şey yaparak birini kızdırmak.

dam: 1.ahır, 2.hapishane

dama girmek: Cezaevine düşmek.

damağını galdırmek: Korkmuş birinin damağına parmakla basarak korkusunu gidermek.

damarı dutmek: Aksiliği tutmak, huysuzluğu üzerinde olmak.

dambeş: toprak binanın üst kısmı

dambeş akmak: Yağmur kar suları çorak aralarından sızarak aşağıya akmak.

dambeş sıvamak: Yağmur geçirmemesi için çorakla dambeşi sağlamlaştırmak.

dam deliği: ahırdan dışarıya hayvan tersi atmaya yarayan delik, bok deliği

damı damlamaz, çocuğu âlamaz: Kendisini oyalayacak iş ve çoluk çocuğu yok, bu yüzden kaygısız.

damızlık: 1.Yoğurt veya peynir mayası, 2.Soyu devam etsin diye evde bırakılan iyi cins erkek hayvan;  3.Süt veren ve cinsi devam ettirilmek istenen hayvan; 4.Harcanacak şeylerin tekrar çoğalması dileğiyle saklanan küçük bir kısmı; 5.Bir şeyin içinden seçilen en iyi, en kalitelisi.

damlam: Çok az miktar, damla.

damzırmak: 1.damlatmak, 2.Hastanın ağzına azar azar su vermek.

dana: Altı, dokuz, on, otuz, kırk, atmış, doksan gibi sayılardan sonra kullanılan “tane”

danaburnu: Toprak altında yaşayıp sebze köklerini yiyen zararlı bir böcek.

Dandırgırı: Tandır köylerine yakın mevki adı

dangırdamak: Bağırarak konuşmak.

danıp danışmak: Sorup fikir almak.

dañına dañına: inadına, kızdıracak şekilde

dañına gitmek: sinirine dokunmak

darak: 1.tarak, 2.Ayağın parmaklara yakın olan kısmı, ayak tarağı.

daraklı: Tarak kemiği geniş olan ayak.

daramalı: Otomatik silah

dar atmek: Aceleyle bir yere sığınmak, kaçmak.

darçın: tarçın

dargarınlı: kıskanç

darın: 1.Hemen, aceleyle; 2.Güçlükle.

dartı: 1.Ölçü, ağırlık, tartı; 2.Terazi, kantar gibi ağırlık ölçme aletleri.

dartmak: 1.Ağırlığı kaldırma denemesi yapmak; 2.Gözüne kestirmek

dar vakit: Sıkışık zaman, ikindiden sonra akşam ezanına yakın zaman.

daşa çıkmek: Evlilik resmi işlemlerini başlatmak üzere şehre gitmek.

daşıra: aşırı, fazla

daşıra gitmek: haddini aşmak, sınırı zorlamak

daşlı: İçindeki sert taneciklerden dolayı yemesi hoşa gitmeyen ahlat.

daşlıca: Kümes hayvanlarının midesi, taşlık.

daşlıköy: mezarlık

daşşaklı: İğdiş edilmemiş hayvan.

Daştarla: Bir mevki adı (Taşlı Tarla)

dat: lezzet, tat

datdemek: 1.Sürü hayvanı veya koşum hayvanını yürütmek için komut vermek. 2.(mec) motorlu aracı sürmek (dah demek)

datdevemek: Kaba, kontrolsüz ve hızlı bir şekilde birinin üzerine birşeyler salmak. (dah deyivermek)

datduz: Rahat, huzur

dat vemek: Bıkkınlık, usanç, bezginlik verecek biçimde aynı şeyleri tekrar etmek (tat vermek)

davılcı: 1.Düğün çalgıcıları içinde davulu çalan, 2.(mec) Çok yalan söyleyen

davıllâ: Düğün çalgı takımının tamamı (davullar)

davranmak: acele etmek, çabuk olmak

davşan: tavşan

davşangulağı: 1.Çift, 2.Tavla oyununda çift sayı, mars.

dayak: 1.Bir şeyin devrilmemesi için bir tarafına verilen destek, dayanak; 2.Arabaya yük konulurken yanlara konulan uzun sopa.

dayama: arabanın yan tahtalarının dayandığı direkler

dayama tatdası: arabanın yan tahtaları

dayı: Torpil, dayanak

dâyim: Sürekli, daima, daim.

debertmek: 1.Ekmeklerin yerini değiştirerek hepsinin pişmesini sağlamak; 2.Külü yararak ateşin meydana çıkmasını sağlamak.

debildemek: İyileşmeye başlayan hasta veya yeni yürümeye başlayan çocuk düşe kalka yürümek.

debilenmek: Kımıldamak, hareket etmek, çırpınmak, debelenmek.

debirdek: küçük davul, trampet

debirdekci: Düğün çalgıları içinde trampet çalan

dede: 1.Beştaş veya dokuztaş oyunu, 2.Dokuztaş oyununda üç taşın yan yana gelmesiyle elde edilen sayı, 3.Bazılarına göründüğüne inanılan evliya ruhu.

Dedebaşı: Uyuşak Dede türbesinin bulunduğu yer

dedeli: Evliya ruhlarının görüldüğü yer.

dedemantarı: Yenmeyen mantar türlerinin genel adı.

dedesakalı: Yaprakları yenilen, baharda çıkan bir ot.

dediğim dedik çaldığım düdük: Fikrinde direnip başkalarının sözüne aldırmadığını anlatır.

deggelmek(denk gelmek): 1.uymak, yakışmak, üzerine oturmak; 2.rast gelmek, tesadüf etmek, karşılaşmak; 3.maddi yönden müsait olmak

deggetmek: isabet ettirmek, denk getirmek, fırsat yakalamak, kıstırmak

değişdire: nöbetleşe, dönüşümlü

değişik: Kız kardeşini kayınbiraderine vererek, birbirlerinin eniştesi ve kayınbiraderi olma durumu. Kadınlar da birbirinin görümcesidir.

değişik yapmek: birbirinin kardeşiyle evlenmek

değnemek: teker teker toplamak, devşirmek.

değneyip toplamak: Bir araya getirmek, düzene sokmak, derleyip toplamak.

deha/dehacık: "işte, orada" anlamında gösterme edatı

dekcene: Tam doğru olarak, yalansız, ne eksik ne fazla (denkçe)

dekci: Çocuk oyunlarında atışları isabetli olan.

deklemek: 1.vurmak, isabet ettirmek, 2.Nişan almak, istikamet belirlemek (denklemek)

dekleşmek: Yetişmek, aynı hizaya veya seviyeye gelmek (denkleşmek)

dekleşdirmek: bulup buluşturmak, temin etmek (denkleştirmek)

delece: tarladan harmana buğday, arpa sapı getirmek için özel yapılmış, arabanın üzerine konulan ağaç iskelet

delece vurmek: Ekini biçme aşamasını bitirip sap çekmek için arabaya delece koyma seviyesine gelmek.

deleceyi indirmek: Sap çekme işi bittiğinden deleceyi indirip tahtaları koymak.

delgi: delme aleti

deli goyun: Beynindeki kurttan dolayı dengesi bozulup et tutmayan koyun.

delik: 1.Duvara gömülmüş kapaksız dolap, 2. Camsız çerçevesiz, ahır veya samanlık penceresi.

delilik etmek: Delice davranmak.

delimsek: Delilik belirtileri gösteren, deli gibi olan, dengesiz davranan, çılgın, sıradışı, uçuk kaçık kişi.

deliniñ derdi çörek: Saplantı haline gelen istekler için kullanılır.

deli olmek: 1.Çok sinirlenmek, 2.Çok sevmek ve aşırı ilgi göstermek.

deliye daş añmek: Birini yanlış bir harekete yönlendirir şekilde söz söylemek. 

dellenmek: 1.Çok öfkelenmek (delilenmek), 2.Yaramazlık yapmak.

demci: Bir güvercin türü.

demediğini gomamek: Aklına gelen her şeyi söylemek.

demesine getmek: Düşüncesini dolaylı olarak söylemek, demeye getirmek.

démi: değil mi?

demir: Temel tahıl ölçüsü birimi.

demirli: Bir demir tahılı ölçme kabı.

demitden: Biraz önce, demin, deminden.

deñ: Hadi başlayın, buyurun anlamında ünlem.

deñdi: Haydi, beklemeyin, söyleyin, yapın anlamlarında ünlem.

dene: 1.buğday, 2.tane, adet

dene börülce: kuru fasulye 

dene deneye eş, bi gaşık dene aş olur: atasözü

dene dökmek: Taneler çok olmak, bol ürün vermek.

dene dutmek: 1.Başaktaki taneler dolgunlaşmak; 2.Taşımak veya satmak üzere arabaya buğday yüklemek.

dene götmek: Kendi evinden harçlık yapmak amacıyla arpa buğday çalmak. 

dének: sopa, değnek

denelemek: 1.Ayçiçeği, mısır, nar gibi şeylerin tanelerini çıkarmak; 2.Aşırı arpa buğday yiyen hayvan rahatsızlanmak.

denelenmek: Tarladaki hububatın tane tutması, olgunlaşmak.

deneli: ürün tanelerinin tam olgunlaşması hali

denesiz: 1.olgunlaşmamış, içi boş ürün; 2.(mec)faydasız boş şeyler konuşan

dene yıkamek: Un veya bulgur yapmak için buğdayı bol suda yıkayıp toz topraktan temizlemek.

dengilmek: Dengesini kaybedip düşecek duruma gelmek

deñize varıp gelmesem, ekeniñ ardından hemen çıkarın: Nohutun ağzından söylenmiş bir söz. Bitkinin tuzlu olduğunu, topraktan tuzu temin etmek için bir süre beklemese aslında hemen çimleneceğini anlatır.

Depbô: 1.depo, ambar; 2.Su deposu ve onun bulunduğu semt.

depcek: Belleme yaparken ayakla kolay kuvvet almak için konulan tekmelik.

depdirmek: Aşırı yağış ve tipi sonucu kar yığılmak.

depe: 1.Tepe, 2.Baş, uç (Ağacın depesi)

depe depe: Yığma, ağzına kadar dolu.

depeli: Kafasında gösterşli tüyler olan kuş.

deperotu: havuç

depesüsdü: Baş aşağı (tepesi üstü)

depinmek: hoplayıp zıplamak

depişmek: eşeklerin birbiriyle kavgası

depme: tekme, çifte

depmek: 1.at eşek tekme atmak, 2.sağmal ineğin buzağısını emzirmeyi bırakması, 3.dumanın bacadan çıkmayıp içeriye basması, 4.Bir şeyi basa basa doldurmak, tıkmak; 5.Yara başka bir yerden çıkmak.

derdi deviye dek/denk: Derdi deve kadar büyük veya derdi bir devenin taşıyabileceği büyüklükte anlamına gelir.

deriñ: derin

derman gelmemek: Söz dinletememek, güç yetirememek.

dermanı kesilmek: Yorgunluktan, halsizlikten gücü azalmak.

dernek: eğlence amaçlı toplanma

dert: hayvan ciğerinde görülen hastalık belirtisi

dertli: 1.İç organlarında hastalık olan kişi veya hayvan, 2.hasta hayvanın iç organı

desde: biçilmiş ekinin uzun bir sıra halinde toplanmış hali

desdeci: orakçının ardından annatla deste yapan

desde dırmık: Annat ve tırmık kullanarak biçilen ekini deste etme işi.

desdedırmık etmek: Biçilen ekini orakçının ardından toplamak.

desde etmek: Biçilen ekini deste haline getirmek.

desdi: testi

desdire: testere

desdivancı: Kır bekçisi, ekin bekçisi, korucu.

desîre: Uydurma, yalan söz.

deşilemek: Deşmek ile eşelemek fiillerinden uydurulmuş melez bir başka fiil. İkisinin anlamını da taşır.

deşilesice: çok yemek yiyenlere söylenen kötü dilek sözü

deşirikli: Derli toplu olan, düzenliliği seven, becerikli kimse.

déşirmek: derlemek, toplamak, bir araya getirmek (devşirmek)

devebuynu: Ok ile boyunduruğu birbirine bağlayan, eğri demir veya ağaç kısım.

devedabanı: Baharda pembe çiçek açtığında kökündeki küçük yumru yenilebilen ve ağızda kekremsi bir tat bırakan bitki.

deve yapmek: 1.Düğünlerde gençlerin topluca deve maketi yaparak oynadıkları köy oyunu; 2.Çocuğun elindeki yiyeceği kapma bahanesi.

dévemek: Söylemek, şikayet etmek (Bubaña dévicen)

deve zevlesi: iriyarı ve hantal kişi

devir: Ölenin namaz, oruç borçları için toptan sadaka verip alma işlemi. Aslında verilmez, verilip geri alınır, defalarca arada devreder durur.

devirini sürmek: Ölünün hesap edilen namaz ve oruç borçlarının kefaretini sadaka olarak ödemek.

deyen gitdi: Az önceki dediklerimden ve iddialarımdan vazgeçtim, anlamında bir sitemli tepki sözü.

deyi: değil

deyişleme: Tek başına veya karşılıklı olarak doğaçlama söylenen mani, destan, şiir, şarkı, türkü.

deymen: değirmen

deymenci: değirmen sahibi

déze: 1.Teyze, 2.Tanıdık Çingene kadınları.

dıdılamak: Üşümek, üşüme sebebiyle titremek.

dıdınıñ dıdısı: Uzak akraba.

dıdının dıdısı, keserin düğdüsü: Çok uzak akraba.

dıgak: gaga

dıgaklamak: 1.gagalamak, 2.(mec) yemeğin üstünden gizlice bir parça almak

dıgılamak: 1.keser veya çapa ile hafif vurmak, 2.(mec)çalışıyor gibi yapmak, 3.sessizce konusuz sohbet edip vakit geçirmek.

dıgıldamak: Ufak işlerle uğraşmak.

dığan: uzun ve tek kulplu tava

dığan ağızlı: alt çenesi dışarı doğru çıkkın yapıda olan

dığancücüsü: gaygına, krep

dığıldığıl: Birbirine yapışmamış, tane tane.

dıkeç: Deliği veya bir kabın ağzını tıkamak için kullanılan şey, tıkaç.

dıkım: lokma

dıkma: karısına ait evde oturan kimse

dıkmak: Çok doldurmak.

dımıl dımıl: çok parlak ve temiz nesneler için kullanılan sıfat

dıñdıñ: Çocuk dilinde saz gibi müzik aletleri.

dınga: Baş ve orta parmak ile vurma

dıngalamak: Baş ve orta parmak ile vurmak veya bu şekilde küçük şeyler fırlatmak.

dıngıldamak: Sürekli olarak gerekli gereksiz konuşmak.

dıngırdamak: söz dinlememek

dıngırdatmak: alay etmek, işletmek, eğlenmek, dalga geçmek

dıñılamak: 1.kaçmak, 2.Fıtçı (topaç) dönerken ses çıkarmak.

dıñlamak: Arı, sivrisinek gibi böcekler ses çıkarmak.

dılıcan: aceleci, yerinde duramayan

dırmıkcı: Desteciden sonra veya sap yükleyenlerden sonra tırmık çekerek tarlayı temizleyen kimse.

dırmılamak: Sap yükledikten sonra yolda dökülecekler tarlada dökülsün diye arabayı tırmıkla taramak (tırmıklamak)

dırmıntı: Ekin toplandıktan sonra geriye kalan ve tırmıkla tekrar toplanan döküntüler.

dırnak gadâ: Küçük çocuktan bahsederken söylenir.

dışa çıkmak/dışa gitmek: Tuvalete gitmek, abdest bozmak.

dışarıyı süpürmek: Her sabah sokakta kendi kapısının önünün genel temizliğini yapmak.

dızıkmak: koşmak

dibinde bitmek: Yanıbaşında birden bire ortaya çıkmak.

dibine dutmek: Pişen yemek tencere veya tava dibine yapışmak.

dibini gazımak: (mec) Olayın aslını öğrenmek için ince ayrıntılarını araştırmak.

didilemek: 1.Elle kurcalamak, didiklemek, karıştırmak; 2.Pişmiş et gibi yumuşak bir şeyi elle tutup çekerek parçalara ayırmak.

didişgen: Tartışmayı seven, geçimsiz, kavgacı.

difan: Şiddetli doğal afet, tufan

diğrek: 1.iyi pişmemiş, sert diri kalmış yiyecek; 2.dik, sert, katı; 3.Meyve ve sebzelerin sert, diri hali; 4.dinç ve kuvvetli; 5.ütülü, düzgün, gergin

dik: Söz dinlemez, inatçı, kendi bildiğini okuyan.

dikgafa: İnatçı

dik gelmek: Muhalefet etmek, itiraz etmek, kafa tutmak, diklenmek

dikilmek: 1.Ayakta durup beklemek, 2.Vücudun belli yerine sancı girmek, saplanmak.

dikine gitmek: Yapılan uyarıları dinlemeyip bildiği gibi davranmak.

dikme: Ağaç direk

dikme/dikmecik: ekilmeye hazır küçük soğan tanesi

dikmek: Kutu, bilye, ceviz, ilik, aşık oyunlarında sermayeyi ortaya koymak, ileri sürmek.

dil: 1.Sürgülü kilidin sürülerek kilitlenmeyi sağlayan aksamı, 2.kandilin alevi

dilbaz: Ağzı laf yapan, güzel konuşabilen.

dilber/dilberi/dilberim: Güzel, iyi, kaliteli, uygun, münasip

dildirmek: Tomruğu tahta haline getirmek.

dilganadan: Sarmaşık gibi büyüyen, üstü küçük dikenli bir ot (dil kanatan)

dilgi: 1.Haşhaş kapsülünü sakızını almak maksadıyla çizme aleti; 2.Tomruk dilme aleti, bıçkı.

dilgöz: Kadınların örerek oyalarında kullandıkları ortası yüzük gibi delik halka kalıp.

dili açılmek: Bir sebeple konuşamayan kimse konuşmaya başlamak.

dili ağırleşmek: Hastalık nedeniyle güçlükle konuşmak.

dili dönmemek: Bir sözciği doğru dürüst söyleyememek.

dili durmamek: Çok konuşmak, söylenmemesi gereken şeyleri de söylemek.

dilik: 1.yarılmış, kesilmiş; 2.Koyun keçi ve büyükbaş hayvanların kulağına, tanınması için kesikler açmak suretiyle yapılan damgalama. Kesik sayısına göre damga değişebilir; 3.Bir şeyin ucunu bıçakla tam kesmeden hafif aralamak.

dilinden gurtulamamek: Birinin eleştiri, sitem, sataşmasına maruz kalmak.

diline firdetmek: bir şeyi sürekli tekrarlamak, vird etmek

diliniñ ucunnan: gönülsüz, yarım ağızla

dilli düdük: Geveze, çok konuşan.

dilme: Dört köşe kesilmiş ağaç, tahta.

dilmek: 1.Ekmek gibi bir şeyi dilim dilim kesmek. 2.Yarmak

din: örgüde ilmek

diñelmek: ayağa kalkmak, ayakta durmak

diñeltmek: 1.dikmek, dik tutmak; 2.Ağaç, sırık gibi şeyleri dikmek; 3.Ayağa kaldırmak, ayakta tutmak.

dingildek: 1.yerinde sağlam durmayan, yıkılmaya meyyal, 2.Yüksek, dengesi bozuk yük.

dingildemek: 1.Yerinde oynak hale gelmek, sallanmak; 2.Zorlukla ayakta durabilmek.

diñgin: 1.kuvvetsiz, zayıf, yorgun; 2.durgun, sessiz, düşünceli; 3.akmayan çeşme

dini gaçmek: Örgüde bir ilmek çözülünce bütün bir sıra sökülmek.

dinimanı para: Paradan başka düşüncesi olmayan kimse için söylenir.

din iman toz duman: Dini değerlere dokunarak küfretmek.

dinine yandığım: Öfkeli duyguları belirtmede kullanılan sövgü sözü.

diñmek: Çok yorulup gücünü kaybederek iş göremez hale gelmek.

diñnenmek: dinlenmek

diñnendirmek: Çalışan bir kişinin işini sürdürerek onun dinlenmesini sağlamak.

dip: 1.en alt kısım, taban; 2.eski, en eski; 3.kök, köken; 4.yakın, çok yakın; 5.uzak

Dipçatalüyük: Çatalüyük’ün daha arkasındaki mevki adı.

dipdede: atalar, dedeler; dedenin dedesi

dipdibe: komşu, yan yana

dipi gazığı: Bedence sağlıklı.

dipi gibi: güçlü, kuvvetli, sağlıklı

diplemek: Saç dibindeki bitleri ayıklamak.

dipsiz kile boş ambar: Çalışıp çabalamalar, emekler sonuç vermediğinde söylenir.

direklemek: (mec)Oruç tutmamak

direm: 1.Ağırlık ölçüsü, dirhem; 2.Çok az, bir parça

diremek: 1.Bir şeyi dikine koymak, 2.İnat ve ısrar etmek, diretmek.

dirgen: Sap veya ot toplayıp atmaya yarayan, ağaçtan olanı iki; demirden olanı 3-4-5 dişli olabilen alet.

diri: 1.sağlıklı, 2.pişmemiş yiyecek

dirlik: 1.sağlık, afiyet; 2.geçimin yolunda olması, servet

dirsek: Buğday, arpa sapının boğum yeri.

dirsek çürütmek: Okuyup öğrenmek, bir işte ömür boyu emek tüketmek.

dişe daş çıkmek: Alışılmışın dışında tepki veren sert biriyle karşılaşmak.

dişemek: 1.Çocuğun dişlerinin ilk kez çıkması; 2.Düğenin altına çakmak taşlarının takılması; 3.tırmığa dişlerinin takılması, 4.Testere ve bıçkılara diş açmak.

diş evi: Düğenin altında çakmak taşlarının çakıldığı oyuklar.

dişeylemek: Ucu tırtıllı çekiçle değirmen taşı veya başka bir şey üzerine diş yapmak.

dişeyli: kadın, dişi (dişi ehli)

diş göllesi: Çocuğun diş çıkarmasını kutlamak için haşlanan buğday veya mısır.

dişi goymamek: Yaşlılıktan veya yiyeceğin sertliğinden dolayı dişlerin kesmemesi.

ditmek: 1.ot, yün gibi şeylerin topaklanmış kısımlarını gevşetmek; 2.haşlanmış eti elle parçalara ayırmak.

diz boyu: Dize kadar, çok fazla.

dizleri kesilmek: Dizlerinde güç kalmamak.

dobura dobur: Dolambaçlı yollara sapmadan gerçeği söyleme.

doğru durmek: Uslu durmak, yaramazlık yapmamak.

doğu: Doğurma olayı, doğum

doğuluk: 1.Yeni doğan çocuğa götürülen hediyeler; 2.Yeni doğum yapmış kadına ve bebeğe yapılan ziyaret.

doha/dova!: Öküzü durdurma ünlemi.

dokanmak: 1.Temas etmek, ellemek; 2.Yenen bir şey mideyi rahatsız etmek.

dokuzan: doksan

dolak: Bacağa çarıktan önce sarılan çaput ya da yün sargı.

dolalı: sarılmış, dolanmış

dolama: Bir hayvan hastalığı.

dolambeş: dönemeç, viraj

dolambeşli: kıvrımlı, virajlı

dolanmak: 1.Özel olarak bir yeri veya kişiyi ziyaret etmek; 2.Erkek aşık olduğu kıza kur yapmak.

dolaplı: Makara sistemiyle çalışan kuyu.

dolav: duvara gömülü dolap

doldurmak: Yalan sözler ve dedikodu ile birini başkasına karşı kışkırtmak.

doleşik: Düğümlenmiş, dolaşmış ip, tel benzeri şeyler.

doleşim: Sap arabasında her bir sap katı (dolaşım). Genelde 4-5 doleşim yüklenir.

domalan: Yer altında kalıp toprak yüzüne çıkmayan, patatese benzer bir mantar çeşidi. Bu kelime uygunsuz sorulara verilen alaylı bir cevap olarak da kullanılır. (-Ne yiyoñ? –Domalan!)

dombey: manda, camız, malak

dombeycik: Kendini toprağa kıçı üzerine gömen bir böcek.

dombey eriği: Kuş yumurtasına benzer, üzerinde dikey bir çizgi bulunan, mor renkli erik türü.

dombeyli: tarla kuşu

domine: Domino oyunu

domine demek: Domino oyununda son taşı vurup kazanmak.

don: 1.pantolon, 2.şalvar

doña çekmek: Hava ayazdan suları donduracak kadar soğumak.

doncek: üzerinde yalnız pantolon bulunan, yarıçıplak

donnuk: Şalvar dikilecek büyüklükte basma kumaş (donluk)

donunuñ ağını toplayamamek: Kendi işini bile göremeyecek kadar beceriksiz olmak.

doñuz: yaban domuzu

Doñuzbuñarı: Bir çeşme ve mevki adı.

doñuzeliniñ körü: Uygunsuz sözlere karşı tersleme sözü.

doñuz pancarı: Yaprakarı pancara benzer fakat kökü çok acı, genelde domuzların yediği bir dağ bitkisi.

doñyağı: Hayvanın iç yağlarının eritilip dondurulmasıyla elde edilen yağ.

doruklamak: Bir kabı tepeleme doldurmak.

doruklu: tepeleme dolu

dovâ: dua

dovâcı: duacı

dökmek: Sebze ürün vermek.

döküle galasıca: İlenç sözü.

döküp düşünmek: İyice araştırıp etraflıca düşünmek ve karar verme aşamasına gelmek.

döl: 1.Sperm, 2.Hayvanların yavruları, 3.Sebzelerin meyvesi

döl dökmek: Sebzeler ürün vermeye başlamak.

döl döş: Soy sop, nesil; çoluk çocuk.

döle yatmek: Sebzeler ürün vermeden önce çiçek açmak.

döllemek: Sebzelerde ürün görünür hale gelmek.

döllü döşlü olsuñ: yeni evlenenlere edilen dua

dölüm: 1.Kırk adımlık uzunluk ölçüsü, 2. 40X40 adımlık alan ölçüsü, dönüm.

dölüm başı: Çift sürmeye başlanılan yer.

döndermek: 1.Döndürmek, çevirmek; 2.İdare etmek, çekip çevirmek.

dönembeş: Köşebaşı, yolun kıvrım yeri, viraj (dönemeç)

dönembeşli: kıvrımlı

döngel: muşmula

dönmek: 1.Rengi değişmek, 2.Sebze olgunlaşmaya başlamak, 3.Yemek bozulmaya başlamak, 4.Güneş batmaya yüz tutmak, 5.Eğrilmek, bükülmek.

döñüşlü: Kardeşler arasında nöbetleşe ekilen babadan kalma tarla.

dördelli bayılmek: sereserpe yatmak

dörpü: Kalın dişli eğe, ağaç eğesi, törpü.

dört gurplu: Büyük hamur yoğurma teknesi (dört kulplu)

döşme: Kiriş ve direk olarak kullanılabilecek ağaç, döşeme.

döşmelik: Döşme olmaya uygun uzun ve düzgün ağaç.

döşşek: döşek, yatak

dörpü: Bir yanı düz, diğer yanı bombeli ağaç eyesi, törpü.

dörtgurplu: Büyük hamur yoğurma teknesi (dört kulplu)

dörtleme: 1.Tarlayı dördüncü kez sürme, 2.Ağacı dört yüzü olacak şekilde yontup düzeltme

döyeç: 1.Tahta havan eli, 2. Havan/dibekte malzeme dövmeye yarayan ağaç tokmak.

döyerbiçer: biçerdöğer

döymek: ezmek, parçalamak (sarımsak döymek, günaşık döymek, et döymek)

döyüş: kavga, dövüş

döyüşgen: kavgacı

dubakam: “Biraz bekle, az sabırlı ol” anlamında edat. (dur bakalım)

dubaken: “Sen çekil, işe ben el atayım” anlamında edat. (dur bakayım)

dubi: dur hele

dulgarı çocuğu: Babasız büyüdüğü için terbiyesiz ve görgüsüz olan çocuk.

duluk: şakak

dumağı: nezle, grip, soğuk algınlığı, öksürük

duman atdırmek: Kasıp kavurmak, kırıp geçirmek.

Dumnu: Halk arasında Kütahya’nın Dumlupınar ilçesi.

dunuk: Donuk, mat, bulanıkça, rengi bozuk, net olmayan şeyler.

duragomak: Beklemek, sabretmek.

durdurmak: Direği dikey pozisyona getirmek, direk dikmek.

durlamak: Çamaşır ya da bulaşığı yıkadıktan sonra temiz sudan geçirmek, durulamak.

durlu: 1.Yıkama işi bitmiş, temizlenmiş şeyler; 2.Temiz su

duru: Koyu olmayan, çok sulu yemek.

durumu bozulmek: İşi ya da parasal gücü kötüleşmek.

durumu düzelmek: İşi ya da parasal gücü iyileşmek.

durultmak: Koyu bir şeyi suyla inceltmek, sulandırmak.

dusen: Tehdit, öfke ve intikam beklentisi içeren bir söz, (dur sen)

dutam: Elle tutulacak miktarda, tutam.

dutamak: 1.kulp, sap; 2.İpucu, gerekçe, dayanak noktası, avantaj vs. (tutamak)

dutar: Arap alfabesinde harfleri birleştirme işareti.

dutdurmak(tutturmak): 1.Hastalığı tedavi amacıyla o alanda uzman bir geleneksel hekime okutarak dua ettirmek. 2.Ateşi tutuşturmak, 3.İki nesneyi birleştirmek, 4.Arap alfabesindeki harfleri bağlayarak hecelemek.

dutmak: Sütün peynir veya yoğurt olarak kıvamında mayalanmış olması.

dutuğeç: Ocaktaki yemek, fırındaki tepsi gibi sıcak şeyleri tutmaya yarayan bez.

duzağısı: Çok tuzlu yemek, yiyecek. (tuz ağısı)

duz bızılamek: Çok kaygılanmak, tasalanmak.

dübülek: Bakır kap, tencere

düdü: Çocuk dilinde sığır.

düdükcü: Düğün çalgıları içinde nefesli olanları öttüren

düğdü/düydü: Ağzı kırılan balta veya keserin çekiç olarak kullanılan arka tarafı.

düğen/düven: Harmanda arpa buğday sapını altındaki keskin taşlarla ezen alet

düğene binmek: Hayvanların çektiği düğene eğlence olsun diye çocukların binmesi

düğlek/düylek: 1.Ufak, yuvarlak bir kavun türü; 2.Araba tekerleğinde dingil yuvasının bulunduğu ve parmak çubukların takıldığı başlık.

düğü: ince bulgur

düğülcük: Çorba, helva, muhallebi gibi şeyler pişirilirken içinde kalan küçük un topakları.

düğülmek: Yenilen bazı yiyecekler midede erimeyip sert bir şekilde kalmak.

düğün arpasınnan at tavlanmaz: Henüz elde olmayan şeye güvenerek gelecek şekillendirilmez.

düğüncü: Düğün esnasında erkek tarafından olup damada yakınlığına göre dercelendirilen ve halka bazı ikramlarda bulunması gereken kişi.

dük: Aşık oyununda aşık kemiğinin bir pozisyonu.

dükgan açık galmek: Pantolon düğmeleri iliklenmemiş olmak.

düm: Çocuk dilinde su.

dümbek: Tasavvuf müziği aleti, kudüm

dünek: 1.Kümeste tavukların tünediği sırık, 2.Huzur

dünemek: 1.Kümes hayvanları tünemek, 2.Uyumak

dün gibi: Çok yakın zamanda olmuş, yaşanmış gibi.

düñürcü: görücü

düñür gitmek: Bir erkek için kız istemeye gitmek.

düñya evine girmek: Evlenmek.

düñya malı: Servet, mal mülk.

düpürtü: 1.derinden gelen ayak sesi, 2.içten gelen kalbin atış gürültüsü

dürü: Hediye, hediye bohçası.

dürülmek: 1.Katlanarak kıvrılarak toplanmak, 2.Lahana yaprakları kıvrılarak top haline gelmek.

dürülü: Katlanmış, düzenli.

düyene goşmek: Hayvanları harman sürmek için düvene koşmak.

düyen sürmek: Düvenle harman sürmek.

düyününde galbırınan hoşaf daşımek: Bekar bir kimseye büyük bir yardımda bulunma sözü.

düzen: alet takımı

düzen takan: alet edevat, araç gereç

düzenlik: Geçim, huzur, uyum

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder