18 Ocak 2021

Sözlük S

 

-S-

saatler olsuñ: Traş olan ya da hamamdan çıkana söylenir (sıhhatler olsun)

saba: 1.ertesi gün, yarın; 2.gelecek

sabahda sabah: Sabaha kadar.

sabban: Çocukların taşla kuş avlama aracı, sapan.

sâbı/sâbısı: sahibi

sâbısız: Başıboş, sahipsiz

sabın: sabun

Sâbire: Sabriye

Sâbiri: Sabri

sacırağı/sacırak: sacayağı

saçak: Toprak damlı evlerde merteklerle çatının dışarı uzatılmış çıkıntısı.

saçak altı: 1.Duvar kenarında, tam olarak saçağın altına denk gelen, güneş ve yağmurdan korunaklı yer; 2.(mec)Hafif korunaklı yer, sığınak.

saçı/saçgı: Düğünlerde ve Hacı uğurlamalarında saçılan kuruyemiş, meyve, para gibi şeyler.

saçılık: Düğün armağanı

sadeyağ: tereyağı

sadırazam: Cevizli lokum.

sâdış: sağdıç

sâdış diñelmek: Damadın yanında usulden sağdıç olarak durmak.

sağan/sahan: Bakır veya çinkodan yapılmış yemek tabağı.

sağaz: Sağ elini kullanan, sağlak.

sağıl dağıl olmek: 1.Sağılan koyunlar serbestçe sağım alanından çıkmak, 2.(mec)Her biri bir yere giderek topluluk dağılmak.

sağılmak:1. Makara gibi bir şeye sarılı olan ip vb. boşanmak, çözülmek; 2.Akmak, kaymak, aşağı doğru hızla inmek.

sağımcı: Dağda, ağılda bulunan koyunları sağmak için giden kadın/kadınlar.

sağımlı: Süt veren, sağılan hayvan. Sağmal.

sağırgulağı: Köy içinde duvar kenarlarında çıkan, tohumları uyuşturucu etkili bir ot.

sakâmetlik: İstenmeyen durum, sakatlık, kötü sonuç. (Aman bi sakâmetlik çıkmasıñ)

saket: Engelli, özürlü, sakat.

sakızlı/sakızlı ümmet: Gereksiz yere konuyu ve sözü uzatan.

sal: tabut

salahana: Çok gezen, salak, budala kimse.

salavanta: Bayat, soğuk çayın tekrar ısıtılmışı.

salavatlamak: Uğurlamak, savmak.

Sâlek: Salih

salgara: özensiz, rastgele, öylesine

salgı: Vergi, salma

salına girmek: Cenazeyi taşımak için saf oluşturmak.

salıngeç: Ağaca veya tavana ip asılmasıyla yapılan, daha çok kız çocuklarının bindiği salıncak.

salıngeç gurmek: İpli salıncak düzeneği yapmak.

sâli: salı günü

salma: 1.Muhtar veya İhtiyar heyetince köyün ihtiyaçları için alınan vergi veya masraflara katılma işlemi. Salgı; 2.Bir arktan akıtılan su ile sulama yöntemi.

salıngeç gurmek: İpli salıncak düzeneği yapmak.

salmafıtçı: Üzerine ip sarılarak döndürülen topaç.

salma/salgı salmek: Vergi koymak.

salvar: tükürük, salya

saman çinnemek: Saman arabasında veya samanlıkta tepinerek samanı sıkıştırmak.

saman deliği: Samanlık duvarında, arabayı yanaştırıp samanı boşaltacak büyüklükte pencereye benzer delik.

saman dökmek: Saman vererek hayvanları yemlemek.

saman eşmek: Arabadan saman indirmek ve samanlığa yerleştirmek.

saman gafa: Akılsız, aptal.

saman gibi: Tatsız tuzsuz, yavan.

saman saşgı: Harmanda taneden sonra geriye kalan sap, saman vs.

saman sepedi: Saman taşımaya yarayan büyük sepet, sele.

saman tatdası: Saman gibi hafif ve hacimli şeyleri daha fazla taşıyabilmek için arabaya konulan, normalden daha büyük yan (dayama) tahtası

saman tatdası vurmak: Saman çekmek için arabanın tahtalarını değiştirmek.

samıra/samra: Sulak yerlerde kendiliğinden yetişen uzun ve yumuşak ot.

saña kemik atan yok: Bu konuda sana söz hakkı vermedik, sus, anlamında söylenir.

Sancak: 1.salıncak, 2.Hacı uğurlamalarında açılan, Gocacami’deki  kelime-i tevhid yazılı bayrak.

sandık: At arabasında oturulacak yer.

sañgadak: Ansızın, birdenbire, hazırlıksız.    

sañgadak gidesice: İlenç sözü.

sap: 1.Ekinin, biçildikten düğen veya patozla ezildiği ana kadarki hali; 2.Sucukta ölçü birimi, kangal

sapa gitmek: Tarladan harmana sap çekme işi.

sap çekmek: Biçilen ekini tarladan harmana getirmek.

sapıtmak: 1.şaşırmak, yanılmak; 2.ezberini okuyamamak, 3.şaşırarak yolunu değiştirmek

sap yiyip saman sıçmek: Ne dediğini ne yaptığını bilmemek.

sargın: tutkun, samimi içten

sarıbuydey: Unu, bulguru, makarnası makbul, koyu sarı renkli bir buğday türü.

sarıcarı: sarı renkli yabani arı

sarı çiyan: Sinsi, hain, sarışın kimse.

sarımsak döymek: (mec)Koşum hayvanları olduğu yerde durarark adım atmak. (havanda sarımsak döver gibi)

sarmak: 1.Köpek saldırmak, 2.Arabaya veya hayvana yük yüklemek.

sarsılamak: Sarsmak, sallamak.

sassı: tatsız tuzsuz, lezzetsiz yiyecek

sassımak: Yiyecek bozulmak.

sassı sassı kokmek: Çürük, küf gibi kokmak.

saşgın: Maddi olarak yoksul ve bedensel olarak bakıma muhtaç.

satde: sahte

satımkar olmek: Satmaya niyetlenmek, satmak istemek.

satıp savmek: Gereken para için mallarını yok pahasına satmak.

satırenç: Kadınların dışarı çıkarken örtündükleri damalı örtme (satranç)

satlık: Satılacak şeyler

savışlamak: savuşturmak, tehlikeyi atlatmak, kötü bir kişi veya durumdan kurtulmak

savıtdırmak: 1.Fırlatıp atmak, 2.Öfkeyle küfürlü konuşmak.

savmak: 1.Nöbetleşe yapılan bir işi yapıp sonraki nöbetini beklemek, 2.kurtulmak

savrık: Tutumsuz, yersiz gereksiz harcama yapan, savurgan.

savrım: 1.Harman savurma işi, 2.Bir savurmalık miktarda harman yığını.

savsılamak: İşi ağırdan almak, boş yere oyalamak, savsaklamak.

sayı: Yüz adımlık mesafe ölçüsü.

sayılı goyun çabık êsilir: Sürekli sayılan para veya malın bereketsiz olduğunu anlatan atasözü.

sayılı gün: Sayısı belli, az sayıdaki günler, Ramazan ayı.

sayınsımak: Değer vermek, saygı göstermek.

sayışmak: Ödeşmek.

sâyi: gerçek, doğru, sahi

Sâyit: Sait

saymak: saygı duymak

secireli: Bütün olumsuzluklar kendisini bulan talihsiz.

seet: saat

sekat: zekat (fitire sekat birlikte kullanılır)

seki: Topraktan yapılmış maket, sedir, divan.

sekirat: Ölüm anı, sekerat

sekirata binmek: Ölmek üzere olmak.

sekizen: seksen

sekmek: 1.Tek ayak üstünde zıplayarak yürümek, 2.Topallamak, aksayarak yürümek.

selâlâ verilmek: Ezandan önce sela okunmak.

selbes: 1.Özgür (Çocuğu selbes böyüdü), 2.Geniş, havadar (Baççamız selbes yüz kişiyi alır), 3.Yasak değil, izinli (Dağ selbesimiş, oduna gitcez), serbest.

sele: 1.söğüt dalından örülmüş büyük sepet, 2.başparmak ile işaret parmağı arası uzunluğu

selek: Cömert, eliaçık.

sel götümek: Aşırı yağmur yüzünden su altında kalmak.

seme/söme: Sersem, salak, şaşkın, mıymıntı, algılama zorluğu çeken.

semelek: sersem, uyuşuk

semizlik: semizotu

sendirlemek: Sendelemek, başı dönmek.

senesi gelmek: Üzerinden bir yıl geçmek.

senet sepet: Senet ve senet yerine geçen resmi belgeler.

sen gidêken ben geliyodum: Ben senden çok bilirim bunları, beni aldatamazsın.

senik: Top, balon gibi şeyler için havası inmiş.

senmek: Kabarık şeyler küçülmek, büzülmek.

sennen: seninle

sepilemek:1.Serpmek, saçmak; 2.Yağmur iri damlalarla atıştırıp geçmek.

sérek: Aralıklı, seyrek.

séremek/seyrimek: 1.Göz, yanak, diz ve el kaslarında daha çok görülen istemsiz titreme hareketi,  2.Kesilmiş hayvanın etinde görülen titreme hareketi, 3.Seyrelmek, azalmak.

seréñ: 1.serin, 2.Kaldıraç sistemiyle çalışan kuyularda zincirin bağlı olduğu direk.

seréñni: Kaldıraç sistemiyle çalışan kuyu.

séretmek: Sık sebze fidelerini yolarak seyreltmek.

sergi: Buğday, bulgur gibi şeylerin açık alanda kuruması için habalar üzerine yayılmış hali.

sergi sermek: Kurutmak için bulgur, tarhana gibi şeyleri haba kilim üzerine sermek.

sertelmek: 1.sertleşmek, 2.sert davranmak, azarlamak

seselmek: Yorgunluktan, susuzluktan konuşamayacak duruma gelmek, sesi kesilmek.

sevaba girmek: Hayırlı bir davranışta bulunmak.

sevgilik: İki gencin birbirini sevmesi için yapılan büyü.

sevte: 1.Günün ilk alışverişi, siftah; 2.İlk kez, ilk defa

sevtelemek: Başlamak.

seyirdim: Bir koşu gidip gelinecek kadar yakın mesafe.

seyirtmek: koşmak

seyis: İki üç yaşındaki keçi.

seyman: 1.Delikanlı, yiğit; 2.Damadın arkadaşları (seymen)

seyyar: Evin bir bölümüne dışarıdan çekilmiş geçici elektrik hattı ve lambası.

sıçıramak: Rüya veya başka sebeplerden dolayı yataktan belinleyerek kalkmak. (sıçramak)

sıfra: Oturarak yemede kullanılan yemek masası, yer sofrası.

sıfra gomek: Misafire yemek ikram etmek.

sıfreyi galdırmek: Yemekten sonra yer sofrasını toplamak.

sığamak: Paçaları veya yenleri kıvırarak katlamak, sıvamak.

sığazlamak: Sıvazlamak

sığeşlemek: sıvazlamak, okşamak

sığır: 1.Hayvan sürüsü, 2.Ahmak

sığıra sürmek: İnekleri sabahleyin köyün ortak sürüsüne katmak.

sığırcı: Köyün bütün ineklerini otlatan kimse.

sığır dağılmak: Akşama yakın sığır sürüsü köye girerek her bir hayvan evlerine yönelmek.

sığır eğleği: Sığırların yaylıma gitmek üzere sabah toplandıkları yer.

sığırguyruğu: Boyu bir metre uzayan, sarı çiçek açan, geniş yapraklı çok yıllık bir bitki.

sığır gütmek: Köyün ortak sığır sürüsünü ücret karşılığı otlatmak.

sığırıbızağıyı sürmek: Büyükbaş hayvanları, köyün diğer hayvanlarıyla birlikte otlaması için sabah evden çıkarmak.

sığırıñ öñüne geçmek: Evi bulamayan hayvanı getirmek üzere sığır dağılırken karşılamak.

sığır sidiği: Zikzaklı bir örgü modeli.

sığışmak: sığmak

sıkdırgeç: pense, kargaburun, mengene

sıkgın: sıkıcı, bunaltıcı

sıkı: cimri

sıkı durmek: Güçlü dayanıklı olmak, dikkatli bulunmak.

sıkı dutmek: Önem vermek.

sıkılamak: Bir şeyi oldukça sağlam bağlamak veya düğümün sağlam olduğunu kontrol etmek.

sıkılmaz: utanmaz, arlanmaz

sıkım: Haşlanmış otlarda avuç içinde sıkma miktarı.

sıkış depiş: Zorlukla sığarak, çok sıkışık olarak.

sıkıya gelememek: Zor bir duruma dayanamamak.

sıkı yapışmek: Kuvvetlice, sıkıca tutmak.

sıkma: Erkek üst giysisi, gömlek.

sıma: Yüz, çehre, sima (Sıması aynı dedem)

sıntır: Sersem, şaşkın, beceriksiz, normal olmayan.

sıpa: Ağaçtan yapılmış, meyve toplamak için kullanılan üç yönlü merdiven. (sehpa)

sıpabuyduran: Güneşli ama soğuk kış havası.

sıpılamak: Eşek doğurmak (sıpalamak)

sıpılêci: Hamile eşek (sıpalayıcı)

sırasını savmek: Görevini yerine getirmek.

sırça: cam malzeme

sırçabarmak: Küçük parmak, serçe parmak.

sıreyi düzmek: Ekilen tohum sırada belirecek kadar filizlenmek.

sırıdak: çok sırıtan

sırık: Ahlat alıç gibi ağaçların yüksek dallarındaki meyveleri silkeleyerek düşürmek için kullanılan uzun ağaç dalı.

sırım: Hayvan derisinden şerit şeklinde kesilmiş, çeşitli alanlarda sağlamlaştırıcı olarak kullanılan ip.

sırıtmak: Sıradışı olduğundan dikkat çekmek, göze batmak.

sırsılatmak: Şiddetli titreterek sarsmak.

sırtına almek: Birini sırtında taşımak.

sırtına binmek: Birinin sırtında kendini taşıtmak.

sırtını çinnetmek: Yel, kulunç veya yorgunluk nedeniyle birine sırtını çiğneterek rahatlamak.

sırtını sığeşlemek: (mec)takdir etmek, teselli etmek, moral vermek

sıtıra: Sevimlilik, çekicilik, güzellik.

sıtırassız: Sevimsiz, suratsız, çirkin (sıtırasız)

sıvazlamak: Avuç içini sürmek.

sıveşmek: Bulaşmak, yapışmak.

sıyırmak: 1.eti kemikten ayırmak, 2. Karpuz kesildikten sonra kabukta kalan kırmızılıkları kemirmek, 3.Kesilen söğüt, kavak ağaçlarının kabuğunu soymak, 4.Tencerede kalan yemeği sünnetlemek.

sıyırgı: Ahırda hayvan pisliklerini kürümeye, sıyırmaya yarayan bir çeşit dik kürek.

siçan: fare, sıçan

siçanguyruğu: Sıvının az aktığını anlatır.

siçannık/siçanlık: Yeni doğmuş bir bebeğe, evinden çıkıp ilk gittiği yerde verilen hediye.

sidikliğini bağlatmek: Karısıyla münasebetini engellemek için erkeğe büyü yapmak.

sidik zoru olmek: Çişini tutamamak, sık sık tuvalete gitmek.

siftinmek: Sünepe uyuşuk biçimde dolaşmak.

siğil/siyil: 1.Daha çok el üstünde çıkan kuru küçük tomurcuk, urcuk; 2.Odun yarmaya yarayan sivri uçlu demir.

siğil atmek: Kurbağadan siğil bulaşmak.

s.ki çarşafa doleşmek: Beceriksizliğinden ne yapacağını şaşırmak.

s.ki daşşağına dek: Çok iyi durumda, işi tıkırında.

sile sile: Ağzına kadar dolu, tam dolu.

silcek/silgeç: 1.Hamam havlu takımı, 2.Silecek

silme: Ağzına kadar dolu olma durumu.

sinci: şimdi

sineğipi: Sinek denilen büyük çamdan oyma su kaplarından ikisinin ağırlığını çekecek sağlamlıkta kendir örmesi ip. (sinek ipi)

sinek: Çam ağacından tek parça oyularak yapılan, suyu soğuk tutan su kabı.

sineklenmek: 1.Çalışmadan boş boş beklemek, oyalanmak; 2.Musallat olan sinekleri kovmak için hayvan kafa, kulak ve kuyruk sallamak.

sinekli: Ağırcanlı, tembel, uyuşuk..

sineklik: Güğüm, testi, küp vb. su kaplarının konulduğu yer.

siñirsek: Nemlenme sonucu gevrekliğini kaybetmiş, ağızda çiğnenmesi zorlaşan yiyecek.

siñirsi: kuru, nemliliğini kaybetmiş

siñmek: 1.nüfuz etmek, işlemek; 2.korkudan sessizleşmek; 3.gizlenmek

siñnenmek: saklanmak, gizlenmek, kamufle olmak

sirke: bit yumurtası

sirkelemek: Bit yumurtlamak.

sirken: yabani ıspanak

sivilci: sivilce

sivri: 1.Uzun ince kimse, 2.Dikkat çekici davranışlarda bulunan kimse.

sivritmek: Bıçakla veya kalemtraşla kalemin ucunu açmak.

sivtinmek: Kaşınmak, omuzları oynatarak kaşınmaya çalışmak.

siyim siyim: Yağmurun ince ince yağış şekli.

siyinti: Sızıntı veya saçaktan damlayan yağmur suları.

siylek: susam bitkisi

siymek: Erkek işemek.

sobi: Saklambaç oyunu, sobe.

sobilemek: Saklambaç oyununda taşa ebeden önce gelmek.

soda: karbonat

soğuk geçmek: Üşüterek hastalanmak.

soğuklanmak: serinlemek

soğukluk: 1.Ara bozmak için yazdırılan muska, 2.Sabah ve akşam serinliği.

soğuk vurmek: Şiddetli soğuk etkisiyle bitkiler ölmek.

soğulcan: solucan

sok cebiñe: Yapılan bir iyilik ücreti olarak para teklif eden birine sitemle karışık, yaptığı şey için karşılık beklemediğini anlatır.

sokugafa: Başı öne eğik dolaşan, içten pazarlıklı kimse.

sokulgan: Atak, girişgin, sosyal kimse.

sol: Uzak, soğuk, aksi, ters duran kimse.

solluk: kaldıraç, manivela

soluğalmek: Dinlenmek.

soluğan: 1.Nefes nefese kalma durumu, 2. Nefes darlığı çeken kişi, astımlı.

soluğu gabarmek: Yorgunluktan nefes almakta zorlanmak.

soluklanmak: Ara vermek, dinlenmek.

soluk soluk: Ara ara, dinlene dinlene

somudak: asık suratlı, somurtkan

soñ: Doğumdan sonra çıkan kan ve pıhtı karışımı şeffaf deri, plezenta.

sôna: sonra

sônadan görme gavurdan dönme: Eski inanç ve alışkanlıklar kolay değiştirilmez.

soñkesen: Ailenin son çocuğu.

soñu gelmek: Doğum sonrası plezentanın düşmesi.

soñ zaman: Bir sürecin son vakitleri. (Irâmetlik soñ zaman iyice çökdüydü)

sopayassırı: dayaklık, sopayı hak eden

sormak: emmek, emer gibi içine çekmek, somurmak

sormaşeker: Ağızda sorularak eritilen sert şeker.

sormuk: Bebeğin emmesi için bezin içine sarılan tatlı yiyecekler.

sormuk çiçeği: Pembe renkli çiçeklerinin kökü tatlı olduğu için emilen bir orkide türü.

sorudak: somurtkan, asık suratlı

soruşmak: Islak bir şeyin suyu çekilmesi, kurumak.

sorutmak: 1.Yüz asmak, somurtmak, düşünceli ve keyifsiz durmak; 2.Ayakta hareketsiz durmak.

soyunku soya, sümüğüñkü sümüğe: Herkes aslına çeker.

söbü: oval biçimli

Söğüdaltı: Dere boyunca devam eden ağaçlık bölgeye verilen ad.

Söğütcük: Bir mevki adı

sökel: Güçsüz, düşkün, hasta.

söküntü: 1.Bir örgü sökülerek elde edilen ip, kullanılmış ip; 2.Eski binalar yıkılarak elde edilen inşaat malzemesi.

sönge: Fırın taşını temizlemeye yarayan, uzun bir sırığın ucuna bağlanmış bez.

sörpümek: Ot ve bitkiler canlılığını yitirmek.

söve/söğe: Kapının kenarlığı yapılan uzun taş veya kapı kenarına vurulan sıva. Pervaz

söz bir Allah bir: Allahın birliğiyle sözüne edilen yemin.

söze bakmek: Önerileri dinlemek, uyumlu ve uslu olmak.

söz temsili: Sözün gelişi, örneğin.

sözünden çıkmamek: Birinin sözüne uymak, davranışlarını ona uydurmak.

sucuk gomek: Mahalle fırınında sucuk pişirmek.

su dökmek: Küçük apdestini yapmak, işemek.

su dökünmek: Boy abdesti almak.

su gaçırmek: Kap veya boru su sızdırmak.

su gapmek: Yara içine su alarak azmak.

sulfolmek: Uzlaşmak, anlaşmak.

sulungur: Aptal, sersem, şaşkın, işe yaramaz.

sumsaklamak: Hafif yumrukla hırpalamak, yumruklamak.

su nanesi: Sulak alanlarda çıkan yaban nanesi, yarpız.

sunmak: 1.uzanmak, el uzatmak, dokunmaya çalışmak; 2.Kedi köpek yiyeceğe uzanmak.

sundurmak: zarar vermek maksadıyla dokunmaya çalışmak

sur: Yumurta, karaciğer vb. de ince zar.

sûret: resim, vesikalık fotoğraf

susa: asfalt yol (şose)

su saldırmek: Artezyen kuyusu açmak için sondaj yaptırmak.

su selası: Cenazenin yıkanmakta olduğunu bildiren sela.

su sulamek: Herhangi bir yeri, tarlayı sulamak.

su tası: bardak

so yolağı: Suyun aktığı yer, mecra.

suyolu: Şiş ile örgüde bir motif.

su yörümek: Ağacın dallarının sulanması.

suyuna gitmek: İtiraz etmeden, yumuşak davranarak istediğini yaptırmak.

suyunu dökmek: Hoca cenazeyi yıkarken ona yardım edip su dökmek.

suyu seli galmamek: Suyu bitmek, suyunu çekmek.

südce: Karın ağrısıyla kendini gösteren bir hastalık.

südüyen: sütyen

süllü: Bakımsız, pasaklı, pejmürde.

sümek: Didilmiş kaliteli yün.

sündük: 1.Açgözlü, yapışkan biçimde ısrarla bir şeyler isteyen, asalak kimse; 2.İnsana alışık, kovmakla gitmeyen hayvan.

sündürmek: Bir şeyi çekerek uzatmak.

sünet: sünnet

sünet etmek: Söğüt dalından düdük yaparken kabuğun fazlalığını kesmek.

sünetlik: Sünnet olan çocuğa verilen hediye.

sünger: 1.don lastiği, 2.taş atmaya yarayan sapan

sünmek: 1.Çekilerek uzamak, esnemek; 2.Oruç sakatlanmak, bozulacak gibi olmak.

sürek: yürüteç

sürgü: 1.Kapıyı sürmelemek için kullanılan düzenek, 2.Ekim işinden sonra tarlanın düzlenmesi ve tohumların örtülmesi için kullanılan gereç.

sürgülemek: Tohum saçtıktan sonra toprağı düzleyip tohumları örtmek.

sürgün: 1.Şiddetli rüzgarla savrulan karların bir yere yığılması; 2.Ağacın köküne yakın yerinden çıkan taze dal.

sürmek: 1.Ağaç köke yakın yerden yeni dal vermek, 2.Rüzgar çukurlara kar yığmak. 3.Hayvanları götürmek.

sürtmek: 1.Haşhaşı iki taş arasında ezmek, 2.Taze patetesin kabuklarını soymak için dişli bir taşı zımpara gibi kullanmak.

sürütme: Çok gezen ve uygunsuz davranışlar sergileyen kız.

süsbüberi: Küçük ama çok acı biber.

süsmek: Hayvanın boynuzuyla vurması, boynuzlamak.

süsüne bakmek: Bir şeyi hiç kullanmayıp öylece bekletmek.

süvarilik: pantolonun çok yıpranan arka ve diz kısmına yapılan yama

süvarilik vurmek: Pantolonun en fazla yıpranan arka ve diz kısımlarını yamatmak.

süymek: Fışkırıp çıkmak, düzgünce uzamak, sürgün vermek.

süzek: basit tülbentten süt süzme gereci, süzgeç

süzünmek: Gelin erkek evine geldikten sonra, kendisini izlemeye gelenler için öylece durup beklemek.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder