-O-
oba: 1.Grup,
topluluk; 2.Bir kaç evden oluşan köy bölümü.
ocak: 1.İlkel
şömine, 2.Mantar bol çıkan yer.
ocak güyümü: Sürekli
ocakta veya soba üstünde tutulan, sıcak su kaynağı güğüm.
ocâ sönesice: Çocukları azarlama
sözü.
od/ot: 1.ısı,
ateş; 2.fırında ısı derecesi
odabaşı: Düğünde
çalgıcılara kılavuzluk yapan, onların odada konaklamalarına nezaret eden
görevli.
oda dutmek: Ekmek veya tepsiyi
ateşin daha şiddetli olduğu yere sürmek.
odlu: ısısı
yüksek fırın
odocak: Ev bark
gibi bir ikileme (od ocak)
odun çıra: Yakmak için hazırlanan herşey.
odu ocâ sönesice: İlenme sözü.
ofudak:
Kibirli, burnu havada, kendini beğenmiş.
ofutmak:
1.dikine gitmek, dikbaşlılık yapmak; 2. Kibirlenmek; 3.Surat asmak.
ogudâ: Çok
fazla, (o kadar)
oğculamak: Bir
şeyi avuçta sıkarak ezmek, ovalamak, ufalamak.
oğmeç çorbası:
Ovalayarak elde edilen hamur parçalarından yapılan çorba
oğul: Bir
kovandaki arıların en genç kuşağı.
oğulamak: Oğmak.
oğulbalı: Yeni
kovandan alınan, beyaz, dolgun petekli ilk bal.
oğulluk: üvey
evlat, evlatlık
oğul vemek: 1.Kovandan o seneki
yeni kuşak arının toplu olarak çıkıp başka bir yere yerleşmesi, 2.(mec)çok
kalabalık olmak
oğul veri gibi: Çok kalabalık
böcek.
oğunmak: tıkanıp
sesi kısılırcasına inleyip kıvranarak ağlamak
ok: kağnı
ve arabada hayvanların koşulup bağlandığı uzun direk
okgalı: Güzel,
iyi, değerli, güçlü
okgayışı: okun
bağlandığı kemer
okgokgopilav: baykuş,
(çıkardığı ses buna benzetilmiş: okka okka pilav)
okluğeç: oklava
okluk: Araba
oku yapmaya uygun uzun ağaç.
okra:
sığırlarda parazitlerin neden olduğu, deri altında oluşan kabarcık
okumak:
düğünlerde yapılan davet
okunmak: 1.davet
edilmek, 2.nazar değmesi gibi durumlarda dua okutmak
okunmuş: Manevi
hastalıklara iyi geleceğine inanılan dua edilmiş su, şeker, ekmek vb.
okutmak: 1.davet
etmek, çağırmak; 2. Metafizik rahatsızlığı olan kişiyi ilgilisine götürüp dua
ettirmek
olañarı: Oldukça çok, çok fazla, şiddetli (Rüzgar var, olañarı üşüdüm.) Zıddı bereñarı.
ôlanevi: Düğünde
erkek tarafı (oğlan evi)
ôlanhamamı: Düğünde
erkeklerin hamam eğlencesi, oğlan hamamı
Olcakgırı: Köyğn
batısındaki Olucak Köyü’ne yakın mevki adı
olmadan gidesice: Genç yaşta ölmesi
için edilen beddua
olmeye gomiye ermiyesice: Pekiştirmeli beddua
(olmayasıca, koymayasıca, ermeyesice)
olmaz olasıca: Yokluğu varlığından
iyidir anlamında söylenir.
omaca: Kalça
kemiği
Omarcık: Bir
çeşme ve onun bulunduğu mevki (Ömercik)
omurga: Çatıya
konulan yatay ağaçlar.
oñatdırmak: Tamir
ettirmek, düzelttirmek.
ondan: ve,
yine, keza, ondan sonra gibi anlamlara gelen bağlaç
ondan keri: Ondan
sonra, ondan dolayı.
oñmak: iflah
olmak, huzur bulmak, gün görmek, müreffeh olmak, başarılı olmak
oñmadık: hayatta
hiçbir alanda başarılı olamamış kimse
orağa gitmek: Yevmiye
usulü birine tırpanla orak biçmeye gitmek.
orak: tarlada
ekin biçme işi
orakcı: yevmiye
usulü tırpanla ekin biçen erkek
oraklâ: Orak
zamanı, hasat vakti (oraklar)
Ormâniye: Orman
Müdürlüğü
orta garer: Aşırı olmayan, orta
derecede.
ortak: Ekini
tarla sahibiyle paylaşma esasına dayalı ekip biçme.
ortakcı: Tarla
sahibiyle masraf ve ürünü paylaşmaya dayalı tarlayı eken kişi.
ortalamak: İki
şeyin tam ortasında bulunmak, iki şeyin arasını istikamet belirlemek.
ortalık: İçinde
bulunan yer ve zaman (ortalık kötü)
ortalık ağarmek: Gün ışımak, sabah
olmaya başlamak.
ortalık gararmek: Akşam olmak.
orta ok: Arabalarda arka
dingili ön dingile bağlayan ok.
ortasını bulmek: Uzlaştırmak, orta
yol bulmak.
orucu sünmek: Orucu bozulma
aşamasına gelmek.
oruçlâ: Ramazan
ayı, oruç ayı (oruçlar)
oruç yimek: Oruç tutmamak.
orye: oraya
ossurgan böceği:
Yürürken kötü bir koku salgılayan siyah böcek.
ossurukcu:
Yellenmeyi alışkanlık haline getiren.
ôsuñ: olsun
ôşamak:
benzemek, andırmak (okşamak)
ot aşı: Baharda
içine bulgur katılarak yeşil otlarla yapılan yemek.
otluk: Kışın
hayvanlara vermek üzere toplanan otların yığıldığı yer.
otmak:
1.Oturmak, 2.Misafir olup oturmak.
ot gazmek: Baharda, yenecek
bazı otları bıçakla kökünden koparıp toplamak.
ot orakları: 1.Çayırlar
mevkindeki otların biçilmesi, 2.Gündönümü sonrası ilk Cuma günü başlayan ve
yaklaşık 15 gün süren dönem.
ot tômu:
1.Buğday arasına karışan ve siyah tohumları olan bir ot, 2.Hakaret sözü. (ot
tohumu)
otumak: oturmak
otumeci: Gece
oturmaya gelen misafir
otumeye gitmek: akşam oturmasına
gitmek (kadınlar arasında yapılır)
oturak:
1.Tahtadan yapılmış ilkel, arkalıksız sandalye; 2.Domates, fasulye gibi sebze
fidelerinde asma olmayan, boyu uzamayan bir cins
oturaklı: olgun,
vakur, işini iyi yapan
oturup galkmek: Arkadaşlık etmek.
oturuşgun:
Deli-dolu çağını geçmiş, uslanmış sakinleşmiş kişi.
oturuşmak: 1.Zemin
çökme işleminin bitmesi, 2.Sakinleşmek, olgunlaşmak, sükunet bulmak
otuzbir çekmek: Masturbasyon
yapmak.
ovalı: Ova
köyleri halkından olan.
oyulgama: İri
iğneyle elde yapılan kaba, düzensiz, seyrek ve zikzaklı dikiş.
oyulgamak: Bir
şeyi kaba, özensiz dikişle dikmek.
oyum: Çapa
veya yolma işinde, çıkımın önünde çevresi oyulup genişletme suretiyle çıkımın
kolaylaştırılması durumu.
oyuma girmek: Çıkım
çıkarken öndeki bir bölgeyi oyma tekniğini kullanmak.
oyun çıkatdırmek: Çocuklar gösteri
yapar gibi oynamak.
oyusam: Halbuki, oysa, oysa
ki.
ozman : Madem, öyleyse (o zaman)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder