-Y-
ya: evet,
tamam.
yaba:Harman
savurmada kullanılan tek parça ağaçtan yapılmış beş dişli alet.
yabaltı: Yabadan
daha büyük, savurmaya değil de küremeye yarayan altı dişli büyük yaba.
yaba gibi: Daha
çok ellerin büyüklüğünü anlatmada kullanılan benzetme.
yaban: Köyden
ayrılıp gidilen her yerleşim yerinin genel adı.
yabana gitmek: Köyden ayrılıp
başka bir köye veya yerleşim yerine gitmek.
yabancılamak: Yabancı
bulduğu için uzak durmak, alışamamak.
yadırgamak: garip,
tuhaf karşılamak
yağadı: 1.yağla
yapılan bükme, börek, katmer gibi hamur işi; 2.yağ lekesi, yağ bulaşmış şey
yağadılanmak: yağla
kirlenmek
yağar: yağmur
yağcı: Haşhaşı
kavurup yağını çıkaran kişi.
yağcı dükkanı: İçinde
haşhaşı kavurmak için bir ocak, preslemek için büyük dikey bir mengenenin
bulunduğu işletme. Yağhane
yağır: 1.Binek
hayvanlarının sırtının ortası, tüysüz kısmı; 2.Binek hayvanlarının sırtında
oluşan yara
yağır gibi: Çok
kirli, yağla karışık kirli.
yağırnı: Bel,
sırt ve omuz bölgesi.
yağır olmek: Çok kirlenmek.
yağıynan gavrılmek: Geliri geçimine zar
zor yetmek.
yağmasa da gürlemek: Bir şeyi yapmasa da
yapacağını söylemek, yerine getirmese de çok vaatde bulunmak.
yaka: 1.yan,
yön; 2.semt, bölge
yakalık: Öğrenci
önlüğü üzerine takılan beyaz yaka.
yakasız göynek: kefen
yakasız göynek geymek: Kefenlenmek, ölmek.
yakcek: Odun,
yakacak
yakı:
1.Ağrıyan yere vurularak ağrı kesici olarak kullanılan ilaç; 2.Mide, karın
ağrısı.
yakıleşmek: Sıcak
veya çok yemekten sindirim sistemi bozulmak.
yakılmak: Gönülden bağlanmak.
yakotu:
Yaprakları çiğnendiğinde istifra yaptırdığı için mide rahatsızlığına iyi
geldiğine inanılan acı bir ot. (yakı otu)
yal: sulandırılmış
kepek, köpek maması
yalabık:
1.pürüzsüz, düz; 2.parlak, cilalı, ışıldayan; 3.Suyun aşındırıp parlattığı taş.
yalabıtmak: Bir
şeyi sürterek veya yontarak pürüzsüz hale getirmek.
yalak: 1.Küçük
su kaynağının bulunduğu yerde suyun küçük bir çukur oluşturması; 2.Toprağa veya
taşa açılmış oyuk; 3.Hayvanlara yal veya su konulan kap.
yalama: 1.Aşınmış, bozulmuş; vida yatağı genişlemiş, tutmaz, iş görmez olmuş; 2.Dudakta görülen deri hastalığı.
yalama olmek: Aygıt eskiyip,
yıpranıp çalışmaz olmak.
yalandırmak:
kandırmak, aldatmak
yalangasdan:
Şakacıktan, yalandan, gerçek olmayarak
yalanıña gıran girsiñ: Söylediklerinin
hepsi yalan, buna bir son ver.
yalan yok: Söylenenlerin
doğruluğunu pekiştirme ve kendisiyle ilgili bir itiraf durumunu belirten bir
söz.
yalınayak: Üzerine vazife
olmayan işlere karışan.
yalınayak başı gabak: uygun kıyafet ve
donanımı olmadan
yalınbidesi: sade pide
yalınbidesi gibi: Haddi olmayan
şeyler söyleyen kişilerin dilini anlatır.
yalıñız: yalnız
yallamak:
Köpeklerin yalını vermek
yama: Yokuş.
Çok eğimli, dik yer.
yamalamak: Kapatmak,
yamamak.
yamalık: Yama
yapmaya yarayan bez parçası.
yamalıklı: Yamalı
giyecek.
yaman:
Becerikli, işbilir.
yamanmak: Yüzüstü
yere düşmek, kapaklanmak.
yameç: Tepenin yan tarafları, yamaç.
yamıç: İnsanın
yan tarafı, yanı
yamık: eğri,
yamuk
yamılmak:
Eğrilmek, bir yana düşecekmiş gibi olmak.
yâmır: yağmur
yâmırlı günde bi tas su vemez: İyilik namına küçük
bir jest bile yapmaz.
yâmırlık: Kaput,
palto, pardesü, (yağmurluk)
yâmır yaş: Yağışlı ve nemli hava.
yampiri:
1.yamuk, çarpık, eğri; 2.Eğri büğrü yürüme
yana çıkmek: Birinin yanlısı
olmak, onu desteklemek.
yancek: Yakacak
odun, çalı çırpı.
yaneşmek:
1.Hayvan su içme pozisyonunu almak, 2.Bir işe başlamak (yanaşmak)
yangalırsıñ: Alay ve tepki
amaçlı bir işi yapamayacağını anlatır (Çift süreceğini söyleyen birine: Baya
süre süre yangalırsıñ)
yangayış: Arabaya veya
pulluğa koşulan atları falakaya bağlayan kayışlar.
yangı:
Hastalık ateşi, hararet.
yangılı: ateşli
yangın: aşık,
sevdalı
yangırmek: Ata veya eşeğe iki
ayağı da aynı tarafa sallayacak şekilde binmek.
yanı beli delinesice: İlenç sözü
yanı delinesice: Çok yatıp uyuyanı azarlama sözü.
yanı delinmek: Yatalak hastanın sırtı yaralanmak.
yanık:
Etkileyici, dokunaklı, acılı ses veya türkü.
yanıkyağ: Motorlu araçlardan çıkarılan atık yağ.
yânış: 1.yanlış, 2.Su birikintilerinde yaşayan küçük su böceği; tatlısu karidesi.
yânışıñ va:
Yanılıyorsun, yanlış biliyorsun
yânışsıñ:
Yanılıyorsun, yanlış konuşuyorsun.
yânış yûnuş:
Abartılı yanlış işleri anlatmada kullanılan ikileme.
yanı yöresi: Birinin
fiziki çevresi, veya sosyal seviyesi (Onuñ yanına yöresine yakleşilmez)
yañkı:
Oradaki, yandaki.
yanmak: 1.Aşık
olmak, tutulmak; 2.Oyunda yanlış yapıp oyun dışı kalmak.
yannamak: Yan
tarafına yanaşmak (yanlamak)
yannı: Bir
yana eğik (yanlı)
yantır: Doğru
yürüyemeyen, bir yana eğik yürüyen.
yapışak:
yapışkan, yapışıcı
yapışdırmak: Tokat
atmak.
yapışmak: At arabası veya motorlu bir araca, hareket halindeyken arkasından tutunmak.
yaprak basmek: Bağ yaprağını
salamura yapmak.
yaprak sarması: Bağ
yaprağına pirinç, bulgur sararak yapılan yemek.
yaprak sarmek: Bağ yaprağı sarması
yapmak.
yaranmak: Birinin
hoşnutluğunu kazanmak.
yârennik etmek: Muhabbet etmek,
söyleşmek, birlikte vakit geçirmek.
yareyişli:
1.Faydalı, yararlı; 2.Gıda olarak yararlı, ilaç olarak tedavi edici özelliği
olan.
yarıbeli: İnsan
boyunun yarısı, bele kadar, bel boyu.
Yarıkgaya: Bir mevki
adı
yarım: Sakat,
bedeninde eksiği olan.
yarımağa: Tam
olarak ağalık yapamayan.
yarım hâfız:
Kuran’ın ancak bir kısmını ezberleyebilmiş kişi.
yarımintan:
Tenekenin dörttebiri kadar tahıl ölçeği.
yârin: yarın
yârin bürgün:
Yakında, gelecekte, bilinmez bir gelecekte (Yarin bürgün ev yıkılırsa netcez!)
yârinden sôna: Ertesi
gün, yarından sonra.
yarma:
1.Hayvan yemi olarak kırılmış arpa; 2.Büyük yarılmış ağaç, odun.
yasdanmak:
Dayanmak, yaslanmak.
yasdığeç:
Üzerinde ekmek yazılan yassı tahta
yasdık: Arabanın
sağa sola dönmesini kolaylaştıran metal aksam.
yasdıklamak: Sürülen
tarlanın pulluk çizilerinin ters istikametinde, añ kenarını tekrar sürüp
düzeltmek.
yassı: yatsı
yassılık:
Yatmadan önce yenilen yemek.
yassılmek:
eğilmek, yassı hale gelmek, düzleşmek
yasyalabık:
Pürüzsüz, çok parlak yüzeye sahip nesne.
yaşa: Beğeni ve ve memnuniyet bildiren ifadesi.
yaşarık:
1.Nemli, 2.Gözleri dolan, gözü yaşarmış, ağlamaklı.
yaşeyesice: Azarlarken kötü bir şey sçylememek için bu güzel ilenç sözüne başvurulur. (yaşayasıca)
yaşı beñzemesiñ: Genç yaşta ölen
birine benzetilen kişi için söylenir.
yatağı bozuk: Ahlaksız, namussuz
yatak: Hayvan
sürüsünün yazın gecelediği yer.
Yataklâ: Bir
mevki (Yataklar)
yatdığı yeri beyenmek: Yorgunluktan bitkin
düşüp derin uykuya dalmak.
yatık:
Şiddetli yağmurdan yere yatmış ekin.
yatır: türbe,
evliya mezarı
yatırına sözüm yok: Bir yer hakkında
kötü sözler söylerken kutsallarını istisna tutmayı ifade eder.
yatyaban: Memleketten uzak
her yer, gurbet.
yatzıbar ekmeği: Gece geç vakitte
yenen yemek.
yavıklı: sözlü,
nişanlı kız veya erkek
yavıncımak:
1.Heveslenmek, istek duymak, 2.Yavanlaşmak, tatsızlaşmak.
yavrı:
1.Yavru, 2.Civciv, vıdik; kümes hayvanı yavrusu.
yavsı: Koyun
keçi gibi hayvanlara bazen de insana yapışarak kanını emen bir tür kene.
yavşak:
Yumurtadan yeni çıkmış, henüz rengi yeni değişmeye başlamış bit yavrusu.
yayan:
yürüyerek, yaya olarak
yayan yapıldak: Hiçbir
binek veya araç kullanmadan, yaya olarak
yaygı: Yere ya
da bir şeyin üzerine serilen yayılan keçe, kilim gibi şeyler.
yayılmak:
1.Hayvan otlamak, 2.Sereserpe oturmak.
yayıncı: Pazarda
satmak istediği şeyleri ortaya seren satıcı.
yayınmak: Pazarda
satıcı mallarını ortaya serip yaymak.
yaylı: İlkel
amortisörlü bir at arabası.
yaylım:
1.Hayvan sürüsünün otlağa yayılarak otlaması, 2.Hayvanın otladığı yeşillik, ot
bulunan alan, otlak.
yaymak:
1.Hayvan otlatmak, 2.Sermek, dağıtmak; 3.Duyduğu sözü orada burada söylemek.
yazlık: Baharda
ekilmiş ekin.
yazmak: 1.Hamur
açmak, 2.Geline makyaj yapmak, yüzünü süslemek.
yedeğine almek: Bir hayvanı
bağlayıp ardından çekip götürmek.
yédék: 1.Fazla
demli çayı açmak için başka bir çaydanlıkta kaynatılan su; 2.Ardında çekip
götürülen hayvan.
yédici: Hayvanı
yedeğine alıp çeken.
Yédigardeşlê: Yedi
yıldızdan oluşan takımyıldızı, Büyük Ayı.
yédmek: çekmek,
yedekte götürmek
yéğni: hafif,
ağırlığı az
yéğnilmek:
Hafiflemek, yükün çoğunu üzerinden atmak.
yékden: yeni
baştan, bir daha
yékinmek:
Kalkmaya çalışmak, kalkmak için ileriye ve öne doğru hamle yapmak.
yek yeke: İki kişi karşılıklı
olarak, başkaları işe karışmadan.
yél:
1.Soğuktan oluşan kas ağrısı, 2.Bağırsak gazı, osuruk.
yéldirmek: 1.Acele
etmek, telaşlı ve hızlı gitmek. 2.Sürekli koşuşturmaca, yoğun ve tempolu
çalışma içinde olmak.
yéldir yéldir: Acele
acele
yél durmek: Terli iken alınan
soğuk ile kaslar kasılmak.
yélék: Bir tür
temizlik fırçası olarak kullanılan kaz kanadı.
yélékim: rüzgar
alan, havadar yer
yéleyéle: Telaşlı
telaşlı ve çabuk çabuk
yel gibi: Hızlı
yéllemek:
1.Yelpaze ile ateşi harlandırmak, 2.Kötü bir şeyi yapması için dolduruşa
getirmek.
yéllenmek: Gaz
çıkarmak
yélli: hafif
meşrep kadın
yélmek: Acele etmek.
yél yél: acele
acele
yélyépelek:
Alelacele, aceleyle
yémeni:
ayakkabı.
yemin etsem başım ârımaz: Bahsettiğim şeyin
doğruluğuna yemin edebilirim.
yemini yer bulmek: Yeminle verilen
sözü bozmamak için göstermelik davranmak.
yémlik: Baharda
çıkan ve çığ yenen bir ot. (yeyimlik)
yéñice: henüz,
biraz önce
yéñigasdan: Baştan, yeniden, bir daha
yéñişememek: Yarışta
veya oyunda kazananın olmaması, beraberlik.
yéñişmek:
yarışmak
yéñitden: tekrardan,
yeniden
yéñiye: Gelecek
sene
yépilemek: Zorla
yürümek, ıkına sıkıla zorlanarak yürümek.
yépişlemek: Hamurun
üzerini düzeltmek için uğra döküp el ile hafifçe vurmak.
yeriñ dibine batsıñ: Yok olsun.
yerini sêmek: Bitki bulunduğu
yerde gelişmek.
yérini yapmek: 1.Yatağı
hazırlamak, 2.Kabul ettirmek istediği bir şey için sözle hazırlık yapmak.
yérişmek: 1.Önde
giden birine yetişmek, 2.Yüksekteki bir şeyi elini uzatıp tutmak, erişmek.
yérli: kesin,
sabit, geçici olmayan (burayı yerli satın aldım)
yerliyetikli:
Adımakıllı, iyice, tamamen.
yétirmek:
İhtiyaçları karşılamaya çalışmak.
yéryaran: bir
çeşit mantar
yeşerti:
yeşillik
yeşillenmek: Cinsel
isteklerini tavır ve davranışlarıyla belli etmek.
yetere bâlamek: Bitirmek, son
vermek.
yetiklik: Yetecek
kadar (Bize yetiklik ekmek galmış)
yetmek: Başa
çıkmak, gücü yetmek (Hepiñize yeterin evelallah)
yéyni: hafif
yéynimek:
hafiflemek
yıfıdak: Çabuk küsüp darılan.
yıfıtmak:
Şiddetle küsüp darılmak.
yığdırmak: (mec)
Bol bol vermek, ikram etmek, sunmak.
yığılagalmek: 1.Çoğalmak,
2.Bayılmak, kendinden geçip yere yıkılmak.
yığın daşı:
Tarladan toplanıp öbek öbek yığılmış taşlar.
yıkmak: 1.Güreşte yenmek, 2.Demokratik usullerle, seçim yoluyla bir yetkiliyi değiştirmek, 3.Nüfus kaydını sildirmek.
yıkıntı: Yıkılan
evden çıkan odun, kereste.
yıldamcı: Her
sene buzulayan inek.
yıldırmak: Üstün
gelerek caydırmak, kaçırmak.
yıldız gaymek: Göktaşı parlayarak
çizgi halinde iz bırakıp düşmek.
yıl harmansız olmaz: Ne kadar verimsiz
olursa olsun, çiftçilik yapan herkesin az çok mutlaka hasadı olur.
yılı: Ölümün
üzerinden bir yıl geçince yapılan tören.
yılık: Eğri,
eğrilmiş, çarpık.
yılmak:
Eğrilmek, yana doğru çarpılmak.
yımırta: yumurta
yımırta topuk: Orta yükseklikte ve
az sivri ökçe.
yırıldak vemek: Çok kötü, iğrenç
kokmak.
yırıldamak: Çok
kötü ve pis kokmak.
yırtık:
Utanmaz, fazla sosyal kişi.
yırtık dondan çıkâ gibi: Durup dururken, hiç
gereği yokken söze girmek.
yırtımcı:
manifaturacı, şalvarlık basma satan
yicek: yiyecek
yicek işcek: Erzak,
yiyecek içecek.
yidirmek:
1.Rüşvet vermek, 2.Tarladaki başkasına ait ekini hayvanlarına otlatmak.
yimeden gidesice: İlenç sözü
yimeden gitsiñ: Haksız yere yiyecek
bir şeyler alan veya gönülsüzce yiyecek ikram etmek zorunda kaldığı kişiye
söylenir.
yimek: 1.Taam
etmek, yemek; 2.Kendine ait olmayan bir şeyi mülkiyetine geçirmek, rüşvet
almak.
yimelik: Yemek
için ayrılmış, yemelik.
yinmek:
çürümek, aşınmak
yinsel: Lezzetli,
yenilebilir, yemesi zevkli.
yir içer hasda, çorba gomaz tasda: (Yer içer hasta,
çorba koymaz tasta)
yirik: kesik,
yırtık
yirilmek:
yırtılmak, azıcık yırtılmak
yiril yiril: Çok
kötü koku için.
yir misiñ yimez misiñ: Öldüresiye dövmek.
yist!: Koyun
keçi sürme ve kovma ünlemi.
yiyen: yeğen
yiygi: Genelde
kışın yemek için ayrılan tahıl.
yiygi dutmak: Yıllık yiyecek
miktarı ayırmak.
yiygilik: Ürünün
yiygi için ayrılan kaliteli kısmı.
yiyici: Rüşvet
alan, kamu malını gaspeden.
yobaz: Uzak ve
soğuk duran, görgü bilmez, kaba kimse.
Yoğurtlu
ak dolma gibi bakmek:
Anlamsız anlamsız, şaşkınca aval aval bakınmak
yokarı: yukarı
yoklamak:
1.Ziyaret etmek, 2.Hastalık ara ara belirmek.
yok yôsul: Yoksulluk içinde
olan, çok fakir.
yola gitmek: Yolculuğa çıkmak.
yolak: Yan
yol, tali yol, asıl yola çıkan patika.
yolaklamak: Suyun
önündeki engelleri kaldırarak yolunu açmak.
yolaklı:
Çizgili, dilimli kumaş veya örgü.
yoldan gelmek: Yolculuktan dönmek.
yolgazıyan:
buldozer
yollu: Benzer,
yakın, gibi (Ucuz yollu olannarı alıñ)
yolma:
mercimek, burçak, nohut gibi hububatın tarladan kaldırılması
yolmak:
1.Tırmalamak, yırtmak; 2.Bazı hububat hasat etmek, 3.Kanatlı hayvan tüyünü
almak.
yolmeci: yevmiye
ile nohut mercimek yolan kadınlar
yolyordam: Görgü,
görenek, usul erkan.
Yonan:
Kurtuluş Savaşı öncesi köydeki işgal güçleri. (Yunan)
Yonan tômu: Bir küfür sözü.
yonga: Ağaç
kesip yontarken etrafa sıçrayan küçük kesikler.
yonutmak: 1.Yontmak, 2.(mec)Ödenecek miktarda kesinti yapmak.
yoo: Hayır,
asla, olmaz.
yopyôsul/yokyôsul: çok
fakir (yok yoksul)
yordam:
Anlayış, yere ve zamana uygun davranış.
yordamsız: Kaba,
patavatsız, düzensiz, dengesiz.
yorgan çarşafı: Dikerek
yorgana geçirilen kılıf, nevresim
yorgan gaplamak:
Temizlenen çarşafı dikerek yorgana geçirmek
yorgan innesi: Yorgan
kaplamak veya yüz geçirmek için büyük iğne.
yorgan yüzü:
Yorganın astarı kapatıldıktan sonra görünen dış kısmındaki kumaş.
yormak:
Yorumlamak, anlamlandırmak, fikir yürütmek
yorgunu yokuşa sürmek: Zor bir işi daha da
zorlaştıran şartlar ileri sürmek.
yôsa/yôsam: yoksa
yosmak: Onun
yerine koymak, onun gibi olduğunu varsaymak, kıyas etmek, benzetmeye çalışmak.
(Eskisine yosma, işle değişdi)
yôsul: Yoksul
yoşarık: Alacakaranlık, hafif aydınlık.
yoz: 1.Kısır
evcil hayvan, 2.Döl tutmamış küçük ve büyükbaş hayvan, 3.Görgüsüz, saygısız
kimse, 4.İnsan içine çıkmayan, asosyal, 5.Aşılanmamış yabani meyve ağacı.
yozgun:
Tutmayan fidan, fide.
Yozgunuñ adımı: Adımları çok büyük
olmasıyla meşhur birine yapılan telmih.
yömüye: Günlük
ücret, yevmiye.
yön: yüz,
anneç. (Yönünü bu yana çevirip bi bağırdı)
yönnü: Benzer,
yakın, gibi (Ucuz yönnünenden alcez)
Yörük:
Güneybatıdaki Mılıklar (Çatkuyu) Köyü.
Yörükçeşmesi: Bir
çeşme ve mevki adı.
Yörükdüzü/yüzü: Bir
mevki adı
Yörükgediği: Bir
mevki adı
yörümek: yürümek
yuğrum: Hamurda
miktar, ölçek. (Bi yuğrumluk unum galdı.)
yuka:1.yufka,
2. ince, dayanıksız, zayıf
yukaböreği: Kuru
yufkadan yapılan börek.
yukalmak:
incelmek, zayıflamak
yu’mak: yıkamak
yumeşmek:
toplanmak, yığılmak, üşüşmek (yumuşmak)
yumruk gadâ: Bedence ve yaşça
küçük kimseler için söylenir.
yunmadık:
Yıkanmayan, pis ve uğursuz kimse.
yunmak:
yıkanmak, banyo yapmak, temizlenmek
yunmuş yıkanmış: Ondan
çok daha iyi anlamında karşılaştırma sözü.
yurgu: Toprak
dambeşin toprağını sıkıştırmak için kullanılan taş merdane. Löğ taşı.
yurgulamak: 1.Yurgu
taşıyla dambeş toprağını sıkıştırmak, 2.Bir konuyu pekiştirmek.
yurt: mesken,
oturulan yer ve arsası
yusufcuk: Guguk
kuşu, kumru.
yuyup yuyup yıkamek: Sözle yerin dibine
sokmak, ağzına geleni söylemek.
yüğüre gelmek: İneğin tava
gelmesi, çiftleşme vaktinin gelmesi
yüke gelmek: Hayvan yük
taşıyacak kadar büyümek.
yüklü: Hamile
yüklük: Yatak
yorgan konulan gömme dolap.
yükünü dutmek: Çok kazanmak.
yümsek: yüksek
yümselmek:
yükselmek
yüreği baymek: çok üzülmek
yüreğine inmek: Bir şeye ölecekmiş
gibi üzülmek.
yüreği soğumek: Düşmanının felakete
uğraması nedeniyle ferahlamak.
yüzaşşağı: Rampadan aşağı doğru, iniş biçiminde.
yüzbar etmek: İki kişiyi bir
araya getirerek yüzleştirmek.
yüzgarası: Utanılacak şey.
yüzgörümlüğü: Damadın
veya damat yakınlarının geline verdiği hediye.
yüzlemek: Yorgan astarının
üzerine gerçek kumaşı dikmek.
yüzlü görünmek: Öyle
görünmediği halde hatırlı görünmek için yaltaklanmak.
yüzük: Yüzük
saklayıp bulmaya dayanan bir takım oyunu.
yüzük dakmek: Nişanlanmak.
yüzüngoyun: Yüzünün üstüne
yatacak şekilde, yüzükoyun.
yüzünü eğmek: Suratını asmak
yüz yazmek: yüze makyaj yapmak
yüzü yok: Daha önce birçok
şey istediği için yeni bir şey istemeye utanmak.
yüz yüze bakmek: Her zaman görüşür
konuşur olmak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder