-S-
saatler olsuñ: Traş olan ya da
hamamdan çıkana söylenir (sıhhatler olsun)
saba:
1.ertesi gün, yarın; 2.gelecek
sabahda sabah: Sabaha kadar.
sabban:
Çocukların taşla kuş avlama aracı, sapan.
sâbı/sâbısı: sahibi
sâbısız:
Başıboş, sahipsiz
sabın: sabun
Sâbire: Sabriye
Sâbiri: Sabri
sacırağı/sacırak:
sacayağı
saçak: Toprak
damlı evlerde merteklerle çatının dışarı uzatılmış çıkıntısı.
saçak altı: 1.Duvar
kenarında, tam olarak saçağın altına denk gelen, güneş ve yağmurdan korunaklı
yer; 2.(mec)Hafif korunaklı yer, sığınak.
saçı/saçgı:
Düğünlerde ve Hacı uğurlamalarında saçılan kuruyemiş, meyve, para gibi şeyler.
saçılık: Düğün
armağanı
sadeyağ:
tereyağı
sadırazam: Cevizli
lokum.
sâdış: sağdıç
sâdış diñelmek: Damadın yanında
usulden sağdıç olarak durmak.
sağan/sahan: Bakır
veya çinkodan yapılmış yemek tabağı.
sağaz: Sağ
elini kullanan, sağlak.
sağıl dağıl olmek: 1.Sağılan koyunlar serbestçe sağım alanından çıkmak, 2.(mec)Her biri bir yere giderek topluluk dağılmak.
sağılmak:1. Makara
gibi bir şeye sarılı olan ip vb. boşanmak, çözülmek; 2.Akmak, kaymak, aşağı
doğru hızla inmek.
sağımcı: Dağda,
ağılda bulunan koyunları sağmak için giden kadın/kadınlar.
sağımlı: Süt
veren, sağılan hayvan. Sağmal.
sağırgulağı: Köy
içinde duvar kenarlarında çıkan, tohumları uyuşturucu etkili bir ot.
sakâmetlik:
İstenmeyen durum, sakatlık, kötü sonuç. (Aman bi sakâmetlik çıkmasıñ)
saket:
Engelli, özürlü, sakat.
sakızlı/sakızlı ümmet:
Gereksiz yere konuyu ve sözü uzatan.
sal: tabut
salahana: Çok
gezen, salak, budala kimse.
salavanta: Bayat,
soğuk çayın tekrar ısıtılmışı.
salavatlamak:
Uğurlamak, savmak.
Sâlek: Salih
salgara:
özensiz, rastgele, öylesine
salgı: Vergi,
salma
salına girmek: Cenazeyi taşımak
için saf oluşturmak.
salıngeç: Ağaca
veya tavana ip asılmasıyla yapılan, daha çok kız çocuklarının bindiği salıncak.
salıngeç gurmek: İpli salıncak
düzeneği yapmak.
sâli: salı
günü
salma:
1.Muhtar veya İhtiyar heyetince köyün ihtiyaçları için alınan vergi veya
masraflara katılma işlemi. Salgı; 2.Bir arktan akıtılan su ile sulama yöntemi.
salıngeç gurmek: İpli salıncak
düzeneği yapmak.
salmafıtçı: Üzerine
ip sarılarak döndürülen topaç.
salma/salgı salmek: Vergi koymak.
salvar:
tükürük, salya
saman çinnemek: Saman arabasında
veya samanlıkta tepinerek samanı sıkıştırmak.
saman deliği: Samanlık duvarında,
arabayı yanaştırıp samanı boşaltacak büyüklükte pencereye benzer delik.
saman dökmek: Saman vererek
hayvanları yemlemek.
saman eşmek: Arabadan saman
indirmek ve samanlığa yerleştirmek.
saman gafa: Akılsız, aptal.
saman gibi: Tatsız tuzsuz, yavan.
saman saşgı: Harmanda taneden
sonra geriye kalan sap, saman vs.
saman sepedi: Saman
taşımaya yarayan büyük sepet, sele.
saman tatdası: Saman
gibi hafif ve hacimli şeyleri daha fazla taşıyabilmek için arabaya konulan,
normalden daha büyük yan (dayama) tahtası
saman tatdası vurmak: Saman çekmek için
arabanın tahtalarını değiştirmek.
samıra/samra: Sulak
yerlerde kendiliğinden yetişen uzun ve yumuşak ot.
saña kemik atan yok: Bu konuda sana söz
hakkı vermedik, sus, anlamında söylenir.
Sancak:
1.salıncak, 2.Hacı uğurlamalarında açılan, Gocacami’deki kelime-i tevhid
yazılı bayrak.
sandık: At
arabasında oturulacak yer.
sañgadak:
Ansızın, birdenbire, hazırlıksız.
sañgadak gidesice: İlenç sözü.
sap:
1.Ekinin, biçildikten düğen veya patozla ezildiği ana kadarki hali; 2.Sucukta
ölçü birimi, kangal
sapa gitmek: Tarladan harmana
sap çekme işi.
sap çekmek: Biçilen ekini
tarladan harmana getirmek.
sapıtmak:
1.şaşırmak, yanılmak; 2.ezberini okuyamamak, 3.şaşırarak yolunu değiştirmek
sap yiyip saman sıçmek: Ne dediğini ne
yaptığını bilmemek.
sargın: tutkun,
samimi içten
sarıbuydey: Unu,
bulguru, makarnası makbul, koyu sarı renkli bir buğday türü.
sarıcarı: sarı
renkli yabani arı
sarı çiyan: Sinsi, hain,
sarışın kimse.
sarımsak döymek: (mec)Koşum
hayvanları olduğu yerde durarark adım atmak. (havanda sarımsak döver gibi)
sarmak: 1.Köpek
saldırmak, 2.Arabaya veya hayvana yük yüklemek.
sarsılamak: Sarsmak,
sallamak.
sassı: tatsız
tuzsuz, lezzetsiz yiyecek
sassımak: Yiyecek
bozulmak.
sassı sassı kokmek: Çürük, küf gibi
kokmak.
saşgın: Maddi
olarak yoksul ve bedensel olarak bakıma muhtaç.
satde: sahte
satımkar olmek: Satmaya
niyetlenmek, satmak istemek.
satıp savmek: Gereken para için
mallarını yok pahasına satmak.
satırenç:
Kadınların dışarı çıkarken örtündükleri damalı örtme (satranç)
satlık:
Satılacak şeyler
savışlamak:
savuşturmak, tehlikeyi atlatmak, kötü bir kişi veya durumdan kurtulmak
savıtdırmak:
1.Fırlatıp atmak, 2.Öfkeyle küfürlü konuşmak.
savmak:
1.Nöbetleşe yapılan bir işi yapıp sonraki nöbetini beklemek, 2.kurtulmak
savrık:
Tutumsuz, yersiz gereksiz harcama yapan, savurgan.
savrım:
1.Harman savurma işi, 2.Bir savurmalık miktarda harman yığını.
savsılamak: İşi
ağırdan almak, boş yere oyalamak, savsaklamak.
sayı: Yüz
adımlık mesafe ölçüsü.
sayılı goyun çabık êsilir: Sürekli sayılan
para veya malın bereketsiz olduğunu anlatan atasözü.
sayılı gün: Sayısı belli, az
sayıdaki günler, Ramazan ayı.
sayınsımak: Değer
vermek, saygı göstermek.
sayışmak:
Ödeşmek.
sâyi: gerçek,
doğru, sahi
Sâyit: Sait
saymak: saygı
duymak
secireli: Bütün olumsuzluklar kendisini bulan talihsiz.
seet: saat
sekat: zekat (fitire sekat birlikte kullanılır)
seki:
Topraktan yapılmış maket, sedir, divan.
sekirat: Ölüm anı, sekerat
sekirata binmek: Ölmek üzere olmak.
sekizen: seksen
sekmek: 1.Tek
ayak üstünde zıplayarak yürümek, 2.Topallamak, aksayarak yürümek.
selâlâ verilmek: Ezandan önce sela
okunmak.
selbes: 1.Özgür
(Çocuğu selbes böyüdü), 2.Geniş, havadar (Baççamız selbes yüz kişiyi alır),
3.Yasak değil, izinli (Dağ selbesimiş, oduna gitcez), serbest.
sele: 1.söğüt
dalından örülmüş büyük sepet, 2.başparmak ile işaret parmağı arası uzunluğu
selek: Cömert,
eliaçık.
sel götümek: Aşırı yağmur
yüzünden su altında kalmak.
seme/söme: Sersem,
salak, şaşkın, mıymıntı, algılama zorluğu çeken.
semelek: sersem,
uyuşuk
semizlik:
semizotu
sendirlemek:
Sendelemek, başı dönmek.
senesi gelmek: Üzerinden bir yıl
geçmek.
senet sepet: Senet ve senet
yerine geçen resmi belgeler.
sen gidêken ben geliyodum: Ben senden çok
bilirim bunları, beni aldatamazsın.
senik: Top,
balon gibi şeyler için havası inmiş.
senmek: Kabarık
şeyler küçülmek, büzülmek.
sennen: seninle
sepilemek:1.Serpmek,
saçmak; 2.Yağmur iri damlalarla atıştırıp geçmek.
sérek:
Aralıklı, seyrek.
séremek/seyrimek: 1.Göz,
yanak, diz ve el kaslarında daha çok görülen istemsiz titreme hareketi,
2.Kesilmiş hayvanın etinde görülen titreme hareketi, 3.Seyrelmek, azalmak.
seréñ:
1.serin, 2.Kaldıraç sistemiyle çalışan kuyularda zincirin bağlı olduğu direk.
seréñni:
Kaldıraç sistemiyle çalışan kuyu.
séretmek: Sık
sebze fidelerini yolarak seyreltmek.
sergi: Buğday,
bulgur gibi şeylerin açık alanda kuruması için habalar üzerine yayılmış hali.
sergi sermek: Kurutmak için
bulgur, tarhana gibi şeyleri haba kilim üzerine sermek.
sertelmek:
1.sertleşmek, 2.sert davranmak, azarlamak
seselmek:
Yorgunluktan, susuzluktan konuşamayacak duruma gelmek, sesi kesilmek.
sevaba girmek: Hayırlı bir
davranışta bulunmak.
sevgilik: İki
gencin birbirini sevmesi için yapılan büyü.
sevte: 1.Günün
ilk alışverişi, siftah; 2.İlk kez, ilk defa
sevtelemek:
Başlamak.
seyirdim: Bir
koşu gidip gelinecek kadar yakın mesafe.
seyirtmek: koşmak
seyis: İki üç
yaşındaki keçi.
seyman:
1.Delikanlı, yiğit; 2.Damadın arkadaşları (seymen)
seyyar: Evin
bir bölümüne dışarıdan çekilmiş geçici elektrik hattı ve lambası.
sıçıramak: Rüya
veya başka sebeplerden dolayı yataktan belinleyerek kalkmak. (sıçramak)
sıfra:
Oturarak yemede kullanılan yemek masası, yer sofrası.
sıfra gomek: Misafire yemek
ikram etmek.
sıfreyi galdırmek: Yemekten sonra yer
sofrasını toplamak.
sığamak:
Paçaları veya yenleri kıvırarak katlamak, sıvamak.
sığazlamak:
Sıvazlamak
sığeşlemek:
sıvazlamak, okşamak
sığır:
1.Hayvan sürüsü, 2.Ahmak
sığıra sürmek: İnekleri sabahleyin
köyün ortak sürüsüne katmak.
sığırcı: Köyün
bütün ineklerini otlatan kimse.
sığır dağılmak: Akşama yakın sığır
sürüsü köye girerek her bir hayvan evlerine yönelmek.
sığır eğleği: Sığırların yaylıma
gitmek üzere sabah toplandıkları yer.
sığırguyruğu: Boyu bir metre
uzayan, sarı çiçek açan, geniş yapraklı çok yıllık bir bitki.
sığır
gütmek:
Köyün ortak sığır sürüsünü ücret karşılığı otlatmak.
sığırıbızağıyı sürmek: Büyükbaş
hayvanları, köyün diğer hayvanlarıyla birlikte otlaması için sabah evden
çıkarmak.
sığırıñ öñüne geçmek: Evi bulamayan
hayvanı getirmek üzere sığır dağılırken karşılamak.
sığır sidiği: Zikzaklı bir örgü
modeli.
sığışmak: sığmak
sıkdırgeç: pense,
kargaburun, mengene
sıkgın: sıkıcı,
bunaltıcı
sıkı: cimri
sıkı durmek: Güçlü dayanıklı
olmak, dikkatli bulunmak.
sıkı dutmek: Önem vermek.
sıkılamak: Bir
şeyi oldukça sağlam bağlamak veya düğümün sağlam olduğunu kontrol etmek.
sıkılmaz:
utanmaz, arlanmaz
sıkım:
Haşlanmış otlarda avuç içinde sıkma miktarı.
sıkış depiş:
Zorlukla sığarak, çok sıkışık olarak.
sıkıya gelememek: Zor bir duruma
dayanamamak.
sıkı yapışmek: Kuvvetlice, sıkıca
tutmak.
sıkma: Erkek
üst giysisi, gömlek.
sıma: Yüz,
çehre, sima (Sıması aynı dedem)
sıntır: Sersem,
şaşkın, beceriksiz, normal olmayan.
sıpa: Ağaçtan
yapılmış, meyve toplamak için kullanılan üç yönlü merdiven. (sehpa)
sıpabuyduran: Güneşli
ama soğuk kış havası.
sıpılamak: Eşek
doğurmak (sıpalamak)
sıpılêci: Hamile
eşek (sıpalayıcı)
sırasını savmek: Görevini yerine
getirmek.
sırça: cam
malzeme
sırçabarmak: Küçük
parmak, serçe parmak.
sıreyi
düzmek:
Ekilen tohum sırada belirecek kadar filizlenmek.
sırıdak: çok
sırıtan
sırık: Ahlat
alıç gibi ağaçların yüksek dallarındaki meyveleri silkeleyerek düşürmek için
kullanılan uzun ağaç dalı.
sırım: Hayvan
derisinden şerit şeklinde kesilmiş, çeşitli alanlarda sağlamlaştırıcı olarak
kullanılan ip.
sırıtmak:
Sıradışı olduğundan dikkat çekmek, göze batmak.
sırsılatmak:
Şiddetli titreterek sarsmak.
sırtına almek: Birini sırtında
taşımak.
sırtına binmek: Birinin sırtında
kendini taşıtmak.
sırtını çinnetmek: Yel, kulunç veya
yorgunluk nedeniyle birine sırtını çiğneterek rahatlamak.
sırtını sığeşlemek: (mec)takdir etmek,
teselli etmek, moral vermek
sıtıra:
Sevimlilik, çekicilik, güzellik.
sıtırassız:
Sevimsiz, suratsız, çirkin (sıtırasız)
sıvazlamak: Avuç
içini sürmek.
sıveşmek: Bulaşmak,
yapışmak.
sıyırmak: 1.eti
kemikten ayırmak, 2. Karpuz kesildikten sonra kabukta kalan kırmızılıkları
kemirmek, 3.Kesilen söğüt, kavak ağaçlarının kabuğunu soymak, 4.Tencerede kalan
yemeği sünnetlemek.
sıyırgı: Ahırda
hayvan pisliklerini kürümeye, sıyırmaya yarayan bir çeşit dik kürek.
siçan: fare,
sıçan
siçanguyruğu: Sıvının
az aktığını anlatır.
siçannık/siçanlık: Yeni
doğmuş bir bebeğe, evinden çıkıp ilk gittiği yerde verilen hediye.
sidikliğini bağlatmek: Karısıyla
münasebetini engellemek için erkeğe büyü yapmak.
sidik zoru olmek: Çişini tutamamak,
sık sık tuvalete gitmek.
siftinmek: Sünepe
uyuşuk biçimde dolaşmak.
siğil/siyil: 1.Daha
çok el üstünde çıkan kuru küçük tomurcuk, urcuk; 2.Odun yarmaya yarayan sivri
uçlu demir.
siğil atmek: Kurbağadan siğil
bulaşmak.
s.ki çarşafa doleşmek: Beceriksizliğinden
ne yapacağını şaşırmak.
s.ki daşşağına dek: Çok iyi durumda,
işi tıkırında.
sile sile: Ağzına kadar dolu,
tam dolu.
silcek/silgeç: 1.Hamam
havlu takımı, 2.Silecek
silme: Ağzına
kadar dolu olma durumu.
sinci: şimdi
sineğipi: Sinek
denilen büyük çamdan oyma su kaplarından ikisinin ağırlığını çekecek
sağlamlıkta kendir örmesi ip. (sinek ipi)
sinek: Çam
ağacından tek parça oyularak yapılan, suyu soğuk tutan su kabı.
sineklenmek:
1.Çalışmadan boş boş beklemek, oyalanmak; 2.Musallat olan sinekleri kovmak için
hayvan kafa, kulak ve kuyruk sallamak.
sinekli:
Ağırcanlı, tembel, uyuşuk..
sineklik: Güğüm,
testi, küp vb. su kaplarının konulduğu yer.
siñirsek:
Nemlenme sonucu gevrekliğini kaybetmiş, ağızda çiğnenmesi zorlaşan yiyecek.
siñirsi: kuru,
nemliliğini kaybetmiş
siñmek: 1.nüfuz
etmek, işlemek; 2.korkudan sessizleşmek; 3.gizlenmek
siñnenmek:
saklanmak, gizlenmek, kamufle olmak
sirke: bit
yumurtası
sirkelemek: Bit
yumurtlamak.
sirken: yabani
ıspanak
sivilci: sivilce
sivri: 1.Uzun
ince kimse, 2.Dikkat çekici davranışlarda bulunan kimse.
sivritmek: Bıçakla
veya kalemtraşla kalemin ucunu açmak.
sivtinmek:
Kaşınmak, omuzları oynatarak kaşınmaya çalışmak.
siyim siyim:
Yağmurun ince ince yağış şekli.
siyinti: Sızıntı
veya saçaktan damlayan yağmur suları.
siylek: susam
bitkisi
siymek: Erkek
işemek.
sobi:
Saklambaç oyunu, sobe.
sobilemek:
Saklambaç oyununda taşa ebeden önce gelmek.
soda:
karbonat
soğuk geçmek: Üşüterek
hastalanmak.
soğuklanmak:
serinlemek
soğukluk: 1.Ara
bozmak için yazdırılan muska, 2.Sabah ve akşam serinliği.
soğuk vurmek: Şiddetli soğuk
etkisiyle bitkiler ölmek.
soğulcan: solucan
sok cebiñe: Yapılan bir iyilik ücreti olarak para teklif eden birine sitemle karışık, yaptığı şey için karşılık beklemediğini anlatır.
sokugafa: Başı
öne eğik dolaşan, içten pazarlıklı kimse.
sokulgan: Atak,
girişgin, sosyal kimse.
sol: Uzak,
soğuk, aksi, ters duran kimse.
solluk:
kaldıraç, manivela
soluğalmek: Dinlenmek.
soluğan: 1.Nefes
nefese kalma durumu, 2. Nefes darlığı çeken kişi, astımlı.
soluğu gabarmek: Yorgunluktan nefes
almakta zorlanmak.
soluklanmak: Ara vermek,
dinlenmek.
soluk soluk: Ara
ara, dinlene dinlene
somudak: asık
suratlı, somurtkan
soñ:
Doğumdan sonra çıkan kan ve pıhtı karışımı şeffaf deri, plezenta.
sôna: sonra
sônadan görme gavurdan dönme: Eski inanç ve
alışkanlıklar kolay değiştirilmez.
soñkesen: Ailenin
son çocuğu.
soñu gelmek: Doğum sonrası
plezentanın düşmesi.
soñ zaman: Bir
sürecin son vakitleri. (Irâmetlik soñ zaman iyice çökdüydü)
sopayassırı:
dayaklık, sopayı hak eden
sormak: emmek,
emer gibi içine çekmek, somurmak
sormaşeker: Ağızda
sorularak eritilen sert şeker.
sormuk: Bebeğin
emmesi için bezin içine sarılan tatlı yiyecekler.
sormuk çiçeği: Pembe
renkli çiçeklerinin kökü tatlı olduğu için emilen bir orkide türü.
sorudak:
somurtkan, asık suratlı
soruşmak: Islak
bir şeyin suyu çekilmesi, kurumak.
sorutmak: 1.Yüz
asmak, somurtmak, düşünceli ve keyifsiz durmak; 2.Ayakta hareketsiz durmak.
soyunku soya, sümüğüñkü sümüğe: Herkes aslına
çeker.
söbü: oval
biçimli
Söğüdaltı: Dere
boyunca devam eden ağaçlık bölgeye verilen ad.
Söğütcük: Bir
mevki adı
sökel: Güçsüz,
düşkün, hasta.
söküntü: 1.Bir
örgü sökülerek elde edilen ip, kullanılmış ip; 2.Eski binalar yıkılarak elde
edilen inşaat malzemesi.
sönge: Fırın
taşını temizlemeye yarayan, uzun bir sırığın ucuna bağlanmış bez.
sörpümek: Ot ve bitkiler canlılığını yitirmek.
söve/söğe: Kapının
kenarlığı yapılan uzun taş veya kapı kenarına vurulan sıva. Pervaz
söz bir Allah bir: Allahın birliğiyle
sözüne edilen yemin.
söze bakmek: Önerileri dinlemek,
uyumlu ve uslu olmak.
söz temsili: Sözün gelişi,
örneğin.
sözünden çıkmamek: Birinin sözüne
uymak, davranışlarını ona uydurmak.
sucuk gomek: Mahalle fırınında
sucuk pişirmek.
su dökmek: Küçük apdestini
yapmak, işemek.
su dökünmek: Boy abdesti almak.
su gaçırmek: Kap veya boru su
sızdırmak.
su gapmek: Yara içine su
alarak azmak.
sulfolmek: Uzlaşmak, anlaşmak.
sulungur: Aptal,
sersem, şaşkın, işe yaramaz.
sumsaklamak: Hafif
yumrukla hırpalamak, yumruklamak.
su nanesi: Sulak
alanlarda çıkan yaban nanesi, yarpız.
sunmak:
1.uzanmak, el uzatmak, dokunmaya çalışmak; 2.Kedi köpek yiyeceğe uzanmak.
sundurmak: zarar
vermek maksadıyla dokunmaya çalışmak
sur:
Yumurta, karaciğer vb. de ince zar.
sûret: resim,
vesikalık fotoğraf
susa: asfalt
yol (şose)
su saldırmek: Artezyen kuyusu
açmak için sondaj yaptırmak.
su selası: Cenazenin
yıkanmakta olduğunu bildiren sela.
su sulamek: Herhangi bir yeri,
tarlayı sulamak.
su tası: bardak
so yolağı: Suyun
aktığı yer, mecra.
suyolu: Şiş ile
örgüde bir motif.
su yörümek: Ağacın dallarının
sulanması.
suyuna gitmek: İtiraz etmeden,
yumuşak davranarak istediğini yaptırmak.
suyunu dökmek: Hoca cenazeyi
yıkarken ona yardım edip su dökmek.
suyu seli galmamek: Suyu bitmek, suyunu
çekmek.
südce: Karın
ağrısıyla kendini gösteren bir hastalık.
südüyen: sütyen
süllü:
Bakımsız, pasaklı, pejmürde.
sümek:
Didilmiş kaliteli yün.
sündük:
1.Açgözlü, yapışkan biçimde ısrarla bir şeyler isteyen, asalak kimse; 2.İnsana
alışık, kovmakla gitmeyen hayvan.
sündürmek: Bir
şeyi çekerek uzatmak.
sünet: sünnet
sünet etmek: Söğüt dalından
düdük yaparken kabuğun fazlalığını kesmek.
sünetlik: Sünnet
olan çocuğa verilen hediye.
sünger: 1.don
lastiği, 2.taş atmaya yarayan sapan
sünmek:
1.Çekilerek uzamak, esnemek; 2.Oruç sakatlanmak, bozulacak gibi olmak.
sürek: yürüteç
sürgü:
1.Kapıyı sürmelemek için kullanılan düzenek, 2.Ekim işinden sonra tarlanın
düzlenmesi ve tohumların örtülmesi için kullanılan gereç.
sürgülemek: Tohum
saçtıktan sonra toprağı düzleyip tohumları örtmek.
sürgün:
1.Şiddetli rüzgarla savrulan karların bir yere yığılması; 2.Ağacın köküne yakın
yerinden çıkan taze dal.
sürmek: 1.Ağaç
köke yakın yerden yeni dal vermek, 2.Rüzgar çukurlara kar yığmak. 3.Hayvanları
götürmek.
sürtmek:
1.Haşhaşı iki taş arasında ezmek, 2.Taze patetesin kabuklarını soymak için
dişli bir taşı zımpara gibi kullanmak.
sürütme: Çok
gezen ve uygunsuz davranışlar sergileyen kız.
süsbüberi: Küçük
ama çok acı biber.
süsmek:
Hayvanın boynuzuyla vurması, boynuzlamak.
süsüne bakmek: Bir şeyi hiç
kullanmayıp öylece bekletmek.
süvarilik:
pantolonun çok yıpranan arka ve diz kısmına yapılan yama
süvarilik vurmek: Pantolonun en fazla
yıpranan arka ve diz kısımlarını yamatmak.
süymek:
Fışkırıp çıkmak, düzgünce uzamak, sürgün vermek.
süzek: basit
tülbentten süt süzme gereci, süzgeç
süzünmek: Gelin
erkek evine geldikten sonra, kendisini izlemeye gelenler için öylece durup
beklemek.