Kara Musa'lardan başlamak lazım. Garamusaoğlu Ali'nin oğlu olmamış, beş kızı var. 1847'de vefat ettiğinde Havva, Ayşe ve Fatma evli olup, Emeti ile Ümmühan henüz küçükler. Kayınpederinin vefatından sonra dava açan Ahmet oğlu Ahmet, büyük kardeş Havva'nın kocasıdır. Onun davası ise şu: 'Sağlığında kayınpederim damıyla samanlığıyla evini bana satmıştı' deyip bunların mal paylaşımından çıkarılmasını istiyor ve davayı kazanıyor. Artık Garamusaların ev büyük damada geçiyor, ihtimal kaynanası ve iki küçük baldızının bakımını da üzerine aldı Ahmet oğlu Ahmet... Bu ev şimdi Gocamatlar olarak bilinen Tektaş soyadlı ailenin evidir.
Ortanca kız Fatma/Fadime'nin evliliğine dair bir kayıt bulunmuyor. Ancak Ayşe ablası Tureyc/Tureşoğlu Mustafa'ya varıyor. Tureşlerle Garamusalar da komşu zaten, kayınpeder vefat edince iki bacanak komşu olarak da başbaşa kaldılar. Tureşlerin evi Garamusalarınkinin batısındaymış. Fakat kayınpeder Garamusaoğlu Ali ölünce mahkeme kanalıyla büyük damat Goca Ahmet evi üzerine almıştı ya, meğer diğer yarısını da Tureşoğlu Mustafa almış. İşte bu yüzden Gödeşler ile Gocamatların ev sırt sırtadır...
Tureşlerin neden böyle bir lakapla anıldığı bilinmiyor. Kekliği andıran bir kuş çeşidine dürrac/turaç deniliyormuş. İki asır önce Eğret'te de bol bulunduğu düşünülen bu kuşla ilgili olmalıdır lakap. Nasıl Keklikler, Gödeler, Banguşlar diye lakaplar oluşurken bu kuşlarla bağlantı kurulduysa, Tureşlerde de böyle bir yol izlenmiştir. Evde beslemiş olabilirler, çok avlamış olabilirler, onun sesini yahut yürüyüşünü taklit etmiş olabilirler veya halk turaç kuşuna benzetmiştir...
Tureşoğlu ile Ayşe Hanım evliliğinden bir oğlan ve iki kız dünyaya geliyor; Mehmet Ali, Ayşe ve Emine... Sonra Garamusaların kızı Ayşe Hanım vefat ediyor. Başka bir Ayşe ile, Ayanoğluların kızıyla evleniyor. İkinci hanımını ilk eşinin vefatından önce de almış olabilir, orası net değil. Kesin olan şu ki, ikinci Ayşe Hanımdan Ahmet ve Emeti/Ümetullah dünyaya geldiler...
Tureşoğlu Mustafa'nın çocuklarının durumunu söyleyince taşlar oturacak. Büyük oğlu Mehmet Ali, Tingildeklerin dedesidir. Emine, Büküroğlu Hüseyin'e vardı ve Bükürlerin ninesi oldu. Ahmet, Gödec diye lakaplandı, Gödeşlerin dedesi; Emeti, Küpelilerin İbrahim'e vardı, Urganlı ve Teke'nin anasıdır...
Gelelim Ayşe'ye... Tureşlerin kızına daha çocukluğundan itibaren Tureş lakabı takıldığı anlaşılıyor. Belki Eğret'te çok yaygın bir yakıştırmayla Danagızı, Ganigızı, Paşagızı örneklerinde görüldüğü gibi Tureşgızı biçiminde başlamış olabilir bu yakıştırma... Ama neticede Ayşe bu lakapla bütünleşmiş. Hatta sülalesinin lakabı iki erkek kardeşinde tamamen değişerek Tingildekler ve Gödeşler kollarına ayrılmasına rağmen, varlığını beş kardeş içinde yalnız Ayşe'de sürdürebilmiş. Bu açıdan da Ayşe'ye Tureş denilmesi önemlidir...
Sülale adını sürdürmesinin yanında Ayşe'ye Tureş lakabının takılmasında güzelliğinin payı olduğu da düşünülüyor. Şu durumda Tureşgızı ile başlayan lakaplanma süreci, tek başına Tureş ile noktalanmasının gerekçesi temellenmiş olur. Çünkü turaç kuşu da gerçekten güzel görünüşüyle dikkat çekermiş.
Tureş Ayşe 1864 yılında doğdu. Çocukluğundan itibaren Tureş/Turaç lakabına muhatap olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Vakti geldiğinde onu Ayanoğlulardan Halil'e verdiler. Turaç'ın analığı Ayanoğlulardan olduğu hatırlanacaktır, o sülale ile başka irtibat olmasa bile analığının bu evlilikte etkili olduğu düşünülebilir.
Turaç Hanımın kocası Ayanoğlu Halil hakkında çok bilgi yok, hatta doğum tarihi bile bilinmiyor, karısıyla emsal veya ondan biraz büyük olduğunu farz edersek 1888'de temel askerliğinin sonlarında bulunuyordu. O dönemde dört yıllık temel ve sekiz yıl kadar süren redif askerlik sistemi uygulanıyordu. Dört yıl bittikten sonraki rediflik dönemi, uzun ve sık izinlerle biraz daha rahat bir askerlik süreci demekti. Bu yüzden bir erkeğin askerliği 12 yıla kadar uzayabiliyordu.
Ayanoğlu Halil'in rediflik dönemini yaşayamadığı anlaşılıyor. Çünkü 1888 yılında Alasonya'da birliğinde vefat etmiş. Şehitlik kavramı günümüzdeki gibi ayağa düşmediğinden o yıllarda asker ölümleri böyle ifade ediliyordu. Fakat onun şehadetinden dört beş yıl sonra, 1893'te düzenlenen bir belge sayesinde ancak bunlardan haberdar olabiliyoruz.
Belge ve mahkeme sürecine gelmeden önce, kocasının ölüm haberini alan Turaç Ayşe Hanımın hikayesini sürdürelim. Bahsedilen dönemdeki Türk aile kurumu çok sağlam inşa edilir, şimdiki gibi hafif sarsıntıda yıkılacağı düşünülmezdi. Boşama ve boşanma yok gibiydi, kurum eşlerden biri ölene kadar sürerdi. Gelin dul kaldığında ise ana babasının evine dönmez, merhum kocasının ailesinde kalır, evlendirilecekse yine o aile içinde evlendirilirdi. Bu durumda da söz sahibi babası değil, baba yerine geçen gayınta/kaynatası olurdu. Şu durumda Turaç'ın kaynatası Ayanoğlu Ömer, çok sevdiği gelinini diğer oğlu Hüseyin'e vermeyi düşünüyordu. Köyde çok yaygın ve trajik sonuçları olan bu adeti 'Eğretli Ezo Gelinler' başlığıyla ele almıştık...
Turaç Hanım dul kaldığında taze gelin sayılırdı, çocuğu da yoktu. Kendi geleceğine dair söz hakkı bulunmuyordu, bununla beraber kayınpederine de saygılıydı, verilecek karara boyun eğecekti. Gelgelelim merhum kocasının küçük kardeşi Hüseyin bu evliliğe yanaşmadı. Nişanlısıyla evlenmekte ısrar ediyordu.
Israr etti ve Ayanoğlu Hüseyin nişanlısıyla evlendi. Onun karısı Ümmühan Hanımdan da bahsetmek lazım... Yaşayan torunları onun Turaç'ın kardeşi olduğunda ısrar ediyorlar, ancak Tureşoğlu Mustafa'nın böyle bir kızı olduğuna dair bulgu yok. Söylentiye dayanak yalnızca Kölgecinin Turaç Hanıma teyze demesi, daha doğrusu ortada bir teyze kavramının dolaşmasıdır. Yerleşik kanaatin tek sebebi budur ve bence yanlış anlaşılmaktadır.
Olayın doğrusuna yönelik tahminimi söyleyeyim. Ümmühan ile Turaç, teyze çocuğu oluyorlar. Hafızamızı tazeleyelim, Garamusaoğlu Ali vefat ettiğinde beş kızının üçü evli ikisi de çocuk yaştaydı. Küçük kızlar Ümmühan ve Emeti büyüyemeden vefat ettiler. Ablaları kendi çocuklarına, küçükken ölen kardeşlerinin adını verdiler. Turaç'ın kardeşi Emeti'nin hikayesi böyle. Fatma/Fadime teyzesi de bir kızına Ümmühan adını vermişti, işte Ayanoğlu Hüseyin'in hanımı odur, yani Turaç'ın teyzesinin kızı... Ayrıca bazen teyze çocuklarının birbirine teyze dediği de unutulmamalı...
1889/90 Yıllarında Ayanoğlu Hüseyin, babası da dahil kimseyi dinlemeyerek Ümmühan ile evlendi. 1891 Yılında Ayşe adını verecekleri bir kızları dünyaya geldi. Bu arada babası Ayanoğlu Ömer de vefat etti ve bütün bunlar olurken Turaç Hanım hala o evdeydi. 1892'de merhum kocasının gaipliği davasını açtığında durum bu idi. Dava açıldığında kayınpederi hayatta olabilir, ama sonuçlandığında vefat etmişti.
Davaya gelelim... Küçük oğlu Hüseyin'den ümidi kesince, Ayanoğlu Ömer dul gelinini kendi sağlığında başgöz etmek için acele etti, böylece dava açıldı. Niyeti, Turaç'ı yeğeni Derviş Ahmet ile evermekti... Davanın amacı ve özü şudur; kocan ölmüş, yeniden evleneceksin, ama dul olduğunu ispatlamalısın önce. Şimdiki gibi Mernis filan yok, bunun kaydı kuydu da tutulmuyor... Yalnız doğrudan benim kocam öldü bunu kayda geçirin diye başvurulmuyor. Mahkemeye 'Kocamın falancadan şu kadar alacağı vardı, payıma düşen miktarın tarafıma verilmesi...' diye başvuruyorsun. Borçlu kişi de diyor ki 'Benim borcum kocasına idi, öldüğü ne malum?'... Bunun üzerine iki şahit gösteriyorsun, onlar da merhumun nerede ne zaman nasıl öldüğünü, nasıl defnettiklerini bütün ayrıntısıyla anlatıyor. Böylece her şey kayda geçiyor, sen de istediğin hisseyi alıyorsun. Fakat asıl amacın dul olduğunu ispatlamaktı, onu da elde ediyorsun... Turaç Hanımın davası da aynen böyle işliyor ve 1893'te sonuçlanıyor. Artık Ayanoğlu Derviş Ahmet ile nikahlanabilir...
Turaç Hanımın Derviş Ahmet ile evlenmesinde tek etken merhum kayınpederi olmayabilir. Babası Tureşoğlu Mustafa'nın ikinci eşi, yani Turaç'ın analığı da Ayanoğlulardan demiştik. Doğrudur ve Derviş Ahmet'in ablasıdır. Yani Turaç Hanımı bu evliliğe babası ve analığı da teşvik etmiş olabilirler...
Bir başka husus da Derviş'in Turaç'tan 10 yaş daha küçük olduğudur... Her neyse, evlendiler ve 1902 yılında bir oğulları oldu, adı Seydi Ahmet. Bu isimde Karacahmet etkisi dikkatlerden kaçmasın, Ayanoğlu Ahmet'in dervişliği Karacahmet Sultan ile alakalı olabilir. Bir diğer hususu da belirtelim, Derviş ile davadan hemen sonra evlendikleri düşünülürse sekiz dokuz yılda başka çocuklar da olup vefat ettikleri ihtimali bulunuyor. Zaten Seydi Ahmet de çok yaşamıyor, babasıyla art arda bir kaç yıl içinde vefat ediyorlar. Yani Turaç Hanım yine dul, yine yalnız...
Öte yandan Ayanoğlu Hacı Hüseyin ile evlenen teyzesinin kızı Ümmühan, 1902 yılında bir oğlu dünyaya geldikten kısa süre sonra vefat etmişti. Bakıma muhtaç çocukları, özellikle oğlu Ömer için yeniden evlendi. Fakat çocuklarına tam 'üvey annelik' yaptığını fark edince bu hanımıyla kısa sürede ayrıldılar. Turaç Hanım dul kaldığında Ayanoğlu Hüseyin'in evindeki vazıyet böyleydi.
Kader Turaç Hanım ile Hacı Hüseyin'in yollarını bir kez daha kesiştirmeye niyetlendiği sırada ikisi de kırkını aşmışlardı. Ayrıca Turaç Hanımda bir gönül kırgınlığı da vardı, bu yüzden Hüseyin ile evliliğe sıcak bakmıyordu. Diğer yandan ortada öksüz yeğenleri, özellikle daha pek küçük Ömer vardı. Onunla aynı yaştaki Seydi Ahmet'i de yeni ölmüşken, içinde bir boşluk oluşturan analık duygusunu Ömer'i bağrına basarak doldurabilirdi. Bu duygularla Hacı Hüseyin ile evlenmeyi kabul etti.
Aslında gönülsüz gerçekleşen bu evlilik herkese iyi geldi, çünkü tam da Ömer'in bir anaya Turaç'ın da yavruya ihtiyacı olduğu zamandı... Ayşe gelin edildi, babası Ayanoğlu Hacı Hüseyin de bir süre sonra vefat etti. Böylece yeğeni küçük Ömer ile başbaşa kaldılar. Teyze ana yarısı derler, Ömer de teyzesi bildiği Turaç'ı bundan böyle anası kabul edecektir. Öylesine hürmet, öylesine sevgi ki dışarıdan bakanlar onları hep ana oğul zannetti...
Halkın gözünde Turaç Hanım da Ayanoğlularla özdeşleşmiş. Üç eşi aynı sülaleden, son durumu da Ömer'i ana gibi bağrına basmak olunca, o sülaleye Turaçlar/Tureşler demeye başlamışlar. Tureşlerin kimler olduğunu yukarıda anlattım, şimdi gerçek Tureşler yerine Ayanoğluların bir koluna bu yakıştırma yapılmasının sebebi sadece Tureş Hanımdır. Ömer ile Turaç Hanımın bütünleşmesini göstermesi açısından ilginç bir durum...
Oğulcuğu Ömer'in evliliklerini ve torunlarını da görmüş Turaç Hanım. Ömer'e Kölgeci lakabı ne zaman verildiği bilinmiyor, ancak Kıyır/Kayır soyadını aldığı 1934 yılında da oğlunun evinde bulunuyormuş. Ne var ki oğlunun nüfusuna kaydetmemişler memurlar. Belki yasal engel vardı. Zira Ayanoğlular sülalesinde üç evlilik yapmış, son evliliğinin çocuğunun evinde duruyor, ama resmi olarak Ayanoğlularla bağı görünmüyor. İlk kocası çocuksuz şehit olmuş, ikinci kocasının vefatından hemen önce tek oğlu ölmüş, üçüncü kocasından yadigar yeğeni Ömer de onun çocuğu değil... Bu durumda onu küçük kardeşi Gödec Ahmet'in kütüğüne kaydedip Seviş soyadını vermişler.
Nüfus kayıtlarına Ayşe Seviş'in 28 Mayıs 1946'da vefat ettiği işlenmiş. Bacıdede'nin defterini incelediğimde bu kaydı göremedim. Herkes tarafından bilinen Turaç Hanımın vefatını Bacı Seydi dedenin ıskalaması mümkün olmadığına göre işin aslı başka olmalıydı. Yakın tarihlere baktım, 7 Mayıs'ta 'Galgancıların Ayşe Ninenin ölümü' ibaresi var. Rahmetli Osmanlı Türkçesi ile tuttuğu kayıtlarında hiç soy isme yer vermemiş, tanımlamaları hep lakaplar ve sülale adlarıyla yapmış. Kendinden sonra defteri devralarak Latin harflerine çevirenler, yorum olarak soyisimleri de eklemişler. Galgancıların Ayşe Ninenin soyadını da doğal olarak Aytar diye belirtmişler. İşin garibi Galgancılarda gerçekten Ayşe nine olduğu için, ben de o kaydı hep Ayşe Aytar diye yorumladım. Sonradan anladım ki '7 Mayıs 1946 günü vefat eden Galgancıların Ayşe Nine' Turaç Hanımdır. Çünkü Kölgecilere Galgancılar dendiği de bilinen bir ayrıntı...
Resmi kayıtlar, yerel kayıtlar, birbirine giren sülale adları ve lakaplar... Durum iyice karmaşıklaşsa da Turaç Hanımın 1946 Mayıs'ında 82 yaşında vefat ettiği gerçeği değişmiyor. Tabi o günden beri Turaç lakabının kullanılmadığı, 'Son Turaç'ın 1946 Hıdrellez ertesinde toprağa verildiği de...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder