Eğret'te seyman kavramını hatırlayalım. Düğünlerde eğlenceyi sağlayıp düzenleyen, genellikle güveyinin arkadaşlarından oluşan gençlerdir. Hepsine seyman denir, ama özellikle seymanların alamet-i farikası haline gelen Gocacami'deki köy sancağını taşıyan kişi seyman olarak bilinir. Böyle olunca düğün boyunca sancak taşıma hakkını elde etmek belli şartlara bağlanmış. Zamanla kurallaşan bu şartların başında kişinin gabadayı, yani boylu poslu ve güçlü olması gerekiyor. Çünkü ardıç direği ve kütüklüğüyle çok ağır olan sancağı taşıyabilmek her babayiğidin harcı değildir. Bir diğer şart da seymanın maddi güce sahip bulunmasıdır, çünkü çok taliplisi olduğundan sancağı camiden alabilmek için ihale şartı getirilmiş. Daha fazla parayı ödeyen kişi sancağı alarak seyman olur, bu arada cami ihtiyaçları için de bir gelir kapısı kendiliğinden oluşturulmuş. Seyman durma hakkını elde eden kişi ve arkadaşları eğlence organize etmeyle birlikte seyman lığı gövde gösterisine de dönüştürürlermiş. Özellikle başka köylerden gelin almaya gidince bu gövde gösterisi meydan okumaya dönüşür, güreş gibi oyunlar ve başka yarışlar da düzenledikleri olurmuş.
Anıtkaya'da 1960'lara kadar devam eden seymanlığın Ankara merkezli seymenlerle ilişkisi olduğu düşünülebilir. Ancak Derleme Sözlüğünde tam da bizdeki anlamıyla Ege ve Marmara bölgesinde ağırlıklı olmak üzere 'seyman' biçiminde yer aldığı görülüyor. Köken bakımından akraba olsa da seymen ile seymanın farklı kelimeler olduğu düşünülebilir.
Şimdi Mustafa Argun'dan derlenen Kütahya/Tavşanlı yöresine ait türkünün sözleri üzerinde duralım.
Kayaköy'ün alt yanında değirmeni
Benim de yarim şu düğünün feymanı
Nazlı kızı Hasan oğlana vermeli
Telli de yazmaları oyaladın mı
Sırça da parmakları boyaladın mı
Kayaköy'ün de alt yanında bostanı
Benim de yarim telli de giyer fistanı
Varın bakın nazlı da yarim hasta mı
Telli de yazmaları oyaladın mı
Sırça da parmakları boyaladın mı
Türküyü ilk defa yenilerde dinlediğimi itiraf edeyim. Dinledim ve kulağımda asılı kalan da ilk kıtadaki 'Benim yarim şu düğünün seymanı' dizesi oldu. İşte bizim seymanları anlatan bir türkü dedim, kendi kendime... Yok kendi kendime de değil, yanımdakilere söyledim ve başladım seyman kültürünü anlatmaya...
Kendimi öyle kaptırmışım ki, iddia ettim bizim buralara yakın bir yörenin türküsüdür diye... Baktılar kızlar, gerçekten de öyleymiş. Ama benim anlattığım seymanla ilgisi yokmuş, çünkü kelime seyman değil feyman imiş. Yanlış yazmışlardır, seymandır o seyman, diyerek direttim...
Yanlış yazmışlardır, zira türküdeki Eğret kültürüyle ilgili ögeler seymanla sınırlı değildi. Daha ilk mısradaki değirmen kelimesi de yanlış yazılmıştı mesela... Bizim köyde söylendiği gibi 'deymen' olarak yazılıp söylense hem ölçü ve ritim tutturulur hem de seyman ile kafiye oluştururdu. Demek ki seymanı değiştirdikleri gibi deymeni de değiştirmişler.
Kavuştaktaki telli yazmaların oyalanması (ki bu kelime türküde tıpkı Anıtkaya'daki gibi 'uyalamak' biçiminde söyleniyor), sırça parmakların boyalanması, serçe parmağa özellikle bizdeki gibi 'sırça' denilmesi vb hepsi türkünün bize çok yakın olduğunu gösteren ögeler... Tabi bununla da sınırlı değil; kadınların çeyizevinde oynadıkları düz oyunun ritmine çok benzediğini de ayrıca işittim...
İlk fırsatta feyman-seyman meselesine eğildim. Derleme Sözlüğünde seyman ile ilgili yukarıda belirttiğim bilgileri buldum, ki bu kültürün ne kadar yaygın olduğunu da anlamış oldum. Gel gör ki 12 ciltlik aynı sözlükte feyman kelimesi geçmiyor bile. Bırak kültürünü, herhangi bir köyde işitilmemiş, duyulmamış, derlenmemiş... Kişi ismi olarak kullanılıyor, ama onun da bu türküdeki anlamıyla alakası yok...
Kısacası aslı seyman olan kelime yanlış derlenmiş, bu yüzden yanlış söylenmiş ve yazıya yanlış geçirilmiş. Bu türküde anlatılan bal gibi seyman kültürüdür...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder