Tarafsızlığımı bozan denge kaymasında Kıtmir'in kefesi oldukça ağır basar. Körhoca dedemin yazdığı nazar duasında onun ismi mağara arkadaşlarının tam ortasında yer alıyordu. Şimdi son zamanlarda Kehf suresinin tefsiriyle biraz fazla ilgilenmiş olabiliriz, haliyle orada da başrollerde yine Kıtmir bulunuyordu.
Kıtmir'den Kehribar'a geçiş de çok sert değildi. Aslında bir anda oldu, ama çok yumuşaktı. Aynı köpekten bahsedildiğini Kehribar Geçidi'ni okumadan anlayamazdım. Sonuçta yedi mağara arkadaşının sekizincisi olan bir köpek, bana bu hayvan milletine sempati duymamı sağladı...
Bugün kekik toplama bahanesiyle dağa gittik, asıl amaç kekik değil, uzun zamandır buraya gelmek isteyen komşularla dağ gezintisiydi. Kalabalık grubumuzla yukarılarda biraz dolaştıktan sonra Bödününçeşme'ye indik. Yedik içtik, dinlendik. Bu sırada oranın müdavimi olduğu anlaşılan iki köpek sürekli çevremizdeydi. Tazı kırmasına benzeyen bu hayvanlar oldukça zayıftı ve tuhaf bir biçimde birbirine çok benziyorlardı. Belki de kardeşler, ama biri gri diğeri de samansarısı rengiydi. Hem birbiriyle oynaşan hem de bizden bir şeyler uman bu hayvancıkları beklentilerinde yanıltmayıp ekmek, kemik filan verdik. Kadınlar fazla yanımıza yaklaşmamaları konusunda titizleniyorlardı, sonra ne oldu bilmiyorum. Yalnız biz genel olarak köpeklerin son yıllardaki acıklı durumuyla ilgili bir sohbete daldık...
Böyle bir başka sosyal köpekle babamın cenazesinde karşılaşmıştım. Koca bir köpek tabutun başında bekleyen bizim yanımıza kadar gelmiş. Ben o soğukta elimi kokladığında fark edebildim ve gayri ihtiyari biraz ürktüm. Kocaman bir köpek ve tabutun başında aniden beliriveriyor. Sonra anlattılar, çekinecek bir durum yokmuş, her cenazeye katılan bir köpekmiş. Evet, cenaze köpeğiymiş. Çoğu cenazede hazır bulunurum, ilk defa görüyorum hayret. Dediklerine göre mezarlığa kadar gider, defin bittikten sonra geri dönermiş. Neredeyse yarı kutsallık izafe edilen bu köpeğin akıbetini de bilemiyorum, belki hala cenazeye katılma görevini sürdürüyordur.
Gecikmiş öğle namazından sonra arka yamaçlarda biraz kekik toplarım düşüncesiyle çeşme düzlüğünden ayrıldım. Tek tük çiçekti, bazı tomurcuktu, çoğunluk sürgündü derken önüme çıkan kekiği koparıyorum. Bayırı ne kadar kavradığımın da farkında değilim. Güneş Bahçecik istikametinde inişe geçmiş, ikindi yaklaşıyor.
Birden ortalığı çan sesleri kapladı. Aaa dağınık bir koyun sürüsü... Arada keçi de görünüyor... Her biri kafası yerde kah duruyor, kah sağa sola bir kaç adım atıyor, düzensiz bir yürüyüşle yayılarak ilerliyorlar. Akşam yaylımına çıkan bu sürü kimin ki? Bir zamanlar yüzden fazla sürünün cirit attığı bu dağlarda şimdi küçük bir sürüyü görmek bile değerli geliyor. Bu anı kaçırmak istemiyor, değişik açılardan fotoğraf alıyorum. Bir elimde çanta, diğerinde telefon güzel poz yakalama derdindeyken ne göreyim, iri sayılacak bir köpekle göz gözeyim... Ürpermedim dersem yalan olur, hatta korktum. Çünkü bu bir koyun köpeği; iri, korkunç görünümlü ve koruma güdüsüyle yabancıya karşı saldırgan oluyorlar. Hayır bu saldırmadı, öyle bakıyor...
Derken biraz ileride ikinci bir köpeği farkettim. O da aynı şekilde durmuş, öylece bana bakıyor. Üzerimde dört korkunç göz var, sadece onların nazarı üzerimde, gözlerin sahibi köpek bedenleri kıpırdamıyor. Ben de aynı şekilde kıpırdamıyorum, ama bu durumun yanlışlığını anlayıp görmezden gelmek istedim. Görmemiş gibi yapabilirim, ama korku duygusunu ne yapacağız. Bir de korktuğumuzda salgıladığımız şeyi bu hayvan hisseder daha da saldırganlaşırmış. Korkmamam da lazım...
Sürü kimin acaba? Bu çoban da nerede kaldı... Gelse şunları kontrol eder, ben de yürür giderim. Şimdi yürüyüp gitsem korkup kaçtığımı sanıp saldırırlarsa... Bu korkulu bekleyiş arasında eğilip kekik filan koparıyorum da... Ne kopardığım belli değil...
Birden köpeklerle konuşmak geldi aklıma. Konu ne olursa olsun, bu hayvanlara söylenen sözlerin tesir ettiğini, bu hususu daha önce deneyip başarılı olduğumu hatırladım. Bundan dokuz yıl öncesine kadar, şimdi Rahvan At Merkezi yapılan geniş çayırlıkta her gün koşardım. Bir gün, bir grup köpeğin ürüşerek üzerime doğru koştuklarını gördüm. Çok korktum, ama kaçacak bir yer yok... Ne yaptığımı bilmez biçimde ben de bunlara doğru koşmaya başladım. Destansı bir çarpışma olacak... Ama olmadı, çünkü düşman sebepsizce önce yavaşladı, durakladı ve durdu... Onlar durunca canıma minnet, ben de durdum. Ama tamamen silah bırakmak olmazdı, peki ne silahım vardı ki?.. Başladım bunlara söz bombası atmaya, şimdi hiç birini hatırlamadığım bir sürü şey söyledim. Bazı mıyıklamalar, tek tük havhavlar dışında ses çıkarmadılar. Sanki beni dinliyor ve anlıyorlardı... Çekip gittiler... Bundan sonraki koşularımda mutlaka elimde bir değnek bulundurdum, ama hiç ihtiyaç olmadı, çünkü bana artık ilişmediler. Sözlerim etkili mi olmuştu ne...
Eski zamanlardaki gibi konuşmaya başladım. Farklı olarak alçak sesle söyledim, zira onlar sakindi, korkuyordum ama ben de sakindim. Dedim ki: "Benden size ve koyunlara zarar gelmez, kekik topluyorum o kadar... Biraz sonra siz yolunuza, ben yoluma... Ayrıca vazifenizi de iyi yapıyorsunuz, bak geride kalanları bırakıp gitmediniz... Güzel köpeklersiniz..." Buna benzer şeyler... Zaten önceden de yerlerinden kıpırdamıyorlardı, konuştukça beni dinliyorlarmış gibi geldi. Hatta öndeki kuyruğunu hafifçe salladı...
Nihayet çoban göründü. Daha doğrusu görüntüsünden önce sesi geldi. Tanıdık bir ses, kimin acaba...
- 'Nasıl oldu da gelivemedilê?' Biraz daha yaklaşınca tanıdım, Ercan idi... Sorusuna;
- 'Zararsız olduğumu anladılar herhal, ondan gelivemediler.' karşılığını verdim. Sonra sürüden, koyunculuktan filan bahsettik. Ona da biraz önce köpeklerden korkmamış gibi davrandım... O, sürünün peşinden giderken ben eğilip kalkarak gördüğüm kekiği almaya devam ettim...
Fakat aklımdan köpeklerle karşılaşmamız çıkmıyor. Gerçekten köpeklerin beni dinlediğini ve dediklerimi anladıklarını düşündüm. Gerçek olamaz mı? Neden olmasın?...
Hayat ne garip, insanlara kendimizi ve derdimizi anlatamıyoruz. Bize bu fırsat verilmiyor. Mahkemelerde duruşmalarımızın izlenmesi yasak, bunların haberleştirilmesi yasak. Halk olanlardan haberdar olmasın isteniyor. Medyada, sosyal medyada, basında bize sövülmesi hakaret edilmesi serbest, hatta şart... Yandaşları geçtim muhalif TV programlarında bile ihraç edilmiş birini göremiyorsunuz. Halk söyleyeceklerini duyar da tılsım bozulur diye korkuyorlar...
İki gün önce bir düğün vesilesiyle yıllardır görüşemediğimiz arkadaşlarla bir araya geldik. Cezaevi hatıraları konuştuklarımızın çoğunluğunu teşkil ediyordu. Şu anlaşıldı ki, oralarda adi mahkumlarla bizi aynı ortamlarda tutmamalarının sebebi de bu, başkalarıyla konuşmamıza engel olmak. Konuştuğumuzda muhatabımızın gerçeği öğrenmesinden korkuyorlar.
Gerçi bazı sözümona insanlara ne anlatsan boş. Onları 'hayvandan da aşağı' kategorisinde değerlendirmek lazım. Köpeğe tesir eden sözler insana işlemez mi...
Köpeğe tesir eden sözler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder