27 Kasım 2025

Söğütcük'te...


    Şamlı çeşmesinin su yolunu kazarken müthiş hikayeler derledim. Bir gün Söğütcük, defineciler, kazıcılar, mağara, çukur derken konu varacağı yere varmıştı. Şekeralilerin Ali Omak "Duruñ bi de ben añnaden" diyerek, konudan fazla uzaklaşmadan yaşadığı ilginç bir olayı anlattı. Biz dinlerken gülmekten öleyazdık.

    Söğütcük'ün hemen ucundaki bayırda gırañ başlar. Aslında Gocagır'ın başlangıç noktası bu gırañ kabul edilebilir. Ali orada koyun güdüyormuş. Yaz günü; sabah yaylım bitirilip kuşluk vaktinde malı eve götürüyor, kendisi de gün boyu işine bakıyor.

    O sabah daha güneş doğmamış, yavaş yavaş dağıtmadan hayvanı aşağıya Söğütcük düzlüğüne indirmeyi düşünüyor. Yan taraftaki tarlada Gavalcıların yulaf var, oraya da girmesinler diye bir yandan gözetliyor. Fakat ne kadar gözetlese de hayvan bu, bir tarafa dikkat ederken öte yandakini kontrol edemezsin. Ali'nin korktuğu başına gelmiş ve koyun tek tek dağılmaya başlamış.

    Bu arada alacakaranlıkta bir kaç tane karaltı görmüş. Bunların ot olduğu belli de, gırañda bu kadar büyük ot bitmez ki...  Burada yüksek ot olarak en fazla sığırguyruğu veya galgan dikeni çıkar, onların da karaltısı olmaz... Elindeki elektirik (el lambası)nın ışığını üzerlerine tutmuş, evet öyle, ot bunlar... Tuhafına gitmiş, kendini alamayıp otlara doğru yürümüş. Yanlarına varıp baksa ki, iki metre derinlikte bir çukur... Bu derinliği kazabilmek için ne kadar genişlik lazımsa, ona göre bir çukur tahayyül edin... Meğer bu çukurdan çıkan toprak üzerinde bitmiş uzaktan gördüğü otlar...

    Otların sırrını çözmüş, ama bu derin ve koca çukurun hikmetini anlayamamış. Bu gırañda bu çukurun ne işi var? En sonunda definecilerin işi diye yorumlamış. Elektriği tutarak gizemli çukurun orasını burasını muayene ederken eşeğin kütürtüsünü işitmiş...

    Eşeğin ağzından çıkan kütürtüden yulafa girdiğini anlamış. Çukuru koyverip ona doğru yönelmiş ve "Kırrrt! Çüşşş!" diyerek hayvanı ürkütmeye çalışmış. Başarılı da olmuş, eşek ürküp kaçmış... Ama bilin bakalım nereye? Şaşkın hayvan varıp bir küpürtüyle koca çukura düşmüş. Hadi bakalım...

    Ali gülsün mü, ağlasın mı bilememiş. Fakat telaşlanmış, çünkü eşeğin oradan çıkarılması lazım. Ne kadar uğraştıysa olmamış. Böyle muntazam çukurdan çıkmak kolay mı. Hadi hayvan ön ayaklarını yukarı atabilse, kendisi de arkadan destekle çıkarabilir. Lakin hayvan bunu akıl edemez ki... Kan ter içinde kalmış, telaşı öfkeye dönüşmüş... Sonra öfke çaresizlikle birleşmiş. Bizimki bu vaziyette çukurun başına oturmuş; 

    "Bureye bişey gömeniñ deee!.."
    "Bureyi gazanıñ daaa!.."
    "Burda mal güdeniñ deee!.."
    "Taaa! ..." diye kendi kendine gaherlenmiş... 

    Tabi bunun kimseye faydası yok, kendini rahatlatmış, o kadar... Dediğine göre abartısız orada iki saat kadar uğraşmış. Sonra nasıl olduysa talihsiz eşek toynaklarıyla eşinerek filan oradan kendi kendine çıkmayı başarmış. 

    Bu sırada gün doğmuş, ortalık aydınlanmış. Ali eşekle uğraşırken koyun çoktan suyunu içip Söğütcük düzlüğünü aşmış da Arpalık'a varmış bile...

    Şu olaydaki duygu ve heyecan yoğunluğunu ben tam aktaramamış olabilirim. Siz okurken Ali Omak'ı dinlediğinizi hayal edin ve onun sesini, öfkesini, mimiklerini hesaba katın. O zaman bizim gülmekten kırılmamıza hak verirsiniz...



Mermer Direkler

 

    İbili (İbrahim Taşkın) Söğütcük'te öküz güdüyormuş. Yaşı küçükmüş, 1960'ların ilk yılları olmalıdır... Eve dönmekte gecikmiş, iyiden iyiye gün inmeye başlamış.

    Zıhiye Osman Demir'in de aralarında bulunduğu bir kaç kişi toplanmış bir yeri kazıyorlar. Biraz da yaptıkları şeyi merak etmiş, onların yanına yaklaştığı için gecikmiş. Küçük çobanın kendilerine doğru yaklaştığını görmüş kazanlar... Eh, bir çocuğun ne zararı olacak;

    - "Kimseye demeyeceksen, gel bak" demişler. İzin çıkınca meraklı İbili oturup ne yaptıklarına, nasıl kazdıklarına, ne bulduklarına, neler konuştuklarına  bir bir şahit olmuş. 

    Bir oyuk... Ama in gibi değil, mağara gibi; kocaman... Ortasında bir mermer sütun... Kazmayı vurduklarında her yer zıngıldıyormuş...

    Hava kararırken İbili bu gördükleriyle öküzlerini alıp köye doğru sürmüş. Söz verdiği üzere gördüklerini uzun müddet kimseye anlatmamış. Belki 30 yıl sonra birilerine bahsetmiş, o kadar aramalara rağmen bu mağarayı bir daha gören olmamış. Bir türlü bulamamışlar...

    Aynı bölgede Heykel Cemal Öztürk de bir kazıda iki 'mermer direk' bulduğu, satılıp taşınacak bir şey olmadığı için kapattığı söylenir...

    Eski kabristanda, çeşmelerde ve daha başka yerlerde mermer direk dediğimiz bu sütunlardan çok var... Bunca devşirme malzemeyi nereden buldular diye şaşırıyoruz...



25 Kasım 2025

Mandıra

     ÖN NOT: Evvela bir yıl önce yazılan Madran Baba başlıklı yazıyı okumanızı öneririm..

    Tamam, Madran Baba Eğret batısındaki mevkide bir müddet eğlenmiş hatta yıllar geçirmiş olsun, bu antik yerleşimden dolayı Madran Baba lakabını almış bulunsun, gidip son yerleştiği Aydın'da asıl adı unutulacak kadar bu lakabıyla tanınsın... Bütün bunlar bizim Mandıra mevkiinin neden böyle adlandırıldığını açıklamaz ki...

    Mevki adlandırmaları genellikle yakınlarda bulunan ve herkesçe bilinen büyük bir şeye işaretle yapılıyordu. Yarıkgaya, Körguyu, Gocagedik, Guyuderesi gibi... Bazen de bir şahsa işaret edilerek mevkiye ad verilir; Tüfekciguyusu, Gobakguyusu, Çolağınçeşme, Resulbaba örneklerindeki gibi... Mevkiden öte köy isimlendirmelerinde de bu husus göze çarpar; Bayramgazi, Osmanköy, Karacahmet vb... 

     * * *

    Yolculuk zamanı, biraz gerilere gitmek gerekecek, antik çağ... Eğret'in de içinde bulunduğu Frig bölgesi, Hititlerden sonra Frigya tarihine paralel olarak çeşitli ulusların egemenliğinde bulunmuş; Lidyalılar, Persler, Roma/Bizans ve sonra Türkler... Bu dönemlerde de yerleşimler adlandırılırken bazı önemli kişilerden esinlenilmesi normaldir... Misal Çorca'ların Büyük ve Küçük Georgia adında iki kardeşe işareten Bizans döneminde; yahut Büyük ve Küçük iki komutanla ilişkilendirilerek Timur döneminde kurulup adlandırıldığı söylenir. Çevremizdeki çoğu yerlerin adında böyle hikayeler var...

    MÖ 5. yüzyılda Persler Anadolu'da hakim durumdalar. Frig ve diğer Anadolu halklarını kolayca boyunduruğu altına alıyor, mühim bir mukavemetle karşılaşmıyorlar. Artık asıl savaşları Yunanlarla yapacaklar. Tabi uzun bir süre Anadolu'da, özellikle Frig bölgesinde yerleşiyorlar. Yerli Frig halkı Pers ordusundan pek hazzetmemiş, yine de güce boyun eğiyorlar.

    Pers İmparatoru I. Darius ordusunun önemli komutanlarından biri Mardonios'dur. Bu adamın özelliği, yerli Frig halkından devşirdiği savaşçılarla birliklerini önemli ölçüde güçlendirmiş olmasıdır. Bu özel birlikleriyle Trakya'ya geçip Brygleri egemenliği altına alıyor. Sonra tekrar Anadolu'ya dönmüş: "Zira Mardonios bunlara da baş eğdirmeden bölgeden ayrılmayıp Brygleri yendikten sonra, orduyu Anadolu’ya götürmüştür. Mardonius’un ordusunda kullandığı ulusların en önemlileri ve en tanınmışları arasında Frig kabileleri de yer almıştır." *

    Mardonios MÖ 479'da ölmüş. Ordusunu Anadolu'nun neresine götürdüğü, nerede yaşadığı ve nerede öldüğüne dair bilgi yok.

     * * *

    Günümüze dönelim... Son dönemde Mandıra mevkii de kaçak kazılardan nasibini almış. Ben adını ilk defa bu vesileyle duymuştum. Diğer antik bölgelerdeki kazılardan farklı olarak defineciler burada daha büyük çaplı ve profesyonelce çalışmışlar. Tabi neticede tahribat ve talan da büyük olmuş... Ellerinde haritalar ve kullandıkları teknik aletlerin yardımıyla  defalarca kazmışlar. Kazılarda işgücünden yararlanmak için yanlarında bulundurdukları bir kaç kişiyle konuştum, buna göre Mandıra bölgesi büyük bir yerleşim izlenimi vermiş.

    Mandıra'nın her yanı mezar olduğunu söylüyorlar. Geniş alana yayılan mezarlardan başka yer altına doğru kat kat inen başka mezarlardan da bahsettiler. Kayalara oyulmuş bu mezarlıktaki buluntular hakkında bir şey bilinmiyor; ama farklı biçimlerdeki mezar oyukları, kapaklar, sunaklar, delikler, göçükler ayrıntısıyla belirginmiş.

    "Mezar odaları yaygın olarak zemin seviyesinden yüksek, erişilmesi zor noktalara yapılmışlardır, ancak zemin seviyesine oyulmuş örnekler de oldukça fazladır. Dışarıdan bakıldığında kare ya da dikdörtgen şeklinde küçük ve basit kapı açıklıkları ile Frig kaya mezarları kolayca tanınabilirler. Bunların dışında, zemin seviyesinin altındaki kayalara oyulmuş, gömü yapıldıktan sonra üzeri toprakla örtülmüş az sayıda dromoslu oda mezarı da vardır."  **  

    Tümülüs tekniğiyle ölü gömme geleneğinin Anadolu'ya Friglerce getirildiği ve bunun Lidyalılar döneminde sürdürüldükten sonra terkedildiği bilim adamlarınca kabul görüyor. Persler ve Yunan/Bizans dönemlerinde yok. Tümülüs (höyük/üyük) yığılarak ölü gömme adeti ve yukarıda parafta belirtildiği şekilde mezarlıklar oluşturulması aynı dönemlerde birlikte uygulanmış. Fakat Perslerle birlikte artık tümülüs tamamen bırakılacıktır...

    Yukarıdaki paragrafta değinilen ayrıntılarla Mandıra hakkında kazıcılardan dinlediğim tasvirler birbiriyle örtüşüyor. İlgili makalede Hakan Sivas'ın bir cümlesi daha dikkatimi çekti: "Bazı mezarlar Roma ve Bizans dönemlerinde ekleme ve değişiklikler yapılarak ikinci kez kullanılmışlardır." Bu bilgiyi doğrulayan ifadeleri kazıcılardan da duydum...

     * * *

    Toparlayacak olursak... Üzerinde yaşadığımız topraklar binlerce yıldır farklı topluluk ve medeniyetlere sahne olmuş. Eğret bölgesi de Hitit, Frig, Lidya, Pers, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı'ya ev sahipliği yapmış. Antik dönemin izlerini köy içinden başka Maldepesi, Bayramgucağı, Çatalüyük, Çatalınguyu, Üyük gibi mevkilerde görebilirsiniz.

    Mandıra da antik bölgelerden biridir. Frigya döneminde önemli bir yerleşim yeri olduğunu düşünüyorum. Lidyalılar ve Persler döneminde de burada önemini sürdüren bir köy vardı, adını bilemiyoruz. Pers Komutanı Mardonos köy civarında çok konakladığı ve buralardan savaşçı topladığı için MÖ 5. yüzyıldan itibaren köy onun adıyla anılmaya başlandı ve Mardanos/Mardan denildi. Belki de orada öldü ve oralara defnedildi, belli değil... Onun ölümünden 150 yıl kadar sonra bölge Büyük İskender'in hakimiyetine girdi, ama adında değişiklik olmadı. Hatta Hellenistik dönemin sonuna kadar köy, bu ismiyle varlığını sürdürdü.

    Anadolu'nun Türkler tarafından fethedildiği dönemde köyün adı hala Mardan idi. Horasan Erenlerinden bir zat köyde bir kaç yıl kalıp nihai durağı olan Aydın/Bozdoğan'a vardığında, geldiği köyle ilişkilendirilerek Mardan/Madran Baba olarak lakaplandı. 

    Müslüman Türk halkı yeni köyler oluştururken çevredeki eski antik yerleşimler birer birer unutuldu. Zaman ise bu büyük küçük köylerin üzerini örttü, onları görünmez hale getirdi. Nasıl olduysa Mardanos'un adını alan köy, kendi üstü kapanmış olsa da ismini bir şekilde sürdürdü. Ufak tefek değişikliklere uğrayarak Mardanos/Mardan/Madran/Mandıra haline geldi...

    Pek işe yaramasa da Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nca Anıtkaya ve çevresindeki bazı tarihi yerler koruma altına alınmış. Cumacamisi ve Kabristan, Kervansaray, Çatalüyük, Çatalınguyu bunlardan... Mandıra ile ilgili böyle bir karar duymadım. Belki Çatalınguyu Höyük bölgesi içinde ele alınmıştır diye karara baktım, böyle bir ifade yok. Haritada ise sadece kuyunun bulunduğu dere ile batısındaki zaten kalbura çevrilen üyük işaretlenmiş.

    Şimdilik sahipsiz gibi görülen Mandıra bölgesi için böyle bir koruma kararı alınır ve daha önemlisi diğer antik bölgelerimizle birlikte burada da planlı ve düzenli araştırmalar, kazılar yapılırsa Eğret bölgesi antik tarihiyle ilgili gerçeklere ulaşılabilir. Yoksa bizim yazdıklarımız spekülasyondan öteye geçmez...


     * Erkan İznik, Hellen Ve Romalı Yazarların Anlatılarıyla Frigler Ve Frigya, Fetih Ve Medeniyet Dergisi, Yıl 2, Sayı 5, s.20

        ** Hakan Sivas, Frig Ölü Gömme Gelenekleri, Fetih Ve Medeniyet Dergisi, Yıl 2, Sayı 5, s.120



18 Kasım 2025

Hanyeri Kuyusu

 

    Bzim dağda çeşme ve kuyular ekseriyetle tepelerde bulunuyor. En alçak seviyede bulunanı Gayraklı çeşmesi, onun süzeği/kaynağı da oldukça yukarılardaymış. Belki çoğunluğunun yukarıda olmasının mantığı buna bağlıdır. Yüksekteki suyu fizik kurallarına göre aşağıya akıtmadan bahsediyorum. Meyilli olmayan, düz ovadaki suyu nakletmek zordur.

    Neyse ki İlbulak dağlarının eğimi orman ucuna kadar bariz devam ediyor, zirveden tarlalara kadar en az 200 metre rakım farkı var. Buna rağmen eteklerdeki çalı orman içinde çeşme/kuyu bulunmaması şaşırtıcıdır.

    Anıtkaya arazisinin bazı bölgeleri su kaynağı bakımından gerçekten çok fakir, yani bu durum dağ ile sınırlı değil. Çoğu yerde sıra sıra çeşme, kuyu görürsünüz; ama öyle mevkiler vardır ki malları sulamak için uzun yol kat etmek gerekir. Misal en geniş mevkilerden biri sayılan Gocagır'da sadece Arzıların kuyu var ki kendisine en yakın su kaynağı kilometrelerce mesafedeki Omarcık çeşmesi ile Söğütcük kuyuları...

    Benzer susuzluk Akgaya istikametinden dağ tarafında da gözlemlenir. Hassönleringuyu'dan sonra bir damla suya muhtaçsınız. Ormana girince de durum aynı, en yakın su Gayraklı'da bulunuyor. Şu durumda kuyu ile çeşme arasında 3,5- 4 kilometrelik mesafe susuz...

    Eski zamanlarda bölge su bakımından bu kadar fakir değilmiştir. Kanaatimce önemli coğrafi ve iklimsel değişiklikler sebebiyle bazı kuyular kayboldu; çöktü, kurudu, kapandı vesair...

    Hanyeri mesela... Eğer orası gerçekten han yeri ise mutlaka yakınlarında su olmalıdır. Öyle ya, yolcu su olmayan yerde neden dursun; hayvanlarını sulayamadan dinlendirebilir mi? Su hayattır ve özellikle yolcular su kaynağı yakınlarında konaklayıp dinlenmek isterler. Hanlar, kervansaraylar da böyle yerlere yapılır... Hanyeri'nde bu yüzden kuyu varmıştır... Öyleyse buradaki suya ne oldu?

    Eskiler bütün bunları düşündüler mi bilemem, ama Hanyeri çevresinde kuyu veya çeşme olmaması dikkatlerden kaçmamış. Bir kaç ilgili toplanıp kuyu kazmaya karar vermişler. Sene 50'li yılların sonları... Bu işlerden biraz anlayanlara çatal çubukla muayene ettirip yer altında su olduğuna kanaat getirdikleri bir yeri kazmaya başlamışlar. Ekibin içinde Macurali dedem de var, belki de öncüleriydi orası belli değil... Tam dokuz kulaç aşağıya inmişler. Suyu bulamamışlar, daha kötüsü onların kaçak dediği bir tabakaya gelince bırakmışlar. Çünkü artık suyu bulsalar bile o tabakadan kaybolacağı için bu işten vazgeçmişler. Kapatabildikleri kadar çukuru kapatıp meydandan çekilmişler. Başarılı olunsaydı ekibin elemanlarının adları bugüne kadar gelirdi, ama iş akim kalınca fatura dedeme kesiliyor. Böylece su bulunamayan ve olmayan kuyunun adı Macuralininguyu olarak kalıyor. 

    Bugün Hanyeri'nin bir ucunda dombeycik tuzağı gibi bir çukur ancak dikkatli bir bakışla fark edilebiliyor. Bazıları bunu küçük bir göktaşının açabileceği oyuğa da benzetiyor. Her nedense ortasına taşların yığıldığı bu çukur Macuralininguyu imiş.

    Bunca zaman geçtikten sonra Anıtkaya arazisinin su durumunda bir değişiklik yok, hatta olumsuz anlamda değişti; yerüstü kaynaklar kurudu, yeraltı suları çekildi. Neredeyse bütün kuyular iptal... Küresel ısınma ve kuraklık bizim köyü de kasıp kavuruyor...

    Hikayeye dönecek olursak, kuyu olayından sonra da Hanyeri mevkii ve çevresinin su ihtiyacı hiç bitmiyor. Genel kuraklığın da etkisiyle arttıkça artıyor. Bir daha kuyu, çeşme macerasına girişilmemiş; ancak suyun peşini de bırakmış değil millet... Misal DSİ marifetiyle yüz metre kadar yukarıya 30-40 metre çapında bir gölet oluşturulmuş. Ancak yağmur, kar sularının birikmesiyle işlerlik kazanan bu gölet de son yıllardaki kuraklığın etkisiyle artık derde deva olmuyor.

    Derde deva için Hanyeri'ne bir çeşme gerekiyor. Yeni yapılan etütlerde aynı yerde aynı kuvvetli suyun öylece durduğu görülmüş. Macuralininguyu dibine yapılacak sondaj... 

    Suyu kendiliğinden yeryüzüne çıkan çeşmelerde durum farklı, sen lulaya versen de vermesen de o su zaten akacaktı. Lakin sondajla yeryüzüne çıkardığın suyu şu kurak dönemde öyle hovardaca kullanamazsın. Damlası bile altın değerinde, o halde tasarruflu kullanmak zorundayız. Bence dönüşümlü olarak bir miktar akıtıp durduran otamat sistemi bile yeterli değil bu konuda... Güneş enerjisiyle çalışan pompalara musluk takmak şimdiki teknolojiyle zor ve eziyetli olabilir. O halde basitçe bir şartel veya düğme koymak en mantıklı yol görünüyor.

    Hedefimizdeki Hanyeri çeşmesi böyle olacak. İhtiyaç olduğunda çoban veya herhangi bir kişi düğmeye basıp çeşmeyi kullanacak, kabı veya aharları doldurduğunda yine düğmeye basıp kapatacak. Şimdilik suyu dizginleyerek tasarruflu kullanmanın en basit yolu bu görünüyor. İnşallah niyetimizdeki neticeye ulaşırız...



16 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi 14-Son

    
    Baştan şu sorunun bizdeki cevabını aramamız gerekiyor:
    - Sana yetki verseler, Anıtkaya'yı ilçe yapar mısın?

    Kimliğinin açıklanmayacağını bilirse, insanlarımızın bu soruya 'evet-hayır'ın ötesinde ilginç cevaplar vereceğini tahmin ediyorum. Ayrıca Anıtkaya'da oturanlar ile uzak-yakın Anıtkaya dışında yaşayanların cevapları farklı olması da normaldir.

    Yazı dizisi boyunca mümkün olduğu kadar kendimi gizlemeye, sadece okuyup dinlediklerimden, gözlemlerimden elde ettiklerimi objektif olarak yansıtmaya çalıştım. Elbette kendi yorumlarım, sorgulamalarım vardı, bunları sona bıraktım. Böylece konuşulmayan hiç bir husus kalmayacak, her şey ortaya dökülecek ve sonuçta gelecek için bir projeksiyon sunulmaya çalışılacak.

    Yanlış anlaşılmasın, Anıtkaya'nın bugünkü durumuyla ilgili suçlu aramıyoruz. Çünkü ortada bir suç yok, çünkü ceza yasasında yerleşimin idari pozisyonunu alt seviyeye düşürme diye bir şey bulunmuyor. Ancak köyün şu durumundan kim sorumlu, bunu arayabiliriz, ki bu sorumluluğu bir kişi veya gruba yüklemek de akılla bağdaşmaz. Her şeyde kendilerini işaret ettiğimiz Başkan/Muhtar dışında daha başka kimlerin hataları olabilir, onlara da bakalım...

        ***

    Şu fotoğrafta, 'önü açık ve gelişmeye müsait' diye 717 nüfusla ilçe yapılan İhsaniye ile, nüfusu 2000'in altına düştüğünden köy yapılıp önü kesilen Anıtkaya birlikte görülüyor.

        ***

    1998 yılı 28 Ağustos şenliğinde Başkan Ömer Aydın'ın konuşması çok ses getirdi. Bunun sebebi, içeriğin  alışılagelmiş şenlik konuşmalarından farklı olmasıydı. Günün anlamından sonra, protokol sıralarında  bulunan ANAP'lı Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy'a 'verdi veriştirdi.' Başkan'a göre Bakan Bey Anıtkaya'ya gelmesi beklenen bazı hizmetlere engel oluyordu ve bunu da sırf parti ayrımı sebebiyle yapıyordu. Konuşma esnasında protokolde buz gibi bir hava oluştu. Zafer haftası bitti, ama soğuk rüzgarın etkisi Afyon'da aylarca devam etti. Konuşmalar yapıldı, demeçler verildi, davalar açıldı. Sonunda ne mi oldu? Hiç bir şey...

    Aslında bu olayın özünde Ömer Başçavuş haklıdır. Sorumluluğunda bulunan Anıtkaya'ya bir şeyler yapılacakken, makamı ve konumu ne olursa olsun, buna engel koyanlara tepki vermek gerekir. Fakat burada büyük bir yöntem ve üslup sorunu göze çarpıyor; dolayısıyla bu sorun Başkan'ı haklıyken haksız duruma sokuyor. Eğer Başkan politik davranıp, her ne diyecekse bunu başkalarına, mesela bir grup Anıtkayalıya söyletseydi, üstelik bu masum protestoya mani oluyormuş gibi yapsaydı, sonuç elde edilir, beklenen hizmet (galiba ambulans) Anıtkaya'ya kazandırılabilirdi.

    Bununla beraber Devlet ve Hükümet yetkililerine usulünce tepki koymada Anıtkayalılarda büyük bir eksiklik olduğu kesindir. Köye gelen yetkili yetkisiz herkes hürmette kusur edilmemesi gereken bir misafirden öte olduğunu kabul etmeliyiz. Tamam izzet ü ikramda bulun, ama istediğin istemediğin hususlardaki düşüncelerini de çekinmeden söyle. Biz öyle yapmayız; dinleriz dinleriz, kafamızı sallar onaylarız, onlar gittikten sonra ancak itirazlarımızı sıralarız... Tabi bizden başka kimse duymayacağı için itirazlarımız bir işe yaramaz. İstemediğimiz biçimde sonuçlanınca da sorumlulara saydırmaya başlarız. Oysa sana gelenler siyasi ise, sen seçensin onlar seçilen; memur iseler, vatandaş olarak sen onların amirisin, vekil iseler, sen de asilsin. Çekinecek ne var, niye düşünceni söylemezsin...

    Tarz ve üslubunu ayarlayamamış olsa bile Ömer Başçavuş bir Bakana tepki göstermekte bu yüzden haklıdır. Benzer bir durum Remzi Kayır zamanında da yaşandı. Başkan, Anıtkaya söz konusu olduğunda ayrımcılık yaptığını düşündüğü Veysel Eroğlu'nu basın yoluyla protesto etti. Kaç kere Anıtkaya'ya gelmiş olmasına rağmen Belediye'ye uğramadığını, randevulara cevap vermediğini, daha önemlisi diğer beldelerle Anıtkaya arasında ayrımcılık yaptığını söyledi. Üstelik bu sitem/protestoda en küçük bir hakaret bile yoktu.

    Ömer Aydın ile Remzi Kayır'ın temeldeki şikayetleri, Bakanların parti gözeterek ayrımcılık yaptığı, hizmet götürme sözkonusu olduğunda Anıtkaya Kasabasını bundan ayrı tutmalarıydı. Bir Anıtkayalı gözüyle baktığımızda, şikayetlerinde ne kadar haklı oldukları herkesin malumudur. Yalnız aynı protestoyu kendi partisine mensup yetkililere göstermedikleri hususunda onları eleştirme hakkımız var. Mesela ilçelik başvurusuna sahip çıkmayan zamanın DYP'lilerine Ömer Aydın tepki göstermiş midir? Veya Remzi Kayır, ilk döneminde iktidarın bir parçası olan ANAP'tan, MHP'den Anıtkaya adına istediklerini alabilmiş midir? Alamadıysa tepkisini nasıl ortaya koymuştur?

    İktidar ile aynı partiden olunmadığı zamanlarda Hükümeti protesto eden Başkan profili çizmek kolay ve maliyetsizdir. Bunun böyle olduğunu gördük. Geçmişte işlerin Anıtkaya aleyhine döndüğü bariz bir şekilde ortaya çıkan dönemleri de gördük. Misal kazalığın ilk Eğret yerine İhsaniye'ye verildiği yıl olan 1957'e bakalım. Muhtarın bir partisi olmaz, ama birinci aza Eyüp Çetin'in DP'li olması sebebiyle Tıraka Muhtarlığının iktidardaki DP ile uyumlu çalıştığı herkes tarafından biliniyor. Diğer yandan, o dönemde yalan dolan raporlarla ne dolaplar çevrildiğini de ortaya koyduk. Çok zeki olduğu herkesçe bilinen Abdurrahman Zenger ve heyeti, olan bitenden habersiz olabilir mi? Peki, onların Hükümet cenahına, İçişleri Bakanlığına, en azından Afyon Valiliğine itirazda bulunduğuna dair bir şey duydunuz mu? Yok...

    Ya nahiye merkezinin Eğret'ten İhsaniye'ye taşındığı 1942'de olanlara ne demeli... Tamam o zaman muhtarlar seçimle değil, sırayla işbaşına geliyor veya atanıyorlardı. Lakin Eğret ileri gelenleri arasında mutlaka CHP'liler varmıştır. Onlar partileri nezdinde neden girişimde bulunmadılar? İçişleri Bakanının göreve geldiğinin ikinci haftasında hiç gerekçe göstermeksizin böyle bir genelgeye imza atmasına neden tepki göstermediler? Bunun tek müsebbibi Nahiye Müdürü ise onu neden partiye şikayet etmediler? 

    Merkezi yönetime gelelim. Hükümetlerin, Bakanlıkların, Vilayetlerin, Nahiye Müdürlerinin yanlışları olamaz mı? Daha nahiye merkezinin nakli sırasında resmi hiç bir gerekçe gösterilmemesi dikkate değerdir. Eğret halkının ne düşündüğünü kimse umursamamış. Nahiye Müdürü ile Eğretlilerin anlaşamadığı söylentisini doğru kabul etsek bile, bunun çaresi merkezi taşımak mı olmalıydı?  Müdürün kafasına uygun teba aramak nerde görülmüş, daha pratik ve kolay bir müdür değiştirmek varken neden merkez değiştirildi hala anlaşılmaz bir durum... Tek açıklaması, Belcemeşe köyünün parlatılmak istenmesidir; 500 haneli bu köy için koca Eğret harcanmıştır, bu kadar basit. Acı olan taraf, bu işe Devlet/Hükümet kurumlarının alet edilmesi...

    Hükümetin bir başka belirgin yanlışı 1957 ilçelik meselesinde görülüyor. Düzmece raporla bile saklanamayan gerçeklere rağmen kaza 717 nüfuslu İhsaniye'de kuruluyor. 15 yıl önce 1942'de tek mantıklı gerekçe olarak sunulan 'gelişmeye müsait merkezi konumu'nun ne kadar gerçekçi olduğunu şuradan anlayın; İhsaniye'de bu 15 yılda ancak 200 nüfus artışı sağlanabilmiş, evet sadece 200... Hükümet bu uygulamadaki haksızlığı, çıkardığı bir söylentiyle örtmeye çalışıyor. Neymiş, aslında Eğret ilçe yapılacakmış da zenginler istememişler... Ne zamandan beri idari yapı değiştirilirken halka soruluyor? 1930'da Eğret'te nahiye kurulurken Eğretlilere mi soruldu? Yoksa 1942'de nahiye merkezi Eğret'ten alınırken mi onlara soruldu? Tamam Belediye kurup kasaba yapmak için 1958'de halka sordunuz, ama bu kanun gereği olduğu içindi. Kanunun emretmediği nahiye ve ilçelik hususlarında Eğret halkının fikrini hiç dikkate almadınız...

    Tekrar yakınlara gelelim, Ömer Aydın ve Remzi Kayır'ın Hükemete serzenişlerinde haklı olduklarını söylemiştik. Remzi Başkan Galipbey caddesinin uzantısı olan bulvarın halini örnek vererek Anıtkaya'ya Hükümetin üvey evlat muamelesi yaptığını söylüyordu. Bunun Devlet çarkında sistematik ayrımcılığa dönüştüğünü de 1942'deki nahiye merkezi naklini örnekleyerek açıklıyor, o günden başlayan ayrımcılığın bugünlere ulaştığını belirtiyordu. 

    Remzi Kayır'ı bu eleştirilerinde haklı bulduğumuzu bir kez daha belirtelim, ancak 2014'te köye dönüşme faciasına doğru yol alınırken neler yapıp yapamayacağını da masaya yatıralım. Hükümet bu kararını açıkladığında Anıtkaya nüfusu kritik noktadaydı ve bir kaç yıldır gıdım gıdım giden kasabadan ayrılışlar hızlanmıştı. Belediyeliğin düşeceği kesin gibiydi. Sağdan soldan nüfus taşıma ile bunun önüne geçilebilir miydi? 

    Burada güncel bir örnek üzerinde duralım. İhsaniye ilçesi bu yeni düzenlemeden etkilenmiyordu, çünkü 2000 altına düştüğünde belediyeliğin feshi kararı beldeler içindi. Buna rağmen bakın neler olmuş: 

    Tablodaki veriler İçişleri Bakanlığından. Hatırlanacağı üzere 1957'de İhsaniye nüfusu 717 idi, 1960'ta doksan kişi artarak 806'ya çıkmış. Yılda yaklaşık 30 kişilik bir artış. Yeni ilçe olmuşsun, kadrolar verilmiş, atamalar yapılmış, buna rağmen tosbağa hızında bir artış... Bundan sonraki nüfus artış hızı değişmiyor, hep gıdım gıdım ilerliyor. Yalnız 2000 yılında bir anda merkez nüfus iki katına çıkıveriyor, köylerde belirgin bir değişiklik yok. N'oluverdi ki? Sonraki sayımda ise o anlık nüfus patlaması bir anda yok oluyor, her şey yedi yıl önceki halini alıyor. Demek ki 2000 yılında nüfusla ilgili bir tehlike sezildi ve 2200 kişi İhsaniye'ye yığıldı, tehlike geçince 'herkes yerine' dediler. Tabi bütün bunlar fiili olarak gerçekleşmemiş, kağıt üstünde öyle gösterilmiş olabilir.

    Benzer bir operasyon 2012-13 arasında gerçekleştirilmiş. Artık bu yıllarda adrese dayalı sistem oturmuş, nüfus işlemleri tamamen elektronik ortamda yapılmaya başlanmıştı. Yani Türkiye'nin başka bir yerindeki vatandaşın naklini dilediğin gibi yapamıyordun. Bir anda 2200 kişiyi İhsaniye'ye gelmiş gibi gösteremiyordun mesela.

    2012 yılı sonunda tuhaf bir şey olmuş, İhsaniye köylerinden 1700 kişi 'yapılmaz bu ileşberlik' diyerek kahretmişler ve hepsi de gelip İhsaniye merkezine yerleşmişler. Böylece İhsaniye merkez nüfusu tarihinde ilk defa 3 bin üzerine çıkıp 4 bine yaklaşmış. O yıldan sonra ise yine durgunluk; yedi yılda sadece 63 kişi artmış...  2013 Yılında bir anda merkeze yerleşmeye karar veren 1700 İhsaniye köylüsünü merak ediyorum...

    O yıllarda yapılan nüfusu 2000 altına düşen belediyelerin kaldırılmasına yönelik düzenleme, hiç ilgisi olmadığı halde İhsaniye'yi nasıl tedirgin etmiş. 2000 yılındaki büyük nüfus naklini, tehlike geçtikten sonra iptal etmişlerdi. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen, köylerden merkeze taşınan 1700 kişi ne olur ne olmaz diye hala İhsaniye'de duruyor...

    Bu örnekten yola çıkarak aynı yıllarda Anıtkaya'ya da böyle bir işlem yapılabilir miydi, ona bakalım. Bu kadar geniş çaplı nüfus nakli mümkün değil yapılamazdı. Çünkü İhsaniye ilçesinde Kaymakamlığa bağlı Nüfus Müdürlüğü var, nakil işlemleri orada yapılır. Bu Belediyenin ve Başkanının yapabileceği bir işlem değil. Remzi Başkan o dönemde ikna ettiği bazı kişilerin gerçekten veya kağıt üstünde Anıtkaya'ya taşınmasını sağlayabilirdi. Adrese dayalı sistemde, mesela ikametin İzmir'de ise, başvurarak naklini Anıtkaya'ya aldırabiliyorsun. Lakin o vakit İzmir'de ikamet etmenin sağladığı bazı haklardan vazgeçeceksin, çünkü artık orayla bağın kalmadı. Bu ve buna benzer açmazlar sebebiyle yüksek sayılara varan, hele İhsaniye'deki gibi nakiller mümkün değildi. 

    Yine de Başkanın belediyeliği kurtaracak kadar nakil gücü vardı derseniz, buna katılırım. 15-20 fedakar Anıtkayalı bulunabilirdi. Fakat bu kalıcı olur muydu, onu da bilemem. Bakın İhsaniye'ye 2013'te taşınan 1700 köylü hala orada tutuluyor. Biz rica minnet ikna ettiğimiz Anıtkayalıları sürekli burada tutabilecek miydik. Ayrıca Anıtkaya'dan kaçış hızlanarak devam etti. Metiner İdis zamanında 1700'lerdeyken kampanya başlatılarak Afyon'dakiler ikinci adres olarak naklini Anıtkaya'ya yaptırdılar. Bu da işe yaramadı, yaramazdı... Bir çok haklı sebepten Anıtkayalılar çoğunlukla Afyon'a taşınmaya devam ediyor. Şu anda nüfusun 1400'lere düştüğü söyleniyor. Diyelim ki 2014'te zor bela Belediyeliği durdurdun, 2019 ve 2024'te bunu nasıl sağlayacaktın....

    Tabi meselenin bir de siyasi tarafı var. Soru basit: Remzi Kayır AKP'li olsaydı bunlar başımıza gelir miydi? Bu soruya herkesin vereceği cevap farklıdır. Bazılarına göre Eğer Başkan iktidar partisinden olsaydı bir yolu bulunup Belediyelik Anıtkaya'da bırakılırdı. Aynı dönemde nüfus kriterlerini yerine getirmediği halde Ordu Belediyesi nasıl Büyükşehir yapılmışsa, benzer durumdaki Anıtkaya da Belediyelik olarak kalırdı. Bu görüşü doğru kabul edersek, Hükümetin Anıtkaya aleyhine ayrımcılık yaptığını söylemiş oluruz.

    Bazılarına göre de Remzi Kayır o treni kaçırdı, artık ağzıyla kuş tutsa AKP'li olamaz, dolayısıyla Anıtkaya'nın köy olması kaçınılmaz hale gelmişti. Böyle düşünenlere göre ikinci döneminde adaylığını MHP değil de AKP'den koysaydı, her şey başka olurdu. Çünkü her ne kadar iktidar da olsa bu partinin henüz meşruiyet sorunu vardı, bu ilk mahalli seçim sonrasında her türlü katılıma ihtiyacı vardı. Eğer öyle olsa, Ömer Aydın Başkanın başvurusuna benzer bir girişimde bulunarak Anıtkaya'nın ilçelik yolu açılabilirdi. AKP açısından bu sıkıntılı dönem değerlendirilemeyince, 2009'daki seçimlerde artık 'gelse bile kabul edilmeyecek' bir durum oluştu. Bu yüzden Remzi Başkan artık istese de köy olma sürecini durduramazdı...

    Kimilerine göre ise bazı şeyler olması gerektiği için olur. Şu şöyle olsaydı şöyle olurdu varsayımlarına göre senaryo üretmek beyhude. Ne Remzi Kayır AKP'ye gider, ne de AKP Remzi Kayır'ı kabul ederdi. Zaten her dönemde bu partinin bir adayı vardı. Üstelik son zamanlarda başta Veysel Eroğlu ile uyuşmazlık içinde bulunduğunu söylemiştik. Hem böyle bir geçişkenlik sonucu Anıtkaya'nın olası kazancından bir hayır çıkar mıydı orası da meçhul...

    Anıtkaya'nın şu halinin sorumluluğunu kendimizin dışında başkalarına yüklediğimizde durum böyle... Hükümet şöyle etmiş, Devlet şunu tutmuş, falanca Muhtar öyle dedi, filanca Başkan böyle iş tuttu... Ya biz Anıtkayalılar, bizim hiç mi payımız yok bunda?

    Bir defa yukarıda saydığımız kişi ve kurumlara yüklediğimiz her şey aslında bizim de omuzumuzdadır. Çünkü yöneticiler halkın aynasıdır, ne görüyorsak o görüntü kendi yansımamızdır. Onlarda bir erdem varsa  o bizde olandır, onlardaki her hata ve kusur ise bizdeki eksikliklerin aynısıdır. Aslında bu 'Nasılsanız, öyle idare edilirsiniz' esasından başka bir şey değil. Zaten Muhtar olsun Başkan olsun, daha seçimde onların öyle olduğunu biliyor da ona göre seçiyoruz. 

    En büyük özelliğimiz, sanki seçimi kendimiz yapmamışız gibi seçilen hakkında atıp tutmamızdır. Çakır Osman'ı bilmiyorum; ama Tuna'ya 'Irakıcı', Delimısdık'a önce 'deli' sonra 'huhucu', Gocayusuf' ve Salim Kurt'a 'çoban', Mahmut Müdür'e 'zerroş', Ömer Başçavuşa'a 'Belediyeyi kışla sanan', Remzi Kayır'a yine 'vasıfsız zerroş' diye yakıştırmaları kim yaptı. Bunları biz seçtiğimize göre aslında kendimize lakap takmış olmuyor muyuz. Madem öyleydi de Remzi Kayır'ı üç dönem niye seçtik? Bir şey diyeyim mi; 2014'te aday olsa belki yine seçerdik...

    Bunlar 'Layık olduğumuz idarecilerle yönetildiğimiz' gerçeğinin bir göstergesidir; fakat bunun kadar, seçtiğimiz yöneticilerin sorumluluğuna ortak olduğumuza da işaret eder. 1942 nakil olayındaki sorumlu yalnız CHP'li tek parti iktidarı değildir, sorumluluk zinciri onlara tepki göstermeyen başta CHP'li Eğretli ileri gelenleri de içine alır, derece derece sıradan Eğretlilere kadar iner...

    Yine 1957 ilçelik olayındaki sorumlular DP iktidarından ibaret değil. Kararı görmezden gelip suskun kalan Tıraka yönetimi de bu işin içinde, ilçeliği istemeyip elinin tersiyle ittikleri söylenen Eğretliler de ve hatta oylarıyla bu kararı alanları destekleyen Eğretliler de, hatta ve hatta sessizce boyun eğmiş Tıraka heyetini destekleyenler de... Herkesin sorumluluğu var, çünkü layık olduğun idareciyle yönetiliyorsun. Sen 'iyi' olsan, seçtiğin yönetici de 'iyi' olacaktı...

    Örnekleri çoğaltabiliriz, karayolunun köy içinden uzaklaştırılması meselesine bakalım. Gocayusuf  istedi böyle oldu... Bu kadar basit mi yani, öyleyse Gocayusuf'u niye seçtin! Sonra, vızır vızır kamyonlar mallarımıza çocuklarımıza çarpıyor, yol dışarıdan geçsin diye görüş belirtenler Anıtkayalılar değil miydi? Hiç bir şeyin sorumlusu tek taraf değildir, her olayın bir çok sebebi ve yönü bulunabilir. Ve sosyal hayatta halk, olumsuz hiç bir şeyin sorumluluğunu kendisine yakıştıramaz, hatalı olan hep başkalarıdır. Arada 'elim kırılsaydı da...' diye pişmanlık gösterir, ama ilk fırsatta yine aynı hatayı yapar...

    Lafı uzatmaya gerek yok diye bağlayacaktım, aklıma başka bir şey geldi. Anıtkaya küçük bir Türkiye, Türkiye de büyük bir Anıtkaya'dır. Şimdi doğru oturup doğru konuşalım; küçük olsun, büyük olsun, hangi siyasetçi/yönetici sırf hizmet aşkı sebebiyle bizim oylarımıza talip oluyor. Anıtkaya'da veya Türkiye genelinde 'bir şey' olmak isteyenlerin temel motivasyonu maddi menfeat temini, gücü elinde bulundurma, insanlara hükmetme, yakınlarının çıkarını gözetme vs vs değil mi? Haydi Türkiye'yi bırakalım, Anıtkaya'da seçtiğimiz başkanlar yakınlarına, taraftarlarına iş imkanı veya başka kazanç kapıları sunmadılar mı? Biz de bunun böyle olacağını bile bile, sırf maddi manevi çıkar beklentisiyle oylarımızı vermedik mi? Hala da öyle düşünmüyor muyuz? Madem öyle biz de her şeyden sorumluyuz...

        ***

    Başta sorduğum soruyu, buraya kadar okuduklarınızın ışığında tekrar düşünün derim. Cevabınız evet ise, yani Anıtkaya'yı ilçe yapmak isterseniz izlenecek yol bellidir. Ömer Aydın Başkan'ın yaptığı gibi ilçelik başvurusu yapacaksınız, çünkü geçerli olan sistemde ilçe olmak, kasaba olmaktan daha kolaydır. En azından belli bir nüfus sayısına ulaşmak farz değil, siyasilerin uygun görmesi yeterlidir. Tabi buna kulis yapacak kadron da olmalı...

    Diyeceklerimin hepsini dedim. Serinin bu son yazısı 'serbest atış' bölümü gibi oldu. Küfür, hakaret, muhatabın kişilik haklarına saldırı olmaksızın düşüncelerinizi belirterek katkıda bulunursanız, konuyu daha da zenginleştirmiş oluruz.



15 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-13

 
    1999 seçimlerinde Ömer Başçavuş dişe dokunur bir oy alamadı. Daha önemlisi, Belediye eski personeli olan ANAP'lı Remzi Kayır'a karşı kaybetti. Devir teslim gibi, görev değişimi gibi bir tören yapılmadı. Tabi tecrübe aktarımı olmadı, zaten akamete uğrayan İlçelik başvurusuyla Meclis'e ulaşmış Valilik onayından da söz edilmedi...

    Otuz yıl önce Galipbey caddesi kesme parke taşla döşenmişti. O yıldan beri az çok her Başkan bu geleneği sürdürdü ve neredeyse bütün sokaklar topraktan çamurdan temizlenmişti. Geriye kalan bir kaç ara sokağı tamamlamak da Remzi Başkan'a nasip oldu. 2000 yılına gelindiğinde Anıtkaya bu kadar geniş alana yayılmış yerleşime rağmen, bu özelliğiyle öne çıkması önemlidir. Şüphesiz bu durum Anıtkaya için övünülecek bir şey, ama o kadar işte...

    2004 yılında yapılan seçimleri yine Remzi Başkan bu kez MHP adayı olarak rekor oy ve oranla kazandı; yüzde 58,5 ve 839 oy... Lakin taş döşenecek, hatta taşı yenilenecek sokak kalmamıştı. Onlar da yeni yol yaptılar. Karayolu köy dışına alınalıdan beri Akgaya çıkışında müzminleşmiş bir bağlantı problemi vardı. Galipbey caddesinin doğrudan uzantısı olan bu çift yönlü bağlantı yolu ile eski problem çözülmüş olacaktı. İleride göreceğiz, bu yol sorunlara çözüm olmak bir yana, başa bela olacak, gerçi hala aynı...

    Beş yıl daha geçti, 2009'a böyle geldik. Üçüncü defa seçime giren Remzi Kayır, yine kazandı, ama bu defa oy sayısı 543'e düşmüştü. Oy düşüşünde karşı aday ne kadar etkiliyse, seçmen ve dolayısıyla nüfustaki azalma da o kadar etkendir. Anıtkaya eriyordu ve buna karşı çare arayışı henüz kimsenin gündeminde yoktu.

    Bu dönemden akılda kalan; son minibüs de satıldıktan sonra, Anıtkaya Belediyesi yolcu taşıma sektöründen tamamen çekildi. Minibüsler özelleştirilmesi üzerine '1950'lere geri döndük' yorumları yapıldı. Tabi bunlar Anıtkaya'nın asıl problemiyle alakası olmayan şeyler...

    'Nüfusu 2000 altına düşen beldelerdeki belediyelerin kaldırılacağı' kararı açıklandığında millet biraz uyanır gibi oldu. Alınabilecek tedbirleri ve daha başka hususları ayrıyeten değerlendireceğiz, sonuçta beklenen oldu ve önümüzdeki seçimlerde Anıtkaya'nın köy statüsüne düşeceği kesinleşti.

    En son Köy Muhtarlığı seçimi yapılmasının üzerinden tam 60 yıl geçmiş ve daha 20 yıl önce Anıtkaya'nın ilçelik başvurusu TBMM'ye kadar ulaşmıştı. O doruktan bu dibe nasıl inildiğinin muhasebesi yapılamadan 2014 seçimleri yapıldı.

    2014 seçimini Mehmet Soylu kazandı. Önceki dönemde Mahalle Muhtarı olduğu için tecrübeliydi; fakat bağımsız belediyenin Mahalle Muhtarı olmakla, Özel İdareye bağlı Köy Muhtarı olmak bambaşka şeylerdi. Buna rağmen onun döneminde Kepez'e yeni su deposu yapılarak Anıtkaya Köyü'nün içme su kaynağı ve su deposu değiştirildi. Eski kaynakta yüksek oranda arsenik tespit edilmişti ve su deposu da sağlıklı değildi....

    2019 seçimini ise Metiner İdis kazandı. Onun dönemine de eskiyen su ve kanalizasyon şebekeleriyle enerji nakil hatları (elektrik) yenilenmesi damga vurdu. Özellikle su ve kanalizasyon için bütün sokakların kazılması kaçınılmazdı. Yeniden kilitli taş döşenerek yapılması sürüncemede kalınca, yarım asırda bütün sokaklarının taş döşenmesiyle övünen Anıtkaya halkı bu durumu kabullenemedi. 

    Fatura Muhtara kesildi ve 2024 yılında yapılan seçimleri Mehmet Ali Tetik kazandı. Afyon-Kütahya karayoluna Anıtkaya çıkış bağlantısı olarak yıllanmış yara diye söylediğimiz problem, geçtiğimiz ay devreye giren sinyalizasyon ile çözülmüş görünüyor. Mevcut Muhtar hanesine yazılabilecek bir şey...

    1831 yılında ilk Muhtar atamalarıyla başlayan Eğret'teki Muhtarlık sistemi, yaklaşık iki asır sonra bugün, Anıtkaya Köyü Muhtarlığı biçiminde sürdürülüyor... 


    NOT: Bu uzun soluklu dizide faydasız tartışmalara yol açacak hususlardan uzak durmaya çalıştım. Daha doğrusu, onları bir kaç gün içinde yazmayı düşündüğüm son değerlendirme yazısına bıraktım. 



14 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-12

 
    1994 seçimlerini Ovalıların Ömer Aydın 594 oy sayısı ve yüzde 49,3 oy oranı ile kazandı, böylece Anıtkaya Belediyesi SHP'den DYP'ye geçti. 

    Ömer Başçavuş zamanında da diğerleri gibi mühim çalışmalar yapıldı. Bunların en başta geleni, üç katlı Belediye Hizmet binası sayılabilir. Fakat Anıtkaya'nın idari tarihi açısından daha önemli bir işlem de bu dönemde gerçekleşti, bunun üzerinde ayrıntılı durmak istiyorum.

    1995 yılında Ömer Başçavuş Anıtkaya Kasabasında ilçe kurulmasını havi bir form dilekçeyle Afyon Valiliğine başvuruyor. Partisinin hükümette en güçlü olduğu bu dönemi bir fırsat olarak değerlendirmiş olmalıdır. Ayrıca belli makamlardan olumlu ışık alınmadan böyle bir başvuru yapılamazdı.

    30 Kasım 1995 günü İl Genel Meclisi başvuru gündemiyle toplanıyor. Önce Türlü İşler Komisyonunun 2 Kasım 1995 tarihli raporu görüşülüyor. Sonrasını aynen alıntılıyorum:

    "Yapılan müzakere neticesinde:

    İlimiz Merkez Anıtkaya Kasabası Belediye Başkanlığınca ilçe kurulmasına ilişkin Bilgi Formunun uygun olarak hazırlandığı dosya ile 1/100.000 ölçekli haritaların incelenmesinde,

    İlçe olma talebinde bulunan Merkez Anıtkaya Kasabasının 1990 yılı genel nüfus sayımına göre merkez nüfusunun 2592 kişi olduğu, bağlanması teklif edilen 7 birim ile birlikte toplam nüfusunun 6.061 kişi olduğu tespit edilmiştir.

    Anıtkaya kasabasının kendisine bağlanmasını teklif ettiği 7 yerleşim yerinin 6'sının İhsaniye ilçesine bağlı bulunduğu, 1 birimin merkez ilçeye bağlı bulunduğu, 6 birimin İhsaniye ilçesinden ayrılması halinde zaten küçük ilçe konumunda olan İhsaniye ilçesi yüzölçümünde önemli azalma yaratacağının anlaşıldığı,

    Anıtkaya-Afyon arasının 30 km mesafede olduğu, bağlanması düşünülen Köylerden Cumalı Köyüne 8 km, Olucak Köyüne 16, Osmanköy'e 10, Saadet Köyüne 12, Susuzosmaniye köyüne 4, Yenice'ye 7, Aşağıdandır köyüne 10 ve Yukarıdandır köyüne ise 11 km mesafede bulunduğu tesbit edilmiştir.

    3392 sayılı kanunun (04.7.1987 tarih ve 19507 sayılı resmi gazetede yayınlanan) Ek geçici 2. maddesinde öngörülen "Merkez nüfusu asgari 3.000, bağlanan bucak, kasaba ve köylerle birlikteki nüfusu asgari 15.000 olmak, bağlanan bucak, kasaba ve köy sayısı toplam 10'dan az olmamak" şartlarını Merkez Anıtkaya kasabasının taşımadığı gerekçesiyle İl İdare Kurulu'nun 31.10.1995 tarih ve 751 sayılı kararı ile Merkez Anıtkaya kasabasının ilçe kurulması talebi reddedilmiştir."

    Buraya kadarki kısmı okurken; 1930 Eğret'te nahiye kurulması, 1942 Eğret nahiye merkezinin nakli, 1957 Eğret yerine İhsaniye'de ilçe kurulması ve 1958 Eğret'te belediye kurulması kararlarını hatırlayınız. Önyargı, çelişki, eşitliksizlik, adaletsizlik, ayrımcılık ve daha başka olumsuz ne kadar kelime varsa zihninizde uçuşmaması mümkün değildir...

    Lakin kararın ikinci sayfası var, onu da görelim:

    "Ancak Türlü İşler Komisyonunun 21.11.1995 gün ve 2 sayılı raporunda belirtildiği şekilde mahallinde halka hizmet verilmesi, dengeli ekonomik gelişimin sağlanması, çarpık problemli gelişen kentleşmeye dur denilmesi, köyden kente göçü önlemek, ve idari mekanizmanın rahatlatılması açısından Merkez ilçeye bağlı Anıtkaya kasabasında aynı adla ilçe teşkilatı kurulması genel meclisimizce oybirliği ile kabul edilmiştir."

    İl Genel Meclisi, İl İdare Kurulunun tamamen olumsuz kararını 'takmayıp' yüzde yüz aksi yöndeki kararını 'oybirliği' ile almış. Üstelik yasal dayanağı da belirterek...

    Burada, bizim baştan beri aradığımız soruların cevabı da gizli aslında... Nahiye merkezi nasıl 2000 civarındaki  Eğret'ten alınıp 500'lük İhsaniye'ye nakledilir? 717 nüfuslu İhsaniye'de rahatlıkla ilçe kurulurken 2500 küsür nüfusa sahip Eğret'in nasıl esamisi okunmaz?... Kriterlerin, şartların hiç bir hükmü yok; bir yerde bir şey yapılmak isteniyorsa onun için bir yasal dayanak bulunur ve yapılır. İşin özü bu...

    Ömer Başçavuş işin özünü anlamış ve başvuruyu yapmış, söz verildiği gibi İl Meclisinden geçmiş. Karar İçişleri Bakanlığı (İller İdaresi Genel Müdürlüğü)ne gönderilmiş, oradan TBMM'de ilgili kurulda sıraya alınmış. Öylece bırakılmamış Ömer Aydın ve ulaşabildiği her Milletvekiline bu konuda yardım istediği mektuplar göndermiş.

    Neticede bir şey yok, zira DYP-SHP koalisyonuyla mutlu başlayan bu dönem, aynı zamanda sonu 28 Şubat'a çıkacak oldukça karışık ve karanlık bir dönem olacaktır. Anıtkaya'da ilçelik kurulması kararı, istikrara muhtaç Meclis koridorlarında kaybolur gider...

    Sonucu ne olursa olsun, Anıtkaya idaresinde bulunanların bundan sonra izlemesi gereken rotaya projektör tutan bu başvuru, sırf bu özelliği sebebiyle önemlidir. Süreci başlatan Ömer Aydın, 1999 yılındaki seçimi kaybetti...



13 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-11

 
    12 Eylül 1980 sonrası askeri yönetimin Anıtkaya'daki en etkin siması Karakol Komutanı Sabri Çağıl idi. Gece gündüz sosyal hayatın tamamını kontrol altına almıştı. İlk zamanlar uyulacak kuralları büyük bir mukavvaya yazdırıp kahveye astırmıştı, sonra merkezden gelen basılı bildiri ve afişleri aynı şekilde astırdı. İşini Jandarma, Bekçi ve bildiriler aracılığıyla yürütür kendini gizlerdi. Uzun süre darbe yönetimindeki tek otorite kendisi oldu. 

    Seçimlere yakın bir zamanda Karakol Anıtkaya'dan kaldırıldı. Karayolu köyden uzaklaştırıldıktan sonra zaten iyiden iyiye yol kenarında kalmış, sanki halktan tecrit edilmiş gibiydi. Sabri Başçavuş kasaba içinde oturduğu halde yine de halk ondan korkar, uzak dururdu. 12 Eylül döneminde bu hal arttı. Bütün bunlara rağmen Anıtkaya'dan ayrılırken ağladığı söylenir.

    Diğer yandan yarım asırdan fazladır Eğret/Anıtkaya'da huzur ve asayişi sağlayan Karakolun gitmesi ilk zamanlarda eksikliği pek hissedilmemiş olabilir. Fakat daha sonra özellikle hayvan hırsızlıklarının artmasıyla aranır oldu.

    Askeri yönetim dönemlerinde Belediye Başkanlığına Okul Müdürünün vekalet ettiği malum. Yalnız 80 askeri yönetiminde böyle olmamış, Gocayusuf'un vazifeye devam etmesine izin vermişler. Duyduğuma göre Sabri Başçavuş şakayla karışık demiş ki: "Eee Gocayusuf, şimdiye kadar oturduğun yeter, kalk şu koltukta biraz da biz oturalım!.." Zaten asker tarafından böyle bir şey bekleyen Reis, makamı devretmeye hazır olarak buyur etmiş. Komutan şaka yaptığını belirterek MGK'nın izin verdiği vakte kadar görevine devam edebileceğini söylemiş...

    Ara dönem 1984'te bitti. Böylece Gocayusuf'un başkanlığı tam 11 yıl sürmüş oldu... Üç adayla girilen seçimi Çolakların Salim Kurt, yüzde 43,4 oran ve 444 oyla kazanmış. Öncesinde Başbakan Turgut Özal'ın köy içine kadar girip adayına oy istediği anlatılır. 

    Salim Kurt döneminin en ses getiren olayı, iki otobüs alınıp Belediye'nin yolcu taşıma işine sokulmasıdır. Halkın 'ELLİ NECE' dediği bu mini otobüsleri gidip Bursa'dan bizzat getirmişler. Bu iki araba uzun süre köylünün kahrını çekecektir.

    Bu dönem şiddetli esen rüzgarlardan biri de Anıtkayaspor'unki idi. Öyle ki bir ara Afyonspor'u bile geride bıraktığı söylenir. Gerçi eskiden beri çevre köylerin gençleri ile bizimkiler arasında özel günlerde futbol maçları yapılırdı, ama o zamanlar Anıtkaya'nın klübü, forması, sahası yoktu. İlk defa bu dönemde organize olunup Anıtkayaspor klübü kuruldu, Belediye de destekleyince arkası geldi.

    Anıtkaya'da kanalizasyon şebekesi de yoktu. Sadece Galipbey caddesinde ana hat ve ona bağlı Pazaryeri'nin mazgallar aracılığıyla olası sel suyunu Eğret deresine indiren küçük bir kanalizasyon ağı bulunuyordu. Bütün sokakların dahil edileceği kanalizasyon ağına da bu dönemde başlandı.

    Arazi ve köy içinde kadastro ve tapulama işlemlerinin başladığını da zikretmek gerek...

    1989 Seçimlerinde Türkiye genelinde olduğu gibi Anıtkaya'da da SHP rüzgarı esti. ANAP'lı Salim Kurt dönemini sonlandıran bu rüzgar oldu; yine üç aday yarışmış, yüzde 42,2'lik oran ve 589 oy ile ipi Mahmut Öztürk göğüslemişti...

    Kanalizasyon bu dönemde bitirildi. Yalnız Salim Kurt döneminde satın alınan büzlerin çürüklüğü ve diğer başka konularda yolsuzluk yapıldığına yönelik soruşturmalar da bu dönemin tamamını işgal etti. Ayrıyeten tapu kadastro işleri tamamlanıp buna bağlı olarak kasaba içindeki bazı meydanların parselizasyonu ve arsa satışları gerçekleştirildi.

    Ayrı paragrafta değerlendirilmesi gereken bir husus, kasaba içinde kalan tarihi kabristanın yetersizliği sebebiyle defin işlemlerine kapatılmasıdır. Bunun için önce yenisini yapmak gerekiyordu. Akgaya'da, yeni karayolu kenarı kabristan olarak belirlendi ve hızlıca inşaa edildi. 

    Yalnız  bu ara oldukça tartışmalı geçmiş. Hacı Emrullah Onay bu iş için bir tarla bağışlamışmış, bazıları köye uzak diye uygun görmemişler. Bir başka grup da çıkmış, "Yoldan gelip geçenler görür de Fatiha okur, onun için burası iyidir." demişler ve böylece orası kesinleşmiş. Yani sizin anlayacağınız "Ölümlü kazalar oluyor, dirilere zararlı" diye köyün dışına attığımız karayolundan, ölüler için medet ummuşuz. Şimdilerde Anıtkaya'nın önünü tıkadı diyerek eleştirilen yeni mezarlığın oraya yapılması hikayesi böyle...

    1994 yılında Anıtkaya Belediye Başkanlığı Müdür'den Başçavuş'a geçti...



12 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-10

 
    Tuna zamanında cadde ve sokaklar isimlendirilmiş. Daha önceden, 1950'lerde dış kapıların numaralandırıldığı söyleniyor, fakat cadde ve sokak adlandırmasına 1963 öncesinde girişildiğine yönelik bilgi yok. Aynı şekilde iki mahalleye bölünmenin kasaba yapıldığı 1958 yılında mı veya daha sonraysa ne zaman gerçekleştiği belirsiz. Cadde sokak adlandırma zamanıyla eşitleyip Tuna dönemine bağlamak en isabetlisi gibi duruyor.

    Galipbey  caddesinin kuzey ve güneyi, aynı şekilde Söğütcük'e kadar bu caddenin uzantısı esas alınarak Zafer ve Cumhuriyet mahallelerinin oluşturulması önemlidir; çünkü bundan sonra Anıtkaya idari hayatında Mahalle Muhtarlıkları söz konusu olacaktır. 2014 yılına kadar etkisini sürdürecek iki mahalle muhtarının seçimi, aralarında rekabet ve işbirliği durumları önemlidir. 

    Bundan başka yine Tuna döneminin mühim çalışması, kasabanın içme suyu sorununa el atılmasıdır. Su deposu inşa edilmiş, Gatçayır'a kuyu açılıp suyu pompa marifetiyle depoya taşınmış. Su şebekesinin ana hatları döşenerek kasabanın belli başlı noktalarına musluklu meydan çeşmeleri yapılmış, içme suyu en azından ana istasyonlara kadar götürülmüş. 

    1968 yılındaki seçimlere yedi aday katılmış. Çakırların Delimısdık Mustafa Erdem 269 oy ve yüzde 33,9 oranla seçimi kazanmış. Onun hizmet anlayışı,  köye gelen görevlileri güzelce ve cömertçe ağırlayarak istediğini yaptırma stratejisiymiş. Bu hususta biraz aşırıya kaçtığından Delimısdık diye lakaplanmış.

    Üyük'teki şehitlik düzenlemesi onun zamanında yapılmış. Güney eteklerindeki onun diktirdiği çamlar şimdi devasa boya ulaştı. Aynıyla Galipbey caddesinin ortasını boydan boya ağaçlandırmış. 

    O caddeyi kesme taş parke döşetmiş, son dönemlere kadar bu taşlarla kaplıydı. Taş döşeme işi sonradan diğer cadde ve sokaklara da sirayet etmiş, ama Belediyenin buna gücü yetmeyeceği için, eski usul imece devreye sokulmuş. Kırlardan toplanan doğal taşlarla çoğu sokaktaki çamur kesilmiş. 

    Üstü açık ve kapalı bölümleriyle pazaryeri düzenlemesi de bu dönemde galiba. Pazaryeri zemini ve bağlantı yollarına beton dökülüyor, kuzey tarafından iki yerde merdivenlerle yükseltiliyor, alt tarafına dükkanlar...

    Bütün bunlar 1969 yılındaki Anıtkaya İmar Planı düzenlemesinden sonraya yayılmış olabilir. Delimısdık döneminin belki de en mühim projesi bu olsa gerek, zira sonraki işlemler hep bu planlamaya göre yapılacaktır. Gerçi bu ana imar planı defalarca değiştirilerek her gelen kendine uyacak şekle sokmuş. Yine de yapılaşmanın temeli olan ve o gün için Türkiye'nin en ünlü mimarına yaptırılan yetmiş yıllık bu plan önemlidir.

    Delimısdık'tan sonraki Reis Gobakların Goca Yusuf Kopan. 1973 yılındaki seçimlerde yine ikiden fazla aday varmış; zira Gocayusuf 33,9 yüzde ve 340 oyla kazanmış. Böylece Anıtkaya Belediyesi tekrar AP'ye geçti, çünkü iki AP'li dönem arasına CHP'li Delimısdık girmişti. 

    Sonraki yerel seçimler 1977 yılında yapıldı. Hatırlıyorum, Gocayusuf bu seçimi Arzıların Ali İhsan Tüblek'e karşı kazanmıştı. İki adayla girilen bu seçim kılpayı sonuçlanmış, Gocayusuf 500 oy ve  51,3 yüzdeyle...  Lakin Gocayusuf bu ikinci dönemini tamamlayamadı; sebep malum, 12 Eylül 1980 askeri darbesi...

    Gocayusuf dönemine isabet eden değişikliklerin başında su ve elektrik işleri geliyor. Onun döneminde içme suyu şebekesi tamamlandı, su artık evlerimizdeydi. Yine elektrikle sokak aydınlatması Delimısdık zamanında başlasa da meskenlerin ışıkla buluşması Gocayusuf döneminde yaygınlaştı.

    Eski Malbazarı'na Sağlık Ocağı yapılması da bu dönemin unutulmaması gereken işlerindendir. İnşaa edildiği sırada karayolunun hemen dibinde olması dikkat çekiyordu, fakat sonradan bundan kaynaklı önemini yitirdi, çünkü...

    Çünkü olumlu mu olumsuz mu olduğuna karar veremediğim Gocayusuf dönemi işlemlerinin biri de Afyon-Kütahya karayolunun kasaba dışına çekilmesidir. 

    Eğret köyünün idari sisteminde mühim yeri bulunduğunu söylediğimiz Hayır Cemiyeti, kasaba olunduktan sonra da faaliyetlerini sürdürdü. Daha adı Cami-i Şerif Vakfı iken göz dolduran en büyük hizmeti Gocacami ve eklentileri inşaatıydı. Eğret'te belediye kurulduktan sonra sırasıyla Yeşilcami yapımı, Cumacamisi'nin tamiri, Yenicami yapımı, Gocacami tamiri, Kuran Kursu yapımı gibi büyük işlerin yanında şimdi hatırlanmayan ufak tefek işlere de imza attı.


11 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-9

 
    1958 başında yapılan halk oylamasında Belediye teşkilatı kurulması yönünde karar çıkınca, aynı yıl sonbaharında Eğret'te ilk Belediye seçimleri yapıldı. Seçime, muhtarlık dönemi bitmeden kasaba yapılan Eğret muhtarı Tıraka Abdurrahman Zenger de katıldı. Partili partisiz daha başka adaylar da varmış, ama Çakır Osman Erdem kazandı ve böylece Eğret Kasabasının ilk Belediye Başkanı oldu.

    Artık Eğret idari sisteminde yeni bir dönem başlıyordu. Gerçi belediye teşkilatı da pratikte muhtarlıktan çok farklı değildi, ama bütün iş ve işlemlerin bir sistematiği vardı, hizmetler bu düzen içinde daha seri ve kapsamlı yürütülebiliyordu. 

    Mesela, İhtiyar Heyeti yerine düzenli toplanıp kararlar alan Belediye Meclisi vardı, ama İhtiyar Heyetinin doğal üyesi olan İmam ve Öğretmenin artık kasaba yönetiminde etkisi kaldırılmıştı. 

    Yine Koruma derneğinin faaliyetleri İhtiyar Heyeti yerine Belediye Meclisi iyelerinden birinin uhdesine verilerek, yahut dışarıdan güvenilir birisi görevlendirilerek yürütülüyordu. Çakır Osman döneminin Koruma Reisi Tatıresil Resul Omak imiş... Muhtarlık zamanında Koruma neler yapıyor idiyse, Belediyelik döneminde de yine aynı görevleri yürüttü. Yalnız eskiden İhtiyar Heyetince yapılan köy bütçesi oluşturma gibi görevler bu kez Koruma'ya bırakıldı.

    Tabi ki bu kritik dönemde her şey yolunda gitmedi. Muhtarlıktan Belediyeliğe geçiş sürecinde yeni kasabada bazı aksaklıklar yaşanması normaldir. Böyle bir durum Eğret Belediyesi Tahsildarı Kelahmetlerin Abdullah Azbay'ın başına geliyor. İşin içinden çıkamadığı problemini İller Ve Belediyeler Dergisi'ne yazdığı mektuptan özetleyeceğim: 

    1930'lardan beri Muhtarlıkça İlbulak'taki bazı mevkiler Aşiret Yörüklerine otlakiye karşılığı kiralanmaktadır. Belediye Meclisi dağı bu şekilde Yörüklere kiralamak yerine sadece kendi köyümüz hayvanlarının hizmetine sunalım demişler. Tabi öyle olunca büyük bir gelir kaybı oluyor. Ne yapalım ne edelim derken, herkesin hayvan sayısına göre bir miktar belirleyelim ve başkasından alacağımız ücreti de Eğretlilerden almış olalım, diyorlar. Güya kasaba halkına kiralanmış olacak... Hesapta öyle, ama resmen bu kanunsuz bir işlemdir, bundan haberleri yok...  Kiralamak yasal, bunda problem yok da, yaptıkları şey kiralamak değil ki, zorla halktan para almak. Zaten kendilerine ait olan dağda öküzünü koyununu yayan vatandaş niye ayrıca otlakiye ödesin, değil mi? Veya ben dağda yaymayacağım öküzü... Belki de Muhtarlık zamanındaki bütçe hazırlama olayından esinlenerek böyle bir işe giriştiler, her neyse... Kimse itiraz etmeyince 1958 yılının kirasını itirazsız herkesten alıyorlar, 1959'u da firesiz topluyorlar... 1960'a gelince 397 mükellefin 336'i ödeme yapıyor, geriye kalan 59 kişi ayak diriyor. Bunlar köyün zenginleri olduğu için hayvan sayısı fazlaymış, dolayısıyla ödemesi gereken miktar çoğalıyor, haliyle vermek istemiyorlar. Bir de 27 Mayıs darbesiyle oluşan idari boşluktan yararlanarak İhsaniye Kaymakamlığına başvurup şikayetçi oluyorlar. Kaymakamlık da dağıtılan Eğret Belediye Meclisinin ilgili kararını kaldırıyor. Abdullah Azbay yetkililere, şimdi ben ne yapacağım diye soruyor; kalan 59 kişinin borçlarını da tahsil mi etmeliyim, yoksa 336 kişiden aldıklarımızı iade mi etmeliyim? Derginin cevabı net: Bu yıl için aldıklarınızı iade etmenizi, bundan sonra da böyle bir işe girişmemenizi tavsiye ederiz. Çünkü yaptığınız şey vergi koymaktır ve Belediyelerin böyle bir yetkisi yoktur... İşin sonunda ne olduğu bilinmiyor, ama böyle yanlışlar yapıla yapıla doğruya ulaşıldığı kesindir...

    Aslında Çakır Osman'ın yönetimde tecrübeli olduğunu biliyoruz. 1940'lı yıllarda kısa da olsa Eğret Muhtarlığı yaptığı hatırlanacaktır. Bu kısa döneminde, şahsen aleyhinde olsa bile, alınan karara ilk kendisi ve yakınlarının riayet etmesi hususunda çok titizlendiğini anlatıyorlar. Seçimi kazanmış olmasının bir sebebi Tıraka'dan bıkkınlık ise, diğer sebebi ilk dönemindeki halkta kabul gören bu davranışlarıymış.

    İlk dönem Eğret Belediyesine dair akıllarda kalan en büyük hizmet olarak sokak aydınlatmaları gösteriliyor. Kasabanın belirli noktalarına bayrak direği gibi uzun sırıklar dikilmiş. Ucunda makara olan bu direklere her akşam lüks lambaları yakılıp çekilir, gece yarısı hepsine gazyağı takviyesi yapılarak pompalanır ve sabaha kadar yanmak üzere tekrar yukarı çekilirlermiş. Zamanla direk sayısı çoğaltılarak bütün kasabaya genelleştirilen bu sistem 1970'lere kadar sürdürülmüş.

    Tıraka döneminde planlaması yapılan çay (çamaşırhane) inşaatına da yine Çakır Osman zamanında başlandığı söyleniyor. Fakat bu inşaatın ne kadar sürdüğü ve ne zaman tamamlandığı bilinmiyor.

    1962'de çekilen bir fotoğrafta eski Öğretmen lojmanının yapılmış olduğu görülüyor. Çakır Osman döneminde mi yoksa askeri yönetim zamanında mı yapıldığı belli değil...

    Başkanlık seçimlerinden altı ay kadar sonra, 1 Nisan 1959 tarihinde Eğret Kasabasının İhsaniye Kazasına bağlanacağı kanunen önceden belirlenmişti. Bundan sonraki Çakır Osman başkanlığı yaklaşık bir yıldır. 27 Mayıs 1960 darbesiyle Belediye Başkanlığına üç yıl boyunca İlkokul Müdürü vekalet edecek. Böylece tıpkı Tıraka'nın Muhtarlığındaki gibi Çakır Osman'ın Başkanlığı da yarım kaldı.

    Belediye Meclisi feshedildi, Başkanlığa İlkokul Müdürü, Koruma Başkanlığına da Karakol Komutanı vekalet ettiler. Belediye binasının ne zaman yapıldığını ve ilk Belediye hizmetlerinin nerede verildiğini bilemeyeceğim. Yalnız bu geçiş döneminde Koruma olarak Sarasan Hasan Dadak'ın dükkan üstü kullanıldığına dair bilgi var... Zamanın Onbaşısı, Komutanlık dışındaki vaktini burada geçiriyordu demek...

    Bu arada 1960 yılında, asırlarca bilinen adıyla Eğret, Anıtkaya olarak değiştirildi. O günden bu yana böyle denilse de yaşlılar, özellikle çevre köyler ve Afyon yaşlıları hala Eğret isminde ısrar etmektedir...

    17 Kasım1963 günü demokrasiye dönüş anlamında yerel seçimler yapıldı. Rakipleri kimdi bilinmiyor, bu seçimi 328 oy ve yüzde 31,5 oy oranı ile Tuna Hüseyin Kayır kazanmış. Oran dikkate alınırsa bin civarında oy kullanılmış ve ikiden fazla aday var... İdamlardan dolayı bütün ülkede DP devamı olarak görülen AP'ye büyük teveccüh var. Tuna'nın seçilmesinde partisinin tesiri olabilir...

    İhsaniye Kazasına bağlı iki kasabadan biri (diğeri Döğer) olan Anıtkaya Kasabası, Tuna'nın başkan seçilmesinden kısa bir süre sonra, 1964'te Afyon Merkez Kazasına bağlandı. Anıtkaya Kasabası 1930 öncesi statüsüne ancak 34 yıl sonra tekrar kavuşabildi. Bu 34 senenin 22'sinde, Eğret ile top oynar gibi oynadılar...


10 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-8

     
    Yani bunca yıldır edebiyatla uğraşırım benzer bir cümle kurmak bir anda aklıma gelmezdi. İhsaniye ile köyleri arasındaki coğrafi yakınlık ve arada hiç bir engel bulunmadığını bundan daha iyi anlatmanın bir üst seviyesi masalsı ifadelerdir "Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de baktık ki..." yahut "Kuş uçmaz kervan geçmez yollar..." gibi... Yok, bu kadarına cüret etmemiş raportörler, ama şu "Nahiye merkezi ile köyler arasında kışın geçit vermiyen dağ ve sular olmadığı..." ifadesi de en az onlar kadar sorunlu...

    1930 yılında Eğret'te nahiye kurulmasından itibaren yaklaşık 30 yıllık Eğret idari işlerini ve onun İhsaniye ile ilişkisini inceledik. Geçen zamanda gelişen olaylarla ilgili, bu cümle ışığında, akla bazı sorular geliyor:

    - 1930 yılında Eğret Nahiye yapılırken, bağlı en az 22 köyü ile arasında 'aşılmaz sıra dağlar, geçilmez deryalar' mı vardı? Kararname zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve İçişleri Bakanı tarafından buna rağmen mi imzalandı? Yoksa Eğret gayet merkezi ve ulaşımı kolay bir köy olduğu için mi böyle uygun görüldü?

    - Çevresinden Eğret köyüne doğru ulaşımı engelleyecek iki doğal yüzey şekli olarak Araplı Boğazı ile Süleyman Boğazı kaydedilmiş. Güneydeki Araplı Boğazı Bayramgazi'nin de güneyinde kaldığı için Eğret'e ulaşımında aksaklığa sebep olmaz. Kuzeydeki Süleyman Boğazı'nın da Osmanköy-Eğret bağlantısında hiç bir olumsuzluğu yok. Bunun dışında bağlı köyleriyle Eğret arasındaki arazi hafif engebeli kıraç topraklardır. Ve İhsaniye ile Eğret arasında bu bakımdan hiç bir fark yoktur. Raportörün benzeri sözleri Eğret için geçerli değil midir?

    - 1942'ye gelindiğinde coğrafyada ne gibi değişiklikler oldu da Eğret köyü nahiye merkezi için uygun olmaktan çıktı? Yoksa iklim değişti de Eğret ile köyleri arasını su mu bastı?

    - Nahiye merkezinin İhsaniye'ye nakli sırasında, yukarıdakine benzer cümlelerle neden en küçük bir gerekçe bile sunulmadı?

    Bir de, Eğret ile İhsaniye'nin hangisini ilçe yapsak, diye yetkililerin kararsız kalması var. Coğrafi olarak ikisi de eşit şartlarda olduğuna göre gelin ahaliye soralım demişler, Eğretliler istemeyince İhsaniye'ye alın ilçelik size kaldı denilmiş de falan filan... Bütün bunlara inanmamızı bekleyenlere de bir kaç sorum olabilir, ama şimdi ne faydası var...

    Bu konu üzerinde çok durduk, söz verdiğim hikayeyi anlatıp ilçelik meselesini kapatacağız. Sonra Eğret Kasabasının macerasına geçeceğiz...

        ***

    Hani köylüye güya 'köyünüzü kaza yapalım mı' diye sordukları 1957 yılında geçiyor olay... Hacapdıramanların Lomcu Hoca (Mehmet Selek), Tekke'nin yakınlarında oturuyormuş. Sığıreğleği denilen o meydan, şimdi olduğu gibi ta o vakitlerden beri milletin vakit geçirdiği bir yermiş. Ellisine merdiven dayamış Lomcu Hoca da belki ezan bekliyor, belki arkadaşlarıyla sohbet ediyordu...

    Şimdiki Galipbey caddesinden yukarı kendilerine doğru bir cip gelmekte olduğunu görmüşler. Aşağıdaki şose (susa)dan böyle araçlar gelip geçermiş, ama köye girdikleri pek nadirmiş. Bu yüzden yaklaşmakta olan cip şaşırtmış bizimkileri...

    Homurdanarak gelen cip, oturanların yanında durmuş. Selam verip ihtiyarlara yaklaşan iki üç kişi,  Hükümet yetkilisi olduklarını söylemişler. İhsaniye'ye gidecekler, ama yolu bilmiyorlarmış. (Demek ki yukarıdaki rapor daha hazırlanmamış, yoksa çok kullanışlı(!) Afyon-Kütahya ana şosesinden gelip İhsaniye köyüne kolayca ulaşmak varken neden Eğret yolunu seçsinler ki!)

    Neyse, bizimkiler yolu tarif etmişler, "Şurdan doğru gidin, Susuz'u geçtikten sonra devam edin, demiryolunu geçince karşınıza çıkar..." Yol tarifini anlamamış adamlar, "Biriniz bizimle gelip yol gösterse..." diye rica edince Lomcu Hoca binmiş cipin önüne, düşmüşler yola...

    Yol şimdiki gibi olmasa da sürekli at arabaları işliyor, en azından 15 yıldır yeni Nahiye merkezine at arabasıyla dolmuşçuluk yapılıyor. Motorlu araç geçişi ise çok çok nadir. Bunları yolun durumunu hayalinizde canlandırabilesiniz diye söylüyorum.

    Bayramgucağı mevkii ve Susuzosmaniye köyü sorunsuz geçiliyor. Bu arada yolcular cipte neler konuşur bilemiyoruz. Haytanınguyu'yu geçtikten sonraki derede cip çamura saplanıyor... Yetmiş sene evvelinden bahsediyoruz, o dönemde yüzey suları çekilmemiş, her taraf sulak çayır... En azından gündönümüne kadar böyle, sonra buharlaşmayla yazın ortasında anca kuruyor ortalık...

    Cipin suya çamura battığı mevki tam da böyle bir yermiş, bahar mevsiminde bulundukları için neredeyse hafif akan bir dere gibi... Memurlar telaşlı inmişler arabadan, ne yapacaklarını bilemez haldeler... Bir de bakmışlar ki Eğret'ten rehber olarak aldıkları Lomcu Hoca da inmiş, hatta geldikleri yönde Sususzosmaniye yoluna düşmüş bile...
    - 'Nereye gidiyorsun, biz burada ne yapacağız!' diye bağırmışlar. Bizim Hoca arkasına bile bakmadan;
    - 'Sular çekilince çıkarsınız.' demiş. 
    - 'Sular ne zaman çekilir?!'
    - 'Yaz gelince...'

        ***

    Hükümet yetkililerinin oradan nasıl kurtuldukları bilinmiyor. Susuz veya Karacahmetli birilerinin yardımını almış olmalılar. 

    Lomcu Mehmet Hoca 1973 yılında vefat etti, şu olay kendisinden rivayettir. Yaşandığı dönem ile İhsaniye'nin kaza yapılması süreci zamansal olarak örtüşüyor. Haytanınkuyu ilerisindeki derede mahzur kalan Memurlar, aslında rapor hazırlamak üzere Eğret ve İhsaniye'ye mi görevlendirilmişlerdi? Darda kaldıkları vakit Eğretli Hoca'nın yaptığı vefasızlığı raporlarına yansıtmış olabilirler mi? Ne bileyim raporda 'geçit vermeyen sular' filan denilince... 


Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-7


    1950'li yılların son dönemindeki İhsaniye'nin kaza, Eğret'in ise belediyelik yapılması olaylarını birlikte inceleyeceğiz demiştik. Birbiriyle doğrudan ilişkili ve birbirini en az 15 yıldır etkileyen bu iki yerleşimin başına gelenleri ayrı ele almak, olayın özünü anlamamızı engeller. Belki yazıların sonunda yapılacak değerlendirmede, olayları karşılaştırma tekniğini benimseme sebebimiz daha iyi anlaşılacaktır.  Şimdi kronolojik ilerleyelim...

    Başbakan Adnan Menderes tarafından 25 Mayıs 1957 tarihinde TBMM Başkanlığına aşağıda üstyazısı görülen 245 No'lu Komisyon Raporu gönderiliyor. 


    Yazının ilerleyen bölümlerinde İhsaniye köyünde kaza kurulmasına gerekçe gösterilen rapora yer verilmiş. O paragraf şudur: 

    "Afyon vilâyetinin merkez kazasına bağlı Eğret (İhsaniye) nahiyesi halen (38) köyü ve 1950 nüfus sayımına göre de (21.008) nüfusu ihtiva etmekte olup, kaza merkezine 22 - 50 km. mesafede olmalarına karşı Eğret nahiye merkezine 5 - 23 km. mesafede bulunmaktadırlar. Nahiye merkezi ile köyler arasında kışın geçit vermiyen dağ ve sular olmadığı gibi Afyon - Eskişehir demiryolu nahiye merkezinin tam ortasından geçmektedir. Ayrıca Afyon - Kütahya ana şosesi muvasalayı muntazaman sağladığı gibi, kış, yaz her türlü nakil vasıtasının karayollarında işlemekte olduğu ve oldukça geniş ve inkişafa müsait ve 1950 nüfus sayımına göre de (717) nüfusa malik bulunan bu nahiye merkezinde hükümet konağı ittihazına ve memurların aileleri ile birlikte rahatça ikametlerine elverişli binaların bulunduğu, hulâsa; kaza merkezi olduğu takdirde ilk anda ihtiyaca cevap verecek imkânlara sahip bulunduğu cihetle merkezi Eğret nahiyesinin merkezi olan ihsaniye köyü olmak ve ilişik (l/B) sayılı cetvelde adları yazılı kendisine bağlı (37) köyü, (21.008) nüfusu ihtiva etmek ve Afyon vilâyetine bağlı bulunmak üzere (BELCEMEŞE) ... adıyla yeniden kaza kurulması yetkili kurulların mütalâalarına dayanılarak adı geçen valiliklerce yapılan işbu teklifler yerinde görülmüş ve işlem İl İdaresi Kanunu hükümlerine uygun bulunmuş olduğundan ilişik kanun lâyihası bu maksatla hazırlanmıştır."

    Olduğu gibi alıntıladığım paragrafın son bölümünden, gerekçe sunan ifadelerin Afyon Valiliğince hazırlanıp Hükümete gönderildiği anlaşılıyor. Olması gereken de bu zaten, çünkü Milletvekillerinden oluşan Komisyon İhsaniye'nin, Eğret Nahiyesinin durumunu ne bilsin. Vilayet raporunu olduğu gibi alıp Komisyon Raporuna iliştirmişler. Raporda önemli bulduğum bazı noktalar üzerinde durmak gerekiyor.

    Daha ilk cümlede 'Eğret (İhsaniye) nahiyesi...' ifadesi göze batıyor. 1942'deki sadece nahiye merkezinin nakledildiği bahanesini açık etmekte bir mahzur görmemişler. 15 yıldır formaliteden Eğret dedikleri Nahiyenin aslında İhsaniye olduğunun itirafıdır bu...

    'Nahiye merkezi ile köyler arasında kışın geçit vermiyen dağ ve sular olmadığı...' Bir rapor ciddiyetinden uzak şu ifadeye mim koyalım, ileride lazım olacak...

    Aradan geçen yarım asır bile 'Afyon - Eskişehir demiryolu nahiye merkezinin tam ortasından geçmektedir. ' cümlesindeki yalanı ortadan kaldıramamış. O demiryolu günümüzde bile İhsaniye'nin 'tam ortası'na uğramıyor...

    Ya şuna ne demeli: 'Ayrıca Afyon - Kütahya ana şosesi muvasalayı muntazaman sağladığı gibi, kış, yaz her türlü nakil vasıtasının karayollarında işlemekte olduğu...' Afyon-Kütahya ana şosesi  Kurtuluş Savaşından beri Eğret'ten geçen yol olduğunu herkes bilir... Bu kadar yanıltıcı bilgiyi bir arada bulunduran bir rapor hazırlamak büyük cesaret...

    İş gelip nüfusa dayandığında söylenecek söz bulunmaması gerekir. '... oldukça geniş ve inkişafa müsait ve 1950 nüfus sayımına göre de (717) nüfusa malik bulunan bu nahiye merkezinde...' Yahu kaza olması teklif edilen bir yerleşimin nüfusu bu kadar ise, hiç yazılmasa daha iyi değil midir... Daha başka yönlerden de ele alınabilir şu rapor; fakat nereden baksan temelsiz, neresinden tutsan tutarsız olduğu anlaşılır...

    Sonuçta 7033 sayılı Kanun, 27 Haziran 1957 tarih ve 9644 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Kanunun maddelerine göre İhsaniye kazası bu tarih itibariyle kuruldu. Eğret nahiyesine bağlı, aralarında Eğret'in de bulunduğu 37 köy bu yeni kazaya bağlanıyor, lakin bunun uygulanması 1 Nisan 1959'a bırakılıyordu. Ayrıca Kaymakam ve diğer görevli kişi ve kurumların kadro atamaları da 1960'ta yapılacaktı. Haziran 1957'deki durum budur... 

    O tarihlerin Eğret Muhtarlık Karar Defterinde bu mühim olayla ilgili en küçük bir ifade bile bulunmuyor. Çok tuhaf değil midir? Oysa şimdi bile Anıtkaya'da kime sorsanız kazalık/ilçelik konusunda aynı hikayeyi anlatacaktır: 'Yetkililer ilçeliği önce Eğret'e teklif ettiler, ancak bizim zenginler bunu istemeyince İhsaniye kaza oldu...' Zenginler ilçe olmayı neden istemez diye mevzuyu derinleştirince de 'Rahat rahat malcılık, koyunculuk edemeyiz diye...' biçiminde açıklama getiriyorlar... Kimdi bu zenginler diyerek ayrıntı istediysem de doyurucu cevap yok... 

    Neyse biz anlatıma devam edelim... Resmi Karar Defterinde konuyla ilgili bir şey bulamazken, elimize 8 Ocak 1958 tarihli bir tutanak geçti. 19 Ocak'ta, Eğret'e belediye kurulmasına yönelik plebisit (halk oylaması) yapılacağına dair bu tutanak altında Eğret Muhtarı ve İhtiyar Heyetinin onayı var. Karar defterinde olmayan bu belge Keliban (İbrahim Dalgıç) merhumun arşivinden çıkmış. 

    Belediye kurulsun mu diye resmen bütün halka sorulurken, ilçe olmak ister misiniz diye el altından, gizli kapaklı ve sadece zenginlere sorulması da anlaşılmaz bir durum.

    Eğer 1942'de Müdür ile Eğretlilerin takışması sonucu Nahiyenin İhsaniye'ye kaydırıldığı söylentisi gibi, 1957'de bizim zenginler istemediği için İlçelik İhsaniye'ye kaçtı tezi gerçek ise, yukarıda verdiğim Vilayet ve Meclis raporları külliyyen yalandır. Yok, orada yazanlar doğru ise bu söylentiler asılsızdır. Her iki durumda da olan Eğret'e oldu. Ya kendi insanlarının duyarsızlığının ceremesini çekiyor, ya da en yetkin resmi organların ilüzyon gösterisine sahne oldu... Belediyelik meselesi bir bakıma sus payına benziyor. Zira o sene herkesin susmasının başka izahı yok...

    Ne olduysa oldu, ama süreç işledi. 19 Ocak 1958'de Eğretliler belediye kurulmasını sandıkta onayladılar. O yılın sonbaharında belediye seçimleri yapıldı, köyümüz artık Eğret Kasabası idi. Prosedüre uygun biçimde, 1959 yılının 1 Nisan şakası olarak Eğret kasabası İhsaniye kazasına resmen bağlandı. 

    Mim koyduğumuz yerle ilgili bir hikaye anlatacaktım, yarına kalsın artık.