16 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi 14-Son

    
    Baştan şu sorunun bizdeki cevabını aramamız gerekiyor:
    - Sana yetki verseler, Anıtkaya'yı ilçe yapar mısın?

    Kimliğinin açıklanmayacağını bilirse, insanlarımızın bu soruya 'evet-hayır'ın ötesinde ilginç cevaplar vereceğini tahmin ediyorum. Ayrıca Anıtkaya'da oturanlar ile uzak-yakın Anıtkaya dışında yaşayanların cevapları farklı olması da normaldir.

    Yazı dizisi boyunca mümkün olduğu kadar kendimi gizlemeye, sadece okuyup dinlediklerimden, gözlemlerimden elde ettiklerimi objektif olarak yansıtmaya çalıştım. Elbette kendi yorumlarım, sorgulamalarım vardı, bunları sona bıraktım. Böylece konuşulmayan hiç bir husus kalmayacak, her şey ortaya dökülecek ve sonuçta gelecek için bir projeksiyon sunulmaya çalışılacak.

    Yanlış anlaşılmasın, Anıtkaya'nın bugünkü durumuyla ilgili suçlu aramıyoruz. Çünkü ortada bir suç yok, çünkü ceza yasasında yerleşimin idari pozisyonunu alt seviyeye düşürme diye bir şey bulunmuyor. Ancak köyün şu durumundan kim sorumlu, bunu arayabiliriz, ki bu sorumluluğu bir kişi veya gruba yüklemek de akılla bağdaşmaz. Her şeyde kendilerini işaret ettiğimiz Başkan/Muhtar dışında daha başka kimlerin hataları olabilir, onlara da bakalım...

        ***

    Şu fotoğrafta, 'önü açık ve gelişmeye müsait' diye 717 nüfusla ilçe yapılan İhsaniye ile, nüfusu 2000'in altına düştüğünden köy yapılıp önü kesilen Anıtkaya birlikte görülüyor.

        ***

    1998 yılı 28 Ağustos şenliğinde Başkan Ömer Aydın'ın konuşması çok ses getirdi. Bunun sebebi, içeriğin  alışılagelmiş şenlik konuşmalarından farklı olmasıydı. Günün anlamından sonra, protokol sıralarında  bulunan ANAP'lı Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy'a 'verdi veriştirdi.' Başkan'a göre Bakan Bey Anıtkaya'ya gelmesi beklenen bazı hizmetlere engel oluyordu ve bunu da sırf parti ayrımı sebebiyle yapıyordu. Konuşma esnasında protokolde buz gibi bir hava oluştu. Zafer haftası bitti, ama soğuk rüzgarın etkisi Afyon'da aylarca devam etti. Konuşmalar yapıldı, demeçler verildi, davalar açıldı. Sonunda ne mi oldu? Hiç bir şey...

    Aslında bu olayın özünde Ömer Başçavuş haklıdır. Sorumluluğunda bulunan Anıtkaya'ya bir şeyler yapılacakken, makamı ve konumu ne olursa olsun, buna engel koyanlara tepki vermek gerekir. Fakat burada büyük bir yöntem ve üslup sorunu göze çarpıyor; dolayısıyla bu sorun Başkan'ı haklıyken haksız duruma sokuyor. Eğer Başkan politik davranıp, her ne diyecekse bunu başkalarına, mesela bir grup Anıtkayalıya söyletseydi, üstelik bu masum protestoya mani oluyormuş gibi yapsaydı, sonuç elde edilir, beklenen hizmet (galiba ambulans) Anıtkaya'ya kazandırılabilirdi.

    Bununla beraber Devlet ve Hükümet yetkililerine usulünce tepki koymada Anıtkayalılarda büyük bir eksiklik olduğu kesindir. Köye gelen yetkili yetkisiz herkes hürmette kusur edilmemesi gereken bir misafirden öte olduğunu kabul etmeliyiz. Tamam izzet ü ikramda bulun, ama istediğin istemediğin hususlardaki düşüncelerini de çekinmeden söyle. Biz öyle yapmayız; dinleriz dinleriz, kafamızı sallar onaylarız, onlar gittikten sonra ancak itirazlarımızı sıralarız... Tabi bizden başka kimse duymayacağı için itirazlarımız bir işe yaramaz. İstemediğimiz biçimde sonuçlanınca da sorumlulara saydırmaya başlarız. Oysa sana gelenler siyasi ise, sen seçensin onlar seçilen; memur iseler, vatandaş olarak sen onların amirisin, vekil iseler, sen de asilsin. Çekinecek ne var, niye düşünceni söylemezsin...

    Tarz ve üslubunu ayarlayamamış olsa bile Ömer Başçavuş bir Bakana tepki göstermekte bu yüzden haklıdır. Benzer bir durum Remzi Kayır zamanında da yaşandı. Başkan, Anıtkaya söz konusu olduğunda ayrımcılık yaptığını düşündüğü Veysel Eroğlu'nu basın yoluyla protesto etti. Kaç kere Anıtkaya'ya gelmiş olmasına rağmen Belediye'ye uğramadığını, randevulara cevap vermediğini, daha önemlisi diğer beldelerle Anıtkaya arasında ayrımcılık yaptığını söyledi. Üstelik bu sitem/protestoda en küçük bir hakaret bile yoktu.

    Ömer Aydın ile Remzi Kayır'ın temeldeki şikayetleri, Bakanların parti gözeterek ayrımcılık yaptığı, hizmet götürme sözkonusu olduğunda Anıtkaya Kasabasını bundan ayrı tutmalarıydı. Bir Anıtkayalı gözüyle baktığımızda, şikayetlerinde ne kadar haklı oldukları herkesin malumudur. Yalnız aynı protestoyu kendi partisine mensup yetkililere göstermedikleri hususunda onları eleştirme hakkımız var. Mesela ilçelik başvurusuna sahip çıkmayan zamanın DYP'lilerine Ömer Aydın tepki göstermiş midir? Veya Remzi Kayır, ilk döneminde iktidarın bir parçası olan ANAP'tan, MHP'den Anıtkaya adına istediklerini alabilmiş midir? Alamadıysa tepkisini nasıl ortaya koymuştur?

    İktidar ile aynı partiden olunmadığı zamanlarda Hükümeti protesto eden Başkan profili çizmek kolay ve maliyetsizdir. Bunun böyle olduğunu gördük. Geçmişte işlerin Anıtkaya aleyhine döndüğü bariz bir şekilde ortaya çıkan dönemleri de gördük. Misal kazalığın ilk Eğret yerine İhsaniye'ye verildiği yıl olan 1957'e bakalım. Muhtarın bir partisi olmaz, ama birinci aza Eyüp Çetin'in DP'li olması sebebiyle Tıraka Muhtarlığının iktidardaki DP ile uyumlu çalıştığı herkes tarafından biliniyor. Diğer yandan, o dönemde yalan dolan raporlarla ne dolaplar çevrildiğini de ortaya koyduk. Çok zeki olduğu herkesçe bilinen Abdurrahman Zenger ve heyeti, olan bitenden habersiz olabilir mi? Peki, onların Hükümet cenahına, İçişleri Bakanlığına, en azından Afyon Valiliğine itirazda bulunduğuna dair bir şey duydunuz mu? Yok...

    Ya nahiye merkezinin Eğret'ten İhsaniye'ye taşındığı 1942'de olanlara ne demeli... Tamam o zaman muhtarlar seçimle değil, sırayla işbaşına geliyor veya atanıyorlardı. Lakin Eğret ileri gelenleri arasında mutlaka CHP'liler varmıştır. Onlar partileri nezdinde neden girişimde bulunmadılar? İçişleri Bakanının göreve geldiğinin ikinci haftasında hiç gerekçe göstermeksizin böyle bir genelgeye imza atmasına neden tepki göstermediler? Bunun tek müsebbibi Nahiye Müdürü ise onu neden partiye şikayet etmediler? 

    Merkezi yönetime gelelim. Hükümetlerin, Bakanlıkların, Vilayetlerin, Nahiye Müdürlerinin yanlışları olamaz mı? Daha nahiye merkezinin nakli sırasında resmi hiç bir gerekçe gösterilmemesi dikkate değerdir. Eğret halkının ne düşündüğünü kimse umursamamış. Nahiye Müdürü ile Eğretlilerin anlaşamadığı söylentisini doğru kabul etsek bile, bunun çaresi merkezi taşımak mı olmalıydı?  Müdürün kafasına uygun teba aramak nerde görülmüş, daha pratik ve kolay bir müdür değiştirmek varken neden merkez değiştirildi hala anlaşılmaz bir durum... Tek açıklaması, Belcemeşe köyünün parlatılmak istenmesidir; 500 haneli bu köy için koca Eğret harcanmıştır, bu kadar basit. Acı olan taraf, bu işe Devlet/Hükümet kurumlarının alet edilmesi...

    Hükümetin bir başka belirgin yanlışı 1957 ilçelik meselesinde görülüyor. Düzmece raporla bile saklanamayan gerçeklere rağmen kaza 717 nüfuslu İhsaniye'de kuruluyor. 15 yıl önce 1942'de tek mantıklı gerekçe olarak sunulan 'gelişmeye müsait merkezi konumu'nun ne kadar gerçekçi olduğunu şuradan anlayın; İhsaniye'de bu 15 yılda ancak 200 nüfus artışı sağlanabilmiş, evet sadece 200... Hükümet bu uygulamadaki haksızlığı, çıkardığı bir söylentiyle örtmeye çalışıyor. Neymiş, aslında Eğret ilçe yapılacakmış da zenginler istememişler... Ne zamandan beri idari yapı değiştirilirken halka soruluyor? 1930'da Eğret'te nahiye kurulurken Eğretlilere mi soruldu? Yoksa 1942'de nahiye merkezi Eğret'ten alınırken mi onlara soruldu? Tamam Belediye kurup kasaba yapmak için 1958'de halka sordunuz, ama bu kanun gereği olduğu içindi. Kanunun emretmediği nahiye ve ilçelik hususlarında Eğret halkının fikrini hiç dikkate almadınız...

    Tekrar yakınlara gelelim, Ömer Aydın ve Remzi Kayır'ın Hükemete serzenişlerinde haklı olduklarını söylemiştik. Remzi Başkan Galipbey caddesinin uzantısı olan bulvarın halini örnek vererek Anıtkaya'ya Hükümetin üvey evlat muamelesi yaptığını söylüyordu. Bunun Devlet çarkında sistematik ayrımcılığa dönüştüğünü de 1942'deki nahiye merkezi naklini örnekleyerek açıklıyor, o günden başlayan ayrımcılığın bugünlere ulaştığını belirtiyordu. 

    Remzi Kayır'ı bu eleştirilerinde haklı bulduğumuzu bir kez daha belirtelim, ancak 2014'te köye dönüşme faciasına doğru yol alınırken neler yapıp yapamayacağını da masaya yatıralım. Hükümet bu kararını açıkladığında Anıtkaya nüfusu kritik noktadaydı ve bir kaç yıldır gıdım gıdım giden kasabadan ayrılışlar hızlanmıştı. Belediyeliğin düşeceği kesin gibiydi. Sağdan soldan nüfus taşıma ile bunun önüne geçilebilir miydi? 

    Burada güncel bir örnek üzerinde duralım. İhsaniye ilçesi bu yeni düzenlemeden etkilenmiyordu, çünkü 2000 altına düştüğünde belediyeliğin feshi kararı beldeler içindi. Buna rağmen bakın neler olmuş: 

    Tablodaki veriler İçişleri Bakanlığından. Hatırlanacağı üzere 1957'de İhsaniye nüfusu 717 idi, 1960'ta doksan kişi artarak 806'ya çıkmış. Yılda yaklaşık 30 kişilik bir artış. Yeni ilçe olmuşsun, kadrolar verilmiş, atamalar yapılmış, buna rağmen tosbağa hızında bir artış... Bundan sonraki nüfus artış hızı değişmiyor, hep gıdım gıdım ilerliyor. Yalnız 2000 yılında bir anda merkez nüfus iki katına çıkıveriyor, köylerde belirgin bir değişiklik yok. N'oluverdi ki? Sonraki sayımda ise o anlık nüfus patlaması bir anda yok oluyor, her şey yedi yıl önceki halini alıyor. Demek ki 2000 yılında nüfusla ilgili bir tehlike sezildi ve 2200 kişi İhsaniye'ye yığıldı, tehlike geçince 'herkes yerine' dediler. Tabi bütün bunlar fiili olarak gerçekleşmemiş, kağıt üstünde öyle gösterilmiş olabilir.

    Benzer bir operasyon 2012-13 arasında gerçekleştirilmiş. Artık bu yıllarda adrese dayalı sistem oturmuş, nüfus işlemleri tamamen elektronik ortamda yapılmaya başlanmıştı. Yani Türkiye'nin başka bir yerindeki vatandaşın naklini dilediğin gibi yapamıyordun. Bir anda 2200 kişiyi İhsaniye'ye gelmiş gibi gösteremiyordun mesela.

    2012 yılı sonunda tuhaf bir şey olmuş, İhsaniye köylerinden 1700 kişi 'yapılmaz bu ileşberlik' diyerek kahretmişler ve hepsi de gelip İhsaniye merkezine yerleşmişler. Böylece İhsaniye merkez nüfusu tarihinde ilk defa 3 bin üzerine çıkıp 4 bine yaklaşmış. O yıldan sonra ise yine durgunluk; yedi yılda sadece 63 kişi artmış...  2013 Yılında bir anda merkeze yerleşmeye karar veren 1700 İhsaniye köylüsünü merak ediyorum...

    O yıllarda yapılan nüfusu 2000 altına düşen belediyelerin kaldırılmasına yönelik düzenleme, hiç ilgisi olmadığı halde İhsaniye'yi nasıl tedirgin etmiş. 2000 yılındaki büyük nüfus naklini, tehlike geçtikten sonra iptal etmişlerdi. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen, köylerden merkeze taşınan 1700 kişi ne olur ne olmaz diye hala İhsaniye'de duruyor...

    Bu örnekten yola çıkarak aynı yıllarda Anıtkaya'ya da böyle bir işlem yapılabilir miydi, ona bakalım. Bu kadar geniş çaplı nüfus nakli mümkün değil yapılamazdı. Çünkü İhsaniye ilçesinde Kaymakamlığa bağlı Nüfus Müdürlüğü var, nakil işlemleri orada yapılır. Bu Belediyenin ve Başkanının yapabileceği bir işlem değil. Remzi Başkan o dönemde ikna ettiği bazı kişilerin gerçekten veya kağıt üstünde Anıtkaya'ya taşınmasını sağlayabilirdi. Adrese dayalı sistemde, mesela ikametin İzmir'de ise, başvurarak naklini Anıtkaya'ya aldırabiliyorsun. Lakin o vakit İzmir'de ikamet etmenin sağladığı bazı haklardan vazgeçeceksin, çünkü artık orayla bağın kalmadı. Bu ve buna benzer açmazlar sebebiyle yüksek sayılara varan, hele İhsaniye'deki gibi nakiller mümkün değildi. 

    Yine de Başkanın belediyeliği kurtaracak kadar nakil gücü vardı derseniz, buna katılırım. 15-20 fedakar Anıtkayalı bulunabilirdi. Fakat bu kalıcı olur muydu, onu da bilemem. Bakın İhsaniye'ye 2013'te taşınan 1700 köylü hala orada tutuluyor. Biz rica minnet ikna ettiğimiz Anıtkayalıları sürekli burada tutabilecek miydik. Ayrıca Anıtkaya'dan kaçış hızlanarak devam etti. Metiner İdis zamanında 1700'lerdeyken kampanya başlatılarak Afyon'dakiler ikinci adres olarak naklini Anıtkaya'ya yaptırdılar. Bu da işe yaramadı, yaramazdı... Bir çok haklı sebepten Anıtkayalılar çoğunlukla Afyon'a taşınmaya devam ediyor. Şu anda nüfusun 1400'lere düştüğü söyleniyor. Diyelim ki 2014'te zor bela Belediyeliği durdurdun, 2019 ve 2024'te bunu nasıl sağlayacaktın....

    Tabi meselenin bir de siyasi tarafı var. Soru basit: Remzi Kayır AKP'li olsaydı bunlar başımıza gelir miydi? Bu soruya herkesin vereceği cevap farklıdır. Bazılarına göre Eğer Başkan iktidar partisinden olsaydı bir yolu bulunup Belediyelik Anıtkaya'da bırakılırdı. Aynı dönemde nüfus kriterlerini yerine getirmediği halde Ordu Belediyesi nasıl Büyükşehir yapılmışsa, benzer durumdaki Anıtkaya da Belediyelik olarak kalırdı. Bu görüşü doğru kabul edersek, Hükümetin Anıtkaya aleyhine ayrımcılık yaptığını söylemiş oluruz.

    Bazılarına göre de Remzi Kayır o treni kaçırdı, artık ağzıyla kuş tutsa AKP'li olamaz, dolayısıyla Anıtkaya'nın köy olması kaçınılmaz hale gelmişti. Böyle düşünenlere göre ikinci döneminde adaylığını MHP değil de AKP'den koysaydı, her şey başka olurdu. Çünkü her ne kadar iktidar da olsa bu partinin henüz meşruiyet sorunu vardı, bu ilk mahalli seçim sonrasında her türlü katılıma ihtiyacı vardı. Eğer öyle olsa, Ömer Aydın Başkanın başvurusuna benzer bir girişimde bulunarak Anıtkaya'nın ilçelik yolu açılabilirdi. AKP açısından bu sıkıntılı dönem değerlendirilemeyince, 2009'daki seçimlerde artık 'gelse bile kabul edilmeyecek' bir durum oluştu. Bu yüzden Remzi Başkan artık istese de köy olma sürecini durduramazdı...

    Kimilerine göre ise bazı şeyler olması gerektiği için olur. Şu şöyle olsaydı şöyle olurdu varsayımlarına göre senaryo üretmek beyhude. Ne Remzi Kayır AKP'ye gider, ne de AKP Remzi Kayır'ı kabul ederdi. Zaten her dönemde bu partinin bir adayı vardı. Üstelik son zamanlarda başta Veysel Eroğlu ile uyuşmazlık içinde bulunduğunu söylemiştik. Hem böyle bir geçişkenlik sonucu Anıtkaya'nın olası kazancından bir hayır çıkar mıydı orası da meçhul...

    Anıtkaya'nın şu halinin sorumluluğunu kendimizin dışında başkalarına yüklediğimizde durum böyle... Hükümet şöyle etmiş, Devlet şunu tutmuş, falanca Muhtar öyle dedi, filanca Başkan böyle iş tuttu... Ya biz Anıtkayalılar, bizim hiç mi payımız yok bunda?

    Bir defa yukarıda saydığımız kişi ve kurumlara yüklediğimiz her şey aslında bizim de omuzumuzdadır. Çünkü yöneticiler halkın aynasıdır, ne görüyorsak o görüntü kendi yansımamızdır. Onlarda bir erdem varsa  o bizde olandır, onlardaki her hata ve kusur ise bizdeki eksikliklerin aynısıdır. Aslında bu 'Nasılsanız, öyle idare edilirsiniz' esasından başka bir şey değil. Zaten Muhtar olsun Başkan olsun, daha seçimde onların öyle olduğunu biliyor da ona göre seçiyoruz. 

    En büyük özelliğimiz, sanki seçimi kendimiz yapmamışız gibi seçilen hakkında atıp tutmamızdır. Çakır Osman'ı bilmiyorum; ama Tuna'ya 'Irakıcı', Delimısdık'a önce 'deli' sonra 'huhucu', Gocayusuf' ve Salim Kurt'a 'çoban', Mahmut Müdür'e 'zerroş', Ömer Başçavuşa'a 'Belediyeyi kışla sanan', Remzi Kayır'a yine 'vasıfsız zerroş' diye yakıştırmaları kim yaptı. Bunları biz seçtiğimize göre aslında kendimize lakap takmış olmuyor muyuz. Madem öyleydi de Remzi Kayır'ı üç dönem niye seçtik? Bir şey diyeyim mi; 2014'te aday olsa belki yine seçerdik...

    Bunlar 'Layık olduğumuz idarecilerle yönetildiğimiz' gerçeğinin bir göstergesidir; fakat bunun kadar, seçtiğimiz yöneticilerin sorumluluğuna ortak olduğumuza da işaret eder. 1942 nakil olayındaki sorumlu yalnız CHP'li tek parti iktidarı değildir, sorumluluk zinciri onlara tepki göstermeyen başta CHP'li Eğretli ileri gelenleri de içine alır, derece derece sıradan Eğretlilere kadar iner...

    Yine 1957 ilçelik olayındaki sorumlular DP iktidarından ibaret değil. Kararı görmezden gelip suskun kalan Tıraka yönetimi de bu işin içinde, ilçeliği istemeyip elinin tersiyle ittikleri söylenen Eğretliler de ve hatta oylarıyla bu kararı alanları destekleyen Eğretliler de, hatta ve hatta sessizce boyun eğmiş Tıraka heyetini destekleyenler de... Herkesin sorumluluğu var, çünkü layık olduğun idareciyle yönetiliyorsun. Sen 'iyi' olsan, seçtiğin yönetici de 'iyi' olacaktı...

    Örnekleri çoğaltabiliriz, karayolunun köy içinden uzaklaştırılması meselesine bakalım. Gocayusuf  istedi böyle oldu... Bu kadar basit mi yani, öyleyse Gocayusuf'u niye seçtin! Sonra, vızır vızır kamyonlar mallarımıza çocuklarımıza çarpıyor, yol dışarıdan geçsin diye görüş belirtenler Anıtkayalılar değil miydi? Hiç bir şeyin sorumlusu tek taraf değildir, her olayın bir çok sebebi ve yönü bulunabilir. Ve sosyal hayatta halk, olumsuz hiç bir şeyin sorumluluğunu kendisine yakıştıramaz, hatalı olan hep başkalarıdır. Arada 'elim kırılsaydı da...' diye pişmanlık gösterir, ama ilk fırsatta yine aynı hatayı yapar...

    Lafı uzatmaya gerek yok diye bağlayacaktım, aklıma başka bir şey geldi. Anıtkaya küçük bir Türkiye, Türkiye de büyük bir Anıtkaya'dır. Şimdi doğru oturup doğru konuşalım; küçük olsun, büyük olsun, hangi siyasetçi/yönetici sırf hizmet aşkı sebebiyle bizim oylarımıza talip oluyor. Anıtkaya'da veya Türkiye genelinde 'bir şey' olmak isteyenlerin temel motivasyonu maddi menfeat temini, gücü elinde bulundurma, insanlara hükmetme, yakınlarının çıkarını gözetme vs vs değil mi? Haydi Türkiye'yi bırakalım, Anıtkaya'da seçtiğimiz başkanlar yakınlarına, taraftarlarına iş imkanı veya başka kazanç kapıları sunmadılar mı? Biz de bunun böyle olacağını bile bile, sırf maddi manevi çıkar beklentisiyle oylarımızı vermedik mi? Hala da öyle düşünmüyor muyuz? Madem öyle biz de her şeyden sorumluyuz...

        ***

    Başta sorduğum soruyu, buraya kadar okuduklarınızın ışığında tekrar düşünün derim. Cevabınız evet ise, yani Anıtkaya'yı ilçe yapmak isterseniz izlenecek yol bellidir. Ömer Aydın Başkan'ın yaptığı gibi ilçelik başvurusu yapacaksınız, çünkü geçerli olan sistemde ilçe olmak, kasaba olmaktan daha kolaydır. En azından belli bir nüfus sayısına ulaşmak farz değil, siyasilerin uygun görmesi yeterlidir. Tabi buna kulis yapacak kadron da olmalı...

    Diyeceklerimin hepsini dedim. Serinin bu son yazısı 'serbest atış' bölümü gibi oldu. Küfür, hakaret, muhatabın kişilik haklarına saldırı olmaksızın düşüncelerinizi belirterek katkıda bulunursanız, konuyu daha da zenginleştirmiş oluruz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder