23 Şubat 2025

Danagızı


    Balkan faciasıyla başlayıp cihan harbiyle devam eden ve ardından kurtuluş savaşıyla noktalanan on yıllık harp sürecinde Osmanlı yıkıldı, sonunda yeni bir devlet kuruldu. Siyasi askeri alanda bu böyle iken sosyal hayat anlatılacak gibi değil, tam bir faciaydı. Bu dönemin Eğret’teki yansımasını en iyi bireysel hayatları incelediğimizde anlayabiliriz. Birine odaklanıp bakalım, insanlar neler çekmiş.

    Sarılar diye bir sülale var kayıtlarda, üç kardeşler; Mehmet, Osman ve Zekeriya… Bir de üç kardeşi bir arada tutan ihtiyar anaları… Şimdi sadece kayıtlarda kalan bu sülale/ailenin nasıl yok olduğunu kısaca özetliyeyim.

    Büyük kardeş ve hane reisi Mehmet Dana kızı Şerife ile evleniyor. Şerife Hanıma böyle deniliyor, çünkü Danaların İsmail kızı… 1896’da bir kızları olunca adını Halime koyuyorlar. Sarıoğlu Mehmet uzun süren redif askerliğinden köye dönemeyince Halime kız daha küçük yaşta yetim kalıyor. İşte trajedi de böyle başlıyor, çünkü anası Danagızı Şerife’yi, şehit kocasının bir küçüğü Osman’a veriyorlar. Artık Osman emmisi Halime’nin hem amcası hem de babalığıdır. Şerife Hanımın iç dünyasını hiç deme gitsin… Halime’den başka çocuğu yok, fakat ikinci eşi de Çanakkale’de Arıburnu muharebelerinde kalınca Danagızı yine dul…

    Üç oğlanın en küçüğü Zekeriya’nın da paralel bir hikayesi var. Selimler/Esnanlardan Esma ile evleniyor, henüz çocukları yokken O da başka bir cephede şehit oluyor. Yani Esma da dul kaldı… Sonradan Gödecahmet’in üçüncü hanımı olacak, oradan doğan oğluna Esmenin Osman deyip anasına izafe edecekler, fakat konumuz o değil, Sarıların nasıl yok olduğu… Üç kardeşten geriye sadece Halime kız kaldı, anaları da vefat edince o hane kapandı. Bu arada ikinci kocasından da dul kalan Şerife Hanım üçüncü evliliğini yaptığında ellisine yakındı. Kendisinden daha yaşlı olan son kocası Veyisoğlu Hasan, Ösüzömer’in dedesidir. Danagızı Şerife Dadak 1947 yılında 71 yaşındayken vefat etti, böylece hem Sarılar hem de Danagızı defteri kapanmış oldu…

    Halime’yi unutmuş değiliz, hikayenin göbeğinde O var. Gelin olacak yaşa gelince Hatiboğlu Mehmet Ali’ye veriyorlar. Mehmet Ali’yi bugünün nesline tanıtabilmek için Çakırmehmet ve Çakırosman’ın emmisi olduğunu söylemek yeterlidir. Zehra ve Mehmet adını verdikleri bir kızıyla bir oğulları oluyor, velakin cihan harbi sonlarına doğru Hatiboğlu Mehmet Ali vefat ediyor… Anasının lakabıyla kendisinden söz etmenin bir mahzuru olmasa gerek, Danagızı Halime de iki çocuğuyla dul kalıyor. Zehra beş altı yaşlarında, ama Mehmet henüz taze çocuk…

    Aradan birkaç yıl geçince Eğret Yunan tarafından işgal ediliyor. İlk zamanlarda çok işgalci yok köyde, Sakarya muharebesinde bozguna uğrayınca geri çekilip Eğret’e tamamen yerleşiyorlar. Hoşlarına giden binaları karargah olarak seçiyor, evsahibinin bir sığıntı gibi damda samanlıkta kalmasına izin veriyorlarmış. Hatiboğlu Mustafa ve Mehmet Ali kardeşler, şimdi Çakırların olduğu yerlere evlerini yeni yapmışlar. Kardeşinden yadigar yetimlerle Hatiboğlu Mustafa burada yaşıyor. Yeni ve kullanışlı bina olarak işgalcilerin el koyduklarından birisi, içinde Halime ve çocuklarının da yaşadığı Hatiboğluların bu evidir.

    Bu dönemde herkesin dikkatini çeken işgalci komuta kademesinin karargahına sıkça girip çıkan bir Türk var. Eğretli değil, yabancı. Yunanla birlikte gelmiş köye… Sonradan anlaşılıyor ki Sakarya’da esir alınmış bir Türk askeridir. Elleri ayakları bukağılı değil, ama her taraf işgal altında olduğu için kaçıp kurtulamıyor. Bununla beraber tutsak olduğu halde çoğu zaman özgürce sağa sola girip çıkabiliyor. Köyde erkek namına yalnız yaşlılar ve çocuklar olduğu için bu garip Türk haliyle herkesin ilgisini çekiyor. En çok da karargah olması hasebiyle Hatiboğluların evde görülüyor. Bu arada Halime Hanıma kendini açık etmiş. Nasıl esir edildiğini, kabiliyetinden dolayı Yunanca’yı nasıl hemen kavradığını, bunu öğrenen işgalcilerin kendisini tercüman olarak kullandıklarını, bu ayrıcalıklı durumu sebebiyle serbestçe köy içinde dolaşabildiğini filan anlatmış. Yaklaşık bir yıl boyunca düşmanın öğrenebildiği gizli kararlarını gelip anlatarak işe yarar tüyolar vermeyi ihmal etmemiş. Türk ordusuna ulaştırılmak üzere bazı bilgiler elde ettiğini, bu anlamda casusluk yaptığını söyleyenler de var. Hasılı bu esir Türk askerinin işgal günlerinde Eğretlilere çok büyük yararı olmuş.

    Büyük Taarruz başladığının ertesi, 27 Ağustos Pazar günü Yunanlar can havliyle Eğret’i boşaltıyor, bir bölük jandarma bırakarak kaçıyorlar. Pazartesi günü onlar da kaçacak zaten… Bu arada esir Türk’ü de yanlarında götürmüşler, ama bir yolunu bulup kaçmış.

    İki gün sonraki büyük zaferden sonra ortalık durulunca bu gizemli yabancı Eğret’e geliyor. Halime Hanımı bulup, memleketine döndüğünü, dul ve sahipsiz bir kadın olarak buralarda heder olup gideceğine kendisiyle beraber Konya Ereğli’ye gelip ona eş olmasını filan söylüyor. Senin anlayacağın evlenme teklif ediyor…

    Danagızı Halime kabul etmiş bu teklifi. Zehra o sırada 9-10 yaşındaymış, amcasının yanına bırakmışlar onu, beş yaşındaki Mehmet’i yanlarına alarak düşmüşler yola… Ne kadar sürdü yolculuk, ne zaman vardılar bilinmiyor; yalnız Ereğli’de bir sürprizle karşılaşıyor Halime… Adam evli ve çocukları var…

    Öyle de olsa iyi karşılanmışlar. Adam (adam adam deyip durmamızın sebebi adını hala bilmeyişimiz) tavrını hiç bozmamış, Halime ve oğluna karşı hep sevgiyle yaklaşmış. Yani iki eşli de olsa mutlu bir ailelermiş. Onu bir dokuma fabrikasında işe yerleştirmiş, böylece Halime Hanım hem zenaat sahibi olmuş hem para kazanmış.

    Bir kızları olmuş, adı Makbule… Eğret’te kalan Zehra ablasına karşılık burada bir kız kardeşi daha olmuş Mehmet’in… Adam Mehmet’e de çok merhametli, hiç öyle üvey baba gibi davranmazmış… 1937’de başlayan askerliği, dünya savaşı nedeniyle uzamış, geç terhis olmuşlar. Bu dönemde harçlığını göndermeyi aksatmamış…

    Kimseye dememiş ama Mehmet’in içinde bir sıkıntı var. Askerden döndükten sonra dayanamayıp anasına açılmış. Buralarda sıkıldığını, köyünü özlediğini, her şeyi bırakıp Eğret’e dönmelerini teklif etmiş. Halime Hanım ise buna razı değil, dönseler ne olacak, memlekette bir dilim ekmeğe muhtaç olacaklar. Oysa burada kurulmuş bir düzen ve mutlu bir aileleri var… Baktı ki anası rızasıyla gelmeyecek, zorla alıp götürüyor Eğret’e. Bana bunu anlatan Berber Emmim ‘Resmen anasını kaçırmış’ dedi. Tabi O da bizzat Halime Nineden dinlemiş… İşin içinde kaçırma olunca Makbule’yi Ereğli’de bırakmak zorunda kalmışlar, ele ayağa dolanmasın diye… Belki de kaçırılmayacak kadar büyükmüştür, kim bilir…

    Biz dönelim Eğret’e… Eğret yirmi yıl önce bıraktıkları köy değil ki… Her şey ve herkes değişmiş, buraya da yabancılar, burada da yeniden başlayacaklar… Neredeyse kim oldukları unutulmuş; Mehmet’e Halimenin Mehmet diyorlar, zamanla bu sülale adı haline gelecek… Halimeninmehmet evlenip yeni bir yuva kuruyor, fakat Halime Hanım ne yapsın…

    1944 Yılında Çatalların İbiş’in hanımı vefat etmişti. Yedi çocukla bir başına kalan İbiş Tür ile Danagızı Halime Hanımın evliliği ilginçtir. Zehra Hanımın ölümünden sonra bir gün İbiş, Halime'den kendisine bir çift çorap örmesini rica etti. O vakitler örme ipçorap giyiliyor köyde ve İbiş’in çorap örecek kimsesi yok… Halime Hanım ise Ereğli’de dokuma fabrikasında yeteneklerini iyice geliştirmiş, örgüde maharetli biri olarak namlı… Ricasının kabulü, kadının olgunluğu ve hanımefendiliği dikkatini çekti. Bu arada büyük oğlu Yusuf askerden izinli gelmişti, evdeki altı kardeşinin perişanlığını görünce babasına bunun böyle gitmeyeceği, evlenmesi gerektiği hususunda telkinde bulununca, babası 'İyi madem, git iste.' diyerek Halime Hanım'ı kendine istemesi için oğlunu dünürcü gönderdi. Yani Halime Hanım'ı babasıyla evlenmesi için isteyen ve bu işe önayak olan Yusuf Tür oluyor...

    Kendisinden hayli yaşlı olan bir kadınla evlenmesini garip karşılayanlara İbiş şu cevabı veriyordu: 'Siz bilmezsiniz, bu kadar öksüz çocuğa ancak bu kadın bakabilir, onun için evlendim." Bu arada unuttuğum şu bilgiyi arzedeyim, Halime Hanım 1876 doğumlu olup İbiş ile evlendiğinde yetmişine bir kalmıştı… Gerçekten de büyük küçük yedi öksüze kendi çocuğu gibi kolkanat gerdi. Onlar da analıklarına karşı saygıda kusur etmediler.

    Çocuklarına bakacak bir hanımı bulduktan sonra İbiş Tür tekrar evlendi. Halime Hanım ise, oğulluğu Eyüp'ün evinde 1970 yılına kadar yaşadı... Dördüncü kocasının oğlunun evinde öldüğünde 94 yaşındaydı.

    Berber Emmime bu kadar ayrıntılı anlattığı hikayesine Danagızı Halime Hanımın duygularını ne kadar karıştırdığı meçhul. Ancak geçtiğimiz 150 yılda bir Türk kadınının çektiklerini yansıtması bakımından ilginçtir… O, dört kere yıkılıp iki kere parçalanmış bir ailenin tek anasıdır. İlk parçalanmada Eğret’te bıraktığı Zehra, Çullunun Ahmet ile evlenerek Çullular sülalesinin ninesi olmuş; lakin ikinci parçalanışta Ereğli’de bırakmak zorunda kaldığı Makbule’nin akıbetini bilemiyoruz… Hatırda kalan Halimenin Mehmet Kıy, bir kızına Makbule adını vermiş, bu kadar…



19 Şubat 2025

Hacıların Oda

    
    Hatırlıyorum burayı, ama zihnimde netlik yok. Yüksek bir bina, batı yakasında gocagapı, oradan beygir arabasını çıkarmakta olan Aşşağılının Osman Emmi, kapının kanatlarını tutan iki kişi daha, kim olduklarını bilmiyorum. Yerde çamur mu var ne, güz veya bahar olmalı. Kış değil, bundan eminim. Ne münasebetle orada bulunduğumu bilmem, mezarlığa doğru uzanan ara sokaktayım ve bu tabloya tam karşıdan bakıyorum. Bu kadar. Hacıların Odaya dair hatırladığım başka bir şey yok.

    Yıkıldığını ve yerine yeni bir inşaata başlandığını iyi hatırlıyorum bak. Daha önce hiç görmediğim insanların takgıdı tukgudu kalıp çakması, onun üzerine demirler döşenmesi bütün harala gürelesiyle dün gibi aklımda. Gün sonunda herkesin paydos edip sessizliğe terkettiği inşaatı, geceleri nasıl oyun alanına çevirdiğimiz de... Demek ki yaz mevsimine denk getirilmişti Kuran Kursu inşaatı...

    Kuran Kursu tarihi herkesin malumudur, biz yerine yapıldığı Hacılarınoda konusundan uzaklaşmayalım. 

    Tarihi geçmişini bilemiyoruz, şu kadar var ki bazı mahkeme duruşmalarının burada görüldüğüne dair kayıtlar var. Bunlardan birisi 1909 tarihlidir. Hacı Murat'ın odada bir şikayet görüşülüp karara bağlanmış. 

    Bütün davaları merkezde görmek gereksiz yığılmalara yol açacağından Karahisar Kadısı, çoğu küçük davanın mahallinde halledilmesi için bir düzenek kurmuş ve gezici mahkemeler oluşturmuş. Bunlar belli vakitlerde köylere giderek biriken bütün resmi işlemleri, yargısal davalar dahil, sonuçlandırıp dönüyorlar. İşleri bir kaç gün sürebildiği için bu gezici mahkemenin konaklama ve işyeri bulma görevi Muhtarda bulunuyor. Doğal olarak Muhtar odası bunun için ideal bir yer kabul ediliyor. 1909'daki davanın Hacılarınoda'da görülmesinin sebebi o sırada Hacı Murat'ın muhtar olmasıdır.

    Kayıtlarda yok, ama tahminen aynı döneme tarihlenen bir olay duydum torunlarından. Hükümet adamları Hacılarınoda'da ölenin doğanın kaydını tutuyorlar. Muhtar Hacı Murat görevliye lazım gelen bütün bilgileri veriyor, ama bilmediği bazı hususlarda ilgilinin bilgisine başvuruluyormuş, yahut velinin bulunma şartı var. Gademlerin Sarımehmet'i çağırtıyorlar, ev yakın zaten hemen gelmiş. 'Senin kızın nüfus kaydını yapıyoruz, adı neydi?' diye sormuşlar. Sarımehmet biraz duraklayıp başını kaşımış 'Gadıngız diyola da, ben bi adını soren de gelen' diye yekinince millet gülüşmüş, oradan birisi 'Otu len, gızın adı Zehra' deyip konuyu kapatmışlar. 

    Gadıngız Zehra Şık Ninenin 1905'te doğduğu düşünülürse, Hacılarınoda'daki bu olay ihtimal 1909 gibi yaşanmış olmalıdır. Fakat odanın tarihini daha ötelere çekmek gerekir ki bunun belgesel imkanı şimdilik yok. Bununla beraber Tanzimat sonrası ilk Eğret Muhtarının da Hacılardan olduğu unutulmamalıdır. Belki de ilk Muhtarlık ofisi olarak Hacılarınoda inşa edildi, kim bilir... 

    Ayrıca aynı sülaleden Hacıların Süleyman ve oğlu Davılcı Arif'in de muhtarlıkları var. Hadi Arif Azbay'ınki Cumhuriyet dönemi olsun, ama babasınınki Hacımurat'tan da önce olmalıdır. Bu durumda Hacılarınoda belli aralıklarla da olsa en uzun Muhtarlık odası vazifesini yürütmüş gibi görünüyor.

    Tam olarak tarihi belirlenemeyen bir olayı daha önce anlatmıştım. Tahsildar mı, öşür görevlisi mi, yoksa daha başka bir vergi memuru mu, her neyse biri gelmiş köye. Gündüz resmi işlerini burada gördüğü, geceleri burada konakladığına göre Hacılarınoda yine Muhtarodası. Köylü görevliye iyi bakıyor, her gün biri koyun kesiyormuş. Bir akşam haddinden fazla yemiş olacak ki, adam yakıleşmiş, feryat figan... Onun rahatsızlığı Eğretlileri huzursuz etmiş, ama ellerinden bir şey gelmiyor. Biri ordan demiş ki 'Almalı suyundan bi tas içerse bişeyciği galmaz!' Öteki itiraz etmiş 'Len adam bi goyun yidi, Almalı suyu nedivecek!'... Tavsiyesinde direnince 'Git geti o zaman' diye adamı gece vakti Almalı'ya göndermişler, diye anlatılıyor...

    Hacılarınoda'nın konumu da konuşulmalıdır, çünkü onun önemi biraz da merkezi bir yerde bulunmasına bağlı. Malum olduğu üzere, Zaviye orada bulunduğu için köyün merkezi kuruluşundan beri Sığıreğleği'dir. Son dönemde ise ona rakip ikinci bir meydan olarak şimdi Kahvelerin Önü dediğimiz yer ortaya çıkıyor. Gerçi o zamanlar kahve filan yokmuş, ama Hacılarınoda önü canlı bir hayata sahne olmuş. Altı yedi yolun birleştiği küçük bir üçgen adada bulunan oda, sosyal hayatın önemli noktaları sayılan diğer odalar ve fırınlarla çevrelenmiş. Ayrıca Yorgo'nun Dükkan olarak bilinen ilk bakkal ve gayet kullanışlı bir dolaplı kuyu da burada... Sonradan  açılan yeni bakkallar, yağhaneler, kahvelerle bu canlılık hep korunup bugüne taşınmış.

    Bir asır kadar önce belki bugünden daha hareketliymiş o meydan. Gençlerin toplanma alanı, çünkü bazı sportif faaliyetleri burada düzenliyorlar. Güreşiyorlar, met oynuyorlar, ağırlık kaldırıp tokmak atıyorlar. Sen sanırsın olimpiyat meydanı. Bu yüzden her daim şen şakrak, her vakit kalabalık...

    Davılcıarif meydandaki kalabalığa yaklaşmış bir gün, ve taşınacak beş altı dene çuvalı için yardım istemiş. Orada bulunma amaçları birbirlerine güç ve gövde gösterisinde bulunmak olan delikanlılar pek oralı olmamışlar. Müezzinin Ömer Kabadayı ile Hakkıların Patır Ahmet Yırgal Dayı gönüllü hamallığı kabul edip Hacı'nın peşinden odaya yönelmişler. Bunları üçüncü kata kadar çıkarıyor... Terasa yaklaşınca 'Burada denenin ne işi var' diye işkillendilerse de zirveye kadar çıkmışlar. 'Oturun şuraya, yiyin yiyebildiğiniz kadar' demiş Arif Dede... İşaret ettiği yere baksalar ki bir tekne bal... Şaşkın gençler iştahla bala yumulurken açıklamış: 'Bal var desem herkes gelirdi, iş var deyince bala layık olanlar geldi...'

    Maksadım fıkra anlatmak değildi, bu olaydan bazı çıkarımlarımız olabilir. Ömer Kabadayı Dedenin 1902, Patırdayı'nın 1908 doğumlu olması, olayın zamanı hakkında ipucu verebilir. Asıl önemli olan Hacılarınoda'nın üç katlı olduğu bilgisidir. Şüphesiz o günün Eğret'i için müstesna bir bina olmalıdır. Malum konumu düşünüldüğünde nereden baksan görünür bir Hacılarınoda'dan söz ediyoruz. 

    İşgalcilerin 1922 yılında Üyük'ten çektiği bir fotoğraf vardı. Merkezinde Gocacami bulunan bu fotoğraftaki bazı yüksek binaları anlayamamıştık. Bunlardan birisi Hacılarınoda olabilir.

    Oda yıkıldıktan sonra yerine yapılan Kuran Kursu tek katlı ve halen hizmette. Çevresinde bulunan evlerin tamamı yenilense de burası hala merkezi nitelikte. Gatgala'yı yutan kuyu kapanalı çok oldu. defalarca açılıp kapanan dükkanlar, kahveler var. Çok şey değişti senin anlayacağın. Fakat meydan hala her daim canlı ve Hacılarınoda'nın ruhu bunun tam merkezinde...



12 Şubat 2025

Şalsız Nine


    Tingildeklerden Yörük Tahir'e geçişte Celal Akyol abi ile görüşüyoruz. Notlarımı aldım, kafamda yazıyı tasarladım, tam sözü bitirirken 'Ha bir de Şalsız Ninem var' dedi. Bu yakıştırma ismi ilk kez orada duydum. Kadının gerçek adı nedir, kimlerdendir, neden böyle lakaplanmış gibi sorularım cevapsız kaldı. Sevgili Dede benzeri bir vaka ile karşı karşıyaydık. Onun kimliğini tespit etmek de epey meşakkatli olmuştu.

    Şalsız Nine'nin teşhisi o kadar zor olmadı. O vakit hayatta olan Kütahya'daki oğlu Ahmet Eşit ile iletişim kurdum. Onun anasıyla ilgili anlattıkları Şalsız Nine muammasını çözdü. Diğer kaynaklardan derlediklerimle hikayeyi toparlamaya çalışacağım. 

    Deli Osman diye de anılan Kethüda Osman'ın üç kızı 19. yüzyılın ikinci yarısında Dandır, Karacahmet ve Beşkarış'a gelin olurlar. Oğlu Ali ise Eğret'te ocağı tüttürecek kişidir. Nitekim Ali'nin küçük oğlu Süleyman'dan Cingenalilere, büyük oğlu Osman'dan da Mihrioğlulara çıkılır. Şalsız Nineye Mihrioğlulardan gidilecek, ama ondan önce Kethüda Deli Osman Dedenin hanımı olan Ümmühan Ninenin Tekelilerle bağlantısı olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu gereklilik şunun için, yukarıda üç ayrı köye gelin gittiği belirtilen kızlar bir yönüyle Tekelilerden oluyor... Malesef çok önemli bu bağlantıyı belgesel açıklamak mümkün değil.

    Kethüda Deli Osman Dedenin büyük torunu olan Osman'ı Afyonlu Mihri Hanımla evlendirdikten sonra aile Mihrioğlular diye bilinecek. Mihri Hanımın tek oğlu İbrahim ise yine Tekelilerden Habibe ile evlendiği anda Kethüda Osman torunlarının bu kolunun yeni adı belirginleşmiş oldu: Hebbeler...

    Hebbeler tarihi tamamen 20. yüzyıla ait olduğu için nispeten daha berrak. Onlarda Osman, Ayşe, Sultan, Mehmet ve Hasan Hüseyin olmak üzere beş kardeş var. Konuyu dağıtmamak adına biz Osman'a odaklanacağız. Ona Kötü Osman demeleri, büyük dedesinin Kethüda ünvanıyla ilgili olabilir. Bütün bunların Şalsız Nineyle alakası ne? Az sabır, oraya doğru gidiyoruz...

    Kader 1897 doğumlu Kötüosman'ın yolunu Osmanköy'e düşürür. Köyün sığırını güderken oradan bir hanımla evlenir. İki çocuğu olduysa da, daha küçükken vefat ederler. Derken hanımı da vefat edince, zaten ekmek davası sebebiyle geldiği Osmanköy'le bağı kesilir. Geri Eğret'e dönmesi beklenirken öyle yapmayıp Karacahmet'e gider. Belki de oradan bir davet gelmiştir. Tam da bu noktada, bir zamanlar büyük halalarından birinin Karacahmet'e gelin geldiğini hatırlayalım. O kanaldan bir davet almış olamaz mı?

    Karacahmet'e gelin giden Kethüda kızının torunlarından biri de Fadime idi, 1900 yılında doğdu. Gelinlik çağına gelince Muratlar köyünden biriyle everdiler. Hasan adını verdikleri bir oğlu da dünyaya gelmişti, fakat kocası vefat edince orada duramayıp köyüne, yani Karacahmet'e döndü. Tam da Kötü Osman'ın Karacahmet'e geldiği dönem... Üç kuşak öncesinden hala dayı çocuğu sayılabilecek Fadime ile Osman'ın evliliği böyle ayarlandı...

    Mihrioğlu Kötüosman'ın Karacahmet dönemi ne kadar sürdüğü bilinmiyor. 1941 Yılında Ahmet adını koyacakları oğlunun nerede doğduğundan da haberimiz yok. Bununla beraber aile son dönemini Eğret'te geçirmiş. Merhum Bacıdede, Kötüosman'ın ölüm tarihini 16 Ekim 1952 Perşembe olarak kaydetmiş. Bu bilgiden de ailenin o sırada Eğret'te bulunduğunu çıkarmak mümkün.

    Sık yaptığım bir uyarının yeri geldi. Olayları ve davranışları bugünün anlayışına göre değerlendirirsen yanılırsın. Her şeyi o günün şartlarına göre düşünmek lazım. Şimdilerde dul kadına kocasının maaşı bağlandığı için yeniden evliliğe sıcak bakmıyor, 'El evinde irezillik çekceğime, kendi evimde ırâtıma bakarın' diye düşünüyorlar. Amma eskiden öyle miydi... Karnını doyurmak için bile birinin nikahına girmesi gerektiğinden, yaşı kaç olursa olsun kısa sürede tekrar kocaya varırdı. Başka köyler arasında böyle evliliklerin yaygınlığına birinci sebep budur... Zaten Kötüosman ile Fadime Hanımın evliliği de böyle bir durumun eseri değil mi?  Evet, Fadime Hanım üç dört kuşak öncesinden Eğretlidir, bu anlamda köyde akrabaları var. Hakeza merhum kocası zaten Eğretli. Hatta şunu belirtelim, kaynanası Habibe Nine bile o vakit hala hayatta... Gelgelelim tek başına hayatını sürdürmesi mümkün değildi. Kısaca Fadime Hanıma tekrar evlilik yolu göründü.

    Takgasların Murat Dedenin taht-ı nikahına girdiğine yönelik bir bilgi geldi. Eğer doğruysa bu çok trajik bir evliliktir, zira Murat Dede Kötüosman'dan sadece yüz gün sonra 82 yaşındayken vefat ediyor. Bu ölümün acısını en fazla, yine açıkta kalan Fadime Hanım çekmiş olmalıdır. Çaresiz yine kocaya varacak, ama kime? 

    İki ikibuçuk yıllık arada birine daha varmış, dördüncü kocasını tespit edemedim, Eğret dışı olabilir. O da vefat etmiş... Bu arada Yörüktahir'in hanımı Türkmen Ümmühan Nine 1955 yazında rahmetli oluyor... O sırada Yörüktahir 57, Fadime Hanım 55 yaşında... Fadime Hanımın son evliliği de böyle gerçekleşti ve Yörüktahir'in 1968'deki vefatına kadar mutlu mesut devam etti.

    Burada tekrar geçmişe dönelim... Hatırlanacağı üzere Muratlarlı ilk kocasından Hasan adında bir oğlu vardı. Onunki de ayrı bir hikayedir, anasıyla tekrar yolu kesişmesi hasebiyle bir kısmını anlatayım. Anası kocaya vardıktan sonra onu galiba Efted'deki akrabalarının yanına yollamışlar, yahut oraya evlatlık gibi vermişler, burası net değil. Kesin olan şu ki çocuğun huzuru yok. Horlanma, dayak, aç bırakma vb. her türlü kötü muameleye maruz kalıyor. Çaresiz evden kaçıyor Hasan... Nereye gidecek? Elbette Eğret'e, anasının yanına... Onun Eğret'e ne zaman geldiği bilinmiyor, yalnız Tekelilerin Halil Temel 1946'da vefat ettiğinde oradaydı ve artık çocuk değil yetişkindi... Halil'den dul kalan Fadime Hanım ile evlendi. Karısı Fadime Hanım Cingenali'nin kızıdır, yani Kethüda Deli Osman'ın torunu... Bir asır önce vefat eden Kethüda'nın torunları evlenmiş oldu... Bundan sonra Yenihasan diye lakaplanacak olan Hasan Kocatepe, anasının köyünde anasıyla beraberdir... Yalnız ne de olsa karısının evinde, yani dıkma olduğu unutulmasın...

    İkinci eşi, onunla birlikte Eğret'e döndüğü Kötüosman'dan olan Ahmet Eşit'e gelelim... Babası vefat ettiğinde 11 yaşındaydı. Biri vesile oldu, Kütahya'ya gitti. Çeşitli alanlarda iş tuttu, en son yeni gelişmekte olan araba tamirciliğine yöneldi. Kütahya sanayisinin sayılı ustalarından biri haline geldi. Çok Eğretli'nin elinden tuttu, orada iş güç sahibi olmalarını sağladı. Kütahya'da yerleşikti, ama Karacahmet ve Eğret köyleriyle, oralardaki akrabaları ve bilhassa anasıyla irtibatını koparmadı...

    İşte 1968'de beşinci kocası Yörüktahir vefat ettiğinde, Fadime Hanımın iki oğlunun vaziyeti bu idi... Şaka maka kendisi de 68 yaşına gelmişti...  Ben vefatından kısa bir süre önce Ahmet Eşit ile telefon görüşmesi yapmıştım. Söz annesine gelince sesi birden güreldi ve 'Anamı öylece bırakacak değildim, aldım geldim yanıma' dedi. Fadime Hanım 1977'de oğlunun yanında vefat etti, bu sırada hala Yörük Tahir Akyol'un soyadını taşıyordu.

    Bunca lafa rağmen Fadime Hanıma neden Şalsız Nine dendiği hususu aydınlanmadığının farkındayım. Başkalarından zaten bir şey öğrenememiştim de, sorduğum halde oğlu da mevzuyu bilmediğini söyleyince iyiden iyiye ümitsizliğe kapıldım. Başka çare yoktu, lakabın sırrını mantık yürüterek çözecektik.

    Eğret giyinme kültüründe kadınların omuzuna attığı şal yoktur. Onlar bellerine doladıkları renkli dokuma kuşağa şal derler. Şimdi o şal kullanımı da sona erdi gibi, bir kaç yaşlı kadında görürsen ne ala... Yalnız yarım asır öncesinden söz ettiğimize göre, yine o günün şartlarına göre düşünmeliyiz. Hatırladığım kadarıyla şallı ve şalsız kadınların oranı yarı yarıya idi, bütün kadınlar şal kuşanıyor değildi. Öyle olsa, arada şalsız olan birine bu lakap takılarak diğerlerinden ayrılabilirdi. Hasılı Şalsız denildiğinde, yüzlerce şalsız kadın arasında yalnız Fadime Hanımın anlaşılması mümkün değildi.

    Bir kelimeyi çözümleyemediğimde huzursuz olurum, uyku dünek kalmaz bende. Yine öyle oldu... Zihnim bu hal üzere darmadağın uyumaya çalışırken biri kulağıma fısıldadı sandım:"O kadın şalsız değil, şanssızdı..." Tabii ya... Defalarca evlendiği halde bahtı gülmeyen kadına şanssız denmez de kime denir... Meğer Fadime Hanımın lakabı Şalsız Nine değil Şanssız Nine imiş...

    


02 Şubat 2025

Eyupler

 

Eyüp Dirlik, Hüseyin Duran, ..., Mehmet Diril

Mustafa Karakaya, İsmail Dirlik

Şerife Dirlik, Elveda Külte (Kopan)

Yalçın Öztürk, Tahsin Dirlik, Ahmet Bar, Ömer Okutan

Tahsin Dirlik, İdris Temel, Osman Haykır, İsmail Yonat ve Hasan Temel







01 Şubat 2025