Sarılar diye bir sülale var kayıtlarda, üç kardeşler; Mehmet, Osman ve Zekeriya… Bir de üç kardeşi bir arada tutan ihtiyar anaları… Şimdi sadece kayıtlarda kalan bu sülale/ailenin nasıl yok olduğunu kısaca özetliyeyim.
Büyük kardeş ve hane reisi Mehmet Dana kızı Şerife ile evleniyor. Şerife Hanıma böyle deniliyor, çünkü Danaların İsmail kızı… 1896’da bir kızları olunca adını Halime koyuyorlar. Sarıoğlu Mehmet uzun süren redif askerliğinden köye dönemeyince Halime kız daha küçük yaşta yetim kalıyor. İşte trajedi de böyle başlıyor, çünkü anası Danagızı Şerife’yi, şehit kocasının bir küçüğü Osman’a veriyorlar. Artık Osman emmisi Halime’nin hem amcası hem de babalığıdır. Şerife Hanımın iç dünyasını hiç deme gitsin… Halime’den başka çocuğu yok, fakat ikinci eşi de Çanakkale’de Arıburnu muharebelerinde kalınca Danagızı yine dul…
Üç oğlanın en küçüğü Zekeriya’nın da paralel bir hikayesi var. Selimler/Esnanlardan Esma ile evleniyor, henüz çocukları yokken O da başka bir cephede şehit oluyor. Yani Esma da dul kaldı… Sonradan Gödecahmet’in üçüncü hanımı olacak, oradan doğan oğluna Esmenin Osman deyip anasına izafe edecekler, fakat konumuz o değil, Sarıların nasıl yok olduğu… Üç kardeşten geriye sadece Halime kız kaldı, anaları da vefat edince o hane kapandı. Bu arada ikinci kocasından da dul kalan Şerife Hanım üçüncü evliliğini yaptığında ellisine yakındı. Kendisinden daha yaşlı olan son kocası Veyisoğlu Hasan, Ösüzömer’in dedesidir. Danagızı Şerife Dadak 1947 yılında 71 yaşındayken vefat etti, böylece hem Sarılar hem de Danagızı defteri kapanmış oldu…
Halime’yi unutmuş değiliz, hikayenin göbeğinde O var. Gelin olacak yaşa gelince Hatiboğlu Mehmet Ali’ye veriyorlar. Mehmet Ali’yi bugünün nesline tanıtabilmek için Çakırmehmet ve Çakırosman’ın emmisi olduğunu söylemek yeterlidir. Zehra ve Mehmet adını verdikleri bir kızıyla bir oğulları oluyor, velakin cihan harbi sonlarına doğru Hatiboğlu Mehmet Ali vefat ediyor… Anasının lakabıyla kendisinden söz etmenin bir mahzuru olmasa gerek, Danagızı Halime de iki çocuğuyla dul kalıyor. Zehra beş altı yaşlarında, ama Mehmet henüz taze çocuk…
Aradan birkaç yıl geçince Eğret Yunan tarafından işgal ediliyor. İlk zamanlarda çok işgalci yok köyde, Sakarya muharebesinde bozguna uğrayınca geri çekilip Eğret’e tamamen yerleşiyorlar. Hoşlarına giden binaları karargah olarak seçiyor, evsahibinin bir sığıntı gibi damda samanlıkta kalmasına izin veriyorlarmış. Hatiboğlu Mustafa ve Mehmet Ali kardeşler, şimdi Çakırların olduğu yerlere evlerini yeni yapmışlar. Kardeşinden yadigar yetimlerle Hatiboğlu Mustafa burada yaşıyor. Yeni ve kullanışlı bina olarak işgalcilerin el koyduklarından birisi, içinde Halime ve çocuklarının da yaşadığı Hatiboğluların bu evidir.
Bu dönemde herkesin dikkatini çeken işgalci komuta kademesinin karargahına sıkça girip çıkan bir Türk var. Eğretli değil, yabancı. Yunanla birlikte gelmiş köye… Sonradan anlaşılıyor ki Sakarya’da esir alınmış bir Türk askeridir. Elleri ayakları bukağılı değil, ama her taraf işgal altında olduğu için kaçıp kurtulamıyor. Bununla beraber tutsak olduğu halde çoğu zaman özgürce sağa sola girip çıkabiliyor. Köyde erkek namına yalnız yaşlılar ve çocuklar olduğu için bu garip Türk haliyle herkesin ilgisini çekiyor. En çok da karargah olması hasebiyle Hatiboğluların evde görülüyor. Bu arada Halime Hanıma kendini açık etmiş. Nasıl esir edildiğini, kabiliyetinden dolayı Yunanca’yı nasıl hemen kavradığını, bunu öğrenen işgalcilerin kendisini tercüman olarak kullandıklarını, bu ayrıcalıklı durumu sebebiyle serbestçe köy içinde dolaşabildiğini filan anlatmış. Yaklaşık bir yıl boyunca düşmanın öğrenebildiği gizli kararlarını gelip anlatarak işe yarar tüyolar vermeyi ihmal etmemiş. Türk ordusuna ulaştırılmak üzere bazı bilgiler elde ettiğini, bu anlamda casusluk yaptığını söyleyenler de var. Hasılı bu esir Türk askerinin işgal günlerinde Eğretlilere çok büyük yararı olmuş.
Büyük Taarruz başladığının ertesi, 27 Ağustos Pazar günü Yunanlar can havliyle Eğret’i boşaltıyor, bir bölük jandarma bırakarak kaçıyorlar. Pazartesi günü onlar da kaçacak zaten… Bu arada esir Türk’ü de yanlarında götürmüşler, ama bir yolunu bulup kaçmış.
İki gün sonraki büyük zaferden sonra ortalık durulunca bu gizemli yabancı Eğret’e geliyor. Halime Hanımı bulup, memleketine döndüğünü, dul ve sahipsiz bir kadın olarak buralarda heder olup gideceğine kendisiyle beraber Konya Ereğli’ye gelip ona eş olmasını filan söylüyor. Senin anlayacağın evlenme teklif ediyor…
Danagızı Halime kabul etmiş bu teklifi. Zehra o sırada 9-10 yaşındaymış, amcasının yanına bırakmışlar onu, beş yaşındaki Mehmet’i yanlarına alarak düşmüşler yola… Ne kadar sürdü yolculuk, ne zaman vardılar bilinmiyor; yalnız Ereğli’de bir sürprizle karşılaşıyor Halime… Adam evli ve çocukları var…
Öyle de olsa iyi karşılanmışlar. Adam (adam adam deyip durmamızın sebebi adını hala bilmeyişimiz) tavrını hiç bozmamış, Halime ve oğluna karşı hep sevgiyle yaklaşmış. Yani iki eşli de olsa mutlu bir ailelermiş. Onu bir dokuma fabrikasında işe yerleştirmiş, böylece Halime Hanım hem zenaat sahibi olmuş hem para kazanmış.
Bir kızları olmuş, adı Makbule… Eğret’te kalan Zehra ablasına karşılık burada bir kız kardeşi daha olmuş Mehmet’in… Adam Mehmet’e de çok merhametli, hiç öyle üvey baba gibi davranmazmış… 1937’de başlayan askerliği, dünya savaşı nedeniyle uzamış, geç terhis olmuşlar. Bu dönemde harçlığını göndermeyi aksatmamış…
Kimseye dememiş ama Mehmet’in içinde bir sıkıntı var. Askerden döndükten sonra dayanamayıp anasına açılmış. Buralarda sıkıldığını, köyünü özlediğini, her şeyi bırakıp Eğret’e dönmelerini teklif etmiş. Halime Hanım ise buna razı değil, dönseler ne olacak, memlekette bir dilim ekmeğe muhtaç olacaklar. Oysa burada kurulmuş bir düzen ve mutlu bir aileleri var… Baktı ki anası rızasıyla gelmeyecek, zorla alıp götürüyor Eğret’e. Bana bunu anlatan Berber Emmim ‘Resmen anasını kaçırmış’ dedi. Tabi O da bizzat Halime Nineden dinlemiş… İşin içinde kaçırma olunca Makbule’yi Ereğli’de bırakmak zorunda kalmışlar, ele ayağa dolanmasın diye… Belki de kaçırılmayacak kadar büyükmüştür, kim bilir…
Biz dönelim Eğret’e… Eğret yirmi yıl önce bıraktıkları köy değil ki… Her şey ve herkes değişmiş, buraya da yabancılar, burada da yeniden başlayacaklar… Neredeyse kim oldukları unutulmuş; Mehmet’e Halimenin Mehmet diyorlar, zamanla bu sülale adı haline gelecek… Halimeninmehmet evlenip yeni bir yuva kuruyor, fakat Halime Hanım ne yapsın…
1944 Yılında Çatalların İbiş’in hanımı vefat etmişti. Yedi çocukla bir başına kalan İbiş Tür ile Danagızı Halime Hanımın evliliği ilginçtir. Zehra Hanımın ölümünden sonra bir gün İbiş, Halime'den kendisine bir çift çorap örmesini rica etti. O vakitler örme ipçorap giyiliyor köyde ve İbiş’in çorap örecek kimsesi yok… Halime Hanım ise Ereğli’de dokuma fabrikasında yeteneklerini iyice geliştirmiş, örgüde maharetli biri olarak namlı… Ricasının kabulü, kadının olgunluğu ve hanımefendiliği dikkatini çekti. Bu arada büyük oğlu Yusuf askerden izinli gelmişti, evdeki altı kardeşinin perişanlığını görünce babasına bunun böyle gitmeyeceği, evlenmesi gerektiği hususunda telkinde bulununca, babası 'İyi madem, git iste.' diyerek Halime Hanım'ı kendine istemesi için oğlunu dünürcü gönderdi. Yani Halime Hanım'ı babasıyla evlenmesi için isteyen ve bu işe önayak olan Yusuf Tür oluyor...
Kendisinden hayli yaşlı olan bir kadınla evlenmesini garip
karşılayanlara İbiş şu cevabı veriyordu: 'Siz bilmezsiniz, bu kadar öksüz
çocuğa ancak bu kadın bakabilir, onun için evlendim." Bu arada unuttuğum
şu bilgiyi arzedeyim, Halime Hanım 1876 doğumlu olup İbiş ile evlendiğinde
yetmişine bir kalmıştı… Gerçekten de büyük küçük yedi öksüze kendi çocuğu gibi
kolkanat gerdi. Onlar da analıklarına karşı saygıda kusur etmediler.
Çocuklarına bakacak bir hanımı bulduktan sonra İbiş Tür
tekrar evlendi. Halime Hanım ise, oğulluğu Eyüp'ün evinde 1970 yılına kadar
yaşadı... Dördüncü kocasının oğlunun evinde öldüğünde 94 yaşındaydı.
Berber Emmime bu kadar ayrıntılı anlattığı hikayesine Danagızı Halime Hanımın duygularını ne kadar karıştırdığı meçhul. Ancak geçtiğimiz 150 yılda bir Türk
kadınının çektiklerini yansıtması bakımından ilginçtir… O, dört kere yıkılıp
iki kere parçalanmış bir ailenin tek anasıdır. İlk parçalanmada Eğret’te
bıraktığı Zehra, Çullunun Ahmet ile evlenerek Çullular sülalesinin ninesi
olmuş; lakin ikinci parçalanışta Ereğli’de bırakmak zorunda kaldığı Makbule’nin
akıbetini bilemiyoruz… Hatırda kalan Halimenin Mehmet Kıy, bir kızına Makbule
adını vermiş, bu kadar…