21 Ocak 2025

Sobi Taşı

    Vıddik bahsinde söz etmiştik biraz, dünyanın en eski ve yaygın çocuk oyunu saklambaçtır. Ona bizim köyde sobi derdik. Sobe diye bilinen daha başka yerler de var, bizimkisi onun azıcık değiştirilmiş hali.

    Zorunlu hallerde evlerde filan da oynansa da sobi bir sokak oyunudur, dışarıda oynanır. Şimdi torunlarımız çocuklarımız evin içinde sobi oynuyorlar, kendilerince haklılar; çünkü onlara oyun alanı bırakmadık. Mecburiyetten evin içinde oyalanıyorlar. Aslında bu da bir şeydir, telefona tablete kilitlenmektense…

    Zorunluluktan eve tıkıştırılan sobiyi bir yana koyup, bizim oynadığımız asıl sobiyi anlatayım.

    Başta ebe seçimi için mutlaka bir tekerleme söylenir. Saymaca/sayışmaca da denilen bu kalıplaşmış tekerleme sözlerini herkes bildiğinden, ebeyi belirleyen son hecenin kime isabet edeceği az çok bellidir. Yani tekerlemeyi sayan kişi gıcık kaptığı kişiyi ebe seçmede mahirdir. Yalnız oyuncu sayısı çoğaldıkça bu şeytani plan işlemez olur. Ebenin sobilediği ilk kişi de yeni ebedir.

    Sobi için herhangi bir oyun gerecine ihtiyacınız yok, karmaşık bir oyun da sayılmaz. Ebe gözünü yumar, diğerleri saklanır. Temel kural bu. Ebe saklananı bulursa sobiler, saklanan ebeden önce davranırsa onu sobiler. Ebenin göz yumduğu yer, belirlenen bir direk, köşe yahut duvar olabilir. Sobileme işlemi oraya dokununca gerçekleşir.

    Bizim dönemde özel sobi taşımız vardı. Bizim evin fırına bakan gaş ortasındaki nispeten yalabık beyaz bir taştı. Duvara bakıldığında diğerlerinden kolayca ayrılan bu taş belki de antik dönemden kalma bir devşirme parçasıdır, o yönüyle hiç dikkatli bakmadım. Yalnız çocukluğumun bütün sobilerinde o vardı. Bu yüzden adını sobi taşı koymuşuz. Diğer bazı başka oyunları da sobi taşının yanında oynamak adet haline gelmişti.

    Dediğim gibi; önünde fırın, fırının küllüğü, küllüğün bir ucunda gölet, göletin doğu ve batı sahilleri(!) hep bizim oyun alanımızdı. Her daim kalabalık, her daim cıvıl cıvıldı sobi taşı civarı. Hani Kabe’nin duvarındaki kara taşa renginden dolayı ‘Hacerülesved’ diyorlar ya, eğer küçükken adını koymamış olsaydık, şimdi sobi taşını ‘Hacerülebyaz’ diye adlandırır, hoca takımından bir sürü zılgıt yerdim. Çevrelerinin her daim kalabalık olması bence güzel bir benzetme yönü…

    Biz yıllarca okşadığımız, yüz sürdüğümüz, göz yumduğumuz sobi taşını unuttuk gittiydik; tıpkı sobiyi, manneyi, kutuyu, bilyeyi terk ettiğimiz gibi… Onu tekrar hatırlamama sebep iki fotoğraftır. Biri doğduğum yıllar, diğeri de iki üç yaşlarımdayken çekilen iki fotoğrafın yerini sırf o sobi taşından dolayı tespit etmem zor olmadı. Demek ki bizden önceki kuşak da kutsal(!) taşı aynı amaçla kullanıyormuş. Bunu özellikle sordum, eli taşın üzerine sobileme pozisyonunda görülen Emmime, gerçekten öyleymiş. Hatta onlar da sobi taşı diyorlarmış. Taşın isim babası biz olmadığımıza baya bi hayıflandım…

    Gelelim sobi taşımızın bugünkü haline… Yere çok yakın. Sanki alnımızı dayadığımız taş kendisi değilmiş gibi çok alçaklarda göründü bana. Ya biz çok büyüdük, ya da kot yükseldi. Belki de çok gerilerde kaldığı için küçük ve alçak görünüyor, kim bilir...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder