10 Ağustos 2025

Benzerini Bul

    
    Fahrettin Altay Paşa'yı biz İstiklal Savaşındaki kritik rolüyle biliriz. Hatta Büyük Taarruzda Süvari Kolordusunun başında bulunması ve taarruzun üçüncü gününde emrindeki birliklerin Eğret bölgesindeki kahramanlıklarıyla tanırız. 1924 yılında Üyük bağrına bir şehitlik yaptırarak her 28 Ağustos'ta burada Kurtuluş şenliği yapılmasına vesile olması ve çoğu şenliğe bizzat katılması ise  Anıtkayalıların kalbinde farklı bir yer edinmesini sağlamış. Bu yüzden 'On Yıl Savaş (1912-1922) Ve Sonrası' adlı kitabını tekrar okuyorum.

    İlginç bir bölümü olduğu gibi alıntılıyorum. Çanakkale zaferinden sonra İstanbul'da Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı)nda masabaşı büro görevi vermişler. Tarih belirtilmiyor, ama 1916 sonları olmalıdır.

    Alman Mareşal şerefine Padişah tarafından verilecek olan bir ziyafet için de Başyaver SALİH PAŞA bana ziyafette kimlerin bulunacağını sordu, isimlerini bildirdiğim zevat arasında Zat İşleri Dairesi Başkam KURMAY YARBAY da yer almıştı. Başyaver şimdiye kadar padişah sofrasına yarbayların davet edilmediklerini söyleyince, ben de eskiden general olan daire başkanlarının bir kısmının şimdi yarbay olduğunu ve ziyafete rütbe itibari ile değil de makam itibari ile çağrılmış bulunduklarını izah ettim. Bu izahatım kabul edilerek davetnameler gönderilmişti ki, ertesi sabah bizim YARBAY elinde davetnamesi telaş içinde yanıma geldi ve bana:

    "— Bu davetnameyi akşam aldım, Halife-i Müslümin sofrasında bulunmak şerefi benim için nimettir bundan kendimi mahrum etmek istemem ancak ziyafet Alman Mareşal şerefine olduğu için onların nişanlarını takmak lâzım geliyor. Bana birinci sınıf DEMİR SALİP (HAÇ) nişanı verdiklerinden bunu takmam icab ederse de İTİKAT SAHİBİ olduğumdan bir HAÇI göğsüme nasıl takarım? Bütün gece uykum kaçtı, bir çıkar yol bulamadığım için size geldim..."

    "— Bu bir kanaat ve telâkki meselesidir. Hristiyanların mukaddes çarmıhı olarak düşünülemez, bir şekil olarak kabul edersiniz. Hem yemekte göreceksiniz ki o HAÇ NİŞANI Halife-i Müslimin'in boynunda da asılıdır, sonra biz bunu matematikte ARTI İŞARETİ olarak kullanmıyoruz...?"

    "— Efendim herkes kendi inancından sorumludur ben bunu yapamam.."

    "— O halde takmazsınız.."

    "— O zaman da nişanı yok, yeniden verelim derler ayıp olur."

    "— Yalnız kurdelesini taksanız..."

    "— Nizamsız hafiflik olur.." Ne desem YARBAY m inancını değiştiremiyordum. Aklıma bir şey geldi ve dedim ki:

    "— Madalya dört kollu değil mi? Bir kolunu kurdelanın içine gömersiniz, böylece görünüşte HAÇ şeklinden çıkmış olur..." Bir an durdu, düşündü ve:

    "— Çok teşekkür ederim..." diye sevinçle odadan çıktı gitti...

    Akşam o şekilde Saray a gelerek Halife i Müslimin'in sofrasında bulunmak şerefinden mahrum kalmamıştı. (Bu zat çok sofu, dindar, aynı zamanda çok çalışkan iyi ahlaklı doğru bir kişi olduğundan ENVER PAŞA kendisini severdi. İstiklal Mücadelesinde Ankara dan yine Zat İşleri Dairesi Başkanlığı yapmış, savaştan sonra general ve 7. Tümen komutanı olmuştu. Menemende Kubilây vakasını NAKŞİBENDİ tarikatı mensuplarının yaptığı anlaşılınca, kendisi de bu tarikata bağlı olduğu için Atatürk Harp Divanı'na verilmesini istemiş, ancak yapılan ricalarla bundan vazgeçerek emekliye ayrılmasını emretmişti.)*

    Son bölümde Altay Paşa parantez içindeki ifadelerle 14 yıl ileriye sıçrayarak kronolojinin dışına çıkıyor. Bir anlatım tekniği olarak sık sık başvurulan bir yöntemdir. Zaten zaman kavramının akışına yönelik de benzer bir tartışmayı bilim adamları söylüyorlar. Buna göre zaman, İlkokulda tarih şeritlerinde gösterildiği gibi doğrusal değil döngüseldir. Olaylar aynıyla değil ama benzerleri biçiminde tekrar eder durur. Geçmişte kalmış bir olayın benzeri sizin de başınıza gelebilir.


    *Emekli Orgeneral Fahrettin Altay, Görüp Geçirdiklerim 10 Yıl Savaş 1912-1922 Ve Sonrası, İstanbul 1970, s.117-118.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder