-M-
macın: macun,
krem
macıngök: Ham,
olgunlaşmamış.
macur:
1.Bulunduğu yere göçle gelmiş, muhacir; 2.Köyün 5 km kuzey ve kuzeydoğusunda
bulunan Cumalı ve Susuzosmaniye köyleri.
Macurgırı: Cumalı
ve Susuzosmaniye köylerine yakın mevki adı
madcak: Kısa
boylu sevimli çocuk, bücür, haylaz.
mâdünüz:
maydanoz
mâfolmek: Berbat olmak,
onulmaz duruma gelmek, mahvolmak.
mahana/mâna: İleri
sürülen sözde neden, bahane.
mahana bulmek: Sebep göstermek,
bahane bulmak.
mah! mah!: Köpeği
çağırma ünlemi.
makerne: makarna
makes:
1.makas, 2.Üçgen biçimli tarla, 2.yolların kesişme yeri
makes bağı: Çatıya
eğik olarak konulan direk.
maket:
Tahtadan yapılan, duvara ve yere sabitlenmiş oturak. Seki. Divan
mâkime: mahkeme
makine: 1.Kalem
açacağı, kalemtraş; 2.Dikiş makinası
mal:
büyükbaş evcil hayvan
malak: Manda
yavrusu.
malama:
Harmanda hayvanların yemesi için ayrılmış sap saman yığını.
malamat etmek: Birinin ayıbını
ortaya çıkararak onu utandırmak.
Malbazarı:
1.Hayvan pazarı, 2.Hayvan pazarı kurulan mevki adı.
mal bellemek: Bir şeyi yapmayı alışkanlık haline getirmek, huy edinmek.
malcannı: Malına
düşkün (mal canlı)
Maldepesi: Bir
mevki adı, Maltepe
malımsımak:
Başkasının malını benimsemek, sahiplenmek.
mallara bakmek: Hayvanları
yemlemek, sulamak, altını temizlemek gibi işler.
malmaşat: Her
türlü hayvan varlığı, özellikle sığır türlerinin tamamı.
mamak: Küçük
çocuklar için tatlı yiyecekler, şekerleme.
mâmır: memur
Mâmıt: Mahmut
manav:
Yaşadığı yere başka yerden gelmemiş, macur olmayan, yerli halk.
mandal: Eski
evlerin kapısının ardındaki demir kol.
mandallamak: Kapı
veya pencereyi kapatıp sürgüsünü çekmek.
mandı: Şifalı
su, içenin tüm dertlerinin geçeceğine inanılan su, bengisu (Allah mandı şifası
vesiñ)
manile:
kaldıraç, manivela
mani mani oynatmek: Her istediğini
yaptırmak, parmağında oynatmak.
manne/manle/malle: Dokuz
yassı taşı üst üste dizerek oynanan takım oyunu.
mantar: özel
tabancayla çocukların bayramlarda ateşledikleri bir patlayıcı
mantardabancası:
zararsız mantar mermisi atan, bayramlara has çocuk tabancası, tıraka
mapıs: Suçu
nedeniyle hapsedilmiş kişi, mahpus.
mapısâne:
Cezaevi, hapishane.
mari: Kız
çocuklarına hitap sözü.
mari donu: Ensiz
şalvar
marsilya: Çatıda
kiremitleri birleştiren köşe kiremiti.
masdarlamak: Duvarın
sıvasını düzeltmek.
mâsuz: Bile
bile, isteyerek.
mâsuzcukdan: Şaka
olarak, yalancıktan, gerçek olmaksızın yapılan.
mâsül: Ürün,
mahsül.
matıf: Fesat, içten pazarlıklı.
mavı: mavi
renk
mavıklamak: Köpek
can acısıyla bağırmak.
maya gabı: Hamur
mayası saklamak için kullanılan kap.
mayalı bükme:
Mayalanmış hamurla yapılan börek.
mayasıl: Yaranın
veya kesik, ezik sebzelerin kabuk bağlaması.
mayır muyur: Net,
belirgin olmayan durumlar için.
mayıs:
Kurumamış, yaş durumdaki sığır dışkısı.
mayış: düzenli
aylık gelir (maaş)
mâyine: Muayene
mâyiniye gitmek: Asker alımından
önce Askerlik Şubesinde muayene olmak.
mâyoş/mâyoşu: Ekşimsi
mazı: Meşe
ağacının fındık büyüklüğünde sert meyvesi. İlaç sanayinde kullanılır.
me: 1.al,
buyur, işte burada; 2.Bir olayın beklenen olumsuz sonucunun gerçekleşmesi
karşısında verilen tepki ünlemi. (Me! Demedim mi ben saña!)
mecibur:
zorunlu, mecbur
meddap: Okul,
mektep.
meddup: mektup
mefât etmek: ölmek, vefat etmek
meğerim: meğer,
oysa
mehel: lüzum,
gereklilik (Oña mehel yok)
mehel galmamek: Gerek kalmamak,
gereği olmamak.
mehel görmek: Uygun bulmak, layık
görmek.
mehel yok: Gerek yok,
lüzumsuz.
melem: merhem
melem gibi: krem
kıvamında olan
melem olmek: 1.Bir derde çare
olmak (merhem), 2.Krem kıvamında ezilmek.
mel mel bakmek: Boş boş, aptal
aptal bakmak.
memeden ayırmek: Çocuğu emzirme
sürecini tamamlamak. Sütten kesmek.
memede olmek: Henüz annesini
emerek beslenen bebek için.
memeden kesmek: Çocuğu artık
emzirmemek.
mendil:
1.Üzerinde hamur açmaya veya hamuru örtmeye yarayan 4-5 metrelik örtü, yaygı;
2.Sofra bezi, sofra yaygısı.
mendil atmek/gapmek: Düğünlerde gelin
erkek evine girerken, yüksekçe bir yerde damat ve sağdıcın, içine çerez ve
bahşiş doldurulmuş el mendili çıkısını kalabalığa atması ve seyircilerin
bu mendili yakalamasıdır.
merabası olmek: Bir kimseyle şöyle
böyle tanışıklığı olmak.
meram añnamek: Halden anlamak,
uyumlu davranmak.
meramsız: Söz
dinlemeyen, laftan anlamayan kimse.
merdiman:
merdiven
meres: miras
meresci: verese,
mirascı
meresger:
Kendisine miras kalanlar, vereseler.
meret:
Uğursuz, hayırsız, kötü, işe yaramaz, baş belası
mêrmet:
merhamet
mêrmetsiz:
acımasız, merhametsiz
mertek: Toprak
damlı binalarda döşmelerin arasına sıralanan nispeten ince ağaç.
Meryan: Meryem
mesarif görmek: Alışveriş yapmak.
mesarifi çekmek: Bir iş için yapılan
harcamaları ödemek.
meşegülü: kasımpatı,
karizantem.
met:
1.çelik-çomak oyunu, 2.çelik-çomak oyunundaki kısa çubuk, çelik
metdap gaçgını: Okuldan kaçmayı
alışkanlık haline getiren öğrenci.
metdeynek: çelik çomak
metezoru: zoraki,
cebri
meturo: metre
meyâne: Yağ ile
kavrulmuş un.
meyminet: Kılık
kıyafet, duruş, karakter, yüz aydınlığı. (Yüzünde meyminet yok)
meyminetsiz:
Uğursuz, suratsız
mezer: mezar
Mezerböğrü: Köy
içinde bir mıntıka ismi.
mêzin: müezzin
mezlenmek: 1.Alay
etmek eğlenmek; 2.Güçten düşmüş hayvana diğer hayvanlar eziyet etmek.
mıcık gibi: Sıkı
etli, semiz kimse/hayvan.
mıdırdanmak: Kendi
kendine söylenmek, mırıldanmak.
mık: çivi,
mıh
mıklamak:
Çivilemek, çakmak.
mıklatız:
mıknatıs
mıklı: Çivi
ile çakılmış ağaç, çivili.
mılığını eğmek: Surat asmak,
somurtmak, kırgınlığını belli etmek.
mıncığını çıkarmek: Meyve vb şeyleri
ezip suyunu çıkarmak.
mıncımak: Ezilip,
sulanıp bozulmaya yüz tutmak.
mındar: pis,
murdar
mındar gitmek: 1.Hayvanın kesmeye
yetişemeden, kan akıtamadan ölmesi, 2.(mec)İnsanın yıkanmadan ansızın ölme
olasılığı
mındariliği: Hayvan kesilirken,
zamansız koparıldığında hayvanın murdar olacağına inanılan damar. Şahdamar.
mırığı düşmek: Bir sebeple suratı
asılmak, morali bozulmak.
mırığı gırık: morali bozuk, yüzü
asık
mırık: 1.neşe,
keyif; 2.surat, yüz ifadesi
Mısdıfa: Mustafa
mısmındar/musmındar: Çok
pis, pisipisine.
Mıtdin:
Muhittin
mızılamak: Çocuk
ağlamaya başlamak.
mızmızlanmak:
Kararsız kalıp ne yapacağını bilmeden dolaşmak.
mil: Kum,
selin getirip yığdığı kum.
milli: Kumlu
su.
mintan: Yarım
tenekelik tahıl ölçeği. Kilenin dörtte biri, demirin yarısı.
misir: 1.mısır, darı; 2.Rengi pembeye çalan kaz.
modurdanmak:
Kızgın biçimde kendi kendine söylenmek, homurdanmak.
mollolu gabağı: Yemeği
yepılan ince, uzun, beyaz kabak. (mollaoğlu)
morartı: Hafif
morluk.
morduman gavuru: Çok aksi ve aşırı geçimsiz kimse.
Mosine: Muhsine
mosuralık: Örnek
olarak, numune.
motur: traktör
mozu: Kısa
boylu, cüce, bücür.
möökem: sağlam,
dayanıklı (muhkem)
möölüz:
1.parasız, züğürt; 2.varlıklıyken sonradan fakir duruma düşen
mötdaç: muhtaç
mötdü: müftü
möteber: Önemli,
değerli (muteber)
mukaat:
Polisiye olay, vukuat.
mukdar: muhtar
mukdar çakmağı: çakmak
taşından çıkan kıvılcımın benzinli fitili tutuşturmasıyla çalışan çakmak
mumak: çocuk
dilinde şeker gibi yiyecekler
mumak gibi: çok
tatlı, lezzetli
Musaf: Kur’an
(Mushaf)
Musaf çarpsıñ: Yemin sözü
mut: Para
vermeden, bedavadan elde edilen şey.
mutcu:
Beleşci, bedavacı.
mutdan:
Bedavadan, bilabedel.
muzmar: Zıtlık,
terslik, uyuşmama hali.
muzmar bellemek: Zıt gitmek, sık sık
rahatsız etmek, tebelleş olmak.
muzu: sürekli
kötülük düşünen ve yapan
muzur:
zararlı, başbelası (muzır)
mücüde: müjde
mücüdelemek: (mec)Gizli
kalsa daha iyi olacak bir bilgiyi hiç beklemeden başkasına aktarmak,
yetiştirmek.
mücüdelik: müjdeli
haber getirene verilen bahşiş
mücürdemek/mücürdenmek: kendine
göre ufak tefek işlerle oylanmak, vakit geçirmek
mücüre:
tek çekmeceli ilkel komidin
mürtlek: Ölü
mürtlemek: ölmek
mürtleyesice: Geberesice anlamında ilenç sözü.
müzevir:
İspiyoncu. Laf taşıyarak insanları birbirine düşüren kimse.
müzmehel: Şaşkın,
beceriksiz.
müzümsüz: Yersiz
hareketler ve konuşmalar yapan, ters, patavatsız, lüzumsuz.