29 Şubat 2024

macın - müzümsüz

macın: macun, krem

macıngök: Ham, olgunlaşmamış.

macur: Bulunduğu yere göçle gelmiş, muhacir.

Macur: Köyün 5 km kuzey ve kuzeydoğusunda bulunan Cumalı ve Susuzosmaniye köyleri.

Macurahmet: Kekliklerin Kelalinin son hanımından oğlu Seydi Ahmet Tül; Haroahmet, 1929-2007.

Macurali: Balkan Muhaciri Hasan oğlu Ali Öncül. Cihan Harbi yıllarında doğmuş. Ailesi buradan geçerken açlıktan ölmesin diye onu Eğret’e bırakmışlar. Önce Araposman, sonra Aliye Ninenin evlatlığıdır. Eğret’te evlenip yerleşip çok çeşitli uğraşlarla meşgul oldu; 2008 yılında vefat etti.

Macurgırı: Cumalı ve Susuzosmaniye köylerine yakın mevki adı.

Macurnine: 1.Balkan Muhaciri Başaoğlu Osman kızı Ayşe Eren. 1889 Yılında Kazanlık’ta doğdu. Babası Dandır’da vefat ettikten sonra ailesiyle Eğret’e göçtüler. Önce Kelahmetlerin Osman eşiydi, Yozgunun anasıdır. Eşinin vefatından sonra Eminlerin Süleyman’a vardı, Kelsüleymanın anasıdır. 1962’de vefat etti.  2. Başoğlu Osman kızı Fatma Erdem. Kazanlık 1894 oğumludur, Eğret’e geldikten sonra Hatiboğlu Mustafa’ya vardı; Çakırmehmet ve Çakırosmanın analarıdır, 1966’da vefat etti. İki kardeşin torunları, onları Macurnine diye lakapladılar.

madcak: Kısa boylu sevimli çocuk, bücür, haylaz.

mâdünüz: maydanoz

mâfolmek: Berbat olmak, onulmaz duruma gelmek, mahvolmak.

mahana/mâna: İleri sürülen sözde neden, bahane.

mahana bulmek: Sebep göstermek, bahane bulmak.

mah! mah!: (ü) Köpeği çağırma ünlemi.

makerne: makarna

makes: 1.makas, 2.Üçgen biçimli tarla, 3.Yolların kesişme yeri

makes bağı: Çatıya eğik olarak konulan direk.

maket: Tahtadan yapılan, duvara ve yere sabitlenmiş oturak. Seki. Divan

mâkime: mahkeme

makine: 1.Kalem açacağı, kalemtraş; 2.Dikiş makinası

mal: Büyükbaş evcil hayvan.

malak: Manda yavrusu.

malama: Harmanda hayvanların yemesi için ayrılmış sap saman yığını.

malamat etmek: Birinin ayıbını ortaya çıkararak onu utandırmak.

Malbazarı: 1.Hayvan pazarı, 2.Hayvan pazarı kurulan mevki adı. Önce eski sağlık ocağının bulunduğu alan, sonra Mezerböğrü.

mal bellemek: Bir şeyi yapmayı alışkanlık haline getirmek, huy edinmek.

malcannısı: Malına düşkün (mal canlı)

Maldepesi: Bir mevki adı, Maltepe.

malımsımek: Başkasının malını benimsemek, sahiplenmek.

mallara bakmek: Hayvanları yemlemek, sulamak, altını temizlemek gibi işler.

mal maşat: (i) Her türlü hayvan varlığı, özellikle sığır türlerinin tamamı.

mamak: Küçük çocuklar için tatlı yiyecekler, şekerleme.

mâmır: memur

Mâmıt: Mahmut

manav: Yaşadığı yere başka yerden gelmemiş, macur olmayan, yerli halk.

Manav: Hacımahmutların Mustafa’nın ortanca oğlu Ahmet. 1859 Yılında doğdu; Hacıyusufun küçüğü, Tellinin büyüğüdür. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Körmısdıfa ve Gızmehmedin babalarıdır; Cihan Harbi yıllarında vefat etmiş.

Mandaahmet: Hacımahmutoğlu Ahmet Öztürk. 1910 Yılında doğdu; Hafızın küçüğü, Ayımevlüt ve Garaçaylının abisidir. Gençliğinde insanüstü gücünü böyle bir benzetmeyle ifade etmişler. Berberlerin Deliali ve Tombak Saadettin ile Almanmahmudun babasıdır. 2000 Yılında vefat etti.

mandal: Eski evlerin kapısının ardındaki demir kol.

mandallamek: Kapı veya pencereyi kapatıp sürgüsünü çekmek.

mandı: Şifalı su, içenin tüm dertlerinin geçeceğine inanılan su, bengisu (Allah mandı şifası vesiñ)

manile: Kaldıraç, manivela

mani mani oynatmek: Her istediğini yaptırmak, parmağında oynatmak.

manne/manle/malle: Dokuz yassı taşı üst üste dizerek oynanan takım oyunu.

mantar: Özel tabancayla çocukların bayramlarda ateşledikleri bir patlayıcı.

mantardabancası: Zararsız mantar mermisi atan, bayramlara has çocuk tabancası, tıraka.

Mantarlık: Köye yakın bir mevki adı.

Mantarosman: Hacıların Sağırmehmet oğlu Osman Azbay, 1927 yılında doğdu. Mantaroğlu Mehmet Azbay’ın babasıdır. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor, 2013’te vefat etti.

mapıs: Suçu nedeniyle hapsedilmiş kişi, mahpus.

mapısâne: Cezaevi, hapishane.

mari: Kız çocuklarına hitap sözü.

mari donu: Ensiz şalvar.

marsilya: Çatıda kiremitleri birleştiren köşe kiremiti.

masdarlamek: Duvarın sıvasını düzeltmek.

mâsuz: Bile bile, isteyerek.

mâsuzcukdan: Şaka olarak, yalancıktan, gerçek olmaksızın yapılan.

mâsül: Ürün, mahsül.

maşşalla delisi: Övüldüğü zaman çok çalışan, gaza çabuk gelen.

matıf: Fesat, içten pazarlıklı.

mavı: mavi renk

Mavı: Alemdaroğlu Gındimehmedin hanımı Fadime Kızılyel. Kalecikli Hacı Ahmet Çelik’in büyük kızıdır. Lakabı Mavı, ama bazı resmi kayıtlara da geçen bir lakap bu. 2010 Yılında vefat etti.

mavıklamek: Köpek can acısıyla bağırmak.

mayagabı: Hamur mayası saklamak için kullanılan kap.

mayalı bükme: Mayalanmış hamurla yapılan börek.

mayasıl: Yaranın veya kesik, ezik sebzelerin kabuk bağlaması.

mayır muyur: Net, belirgin olmayan durumlar için.

mayıs: Kurumamış, yaş durumdaki sığır dışkısı.

mayış: Düzenli aylık gelir (maaş)

mâyine: Muayene

mâyiniye gitmek: Asker alımından önce Askerlik Şubesinde muayene olmak.

mâyoş/mâyoşu: Ekşimsi, mayhoş.

mazı: Meşe ağacının fındık büyüklüğünde sert meyvesi. İlaç sanayinde kullanılır.

me: 1.Al, buyur, işte burada; 2.Bir olayın beklenen olumsuz sonucunun gerçekleşmesi karşısında verilen tepki ünlemi. (Me! Demedim mi ben saña!)

mecibur: Zorunlu, mecbur.

meddap: Okul, mektep.

meddup: mektup

mefât etmek: Ölmek, vefat etmek.

meğerim: Meğer, oysa

mehel: Lüzum, gereklilik (Oña mehel yok)

mehel galmamek: Gerek kalmamak, gereği olmamak.

mehel görmek: Uygun bulmak, layık görmek.

mehel yok: Gerek yok, lüzumsuz.

Mehmethoca: Akbaşömer oğlu Mehmet Karakaya. 1937 Yılında doğdu. Körhocada hafızlık talim etti. Anıtkaya’nın beş camisinde imamlık yapan tek hocadır. 2009 Yılında vefat etti.

melem: merhem

melem gibi: Krem kıvamında olan

melem olmek: 1.Bir derde çare olmak (merhem), 2.Krem kıvamında ezilmek.

mel mel bakmek: Boş boş, aptal aptal bakmak.

memeden ayırmek: Çocuğu emzirme sürecini tamamlamak. Sütten kesmek.

memede olmek: Henüz annesini emerek beslenen bebek için.

memeden kesmek: Çocuğu artık emzirmemek.

Menciknine: Hassönlerin Buruşakmehmetin son hanımı Şerife Omak. 1894 Yılında doğdu. Çatalların İbrahim kızı; Yarımağanın ablası, Delibıdık ile Boduoğlunun halası; Gecegondu, Buruşaklarıncemal ve Kırtümmetin analarıdır. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. 1971’de vefat etti.

mendil: 1.Üzerinde hamur açmaya veya hamuru örtmeye yarayan 4-5 metrelik örtü, yaygı; 2.Sofra bezi, sofra yaygısı.

mendil atmek/gapmek: Düğünlerde gelin erkek evine girerken, yüksekçe bir yerde damat ve sağdıcın, içine çerez ve bahşiş doldurulmuş el mendili çıkısını kalabalığa atması ve seyircilerin bu mendili yakalamasıdır.

merabası olmek: Bir kimseyle şöyle böyle tanışıklığı olmak.

meram añnamek: Halden anlamak, uyumlu davranmak.

meramsız: Söz dinlemeyen, laftan anlamayan kimse.

merdiman: merdiven

meres: miras

meresci: verese, mirascı

meresger: Kendisine miras kalanlar, vereseler.

meret: Uğursuz, hayırsız, kötü, işe yaramaz, baş belası

mêrmet: merhamet

mêrmetsiz: Acımasız, merhametsiz

mertek: Toprak damlı binalarda döşmelerin arasına sıralanan nispeten ince ağaç.

Meryan: Meryem

mesarif görmek: Alışveriş yapmak.

mesarifi çekmek: Bir iş için yapılan harcamaları ödemek.

meşegülü: Kasımpatı, karizantem.

met: 1.Çelik-çomak oyunu, 2.Çelik-çomak oyunundaki kısa çubuk, çelik.

metdap gaçgını: Okuldan kaçmayı alışkanlık haline getiren öğrenci.

met deynek: (i) çelik çomak

metezoru: zoraki, cebri

meturo: metre

meyâne: Yağ ile kavrulmuş un.

meyminet: Kılık kıyafet, duruş, karakter, yüz aydınlığı. (Yüzünde meyminet yok)

meyminetsiz: Uğursuz, suratsız.

mezer: mezar

Mezerböğrü: Köy içinde bir mıntıka ismi.

mêzin: müezzin

Mêzindede: Çaylıoğlu Topal Hüseyin Kabadayı. Belce’den namlı bir çalgıcı olarak düğüne geldiği Eğret’e Mücellit Hoca’nın tavsiyesiyle kadrolu Müzezzin olarak yerleşti. Bundan sonra mesleği lakabı olacaktır. Böbülerin dedesi olan Müezzin Hüseyin 1939’da vefat etti.

mezlenmek: 1.Alay etmek eğlenmek; 2.Güçten düşmüş hayvana diğer hayvanlar eziyet etmek.

mıcık gibi: Sıkı etli, semiz kimse/hayvan.

mıdırdanmek: Kendi kendine söylenmek, mırıldanmak.

Mıgırı: Gasapların Araphüseyin’in küçük oğlu Şerafettin Eser.

mık: çivi, mıh

mıklamek: Çivilemek, çakmak.

mıklatız: mıknatıs

mıklı: Çivi ile çakılmış ağaç, çivili.

mılığını eğmek: Surat asmak, somurtmak, kırgınlığını belli etmek.

mıncığını çıkarmek: Meyve vb şeyleri ezip suyunu çıkarmak.

mıncımek: Ezilip, sulanıp bozulmaya yüz tutmak.

mındar: pis, murdar

mındar etmek: Bir şeyi kullanılamaz duruma getirmek, heba etmek.

mındar gitmek: 1.Hayvanın kesmeye yetişemeden, kan akıtamadan ölmesi, 2.(mec)İnsanın yıkanmadan ansızın ölme olasılığı.

mındariliği: Hayvan kesilirken, zamansız koparıldığında hayvanın murdar olacağına inanılan damar. Şahdamar.

mırığı düşmek: Bir sebeple suratı asılmak, morali bozulmak.

mırığı gırık: Morali bozuk, yüzü asık

mırık: 1.Neşe, keyif; 2.Surat, yüz ifadesi

Mırtaza: Tatıresilin ortanca oğlu Mustafa Omak. 1933 Yılında doğdu. Babasının Koruma başkanlığında devriyeye çıktıklarında sert tavır sergilermiş. Bu yüzden bu lakap takıldığı söyleniyor, 2013’te vefat etti.

Mısdan: Kumpirhasanın küçük oğlu Mustafa Soya. 1933 Yılında doğdu, Anıtkaya’nın meşhur cambazlarından biri olarak bilinir.

Mısdıfa: Mustafa

mısmındar/musmındar: Çok pis, pisipisine.

Mıtdin: Muhittin

mızılamak: Çocuk ağlamaya başlamak.

mızmızlanmek: Kararsız kalıp ne yapacağını bilmeden dolaşmak.

mil: Kum, selin getirip yığdığı kum.

milli: Kumlu su.

mintan: Yarım tenekelik tahıl ölçeği. Kilenin dörtte biri, demirin yarısı.

Misgin: Kelibanın küçük oğlu Abdullah Dalgıç.

misir: 1.Mısır, darı; 2.Rengi pembeye çalan kaz.

modurdanmek:  Kızgın biçimde kendi kendine söylenmek, homurdanmak.

Mollamehmet: Çatalların Yahya oğlu Mehmet. 1879 Yılında doğdu, Afyon medreselerinde ilim tahsil etti. İbiş ve Yahya Tür kardeşlerin babasıdır; İstiklal Savaşı sırasında vefat etti.

Mollamustafa: Apdıramanların Mustafa. 1840 Yılında doğdu, medrese tahsili gördüğü için böyle lakaplandı. Mehmet Abisinin vefatıyla dul kalan Kezban Hanım ile evlendi. Yeğeni Hüseyin’in hem amcası hem babalığı oldu. Bu Hüseyin Güdükmehmedin babasıdır. Mollamustafanın oğlu olmadı ama 11 kızı dünyaya gelmiş. Bunlardan tespit edilebilenler; Manavın hanımı, Çakırosmanın ninesi, Haytanın ninesi, Cavaların ninesi ve Hacemirlahın ninesidir. Kendisi ve karısı yürminci yüzyılı göremeden vefat etmişler.

Mollaosman: Hatiboğlu Mahmut’un oğlu Osman Aykaç. 1885 Yılında doğdu. İlim tahsil ettiği için böyle lakaplandı. Çevre köylerde uzun süre imamlık yapmış ve 1969’da vefat etmiş.

mollolu gabağı: Yemeği yepılan ince, uzun, beyaz kabak. (mollaoğlu)

morartı: Hafif morluk.

morduman gavuru: Çok aksi ve aşırı geçimsiz kimse.

Moréşe: Çolağömerin Halilçavuş eşi Eşe Salman. Mollahmetler/Müdüroğluların Ahmet kızı, Şampayanın anasıdır; 1894-1984.

Moruk: Kelibanın büyük oğlu Üzeyir Dalgıç. 1953 Yılında doğdu. Mahalle muhtarlığı dahil yapmadığı iş kalmadı. Afyon’da oturur.

Mosine: Muhsine

mosuralık: Örnek olarak, numune.

motur: traktör

motur gatır: (i) Sahip olunan her türlü iş ve ulaşım araçları.

Moturhalil: Gobakların Garabacağın oğlu Halil Kaçmaz. Körhalilin yanında bir lakabı da budur. Moturhalil demelerinin sebebi çok güçlü olmasıymış, 2011’de vefat etti.

Moturhatca: Gobakların Salih eşi Hatice Kaçmaz. Kekliklerin Hasan kızıdır. Anasının yanında tay gittiği Ablak’tan Eğret’e gelin geldi. Körkemal, Gocakazım ve Pafıldakmahmudun analarıdır. Kocası öldükten sonra Akömeri iç güveyisi almış, Veysel Kök’ün de anasıdır. Güçlü bir kadın olduğu için böyle lakaplanmış, 1972’de vefat etti.

mozu: Kısa boylu, cüce, bücür.

Mozu: Daldalların Bacı Seydi’nin küçük oğlu Mehmet Değer. 1964 Yılında doğdu, Afyon’da oturur.

möökem: Sağlam, dayanıklı (muhkem)

möölet: Süre, izin, zaman (mühlet)

möölüz: 1.Parasız, züğürt; 2.Varlıklıyken sonradan fakir duruma düşen

mötdaç: muhtaç

mötdü: müftü

möteber: Önemli, değerli (muteber)

mukaat: Polisiye olay, vukuat.

mukdar: muhtar

mukdar çakmağı: Çakmak taşından çıkan kıvılcımın benzinli fitili tutuşturmasıyla çalışan çakmak.

mumak: Çocuk dilinde şeker gibi yiyecekler

mumak gibi: Çok tatlı, lezzetli.

Mumaklık: Köy içinde bir mıntıka.

Musadede: Tingildeklerin Osman oğlu Musa Kasal. 1904 Yılında doğdu, İncemehmet ve Hacıapdıllanın abisidir. Ezan okumayı çok sevdiği, kırda bayırda vakit girdiğini anladığında hemen ezana başladığı anlatılıyor. 1973 Yılında vefat etti.

Musaf: Kur’an  (Mushaf)

Musaf çarpsıñ: Yemin sözü

Musahoca: Olucaklı Ahmet oğlu Musa Aydın. 1939 Yılında doğdu. Eğret’te ve Kütahya’da dini ilimler tahsil etti. Çevre köylerde hocalıktan sonra Afyon’a yerleşti.

mut: Para vermeden, bedavadan elde edilen şey.

mutcu: Beleşci, bedavacı.

mutdan: Bedavadan, bilabedel.

muzmar: Zıtlık, terslik, uyuşmama hali.

muzmar bellemek: Zıt gitmek, sık sık rahatsız etmek, tebelleş olmak.

muzu: Sürekli kötülük düşünen ve yapan

muzur: Zararlı, başbelası  (muzır)

mücüde: müjde

mücüdelemek: (mec)Gizli kalsa daha iyi olacak bir bilgiyi hiç beklemeden başkasına aktarmak, yetiştirmek.

mücüdelik: Müjdeli haber getirene verilen bahşiş.

mücürdemek/mücürdenmek: Kendine göre ufak tefek işlerle oylanmak, vakit geçirmek

mücüre:  Tek çekmeceli ilkel komidin.

Müdüroğlu: Mollahmetlerin Ahmet oğlu Mehmet Ali Eşiyok, 1910-1984.

mürtlek: Ölü

mürtlemek: Ölmek

mürtleyesice: Geberesice anlamında ilenç sözü.

Mütayit: İdirizlerin Pepehasanın İdris İdis.

müzevir: İspiyoncu. Laf taşıyarak insanları birbirine düşüren kimse.

müzmehel: Şaşkın, beceriksiz, bir işi doğru dürüst yapamayan, bir şeyin üstesinden gelemeyen kimse. (müzmahal/müzmahil)

müzümsüz: Yersiz hareketler ve konuşmalar yapan, ters, patavatsız, lüzumsuz.



kişelemek - lüpbedek


kişelemek: Kümes hayvanlarını kovmak, kovalamak.

kişi başı: Bir toplulukta her bir kimseye düşen miktar.

kişnek: Çok kişneyen at

kişt/kişe: Kümes hayvanlarını kovma ünlemi.

kitaba el basmek: Kurana dokunarak yemin etmek.

kitlemek: Kilitlemek.

kitli: Kilitlenmiş, kilitli.

kizmek: Yılmak, bıkmak, usanmak.

kokar: Pis, tiksindirici (Hakaret anlamında kullanılır.)

kokar ibubuk: İbibik kuşu, çavuş kuşu, hüdhüd.

kokar ot: Keskin kokulu, beyaz çiçekli yaban otu. Göbüle ve anlarda çıkar. 20-30 Santim kadar uzadığında çiçek açar, adını bu dönemde yaydığı kokudan alır. Genellikle ot biçenlerin elbisesine sinen bu koku, bir kaç gün çevresinde tüter.

kokmek: 1.Koklamak, 2.Bayatlamak, bozulmak.

kokulamek: 1.Koklamak, 2.Araştırmak, incelemek, ne var ne yok bakmak.

kokulatmamek: Hiç vermemek.

Kokulu: Eyüplerin Ahmetçavuşun küçük oğlu Mehmet Dirlik. Eyüp Dirlik ile Ortaköylünün küçüğüdür, 1929’da doğdu. Lkakabının nedeni bilinmiyor, bir vakitten sonra Anıtkaya’dan göçtüler. Kendisi 2003’te vefat etti.

kokutmek: Fena koku yaymak.

Komando: Delimamların İbrahim oğlu Ali Soydan. Askerliğinden kalma bir lakap. 2005’te vefat etti.

kontak: Akılsız, dengesiz

kopil: Küçük çocuk.

kopretif: Kooperatif

Koreli: Nato gücünde Kore’ye gidenler. 1.Kelidirizin Ahmet Azbay, 1932-1991; 2.Patırmahmudun İbrahim Tok, 1933-2003; 3.Garaguzuların Mehmet Önkal, 1929-2009.

köfün: Seleye benzer şişman, ağır ve dayanıksız bedeniyle oturduğu yerden kalkmayan, hareket kabiliyeti sınırlı olduğundan çalışmayı da sevmeyen kimse.

köken: 1.Kavun karpuz kabak gibi yere yatan bitkilerin kökünden çıkan dal; 2.Soy, asıl, ata.

köken atmek: Nane, çilek gibi bazı sebzeler kökten sürerek çoğalmak.

köklemek: Ağaç ve bitkiyi köküyle sökmek.

kök sökdürmek: Çok güçlük çıkarmak, uğraştırmak.

kölge: gölge

Kölgeci: Ayanoğlu Hüseyin’in Ömer Kayır. 1902 Yılında doğdu; Tunahüseyin ve Halil İbrahim Kayır’ın babasıdır, 1987’de vefat etti.

köme: Yığın, topluluk, küme.

köme köme: (s) Yığın yığın, çok kalabalık, küme küme.

kömeli: Çok fazla, bol, kalabalık. Kümeli.

kömelicene: Çokca.

köpekbalığı: Yumurtadan yeni çıkmış kurbağa yavrusu, kocabaş.

köpeksamırsağı: Yabani sarımsak.

köpôlu/köpôlusu: İtoğlu it gibi bir hakaret sözü (köpek oğlu)

köprü: Kemer pantolon üzerinde düzgün dursun diye dikilen şerit.

köprü gurmek: Güreşçi tuş olmamak için baş ve ayaklarıyla direnmek, köprü durumunda kalmak.

köpük helvası: Sıcak su ile karıştırıldığında köpüren çöğen kökünden yapılmış yaz tatlısı.

Körahmet: Gademlerin İbrahim oğlu Ahmet Çotak. 1908 Yılında doğdu. İbrahim Zeynel ve Musa’nın babalarıdır. Oğlanlar İzmir’e taşındıktan sonra peşlerinden onu da götürdüler. 1983’te orada vefat etti.

Köralosman: Bolvadinli Çakallardan Kelbekirin oğlu Ali Osman Haykır. Yenimısdığın ve Halil Haykır’ın da kardeşi olan Alosmançavuşun bir lakabı da böyledir. 1985’te vefat etti.

Köratike: Bilallerin Hüseyin kızı Atike Kaynar. 1903 Yılında doğdu, evlenmedi. Dul kaldıktan sonra Patlakların Sağırömere vardı; ama resmi olmadığı için bu evlilik soyadını değiştirmedi. 1984’te vefat etti.

Körayşa: 1.Gılindirin hanımlarından biri olan Ayşe Öz. Kimlerden olduğu bilimiyor, Yılıkların Mevlüt’ün  kaynanasıdır; 1952’de vefat etti. 2.Pambıkların Ahmet eşi Ayşe Gözalıcı. Apdıramanların Hüseyin kızı, Güdükmehmetin kardeşidir. 1900 Yılında doğdu, İzmir’de 1980’de vefat etti.

körduman: Koyu sisli ve dumanlı hava.

körelmek: 1.Ateş sönmeye yüz tutmak, 2.Kuyu veya çeşmenin suyu kesilmek, 3.Bıçak, balta gibi kesici aletler kesmez olmak, 4.Bütün fertleri öldüğü veya göçtüğü için bir evin ışığı sönmek.

Köremin: 1.Gobakların Halil İbrahim oğlu Emin Kopan. Deliyakıbın küçüğü, Garaiban ve Apağın abileridir; 1930-2019. 2. Daldalların Kipilmahmutun Mehmet Emin Honça, 1931-2003.

Köressan: Tekelilerin Halil oğlu İhsan (Ali) Temel. 1943 Yılında doğdu, Gasaphalilin babasıdır. 2013 Yılında vefat etti.

Körfadik: Arzıların Dendenin hanımı Fadik Tüblek. Garahmetlerin kızıdır, 1923-1999.

kör gandil: Işığı çok az kandil.

Körguyu: 1.Suyu olmayan veya çekilen kuyu, 2.Bir kuyu ve mevki adı

Körhalil: 1.Kirpitçinin oğlu Halil Kirkit. Mehmet Sabri’nin kardeşidir; 1900 Yılında doğdu, 1981’de vefat etti. 2.Gobakların Garabacağın oğlu Halil Kaçmaz. 1931’de doğdu, Moturhalil de derlerdi. 2011’de seksen yaşında vefat etti.

Körhasan: Sağırların Salih oğlu Hasan Sancak. Beş oğlanın dördüncüsüdür, 1904 yılında doğdu. İbrahim Sancak’ın babasıdır, 1943’te vefat etti.

Körhasibe: Tenikeci İbrahim eşi Hasibe Ceylan. Dönelerin Yusuf kızı, 1907-1958.

Körhoca: Veyislerin Hacıarifin büyük oğlu, Böbüdedenin torunu İbrahim Varlı. 1907 Yılında doğdu, Kelahmetin abisidir. Eğret’teki Kur’an öğretiminde bir yeri vardır, ayrıca çevre köylerde hocalık yapmış. 1969 Yılında vefat etti.

Köriban: 1. Corukların Mehmet oğlu İbrahim Oran. 1928 Yılında doğdu, çocuk yaşta yetim kaldığı için onu hem amcası hem babalığı Coruksüleyman büyüttü. 2013 yılında vefat etti. 2.Banguşosmanın oğlu İbrahim Çatak. 1929 Yılında doğdu, görme bozukluğu bulunduğundan böyle lakaplandı. Afyon’a yerleşikti, Erenler köyünde 2012’de vefat etti.

Köriresil: Gödemehmetin Resul Aydın. 1933 Yılında doğdu. Evliliği kısa sürdü. Son zamanlarını İzmir’de geçirdi ve 1989’da vefat etti.

Körkemal: Gobakların Salih’in büyük oğlu Kemal Kaçmaz. 1923 Yılında doğdu, Gocakazım ve Pafıldakmahmutun abisidir. 2009 Yılında vefat etti.

kör körü yeder, kör guyuya gider: Yarım da olsa insanın yanında bir arkadaşı olursa işler kolaylaşır.

Körlan: Manavın Körmısdıfa, Mustafa Öztürk. 1892 Yılında doğdu, Gızmehmetin abisidir. Bir çok kez evlendi, Dodirinin babasıdır, 1969’da vefat etti.

körlemek: nankörlük etmek

Körmısdıfa: 1.Sağırların Hasan oğlu Mustafa Sancak. 1885 Yılında doğdu, Kelapdılla ve Pehlivanın babalarıdır, 1942’de vefat etti. 2.Hacımahmutların Manavın büyük oğlu Mustafa Öztürk, 1892-1969. 3.Hassönlerin Hacıefenin küçük oğlu Mustafa Omak. Çilmahmudun küçük kardeşidir, 1914-1959.  

Körnimet: Dedelerin Süleyman’ın ikinci hanımı Nimet Dadak. Afyonlu Berber Ali Ustanın kızıdır, 1891 yılında doğdu. Akgalak Çapar Mehmet Dadak’ın anasıdır, 1969 yılında vefat etti.

Körnine: Omarcıkların Ahmetçavuşun ilk eşi Hafize Arslan. Çalıkların kızı; 1864-1945.

kör olasıca: İlenme sözü.

Körosman: Topaloğlunun üvey oğlu Osman Toka. 1891 Yılında doğdu, anası Omarcıklardan olduğu için onlara izafe edildi. Üvey kardeşi Çorcalı Topalalinin üvey kızıyla evlendikten sonra Karacahmet’e göçtü ve orada 1959’da vefat etti.

Körömer: Gasapların Gocaüseyinin Ömer Eser, 1932-2016.

Körsatı: Omarcıkların Gabasakalın ilk eşi Satı Sağlam. Amcaların Süleyman kızı, Godalyusuf ve Kelmehmet kardeşi; 1892’de doğdu, 1949’da vefat etti.

Körsüleyman: Çolömerin Efekçi oğlu Süleyman Salman. 1939 Yılında doğdu, Yeşilcami müezzinliğiyle tanınırdı. 1996’da vefat etti.

Körşükrü: Garapaçaların Osman’ın Şükrü Çetin. 1914 Yılında doğdu, Eyüpçetinin küçüğü, Süleyman’ın büyüğüdür. 1987 Yılında vefat etti.

Köryakıp: Büzükhalilin oğlu Yakup Aydın. 1933 Yılında doğdu, Conahmet ve Avkathilminin küçüğüdür. Bolşevik de derlerdi, evlenmedi; 1968’de vefat etti.

kösdek: Kaçmaması için hayvanların ayağına bağlanan ip, kayış. Köstekler genelde kayış olmakla birlikte, uçları kayışlı zincir veya tamamen ip olarak da vurulabilirdi.

kösdek kesmek: Yürümeye geçişi gecikmiş çocuklara özel dua töreni. Ayaklarında tutukluk olduğu kabul edilen çocuğun iki ayağı ince bir iple kösteklenir. Cuma günü sela ile ezan arasında bu ip dualarla kesilir. Bu dualı merasimle kesilen ip sonucunda çocuğun yürüme sorunu kalmadığına inanılır.

kösdeklemek: At ve eşekleri, rahat hareket edip bulundukları yerden uzaklaşmalarını önlemek amacıyla iki ayağını birbirine bağlayarak kelepçelemek. Hayvanın ön ayaklarını kösteklemek bir yoldu, ön ve arka ayaklarını bağlamak da bir başka köstekleme çeşidi idi.
Uzun bir kayış, zincir yahut urgan bağlı zikkeyi yere çakarak atı kontrol altında tutmak daha yaygın bir yöntem iken, kösteklemeyi kullananlar az da olsa bulunurdu. Buna başvuranların en meşhuru Çete Mehmet Patlar'dı diye aklımda kalmış. Daha önceleri sığırları da kösteklerlermiş. Meşe kösdeği denen bu yöntemle hayvanın bir ayağına sağlam bir ağaç, genellikle meşe bağlayarak onun bulunduğu yerden uzaklaşmaması amaçlanırmış.

kösdek olmek: Engel olmak.

kösdübek: köstebek

kösdübek dabancası: Köstebek avlamak için kurulan kapan.

Köse: Doğvelinin Mehmet oğlu Ali Osman Varlı. 1904 Yılında doğdu, Doğveli Halil İbrahim Varlı’nın küçüğüdür. 1989’da vefat etti.

kösemen: Sürünün önünde giderek onu yönlendiren koç veya teke.

kösmek: yormak

kösülmek: 1.Nefesi kesilmek, nefes nefese kalmak, 2.Çok yorulmak, gücünü kaybetmek.

köşe gapmaca: Birbirinin yerini kapmaya çalışan çocukların oynadığı oyun.

Kötâya: Kütahya

Kötâyolu: Bir mevki adı (Kütahya Yolu)

kötde: köfte

kötdü: Düyü ve et karışımıyla yapılan sulu yemek.

Kötü goyunuñ guzusu çok olur:  Çok olur, ama bakımsız ve çelimsizdir kuzular. Çünkü anaları kuzuladıktan sonra çekip gider; yalamaz, emzirmez, ilgilenmez. Haliyle bu çok kuzular yaşasa bile sahibi onlardan pek verim elde edemez. İlgisiz, vefasız, hayırsız, işe yaramaz kişiler bu atasözü ile anlatılır.

kötülemek: Takatten düşmek, sağlığı bozulmak, hastalanmak. Kötüleşmek.

kötü olmek: 1.Beğenilmemek, takdir edilmemek; 2.Sağlığı bozulmak, hasta ağırlaşmak.

Kötüosman: 1.Mihrioğlu İbrahim’in büyük oğlu Osman Eşit. 1897 Yılında doğdu, Mehmet ve Çete Hasan Hüseyin’in abileridir. Osmanköylü hanımı vefat edince oradan ayrılıp Karacahmetli Şalsıznine (Fadime) ile evlendi. Sonradan Kütahya’ya yerleşecek olan Ahmet Eşit’in babasıdır. 1952’de vefat etti. 2.Pambıkların Bekdeşağanın oğlu Osman Gözalıcı.Sağlığı bozuk olduğu için böyle lakaplanan Kötüosman İzmir’de vefat etti.

Kötüüseyin: Sıntırların Gavcarın tek oğlu Hüseyin İnanır. 1940 Yılında doğdu, erken dönemde yerleştiği Kütahya’da yaşıyor.

kötüye çekmek: Yanlış, hoşa gitmeyen bir anlam yüklemek.

Köy adamı: Fiili olarak köyü idare eden Muhtar, İhtiyar Heyeti, Koruma Reisi, Katip gibi kimseler. Belediyelik olduktan sonra da bu tabir kullanılmaya devam edilmiş, Mahalle Muhtarları ile Belediye Başkanı ve Meclis üyeleri Köy adamı olarak anılmıştır.

köy yeri: İnsan yoğunluğu olarak köy hali.

köylük: Yerleşim yeri olarak köy, kırsal.

köynümek: Yanmak, özellikle fırındaki ekmek, hamırsız, bükme gibi şeylerin altı yanmak.

közleme: Ateşte, közde pişirilen et.

kumpil/kumpir: patates

Kumpil: Gazioğlunun Cemal’ın Necati Yıldız.

Kumpirhasan: Kinislerin Mehmet oğlu Hasan Soya. 1903 Yılında doğdu, Timitirinin abisidir. Meşhur cambaz Mısdanın babası olan Kumpirhasana neden bu lakap takıldığı bilinmiyor, 1980’de vefat etti.

kupa: bardak

kupey: Av köpeği.

kutu: Gazoz kapağı ve onlarla oynanan oyun.

küfül küfül: (z) Serinletici rüzgar esintisini niteleme sözü.

Külcü: Turabinin üçüncü oğlu Ahmet Külte. 1904 Yılında doğdu; Salih ve Capbağın küçüğü, Doruğun abisidir. Sülalenin eski adı olduğu için bu lakapla anılmış. 1967 Yılında vefat etti.

küldürköme: (z) Hep birden, toplu olarak.

küle: Et dövme kütüğü; genelde alıç ağacından olması tercih edilirdi.

kül gibi: Benzi soluk, renksiz.

küllenmek: Hayvanlar tozlu yerlerde yatıp yuvarlanmak.

küllük: Fırın külü ve çöp dökülen yer, çöplük

kültem: Tutam, demet, salkım.

kültem kültem: (s-z)Tutam tutam, demet demet

kümelti: Taş, toprak veya ağaç gibi şeylerden oluşan küçük yığın, küme.

kümük: Küçük ve basık burun

Kümük: 1.Delinorinin oğlu Ahmet Argunşah. Gulaksızın kardeşi olan Kümük, Yusuf Argunşah’ın babasıdır; 1949’da vefat etmiş. 2.Gavalcıların Halil’in oğlu İbrahim Aracı, 1902-1978.

kümürtlek: Kıkırdak doku.

künk: Pişmiş topraktan yapılan su borusu.

künüşlemek: Geceyi geçirmek, konaklamak, uyuyarak dinlenmek. (Ağacın altında künüşledik.)

Küpeli: Bir mevki adı.

küpületmek: Atıp vurmak. (Şu köpeğe bi daş küpület.)

küpürtü: Ayak sesi, patırtı.

küpüş: Kısa boylu şişman kimse.

kürs: Rüzgarın sürüklediği kar yığını.

kürsümek: Kar çukurları doldurmak.                                                         

Kürtırzası: Memleketi ve soyadı bilinmeyen Rıza, Eğret’e yerleşip Bilallerin Ercebin kızıyla evlendi. 1957 Yılında korucu iken çatışmada öldürüldü.

Kürtosman: Türkmenoğlu Osman. 1850’de Karacaören’de doğdu. Demircisalek ile Kelyusufun dedesidir, 1925 öncesinde vefat etmiş.

kürümek: 1.Yerde yığılı veya serili bir şeyi kürekle ittirerek toplamak, sürmek; 2.Ahırdaki pisliklerin kürek veya benzeriyle temizlemek; 3.Silip süpürmek, bitirmek, sonunu kazımak.

küsdüre: Ağaç yontmaya yarayan el aleti, rende.

küsdürelemek: Ağacı yontmak, rendelemek.

küseniñ payı datlı olur: Küsüp de yemeyen kişinin hakkını yemeye dair bir atasözü.

küsüyen: Alıngan, küsmeye eğilimli.

küt: 1.Keskin ve sivri olması gereken aletlerin bu özelliklerini kaybetmiş hali; 2.Kısa ve yuvarlak burun.

kütdedek/kütedek: (z)Birdenbire ve küt diye ses çıkararak.

kütelmek: Kesici ve sivri aletlerin ucu körelmek.

küt etmek: Aniden küt diye ses çıkararak kırılmak.

kütlemek: Eklemlerden ses gelmek.

kütletmek: Eklemlerini kendisi veya başkası çıtlatarak rahatlamak.

kütük gibi: Çok şişmiş.

kütülemek: 1.Atmak, fırlatmak. 2.(mec)Yiyip yutmak (İki bideyi kütüledim.)

kütümek: 1.Kalın ve kısa odun, 2.Ucunda kökünden bir yumru bulunan meşe, çoban değneği.

laf çarpmek: Laf sokmak, iğneleyici konuşmak.

lafdan sözden añnamamek: Hiçbir uyarıya kulak asmayıp davranışlarını düzeltmemek.

laf eşitmek: Azarlanmak, paylanmak.

lafına uymek: Dediğini yapmak, tavsiyesine göre hareket etmek.

lağab: Lakap

lağara: Laf kalabalığı, anlaşılmaz sözler, demogoji.

lağareci: Lafa boğup konuyu saptıran, demogog.

lağırdamek: Kötü bir sesle bağırarak çevreyi rahatsız etmek.

lağırtı: Yüksek sesle anlaşılmaz şekilde söylenen sözler.

lakgıdı lakgıdı: (z) Zıplayarak yürüme.

lak lak etmek: 1.Şundan bundan konuşmak; 2.Arka üstü yatan kimse ayaklarıyla çocuğu kaldırmak.

lalettayır: Gelişigüzel, özensiz, kabaca. (lalettayin)

langırdak: Çok ve boş konuşan.

langırdamek: Bağırarak konuşmak.

lapıdık lapıdık: (z)Çamurlu alanda yürüyüş.

lapor: rapor

larkadak: (z)Bir yere sokulmak veya bir yerden çıkarılmak istenen şeyin birden bire girmesi veya çıkmasını anlatır söz. (Mık larkadak arkıye geçdi.)

laylon/lélon: naylon, plastik

le/len: Erkekler için hitap ünlemi

lek: Bir iş veya oyuna başlarken eldeki sermaye; aşık, bilye vb.

lekinde: Kazanma veya kaybetme durumunda olmayan, sermayece oyun başındaki pozisyonunda olma.

lekine girmek: Kaybedilenleri kazanma seviyesine gelmiş olup henüz kâra geçememiş olma durumu.

lélek: leylek

lélek gagağı: Uzun tohumlarının uçları kuruyunca kıvrılan ot. Göbüle ve añlarda çıkan bu kaba otun tohumlar uzadıkça leylek gagasını andırır. Her bir gagada 5-6 tohum tanesi bulunur ve 5-6 gagalı salkımlar halinde mızrak gibi yukarı doğru yükselirler. Kurumaya yakın gagadaki taneler kıvrılarak ayrılır ve uzağa firlar. Böylece tohum bir sonraki yıl için saçılmış olur.

leplik: 1. El büyüklüğünde yassı taş,  2. Yassı taşlarla oynanan oyun

lesdik: 1. Lastik, 2. Lastik ayakkabı, yemeni, kara lastik; 3. Çorapta ağız, kazakta alt uç ile kol yenlerindeki bölüm.

lık: İçi pişmemiş, hamur kalmış ekmek.

lıkgadak otumek: Hamur pişmemek, çiğ kalmak ya da sıcak ekmek yanlış dizilme sonucu içi deforme olmak. Bu yüzden fırından eve götürülürken ekmekler tekneye üst üste değil, dik olarak yan yana dizilir. Ayrıca soğumaya terk edilirken tek tek serilerek üzeri mendille örtülür.

lıkırdamek: Lıkır lıkır ses çıkarmak.

liklik: Genellikle kuzulara takılan küçük çan türü.

lingirdemek: Sallanmak, düşecek gibi olmak

liñliñ: Atın sarsıla sarsıla yürüyüşü, tırıs.

lombak: Ansızın patavatsızca laf söyleyen.

Lomcu: Hacapdıramanların Abdurrahman oğlu Mehmet Selek. 1908 Yılında doğdu, Cıldırın emmisidir. Lomcu Hoca olarak bilinirdi, 1973’te vefat etti.

lom lom inmek: Damdan düşercesine ağır sözler söylemek.

löküz: Gazla çalışan aydınlatma aracı, lüks lambası.

lömbüdü lömbüdü: (z) Ağır ağır sallanarak yürümeyi anlatır.

lömbüldemek: Vücudu hoplatarak, sallayarak yürümek.

lula/lüle: Meydan çeşmelerinde suyun sürekli aktığı demir boru.

lüpbedek: (z)Yumuşak küçük bir şeyi birden yutmak için söylenir.