macıngök: Ham, olgunlaşmamış.
macur: Bulunduğu yere göçle
gelmiş, muhacir.
Macur: Köyün 5 km kuzey ve kuzeydoğusunda bulunan
Cumalı ve Susuzosmaniye köyleri.
Macurahmet: Kekliklerin Kelalinin son hanımından oğlu
Seydi Ahmet Tül; Haroahmet, 1929-2007.
Macurali: Balkan Muhaciri Hasan oğlu Ali Öncül. Cihan
Harbi yıllarında doğmuş. Ailesi buradan geçerken açlıktan ölmesin diye onu
Eğret’e bırakmışlar. Önce Araposman, sonra Aliye Ninenin evlatlığıdır. Eğret’te
evlenip yerleşip çok çeşitli uğraşlarla meşgul oldu; 2008 yılında vefat etti.
Macurgırı:
Cumalı ve Susuzosmaniye köylerine yakın mevki adı.
Macurnine: 1.Balkan Muhaciri Başaoğlu Osman kızı Ayşe
Eren. 1889 Yılında Kazanlık’ta doğdu. Babası Dandır’da vefat ettikten sonra
ailesiyle Eğret’e göçtüler. Önce Kelahmetlerin Osman eşiydi, Yozgunun anasıdır.
Eşinin vefatından sonra Eminlerin Süleyman’a vardı, Kelsüleymanın anasıdır.
1962’de vefat etti. 2. Başoğlu Osman
kızı Fatma Erdem. Kazanlık 1894 oğumludur, Eğret’e geldikten sonra Hatiboğlu
Mustafa’ya vardı; Çakırmehmet ve Çakırosmanın analarıdır, 1966’da vefat etti.
İki kardeşin torunları, onları Macurnine diye lakapladılar.
madcak: Kısa boylu sevimli
çocuk, bücür, haylaz.
mâdünüz: maydanoz
mâfolmek: Berbat olmak, onulmaz
duruma gelmek, mahvolmak.
mahana/mâna:
İleri sürülen sözde neden, bahane.
mahana bulmek:
Sebep göstermek, bahane bulmak.
mah! mah!: (ü) Köpeği çağırma
ünlemi.
makerne: makarna
makes: 1.makas, 2.Üçgen
biçimli tarla, 3.Yolların kesişme yeri
makes bağı:
Çatıya eğik olarak konulan direk.
maket: Tahtadan yapılan,
duvara ve yere sabitlenmiş oturak. Seki. Divan
mâkime: mahkeme
makine: 1.Kalem açacağı,
kalemtraş; 2.Dikiş makinası
mal: Büyükbaş evcil hayvan.
malak: Manda yavrusu.
malama: Harmanda hayvanların
yemesi için ayrılmış sap saman yığını.
malamat etmek:
Birinin ayıbını ortaya çıkararak onu utandırmak.
Malbazarı:
1.Hayvan pazarı, 2.Hayvan pazarı kurulan mevki adı. Önce eski sağlık ocağının
bulunduğu alan, sonra Mezerböğrü.
mal bellemek:
Bir şeyi yapmayı alışkanlık haline getirmek, huy edinmek.
malcannısı:
Malına düşkün (mal canlı)
Maldepesi:
Bir mevki adı, Maltepe.
malımsımek:
Başkasının malını benimsemek, sahiplenmek.
mallara bakmek:
Hayvanları yemlemek, sulamak, altını temizlemek gibi işler.
mal maşat:
(i) Her türlü hayvan varlığı, özellikle sığır türlerinin tamamı.
mamak: Küçük çocuklar için
tatlı yiyecekler, şekerleme.
mâmır: memur
Mâmıt: Mahmut
manav: Yaşadığı yere başka
yerden gelmemiş, macur olmayan, yerli halk.
Manav: Hacımahmutların Mustafa’nın ortanca oğlu
Ahmet. 1859 Yılında doğdu; Hacıyusufun küçüğü, Tellinin büyüğüdür. Neden böyle
lakaplandığı bilinmiyor. Körmısdıfa ve Gızmehmedin babalarıdır; Cihan Harbi
yıllarında vefat etmiş.
Mandaahmet: Hacımahmutoğlu Ahmet Öztürk. 1910 Yılında
doğdu; Hafızın küçüğü, Ayımevlüt ve Garaçaylının abisidir. Gençliğinde
insanüstü gücünü böyle bir benzetmeyle ifade etmişler. Berberlerin Deliali ve
Tombak Saadettin ile Almanmahmudun babasıdır. 2000 Yılında vefat etti.
mandal: Eski evlerin kapısının
ardındaki demir kol.
mandallamek:
Kapı veya pencereyi kapatıp sürgüsünü çekmek.
mandı: Şifalı su, içenin tüm
dertlerinin geçeceğine inanılan su, bengisu (Allah mandı şifası vesiñ)
manile: Kaldıraç, manivela
mani mani oynatmek: Her istediğini yaptırmak, parmağında oynatmak.
manne/manle/malle: Dokuz yassı taşı üst üste dizerek oynanan takım oyunu.
mantar: Özel tabancayla
çocukların bayramlarda ateşledikleri bir patlayıcı.
mantardabancası: Zararsız mantar mermisi atan, bayramlara has çocuk tabancası,
tıraka.
Mantarlık: Köye yakın bir mevki adı.
Mantarosman: Hacıların Sağırmehmet oğlu Osman Azbay, 1927
yılında doğdu. Mantaroğlu Mehmet Azbay’ın babasıdır. Neden böyle lakaplandığı
bilinmiyor, 2013’te vefat etti.
mapıs: Suçu nedeniyle
hapsedilmiş kişi, mahpus.
mapısâne: Cezaevi, hapishane.
mari: Kız çocuklarına hitap
sözü.
mari donu:
Ensiz şalvar.
marsilya: Çatıda kiremitleri
birleştiren köşe kiremiti.
masdarlamek:
Duvarın sıvasını düzeltmek.
mâsuz: Bile bile, isteyerek.
mâsuzcukdan: Şaka olarak, yalancıktan, gerçek olmaksızın yapılan.
mâsül: Ürün, mahsül.
maşşalla delisi: Övüldüğü zaman çok çalışan, gaza çabuk gelen.
matıf: Fesat, içten
pazarlıklı.
mavı: mavi renk
Mavı: Alemdaroğlu Gındimehmedin hanımı Fadime
Kızılyel. Kalecikli Hacı Ahmet Çelik’in büyük kızıdır. Lakabı Mavı, ama bazı
resmi kayıtlara da geçen bir lakap bu. 2010 Yılında vefat etti.
mavıklamek: Köpek can acısıyla bağırmak.
mayagabı: Hamur mayası saklamak
için kullanılan kap.
mayalı bükme:
Mayalanmış hamurla yapılan börek.
mayasıl: Yaranın veya kesik,
ezik sebzelerin kabuk bağlaması.
mayır muyur:
Net, belirgin olmayan durumlar için.
mayıs: Kurumamış, yaş
durumdaki sığır dışkısı.
mayış: Düzenli aylık gelir
(maaş)
mâyine: Muayene
mâyiniye gitmek: Asker alımından önce Askerlik Şubesinde muayene olmak.
mâyoş/mâyoşu:
Ekşimsi, mayhoş.
mazı: Meşe ağacının fındık
büyüklüğünde sert meyvesi. İlaç sanayinde kullanılır.
me: 1.Al, buyur, işte
burada; 2.Bir olayın beklenen olumsuz sonucunun gerçekleşmesi karşısında
verilen tepki ünlemi. (Me! Demedim mi ben saña!)
mecibur: Zorunlu, mecbur.
meddap: Okul, mektep.
meddup: mektup
mefât etmek:
Ölmek, vefat etmek.
meğerim: Meğer, oysa
mehel: Lüzum, gereklilik (Oña
mehel yok)
mehel galmamek:
Gerek kalmamak, gereği olmamak.
mehel görmek:
Uygun bulmak, layık görmek.
mehel yok:
Gerek yok, lüzumsuz.
Mehmethoca: Akbaşömer oğlu Mehmet Karakaya. 1937 Yılında
doğdu. Körhocada hafızlık talim etti. Anıtkaya’nın beş camisinde imamlık yapan
tek hocadır. 2009 Yılında vefat etti.
melem: merhem
melem gibi:
Krem kıvamında olan
melem olmek:
1.Bir derde çare olmak (merhem), 2.Krem kıvamında ezilmek.
mel mel bakmek:
Boş boş, aptal aptal bakmak.
memeden ayırmek: Çocuğu emzirme sürecini tamamlamak. Sütten kesmek.
memede olmek:
Henüz annesini emerek beslenen bebek için.
memeden kesmek:
Çocuğu artık emzirmemek.
Menciknine: Hassönlerin Buruşakmehmetin son hanımı Şerife
Omak. 1894 Yılında doğdu. Çatalların İbrahim kızı; Yarımağanın ablası,
Delibıdık ile Boduoğlunun halası; Gecegondu, Buruşaklarıncemal ve Kırtümmetin
analarıdır. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. 1971’de vefat etti.
mendil: 1.Üzerinde hamur
açmaya veya hamuru örtmeye yarayan 4-5 metrelik örtü, yaygı; 2.Sofra bezi,
sofra yaygısı.
mendil atmek/gapmek: Düğünlerde gelin erkek evine girerken, yüksekçe bir yerde damat
ve sağdıcın, içine çerez ve bahşiş doldurulmuş el mendili çıkısını kalabalığa
atması ve seyircilerin bu mendili yakalamasıdır.
merabası olmek:
Bir kimseyle şöyle böyle tanışıklığı olmak.
meram añnamek:
Halden anlamak, uyumlu davranmak.
meramsız: Söz dinlemeyen, laftan
anlamayan kimse.
merdiman: merdiven
meres: miras
meresci: verese, mirascı
meresger: Kendisine miras
kalanlar, vereseler.
meret: Uğursuz, hayırsız,
kötü, işe yaramaz, baş belası
mêrmet: merhamet
mêrmetsiz:
Acımasız, merhametsiz
mertek: Toprak damlı binalarda
döşmelerin arasına sıralanan nispeten ince ağaç.
Meryan: Meryem
mesarif görmek:
Alışveriş yapmak.
mesarifi çekmek: Bir iş için yapılan harcamaları ödemek.
meşegülü: Kasımpatı, karizantem.
met: 1.Çelik-çomak oyunu,
2.Çelik-çomak oyunundaki kısa çubuk, çelik.
metdap gaçgını:
Okuldan kaçmayı alışkanlık haline getiren öğrenci.
met deynek:
(i) çelik çomak
metezoru: zoraki, cebri
meturo: metre
meyâne: Yağ ile kavrulmuş un.
meyminet: Kılık kıyafet, duruş,
karakter, yüz aydınlığı. (Yüzünde meyminet yok)
meyminetsiz:
Uğursuz, suratsız.
mezer: mezar
Mezerböğrü:
Köy içinde bir mıntıka ismi.
mêzin: müezzin
Mêzindede: Çaylıoğlu Topal Hüseyin Kabadayı. Belce’den
namlı bir çalgıcı olarak düğüne geldiği Eğret’e Mücellit Hoca’nın tavsiyesiyle
kadrolu Müzezzin olarak yerleşti. Bundan sonra mesleği lakabı olacaktır.
Böbülerin dedesi olan Müezzin Hüseyin 1939’da vefat etti.
mezlenmek:
1.Alay etmek eğlenmek; 2.Güçten düşmüş hayvana diğer hayvanlar eziyet etmek.
mıcık gibi:
Sıkı etli, semiz kimse/hayvan.
mıdırdanmek:
Kendi kendine söylenmek, mırıldanmak.
Mıgırı: Gasapların Araphüseyin’in küçük oğlu
Şerafettin Eser.
mık: çivi, mıh
mıklamek: Çivilemek, çakmak.
mıklatız: mıknatıs
mıklı: Çivi ile çakılmış
ağaç, çivili.
mılığını eğmek:
Surat asmak, somurtmak, kırgınlığını belli etmek.
mıncığını çıkarmek: Meyve vb şeyleri ezip suyunu çıkarmak.
mıncımek: Ezilip, sulanıp
bozulmaya yüz tutmak.
mındar: pis, murdar
mındar etmek:
Bir şeyi kullanılamaz duruma getirmek, heba etmek.
mındar gitmek:
1.Hayvanın kesmeye yetişemeden, kan akıtamadan ölmesi, 2.(mec)İnsanın
yıkanmadan ansızın ölme olasılığı.
mındariliği:
Hayvan kesilirken, zamansız koparıldığında hayvanın murdar olacağına inanılan
damar. Şahdamar.
mırığı düşmek:
Bir sebeple suratı asılmak, morali bozulmak.
mırığı gırık:
Morali bozuk, yüzü asık
mırık: 1.Neşe, keyif; 2.Surat,
yüz ifadesi
Mırtaza: Tatıresilin ortanca oğlu Mustafa Omak. 1933
Yılında doğdu. Babasının Koruma başkanlığında devriyeye çıktıklarında sert
tavır sergilermiş. Bu yüzden bu lakap takıldığı söyleniyor, 2013’te vefat etti.
Mısdan: Kumpirhasanın küçük oğlu Mustafa Soya. 1933
Yılında doğdu, Anıtkaya’nın meşhur cambazlarından biri olarak bilinir.
Mısdıfa: Mustafa
mısmındar/musmındar: Çok pis, pisipisine.
Mıtdin: Muhittin
mızılamak:
Çocuk ağlamaya başlamak.
mızmızlanmek:
Kararsız kalıp ne yapacağını bilmeden dolaşmak.
mil: Kum, selin getirip
yığdığı kum.
milli: Kumlu su.
mintan: Yarım tenekelik tahıl
ölçeği. Kilenin dörtte biri, demirin yarısı.
Misgin: Kelibanın küçük oğlu Abdullah Dalgıç.
misir: 1.Mısır, darı; 2.Rengi
pembeye çalan kaz.
modurdanmek:
Kızgın biçimde kendi kendine söylenmek, homurdanmak.
Mollamehmet: Çatalların Yahya oğlu Mehmet. 1879 Yılında
doğdu, Afyon medreselerinde ilim tahsil etti. İbiş ve Yahya Tür kardeşlerin
babasıdır; İstiklal Savaşı sırasında vefat etti.
Mollamustafa: Apdıramanların Mustafa. 1840 Yılında doğdu,
medrese tahsili gördüğü için böyle lakaplandı. Mehmet Abisinin vefatıyla dul
kalan Kezban Hanım ile evlendi. Yeğeni Hüseyin’in hem amcası hem babalığı oldu.
Bu Hüseyin Güdükmehmedin babasıdır. Mollamustafanın oğlu olmadı ama 11 kızı
dünyaya gelmiş. Bunlardan tespit edilebilenler; Manavın hanımı, Çakırosmanın
ninesi, Haytanın ninesi, Cavaların ninesi ve Hacemirlahın ninesidir. Kendisi ve
karısı yürminci yüzyılı göremeden vefat etmişler.
Mollaosman: Hatiboğlu Mahmut’un oğlu Osman Aykaç. 1885
Yılında doğdu. İlim tahsil ettiği için böyle lakaplandı. Çevre köylerde uzun
süre imamlık yapmış ve 1969’da vefat etmiş.
mollolu gabağı:
Yemeği yepılan ince, uzun, beyaz kabak. (mollaoğlu)
morartı: Hafif morluk.
morduman gavuru: Çok aksi ve aşırı geçimsiz kimse.
Moréşe: Çolağömerin Halilçavuş eşi Eşe Salman.
Mollahmetler/Müdüroğluların Ahmet kızı, Şampayanın anasıdır; 1894-1984.
Moruk: Kelibanın büyük oğlu Üzeyir Dalgıç. 1953
Yılında doğdu. Mahalle muhtarlığı dahil yapmadığı iş kalmadı. Afyon’da oturur.
Mosine: Muhsine
mosuralık:
Örnek olarak, numune.
motur: traktör
motur gatır: (i)
Sahip olunan her türlü iş ve ulaşım araçları.
Moturhalil: Gobakların Garabacağın oğlu Halil Kaçmaz.
Körhalilin yanında bir lakabı da budur. Moturhalil demelerinin sebebi çok güçlü
olmasıymış, 2011’de vefat etti.
Moturhatca: Gobakların Salih eşi Hatice Kaçmaz.
Kekliklerin Hasan kızıdır. Anasının yanında tay gittiği Ablak’tan Eğret’e gelin
geldi. Körkemal, Gocakazım ve Pafıldakmahmudun analarıdır. Kocası öldükten
sonra Akömeri iç güveyisi almış, Veysel Kök’ün de anasıdır. Güçlü bir kadın
olduğu için böyle lakaplanmış, 1972’de vefat etti.
mozu: Kısa boylu, cüce,
bücür.
Mozu: Daldalların Bacı Seydi’nin küçük oğlu Mehmet
Değer. 1964 Yılında doğdu, Afyon’da oturur.
möökem: Sağlam, dayanıklı
(muhkem)
möölet: Süre, izin, zaman
(mühlet)
möölüz: 1.Parasız, züğürt; 2.Varlıklıyken
sonradan fakir duruma düşen
mötdaç: muhtaç
mötdü: müftü
möteber: Önemli, değerli
(muteber)
mukaat: Polisiye olay, vukuat.
mukdar: muhtar
mukdar çakmağı:
Çakmak taşından çıkan kıvılcımın benzinli fitili tutuşturmasıyla çalışan çakmak.
mumak: Çocuk dilinde şeker gibi
yiyecekler
mumak gibi:
Çok tatlı, lezzetli.
Mumaklık: Köy içinde bir mıntıka.
Musadede: Tingildeklerin Osman oğlu Musa Kasal. 1904
Yılında doğdu, İncemehmet ve Hacıapdıllanın abisidir. Ezan okumayı çok sevdiği,
kırda bayırda vakit girdiğini anladığında hemen ezana başladığı anlatılıyor.
1973 Yılında vefat etti.
Musaf: Kur’an (Mushaf)
Musaf çarpsıñ:
Yemin sözü
Musahoca: Olucaklı Ahmet oğlu Musa Aydın. 1939 Yılında
doğdu. Eğret’te ve Kütahya’da dini ilimler tahsil etti. Çevre köylerde
hocalıktan sonra Afyon’a yerleşti.
mut: Para vermeden,
bedavadan elde edilen şey.
mutcu: Beleşci, bedavacı.
mutdan: Bedavadan, bilabedel.
muzmar: Zıtlık, terslik,
uyuşmama hali.
muzmar bellemek: Zıt gitmek, sık sık rahatsız etmek, tebelleş olmak.
muzu: Sürekli kötülük
düşünen ve yapan
muzur: Zararlı, başbelası
(muzır)
mücüde: müjde
mücüdelemek:
(mec)Gizli kalsa daha iyi olacak bir bilgiyi hiç beklemeden başkasına aktarmak,
yetiştirmek.
mücüdelik:
Müjdeli haber getirene verilen bahşiş.
mücürdemek/mücürdenmek: Kendine göre ufak tefek işlerle oylanmak, vakit geçirmek
mücüre: Tek çekmeceli
ilkel komidin.
Müdüroğlu: Mollahmetlerin Ahmet oğlu Mehmet Ali Eşiyok,
1910-1984.
mürtlek: Ölü
mürtlemek:
Ölmek
mürtleyesice:
Geberesice anlamında ilenç sözü.
Mütayit: İdirizlerin Pepehasanın İdris İdis.
müzevir: İspiyoncu. Laf taşıyarak
insanları birbirine düşüren kimse.
müzmehel: Şaşkın, beceriksiz, bir işi doğru dürüst yapamayan, bir şeyin üstesinden gelemeyen kimse. (müzmahal/müzmahil)
müzümsüz: Yersiz hareketler ve
konuşmalar yapan, ters, patavatsız, lüzumsuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder