29 Şubat 2024

macın - müzümsüz

macın: macun, krem

macıngök: Ham, olgunlaşmamış.

macur: Bulunduğu yere göçle gelmiş, muhacir.

Macur: Köyün 5 km kuzey ve kuzeydoğusunda bulunan Cumalı ve Susuzosmaniye köyleri.

Macurahmet: Kekliklerin Kelalinin son hanımından oğlu Seydi Ahmet Tül; Haroahmet, 1929-2007.

Macurali: Balkan Muhaciri Hasan oğlu Ali Öncül. Cihan Harbi yıllarında doğmuş. Ailesi buradan geçerken açlıktan ölmesin diye onu Eğret’e bırakmışlar. Önce Araposman, sonra Aliye Ninenin evlatlığıdır. Eğret’te evlenip yerleşip çok çeşitli uğraşlarla meşgul oldu; 2008 yılında vefat etti.

Macurgırı: Cumalı ve Susuzosmaniye köylerine yakın mevki adı.

Macurnine: 1.Balkan Muhaciri Başaoğlu Osman kızı Ayşe Eren. 1889 Yılında Kazanlık’ta doğdu. Babası Dandır’da vefat ettikten sonra ailesiyle Eğret’e göçtüler. Önce Kelahmetlerin Osman eşiydi, Yozgunun anasıdır. Eşinin vefatından sonra Eminlerin Süleyman’a vardı, Kelsüleymanın anasıdır. 1962’de vefat etti.  2. Başoğlu Osman kızı Fatma Erdem. Kazanlık 1894 oğumludur, Eğret’e geldikten sonra Hatiboğlu Mustafa’ya vardı; Çakırmehmet ve Çakırosmanın analarıdır, 1966’da vefat etti. İki kardeşin torunları, onları Macurnine diye lakapladılar.

madcak: Kısa boylu sevimli çocuk, bücür, haylaz.

mâdünüz: maydanoz

mâfolmek: Berbat olmak, onulmaz duruma gelmek, mahvolmak.

mahana/mâna: İleri sürülen sözde neden, bahane.

mahana bulmek: Sebep göstermek, bahane bulmak.

mah! mah!: (ü) Köpeği çağırma ünlemi.

makerne: makarna

makes: 1.makas, 2.Üçgen biçimli tarla, 3.Yolların kesişme yeri

makes bağı: Çatıya eğik olarak konulan direk.

maket: Tahtadan yapılan, duvara ve yere sabitlenmiş oturak. Seki. Divan

mâkime: mahkeme

makine: 1.Kalem açacağı, kalemtraş; 2.Dikiş makinası

mal: Büyükbaş evcil hayvan.

malak: Manda yavrusu.

malama: Harmanda hayvanların yemesi için ayrılmış sap saman yığını.

malamat etmek: Birinin ayıbını ortaya çıkararak onu utandırmak.

Malbazarı: 1.Hayvan pazarı, 2.Hayvan pazarı kurulan mevki adı. Önce eski sağlık ocağının bulunduğu alan, sonra Mezerböğrü.

mal bellemek: Bir şeyi yapmayı alışkanlık haline getirmek, huy edinmek.

malcannısı: Malına düşkün (mal canlı)

Maldepesi: Bir mevki adı, Maltepe.

malımsımek: Başkasının malını benimsemek, sahiplenmek.

mallara bakmek: Hayvanları yemlemek, sulamak, altını temizlemek gibi işler.

mal maşat: (i) Her türlü hayvan varlığı, özellikle sığır türlerinin tamamı.

mamak: Küçük çocuklar için tatlı yiyecekler, şekerleme.

mâmır: memur

Mâmıt: Mahmut

manav: Yaşadığı yere başka yerden gelmemiş, macur olmayan, yerli halk.

Manav: Hacımahmutların Mustafa’nın ortanca oğlu Ahmet. 1859 Yılında doğdu; Hacıyusufun küçüğü, Tellinin büyüğüdür. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Körmısdıfa ve Gızmehmedin babalarıdır; Cihan Harbi yıllarında vefat etmiş.

Mandaahmet: Hacımahmutoğlu Ahmet Öztürk. 1910 Yılında doğdu; Hafızın küçüğü, Ayımevlüt ve Garaçaylının abisidir. Gençliğinde insanüstü gücünü böyle bir benzetmeyle ifade etmişler. Berberlerin Deliali ve Tombak Saadettin ile Almanmahmudun babasıdır. 2000 Yılında vefat etti.

mandal: Eski evlerin kapısının ardındaki demir kol.

mandallamek: Kapı veya pencereyi kapatıp sürgüsünü çekmek.

mandı: Şifalı su, içenin tüm dertlerinin geçeceğine inanılan su, bengisu (Allah mandı şifası vesiñ)

manile: Kaldıraç, manivela

mani mani oynatmek: Her istediğini yaptırmak, parmağında oynatmak.

manne/manle/malle: Dokuz yassı taşı üst üste dizerek oynanan takım oyunu.

mantar: Özel tabancayla çocukların bayramlarda ateşledikleri bir patlayıcı.

mantardabancası: Zararsız mantar mermisi atan, bayramlara has çocuk tabancası, tıraka.

Mantarlık: Köye yakın bir mevki adı.

Mantarosman: Hacıların Sağırmehmet oğlu Osman Azbay, 1927 yılında doğdu. Mantaroğlu Mehmet Azbay’ın babasıdır. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor, 2013’te vefat etti.

mapıs: Suçu nedeniyle hapsedilmiş kişi, mahpus.

mapısâne: Cezaevi, hapishane.

mari: Kız çocuklarına hitap sözü.

mari donu: Ensiz şalvar.

marsilya: Çatıda kiremitleri birleştiren köşe kiremiti.

masdarlamek: Duvarın sıvasını düzeltmek.

mâsuz: Bile bile, isteyerek.

mâsuzcukdan: Şaka olarak, yalancıktan, gerçek olmaksızın yapılan.

mâsül: Ürün, mahsül.

maşşalla delisi: Övüldüğü zaman çok çalışan, gaza çabuk gelen.

matıf: Fesat, içten pazarlıklı.

mavı: mavi renk

Mavı: Alemdaroğlu Gındimehmedin hanımı Fadime Kızılyel. Kalecikli Hacı Ahmet Çelik’in büyük kızıdır. Lakabı Mavı, ama bazı resmi kayıtlara da geçen bir lakap bu. 2010 Yılında vefat etti.

mavıklamek: Köpek can acısıyla bağırmak.

mayagabı: Hamur mayası saklamak için kullanılan kap.

mayalı bükme: Mayalanmış hamurla yapılan börek.

mayasıl: Yaranın veya kesik, ezik sebzelerin kabuk bağlaması.

mayır muyur: Net, belirgin olmayan durumlar için.

mayıs: Kurumamış, yaş durumdaki sığır dışkısı.

mayış: Düzenli aylık gelir (maaş)

mâyine: Muayene

mâyiniye gitmek: Asker alımından önce Askerlik Şubesinde muayene olmak.

mâyoş/mâyoşu: Ekşimsi, mayhoş.

mazı: Meşe ağacının fındık büyüklüğünde sert meyvesi. İlaç sanayinde kullanılır.

me: 1.Al, buyur, işte burada; 2.Bir olayın beklenen olumsuz sonucunun gerçekleşmesi karşısında verilen tepki ünlemi. (Me! Demedim mi ben saña!)

mecibur: Zorunlu, mecbur.

meddap: Okul, mektep.

meddup: mektup

mefât etmek: Ölmek, vefat etmek.

meğerim: Meğer, oysa

mehel: Lüzum, gereklilik (Oña mehel yok)

mehel galmamek: Gerek kalmamak, gereği olmamak.

mehel görmek: Uygun bulmak, layık görmek.

mehel yok: Gerek yok, lüzumsuz.

Mehmethoca: Akbaşömer oğlu Mehmet Karakaya. 1937 Yılında doğdu. Körhocada hafızlık talim etti. Anıtkaya’nın beş camisinde imamlık yapan tek hocadır. 2009 Yılında vefat etti.

melem: merhem

melem gibi: Krem kıvamında olan

melem olmek: 1.Bir derde çare olmak (merhem), 2.Krem kıvamında ezilmek.

mel mel bakmek: Boş boş, aptal aptal bakmak.

memeden ayırmek: Çocuğu emzirme sürecini tamamlamak. Sütten kesmek.

memede olmek: Henüz annesini emerek beslenen bebek için.

memeden kesmek: Çocuğu artık emzirmemek.

Menciknine: Hassönlerin Buruşakmehmetin son hanımı Şerife Omak. 1894 Yılında doğdu. Çatalların İbrahim kızı; Yarımağanın ablası, Delibıdık ile Boduoğlunun halası; Gecegondu, Buruşaklarıncemal ve Kırtümmetin analarıdır. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. 1971’de vefat etti.

mendil: 1.Üzerinde hamur açmaya veya hamuru örtmeye yarayan 4-5 metrelik örtü, yaygı; 2.Sofra bezi, sofra yaygısı.

mendil atmek/gapmek: Düğünlerde gelin erkek evine girerken, yüksekçe bir yerde damat ve sağdıcın, içine çerez ve bahşiş doldurulmuş el mendili çıkısını kalabalığa atması ve seyircilerin bu mendili yakalamasıdır.

merabası olmek: Bir kimseyle şöyle böyle tanışıklığı olmak.

meram añnamek: Halden anlamak, uyumlu davranmak.

meramsız: Söz dinlemeyen, laftan anlamayan kimse.

merdiman: merdiven

meres: miras

meresci: verese, mirascı

meresger: Kendisine miras kalanlar, vereseler.

meret: Uğursuz, hayırsız, kötü, işe yaramaz, baş belası

mêrmet: merhamet

mêrmetsiz: Acımasız, merhametsiz

mertek: Toprak damlı binalarda döşmelerin arasına sıralanan nispeten ince ağaç.

Meryan: Meryem

mesarif görmek: Alışveriş yapmak.

mesarifi çekmek: Bir iş için yapılan harcamaları ödemek.

meşegülü: Kasımpatı, karizantem.

met: 1.Çelik-çomak oyunu, 2.Çelik-çomak oyunundaki kısa çubuk, çelik.

metdap gaçgını: Okuldan kaçmayı alışkanlık haline getiren öğrenci.

met deynek: (i) çelik çomak

metezoru: zoraki, cebri

meturo: metre

meyâne: Yağ ile kavrulmuş un.

meyminet: Kılık kıyafet, duruş, karakter, yüz aydınlığı. (Yüzünde meyminet yok)

meyminetsiz: Uğursuz, suratsız.

mezer: mezar

Mezerböğrü: Köy içinde bir mıntıka ismi.

mêzin: müezzin

Mêzindede: Çaylıoğlu Topal Hüseyin Kabadayı. Belce’den namlı bir çalgıcı olarak düğüne geldiği Eğret’e Mücellit Hoca’nın tavsiyesiyle kadrolu Müzezzin olarak yerleşti. Bundan sonra mesleği lakabı olacaktır. Böbülerin dedesi olan Müezzin Hüseyin 1939’da vefat etti.

mezlenmek: 1.Alay etmek eğlenmek; 2.Güçten düşmüş hayvana diğer hayvanlar eziyet etmek.

mıcık gibi: Sıkı etli, semiz kimse/hayvan.

mıdırdanmek: Kendi kendine söylenmek, mırıldanmak.

Mıgırı: Gasapların Araphüseyin’in küçük oğlu Şerafettin Eser.

mık: çivi, mıh

mıklamek: Çivilemek, çakmak.

mıklatız: mıknatıs

mıklı: Çivi ile çakılmış ağaç, çivili.

mılığını eğmek: Surat asmak, somurtmak, kırgınlığını belli etmek.

mıncığını çıkarmek: Meyve vb şeyleri ezip suyunu çıkarmak.

mıncımek: Ezilip, sulanıp bozulmaya yüz tutmak.

mındar: pis, murdar

mındar etmek: Bir şeyi kullanılamaz duruma getirmek, heba etmek.

mındar gitmek: 1.Hayvanın kesmeye yetişemeden, kan akıtamadan ölmesi, 2.(mec)İnsanın yıkanmadan ansızın ölme olasılığı.

mındariliği: Hayvan kesilirken, zamansız koparıldığında hayvanın murdar olacağına inanılan damar. Şahdamar.

mırığı düşmek: Bir sebeple suratı asılmak, morali bozulmak.

mırığı gırık: Morali bozuk, yüzü asık

mırık: 1.Neşe, keyif; 2.Surat, yüz ifadesi

Mırtaza: Tatıresilin ortanca oğlu Mustafa Omak. 1933 Yılında doğdu. Babasının Koruma başkanlığında devriyeye çıktıklarında sert tavır sergilermiş. Bu yüzden bu lakap takıldığı söyleniyor, 2013’te vefat etti.

Mısdan: Kumpirhasanın küçük oğlu Mustafa Soya. 1933 Yılında doğdu, Anıtkaya’nın meşhur cambazlarından biri olarak bilinir.

Mısdıfa: Mustafa

mısmındar/musmındar: Çok pis, pisipisine.

Mıtdin: Muhittin

mızılamak: Çocuk ağlamaya başlamak.

mızmızlanmek: Kararsız kalıp ne yapacağını bilmeden dolaşmak.

mil: Kum, selin getirip yığdığı kum.

milli: Kumlu su.

mintan: Yarım tenekelik tahıl ölçeği. Kilenin dörtte biri, demirin yarısı.

Misgin: Kelibanın küçük oğlu Abdullah Dalgıç.

misir: 1.Mısır, darı; 2.Rengi pembeye çalan kaz.

modurdanmek:  Kızgın biçimde kendi kendine söylenmek, homurdanmak.

Mollamehmet: Çatalların Yahya oğlu Mehmet. 1879 Yılında doğdu, Afyon medreselerinde ilim tahsil etti. İbiş ve Yahya Tür kardeşlerin babasıdır; İstiklal Savaşı sırasında vefat etti.

Mollamustafa: Apdıramanların Mustafa. 1840 Yılında doğdu, medrese tahsili gördüğü için böyle lakaplandı. Mehmet Abisinin vefatıyla dul kalan Kezban Hanım ile evlendi. Yeğeni Hüseyin’in hem amcası hem babalığı oldu. Bu Hüseyin Güdükmehmedin babasıdır. Mollamustafanın oğlu olmadı ama 11 kızı dünyaya gelmiş. Bunlardan tespit edilebilenler; Manavın hanımı, Çakırosmanın ninesi, Haytanın ninesi, Cavaların ninesi ve Hacemirlahın ninesidir. Kendisi ve karısı yürminci yüzyılı göremeden vefat etmişler.

Mollaosman: Hatiboğlu Mahmut’un oğlu Osman Aykaç. 1885 Yılında doğdu. İlim tahsil ettiği için böyle lakaplandı. Çevre köylerde uzun süre imamlık yapmış ve 1969’da vefat etmiş.

mollolu gabağı: Yemeği yepılan ince, uzun, beyaz kabak. (mollaoğlu)

morartı: Hafif morluk.

morduman gavuru: Çok aksi ve aşırı geçimsiz kimse.

Moréşe: Çolağömerin Halilçavuş eşi Eşe Salman. Mollahmetler/Müdüroğluların Ahmet kızı, Şampayanın anasıdır; 1894-1984.

Moruk: Kelibanın büyük oğlu Üzeyir Dalgıç. 1953 Yılında doğdu. Mahalle muhtarlığı dahil yapmadığı iş kalmadı. Afyon’da oturur.

Mosine: Muhsine

mosuralık: Örnek olarak, numune.

motur: traktör

motur gatır: (i) Sahip olunan her türlü iş ve ulaşım araçları.

Moturhalil: Gobakların Garabacağın oğlu Halil Kaçmaz. Körhalilin yanında bir lakabı da budur. Moturhalil demelerinin sebebi çok güçlü olmasıymış, 2011’de vefat etti.

Moturhatca: Gobakların Salih eşi Hatice Kaçmaz. Kekliklerin Hasan kızıdır. Anasının yanında tay gittiği Ablak’tan Eğret’e gelin geldi. Körkemal, Gocakazım ve Pafıldakmahmudun analarıdır. Kocası öldükten sonra Akömeri iç güveyisi almış, Veysel Kök’ün de anasıdır. Güçlü bir kadın olduğu için böyle lakaplanmış, 1972’de vefat etti.

mozu: Kısa boylu, cüce, bücür.

Mozu: Daldalların Bacı Seydi’nin küçük oğlu Mehmet Değer. 1964 Yılında doğdu, Afyon’da oturur.

möökem: Sağlam, dayanıklı (muhkem)

möölet: Süre, izin, zaman (mühlet)

möölüz: 1.Parasız, züğürt; 2.Varlıklıyken sonradan fakir duruma düşen

mötdaç: muhtaç

mötdü: müftü

möteber: Önemli, değerli (muteber)

mukaat: Polisiye olay, vukuat.

mukdar: muhtar

mukdar çakmağı: Çakmak taşından çıkan kıvılcımın benzinli fitili tutuşturmasıyla çalışan çakmak.

mumak: Çocuk dilinde şeker gibi yiyecekler

mumak gibi: Çok tatlı, lezzetli.

Mumaklık: Köy içinde bir mıntıka.

Musadede: Tingildeklerin Osman oğlu Musa Kasal. 1904 Yılında doğdu, İncemehmet ve Hacıapdıllanın abisidir. Ezan okumayı çok sevdiği, kırda bayırda vakit girdiğini anladığında hemen ezana başladığı anlatılıyor. 1973 Yılında vefat etti.

Musaf: Kur’an  (Mushaf)

Musaf çarpsıñ: Yemin sözü

Musahoca: Olucaklı Ahmet oğlu Musa Aydın. 1939 Yılında doğdu. Eğret’te ve Kütahya’da dini ilimler tahsil etti. Çevre köylerde hocalıktan sonra Afyon’a yerleşti.

mut: Para vermeden, bedavadan elde edilen şey.

mutcu: Beleşci, bedavacı.

mutdan: Bedavadan, bilabedel.

muzmar: Zıtlık, terslik, uyuşmama hali.

muzmar bellemek: Zıt gitmek, sık sık rahatsız etmek, tebelleş olmak.

muzu: Sürekli kötülük düşünen ve yapan

muzur: Zararlı, başbelası  (muzır)

mücüde: müjde

mücüdelemek: (mec)Gizli kalsa daha iyi olacak bir bilgiyi hiç beklemeden başkasına aktarmak, yetiştirmek.

mücüdelik: Müjdeli haber getirene verilen bahşiş.

mücürdemek/mücürdenmek: Kendine göre ufak tefek işlerle oylanmak, vakit geçirmek

mücüre:  Tek çekmeceli ilkel komidin.

Müdüroğlu: Mollahmetlerin Ahmet oğlu Mehmet Ali Eşiyok, 1910-1984.

mürtlek: Ölü

mürtlemek: Ölmek

mürtleyesice: Geberesice anlamında ilenç sözü.

Mütayit: İdirizlerin Pepehasanın İdris İdis.

müzevir: İspiyoncu. Laf taşıyarak insanları birbirine düşüren kimse.

müzmehel: Şaşkın, beceriksiz, bir işi doğru dürüst yapamayan, bir şeyin üstesinden gelemeyen kimse. (müzmahal/müzmahil)

müzümsüz: Yersiz hareketler ve konuşmalar yapan, ters, patavatsız, lüzumsuz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder