ebes: Hiç kimse tarafından
hoş karşılanmayan, ayıp (abes)
ebir gübür:
(i) Değersiz nesne, çer çöp.
Ebizemzem: Zemzem suyu
ebizemzeminen yunmuş: Günahsız, kusursuz kimse.
ebruşum: ince, sağlam ip
(ibrişim)
ecelinnen ölmek: Hayatı doğal olarak sona ermek.
ecir: bereket, sevap
ecirini gaçırmek: İyi bir davranışın manevi karşılığını alamamak.
ecit mecit:
1.(i)Tuhaf ve korkunç görüntü, 2.(z)Bulanık, belirsiz görmeyi anlatır. (yecuc
mecuc)
edik: çocuk ayakkabısı
Ěéret: Eğret
éêreti: 1.geçici, 2.ödünç
alınan şey (eğreti)
efe: çağırma ve hitap sözü
efek: yabani fiy
Efekci: Selimlerin Çolağömerin oğlu Süleyman Salman.
1902 yılında doğdu, Körsüleymanın babasıdır. Koyunlar için efek biçmesinden
dolayı böyle lakaplandığı söyleniyor. 1977 Yılında vefat etti.
Efemehmet: Aşşağılıların Ahmet oğlu Mehmet Öncül. 1909
Yılında doğdu, evin tek oğludur. Gambırmuhtar Ahmet Öncül’ün babasıdır. 1969
Yılının son günü vefat etti.
efil efil:
(z) rüzgarın yavaş yavaş esmesi
efildemek:
Rüzgar hafif esmek.
eğilce/eyilce:
Kuruyan tohumları elbiseye yapışan buğdaygillerden bir ot.
eğirik: Eğirilip ip haline
getirilmiş yün.
eğirmek: Hiçbir işleme tabi
tutulmamış koyun yününü, kirmanı fırıldak gibi çevirerek bükmek ve ip haline
getirmek.
eğlek: Hayvanların toplanıp
bekleştiği yer.
eğlenmek: 1.Dalga geçmek, alay
etmek; 2.Oyalanmak, vakit geçirmek.
eğleşmek: 1.Beklemek, oyalanmak;
2.Oturmak, ikamet etmek.
Eğret’de deyil de ağretde mi décen: Doğruyu bu dünyada değil de ahrette mi
söyleyceğim?
Eğret gazı gibi: Ne yapacağını bilemez halde şaşkın ve yavaş hareket
edenler için yakıştırma.
eğsen/eksen:
Araba dingili
éğsi: Yarı yanmış odun
eh demek: Küçük çocuk kaka
yapmak.
ekilemek: Dökmek, serpmek,
sepelemek, serpiştirmek, saçmak
ekin bozmek:
Beklenen gelişimi gösteremeyen ekili tarlayı sürüp, başka bir şey ekerek orayı
yeniden değerlendirmek.
ekine bakmek:
Mahsülün gelişimini kontrol etmek.
ekişdirmek:
Ansızın, adamakıllı vurmak
ekiz: ikiz
eklemek: Vurmak, şiddetle
vurmak
ekleşmek: 1.Sataşmak, birinin
başına bela olmak; 2.Katılmak, eklenmek; 3.Yanaşmak, birleşmek, birbirine değmek.
ekmediğiñ yerde bitê: Umulmayan ve istenilmeyen yerde karşılaşılan kimseler için
söylenir.
ekmeğaşı: Bayat ekmekleri
sebzeli suyla ıslatarak yapılan yemek, papara. (ekmek aşı)
ekmeğetmek/etmeğetmek: Unu eleme, hamur yoğurma, mayalanmasını bekleme, fırını kızdırma,
hamuru yazma, pişirme süreçlerinin tamamına verilen ad. (ekmek etmek)
ekmeğinden etmek: Birini işinden atmak veya buna sebep olmak.
ekmeğine mani olmek: Birinin kazanç sağlama yolunu engellemek.
ekmeğinnen oynamek: Birinin işini kaybetmesine sebep olmak.
ekmeğufağı:
Ufalanmış ekmek kırıntısı. Yatılan yerde bulunursa uykuda insanın rahatsız
edileceğine inanılır. Ekmeğufağını temizlemek nimete saygının bir
göstergesidir.
ekmek aş: (i) Yemek ve
yiyecek şeylerin tamamı
ekmek aş hazırlamek: Bütün donanımıyla sofra hazırlamak.
ekmekgıyısı:
Yuvarlak ekmekten kesilen ilk dilim
ekmekli: 1.Varlığını ihtiyaç
sahiplerine dağıtan kimse, cömert; 2.Oyunda sürekli yenilerek rakibin hesabını
ödeyen kimse.
ekmek Guran çarpsıñ: Karşısındakini inandırabilmek için edilen yemin.
ekmeksiz
evden gatmer çıkarmek: Maharetiyle hesapta olmayan
güzelliklere ulaşmak.
ekmek yimek:
Yemek yemek, karnını doyurmak.
el: Çocuk veya büyük
oyunlarında bölüm; set, devre.
él adama ne der!: Başkalarının tepkisinden korkma sözü.
el adamı: İşlerini yürütmek için
yeterli malzemeye sahip olmayıp başkalarındaki alet edevata muhtaç olan kimse.
él akıl gapâkan sen nokul gapmışıñ: Akılsızlığını yüze vurma sözü.
el almek/elini almek: Büyüklerden birinin görevini, alışkanlığını, kabiliyetini devam
ettirmek.
elavıç: (i) Birinin varı yoğu,
her şeyi. (el avuç)
elavıç aşmek:
Muhtaç duruma gelip başkalarından istemek. (éle avuç açmak)
elayası: Avuç içi, avuç içinin
parmaklara yakın kısmı.
él âzına bakmek: Başkasının fikrine göre hareket eden.
él âzına bakan sel âzına yuva yapâmış: Başkasının sözüyle hareket eden kaybeder.
el bezi: Yemekten sonra elleri
silmek için kullanılan ıslak/kuru bez.
elcik: 1.Tırpan sapına
takılan, bir elle tutacak büyüklükte L şeklinde çıkıntı; 2.İki elle tutarak
kavrulmuş haşhaşı ezmeye yarayan taş.
elcil: İnsan elinden
beslenmeye alışmış hayvan.
elcimen: İnsana alışkın hayvan,
evcil.
el çırpmek:
Alkışlamak.
elçim: Yolunmuş mercimek,
nohut vs. yığını
el değişdirmek:
1.Kundaktaki çocukların el ve ayaklarını çaprazlama birbirine değdirerek idman
yaptırmak, 2.İşi diğer elle yaparak yorulan eli dinlendirmek.
élden ayrı:
Geleneklere uymayıp kendi başına iş yapan, kimseye benzemeyen.
elden ge: Tebrik sözü.
elden goldan geçdi: Değişilen veya satılan bir şeyden geriye dönüş olamayacağını
belirtir.
eldeymeni:
Elle çevrilen iki taşın arasında bulgur göce kıran küçük değirmen.
el dığanı:
küçük tava
ele ayağa düşmek: İhtiyarlamak, maddi manevi başkalarının yardımına muhtaç olmak.
elebakım: Başkalarının
yardımıyla hayatını devam ettiren.
éle güne garşı:
Herkese, elaleme karşı, herkesin önünde.
elekci garısı gibi: Çok gezen kişilere söylenir.
el el üsdünde kimiñ eli va: Bu sözü söyleyerek oynanan bir çocuk oyunu.
Elem: Fatiha suresi
êlenmeli: Galibiyet karşılığında
yenilenden herhangi bir şey alınmayan, mağlup olanın bir şey kaybetmediği,
sonunda ütme-ütülme olmayan oyun. (eğlenmeli)
elenti: Elendikten sonra elek
üstünde kalan ve hayvan yemi olarak değerlendirilen kirli ürün artığı.
eletdirek:
1.Elektrik, 2.El feneri
él evine gitmek: Gelin olup yabancı eve gitmek
el gadâ: Küçük, küçücük. (el
kadar)
élgün: (i) başkaları, elalem,
herkes
eli: Hastalık veya nazar
gibi durumlarda okumaya yetkili kimse (ehli)
eli ayağı boşanmek: Çok korkmak.
eli ayağı dutmek: Beden gücü yerinde olmak, iş yapabilecek güçte olmak.
eli bolarmek:
Para sıkıntısından kurtulmak, eline para geçmek.
el içine çıkmek: Sosyalleşmek, insanlara katılmak
eli érmek:
Bir iş yapmaya zaman ve fırsat bulmak.
elif kâdı:
Kuran öğrenecek çocukların ilk ders kitabı, alfabe.
eliñde bıdak mı va!: Eliyle bir şeyleri döküp kıran sakar kişilere tepki sözü.
elinde galmek:
Vuracakken zarar görüp suç üzerine kalmak.
elinden almek:
kurtarmak
elinden gelmek:
Yapabilmek, beceri sahibi olmak.
eline dönmek:
Birisine dilediğince hizmet etmek, her istediğini yapmak.
eliñe mi yapışcek!: Bir işi yapsan ne olur, anlamında sitem sözü.
eline düşmek:
Kendisine hıncı bulunan birine muhtaç duruma gelmek.
élinen gelen düğün bayram: Topluluğa toptan gelen bir sıkıntıya şikayetsiz katlanma.
elini almek:
Kendinden büyük birine benzeyerek onun yaptığı işi sürdürmek.
eliniñ altında:
Her zaman kolayca yararlanabileceği yerde ve yakınlıkta.
eliñ ôlu: El, yabancı kimse,
başkaları.
eli selek:
cömert
eli
soğumek: Uzun süre ara verildiği için el
becerisini kaybetmek.
éliñ ununnan anañın gırkını yapma: Başkasının malıyla kendi işini görme.
êliz: 1.Hakkını arayamayan,
güçsüz, aciz, mazlum; 2.Uslu, sakin, ağırbaşlı
éllere galasıca: İlenç sözü.
elleşmek: 1.dokunmak, ellemek;
2.sataşmak
elli akıllı:
(z) Tastamam, adamakıllı, iyice.
ellialtıya boğmek: Konuyu saptırarak ortalığı karıştırmak, demogoji yapmak.
ellicik etmek:
karşısındakinin sahip olmadığı bir nesneyi onu imrendirecek şekilde teşhir
etmek
ellik: eldiven
éllik gavuru:
Aynı yerde ikamet eden, tanıdık gayrımüslim.
el sende: Birrbirine elle değip
oynanan bir çocuk oyunu.
el öpme: Dini bayramlarda
büyükleri ziyaret ve onlarla bayramlaşma.
el öpmelik:
Geline kayınpeder veya kaynana tarafından verilen hediye.
el örencesi:
Oya, nakış, örgü, işleme vb. elişi yapanların ilk yaptığı iş (el öğrencesi)
élörnek: adamakıllı, gerçek
(Ele örnek olacak kalitede)
éltim
sekdi, ben de sekcen: Gereksiz olduğu halde sırf başkasında
gördüğünü yapanların durumunu anlatır bir söz. (Eltim sekti, ben de sekeceğim)
elucu: Çoğu
yenip bir kısmı bırakılmış ekmek parçası.
elulağı: Ailede ufak tefek
getir götür işlerini yapan yaşça küçük kimse.
el ulağım evde galdı: Hareketsiz, miskin, tembel kimseleri tanımlamada kullanılır.
Elver: Enver
elvere de:
İnşallah. Bir şeyin mümkün olması ve en iyi ihtimalde gerçekleşmesi dileği.
Elverî: Yaşı
küçük olduğu halde askere alınan, eli silah tutabilen erkek çocuk. Enver Paşa
genelgesiyle askere alındıkları için ‘Enverî’ denilmiş, Eğret’te Elveri’ye
dönüşmüş.
elyağı: Yuvarlak teneke kutularda satılan beş on
gramlık el ve yüz kremi.
elyet: ehliyet
emeğiñ yağlı olsuñ: (ekmeği) bol kazanç duası
emen: Fidan, fide dikmek
için açılan küçük çukur
emendirmek:
Sıkıntı vermek, zahmet vermek, yormak
emen emen:
(z) çok zahmet çekerek
emeneşgen:
(z) üşenmeden, yorulmadan
emenmek: 1.Üşenmek, 2.Boş yere
yorulmak, didinmek; 3.Çok fazla emek vermek, çalışmak; 4.Gidip gelmek, geri
dönmek (İşi bitirsem de bi daha köye emenmesem); 5.Dikkat etmek, özenmek.
Emeti: Ümmetullah, bütün Müslümanların annesi
anlamına gelen isim. 1.Omarcıkların Ömer eşi Ümmü Sak. Deliosmanların Ali kızı,
Cingenalinin halasıdır, 1870 yılında doğdu. Dikhasanın ninesi oluyor, 1942’de
vefat etti. 2.Küpelilerin İbrahim’in ikinci eşi Ümmü Öncül. Tureşoğlu Mustafa
kızı, Gödeşahmetin kardeşidir; 1886’da doğdu. Urganlı ile Tekenin anaları olur,
1961’de vefat etti.
Emirlah: Emrullah
Emirlahçeşmesi: Atmezarı yolu üzerinde bir çeşme ve o bölgeye
verilen isim. Hacı Emrullah Onay veya onun dedeliği Apdıramanların Emrullah
hayratı imiş. Kot yükselip zamanla aharları ve lulası koyboldu, zaten suyu da
dinmişti. Gövdesi hala duruyor.
emişdirmek:
Kuzuları koyunların yanına bırakarak emişmelerini sağlamak
emişik: 1.Sütkardeş, 2.Koyun
ile kuzuların karışık bulunma durumu
emişmek: Koyunların kuzularını
emzirmesi
emme:1.ama, fakat, lakin;
2.çok, çok fazla, iyice (Emme yidik ha!)
emme essa emme yalan: Doğruluğundan emin olunmayan durumlarda kullanılır.
emme işsiñ ha:
Ne biçim adamsın sen!
emmi: amca
emri Hak vâki olmek: ölmek
emsal: yaşıt, akran
emsiz: 1.Masum, mazlum,
kimsesiz; 2.Beceriksiz, hakkını arayamayan.
emzikli: çocuğunu emzirme
dönemindeki kadın
éñ: damga, hayvana vurulun
işaret
éñ aşşağı:
En az olarak, hiç olmazsa.
enatdar: anahtar
enayi adam:
Bir durumu yakıştıramama ünlemi.
eneze: Zayıf, kuru, ince,
sıska yapılı kimse.
éngasdan: 1.Yalandan,
şakacıktan, mahsustan; 2.Gayrıciddi, özensiz yapılan iş.
éngücü: 1.Elbette,
şüphesiz, herhalde, her ne olursa olsun, nasıl olsa, ister istemez; 2. Eninde
sonunda, sonuçta, sonuç olarak
enikléci: gebe kedi, köpek
(enikleyici)
énişdoğlan:
Kendinden küçük eniştelere böyle hitap edilir. (Enişte oğlan)
êñiz: eviniz
éñki: o, yanındaki
éñkini: onu, yanındakini
éñleme: Başkalarından ayırt
edebilmek için hayvanı işaretleme, damgalama
éñnemek: Hayvanlara işaret
koymak amacıyla kulağını kesmek veya boynuzunu kertmek.
ennemesine:
yatay olarak (enlemesine)
enni: geniş (enli)
enteri: Omuzdan ayak
bileklerine kadar uzanan tek parça elbise, entari.
epbap: dost, arkadaş (ahbab)
epdes: abdest
epdes bozmek:
Küçük ya da büyük abdestini yapmak, hacet gidermek.
epdeslik: El, yüz ve bulaşık
yıkanan yer.
epdessiz: uğursuz, pis
epdes suyu:
abdest almak için ayrılmış ibrikteki su
epdes suyu gibi: soğuk olmayan su
epdes yok namaz yok: Dindar olmayan kimse
epdiş: Beş çakıl taşıyla
oynanan bir oyun. Taşın birini eline alıp dördünü yere koyarak; eldeki taşı
havaya atıp yerdekileri aldıktan sonra, havadaki taşı yere düşmeden tekrar
tutabilme esasına dayanır. (Ebe taşı)
epdiş gibi:
Bir şeyin büyüklük veya küçüklüğünü anlatmak için kullanılan benzetme sözü.
eperlo: hoparlör
ér: 1.Sahur, 2.Erken
érağeç: Tek at koşulan
arabalarda iki ucu oka bağlanan ağaç (eğri ağaç)
Ercep: Tekelioğlu Hüseyin’in büyük oğlu Recep Kaynar.
1901 Yılında doğdu. Kardeşlerinin oluşturduğu sülaleye toptan Bilaller dense de
onun ailesi kendi adıyla bütünleşti ve adı lakaplaştı. Tek oğlu Hüseyin 1949’da
tipiye yakalanıp donarak vefat etmişti. Bu yüzden 1968 yılında vefatından sonra
Ercepten geriye sadece adı kaldı.
Ercepgarısı: Bilallerin Ercebin hanımı Fadime Kaynar.
Arapselimlerin İbrahim kızı, Arapşükrünün ablasıdır; 1904’te doğdu ve 1978
yılında vefat etti.
ére galkmek:
sahura kalkmak
érekmeği: sahur yemeği
Er evde yok, aş duzu
neyler; yar sokakda yok, baş bezi neyler: Eşi, sevdiği ölen insanın tadı tuzu, yaşama sevinci kalmaz.
ergennik: Evlenmemiş kız ve
oğlanların yüzünde çıkan sivilce (ergenlik)
êri: 1.eğri, doğru olmayan;
2.Başını dik tutamayıp yamuk bakan, yalpalayarak yürüyen.
eringeç: üşengeç, erinen,
tembel
erinmek: üşenmek
Êripara: Bir mevki adı (Eğri
para)
érişgin: 1.Ermiş kimse,
2.Evlenme çağına gelmiş kız, yetişkin.
Erkek
Fatma: Davranışları erkek gibi olan
kadın.
erkeklenmek:
Bazı bitkiler kartlaşıp tohumlanmak.
erkenci: İşine erkenden
başlayan.
Erken galkdık, éle yaratdık: Çok çalıştık; ama neticede kazandıklarımız başkalarına yaradı.
érmek: Meyveler veya ekin
olgunlaşmak.
ernik: Eskimeye yüz tutmuş
kumaş, elbise.
erzan: 1.ceza, 2.suç,
günah
erzanı: Haketti, buna layık
anlamına gelir.
esbap: çamaşır, elbise, esvap
esbapdaşı:
Üzerinde çamaşır yıkanan, tezgah gibi yükseltilmiş, büyükçe, yassı, tek parça
taş.
Ese: İsa
Esedayı: Bayram oğlu İsa Eminç. 1887 Yılında Emirdağ/Davulga’da
doğdu. Eğret’e gelip yerleşti, evlendi ve Eğretli oldu. 1947 Yılında vefat
etti.
eser: rüzgar, yel, esinti
esger: asker
esgergarsı:
Kocası askerde olan kadın, asker karısı.
esgiden âretdemiş, şindi Êretde: İyi biriymiş gibi görünen ama mazisi karanlık kişi.
esgisi gibi:
Önceden olduğu gibi.
ésik: 1.eksik, 2.vaktinden
önce doğan çocuk
êsik gedik:
(i) Ufak tefek eksiklikler, gerekli olan ufak tefek şeyler.
ésilmek: azalmak, eksilmek
ésikli: kadın (eksikli)
ésinti: Küçük, kulpsuz hamur
teknesi
esir: Sıra, zaman, aralık,
mevsim, dönem (Şu esirle gafam çok ârıyo)
esirekli: Kızgın, öfkeli,
sinirli
ésiran: 1.Teknedeki hamuru
sıyırmaya yarayan araç, 2.Kül ve çöp alma küreği, ateş küreği
ésmek: Örgüde, sonraki her
bir sırayı birer ilmek küçülterek örülen şeyi daraltmak.
Esmeniñosman: Gödeşahmetin ikinci hanımından oğlu Osman Seviş.
1927 Yılında doğdu. Beş yaşındayken yetim kalınca annesi Esma Hanımın
nezaretinde büyüdü. Bu sebeple babasına değil annesine izafeten lakaplandı.
1987 Yılında vefat etti.
esnaf: Köyde oturduğu halde
çiftçilik yapmayan.
Esnan: Selimlerin Veli oğlu Hasan Hüseyin Seyrek.
1904 Yılında doğdu. İki Hasan anlamına gelen Hasaneyn kelimesinin Eğret’te
söylenişi olarak böyle lakaplandı. 1970 Yılında vefat etti.
essa: doğru, sahih
Essan: İhsan
essatdan: gerçekten, essahtan
essa yalan:
(e) Doğruluğundan emin olunamayan durumları anlatır
esselât: sela
esselat verilmek: Ezandan önce sela okunmak.
eş: Eskiden bir erkeğin
nikahında bulunan kadınlardan her birinin diğerine göre durumu, kuma.
Eşe: Ayşe
Eşeniñömer: Daldalların Sağırhüseyinin ortanca oğlu Ömer
Honça. 1933 Yılında doğdu; Gocayörüğün küçüğü, Gocibanın büyüğüdür. İdirizlerin
Sarıömer kızı Eşe ile evlendiği için böyle lakaplandı. 2022 Yılında vefat etti.
eşgâre: Göz göre göre,
âşikare.
éşgiya: Taşınacak
şeyler, ev eşyası.
éşi: ekşi
eşiklik: Kapı boşluğunun alt
kısmında bulunan alçak basamak, eşik.
éşimek: 1.Yiyecek bayatlamak,
bozulmak; 2.Misafirlikte eskimek, 3.Surat asmak, 4.Karılan çorak çamuru
eskiyerek kıvam bulmak.
êşimen: kuzukulağı
(ekşimen)
êşimti: ekşimsi, ekşimtırak
eşingen: çok eşinen hayvan
eşirgenmek:
1.Kıskanmak, çekememek; 2.Can sıkıntısını gidermek için biriyle konuşmak,
dertleşmek; 3.Oyalanmak
éşisu: maden suyu (ekşi su)
éşi turşu:
(i) Yemek yanında bulundurulan garnitürler.
eşmek: eşelemek
eşşeğölüsü gibi: Çok ağır ve çok büyük şey.
eşşek gadâ:
Eşek kadar, çok büyük. Büyük yaştakilere yakıştırılamayan davranış üzerine
söylenir. (Eşşek gadâsıñız, utanmıyoñuz mu eğlenmeye!)
eşşek gibi:
Bir fiilin yapılması, bir durumun gerçekleşmesinin zorunluluk olduğunu anlatan
bir zarf. ‘Eşşek gibi geleceksin’, ‘Eşşek gibi ödeyecekler’ örneklerinde olduğu
gibi, bu zarfın gizli bir aşağılama ve
hakaret içerdiği açıktır. Aynı anlam, benzer bir tonlamayla kurulan ‘kırı
gibi’, ‘kırım gibi’ zarflarında görülebilir.
eşşek turpu:
Hardal otu da denen, sarı çiçekli bir ot
eşşik: eşik
étdilal: İhtilal. Özellikle 1960 Darbesi.
étdiyaç: ihtiyaç
étdiyar: ihtiyar
et dutmek:
Şişmanlamak
etekbezi: Kundak bezinin içine,
bebeğin bacaklarına sarılan bez
eteklik: kadın giysisi, etek
Etemiñazat: Söğütcük ötesinde Dandır yolu kenarında Hacıyusufların
Ethem Öztürk’ün tarladaki tek ağaç ve bu mevkinin adı. Çevrede başka ağaç
olmaması bu isimlendirmede belirleyici olmuş.
etini yiyen doymaz, bokuna basan
oñmaz: Evde güvercin besleyenler için
söylenir.
etli: meyvede dolgunluk
etme dediğini etmek: İkaz edildiği bir hareketi inadına yapmak.
etmek: 1.ekmek, 2.cinsel
ilişkide bulunmak, düzmek
etmişleyin:
dediği gibi (Hoca etmişleyin, pareyi veren düdüğü çalıyo.)
ettop: İçi dolu, avuç içine
sığabilen küçük lastik top
ev: konuttaki her bir oda
êvam: 1.Zayıf, dayanıksız,
güçsüz kimse, 2.Eğreti, yapmacık, geçici duran şey
ev bark: (i) Aile, çoluk çocuk.
evcimen: 1.Evine düşkün adam,
2.Ev işlerinde becerikli kadın, 3.Evde beslenen hayvan, evcil
evecen: tez canlı, aceleci
évedi: acele, ivedi
évedinen: aceleyle
evelallah: Allahın
yardımıyla.
evelevelden:
(z) İlk baştan beri, çok önceden beri.
eveli: 1.önce, evvel;
2.eskiden, geçmiş zamanda, mazide
eveli gün:
Dünden önceki gün.
ev görme: Yeni eve hayırlı olsun
ziyareti.
ev görmelik:
Yeni eve yapılan ilk ziyarette götürülen hediye.
ev içercek:
(z) tüm aile olarak, mâaile
ev içerisi:
ev halkı
evil gavil:
(i) gizli anlaşma
evilgavil olmek: gizlice anlaşmak, sözleşmek
Evizo: Urganlının büyük oğlu İbrahim Öncül,
1941-1999.
evlek: 1.Tarlayı sürmek veya
ekmek için pullukla cizileyip bölünen kısım; 2.Arazi ölçüsü, dönümün dörtte
biri; 3.Öküzlerin bir postada sürebileceği miktar.
evlek kesmek:
Tarlayı sürmeye başlarken, önce pullukla bir evleklik bölümleri belirlemek.
évmek: acele etmek, telaş
etmek
evsâbı: evin erkeği, ev sahibi
evsilemek:
1.Elle karıştırarak bir şeyin altını üstüne getirmek, 2.Avuçlayarak bir şeyin
büyük parçalarını üste çıkarmak.
ey: kendisine seslenen
birine “efendim, buyur” anlamında kabaca verilen cevap
eyê: eğer, şayet (Eyê ben
de bunu demezsem…)
eyetmek(iyi etmek): 1.Yapılan işi onama sözü. Bazan vurgu ile tam tersi protesto
anlamı da verilebilir; 2.Tedavi etmek, iyileştirmek.
eyi: 1.iyi, 2.peki, tamam
eyi bakam:
Tasdik veya teselli etme sözü (iyi bakalım)
eyicene: adamakıllı, iyice
eyidemir: Oyma ve delme
işlerinde kullanılan keskin uçlu demir.
eyilik bilmez:
Nankör
eyilik
haram: Nankörlüğe karşı tepki sözü.
éyiñ
gâli: Yeter artık, her ne yapıyorsanız buna bir son verin.
eyitden: iyiden iyiye,
adamakıllı
eylemek: Avutmak, oyalamak
eylenmek: Vakit geçirmek,
oyalanmak, süreyi doldurmak
eyôlkitabı:”Ey
Oğul” diye başlayan bölümlerden oluşmuş, dini nasihat kitabı.
ézâ: 1.Kibrit. Sektörde
tekel kalktıktan sonra ilk özel kibrit üreticisi, Feza kibritlerini çıkarmış.
Daha sonra üretici ve markalar çoğalınca, firma üretimini tıraka, mantar,
sıpakovalayan, çıtırpıtır gibi daha değişik alanlara kaydırmış; tabi bu arada ‘Feza’
markası biraz değiştirilerek kibrit anlamında yeni bir isim olmuş. 2.Tırnakla
etin birleşme yerinden kalkan deri parçası. Bu anlam ‘ecza’ kelimesinin
uyarlanmasına benziyor.
ezen: ezan
ezgi: güçlük, sıkıntı,
eziyet
ezgilemek:
Bir işi ayrıntılı düşünerek yapmak.
ezgili: 1.Eziyetli, zahmetli
iş; 2.Nazlı, sürekli halinden şikayet eden kimse
Eziz: Aziz
ezizallah:
Ezan duası (Aziz Allah)
Eziziñapilhoca: Omarcıkların İbrahim İzzet oğlu Abdullah/Abdil
Arslan. Sağırmahmutun emmioğlusudur. 1908 Yılında doğup 1964’te vefat etti.
ezmek: Özel taşla veya elle
ovarak vücuttaki kirleri çıkarmak.
ezinmek: Tellak veya başkası
tarafından kiri çıkacak şekilde keselenmek
ezzet mezzet âretde beni gözlet: Çocuklar yüksek bir yerden atlarken veya tehlikeli bir şeye
girişirken söyledikleri korunma duası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder