çabıkcana:
çarcabuk, çabucak
çabılamak:
panikleyerek acele hareket etmek
çaça: Kız ile erkek arasında
aracılık yapan kimse.
Çadırayak: Bir mevki adı.
çadırayaz: Zemherideki yağışsız kuru soğuk. Çadır kelimesinin
çetirenk (soğuk) ile ilgili olduğu düşünüebilir.
çağala: Taze badem.
çağıl: 1.Sel ve taşkının
ardından geride kalan küçük taşlar, çakıl; 2.Çakıl yığını.
çağıllık: Çakıllı yer.
çakal: 1.Sığır veya atların
burnunda bulunan beyaz leke, 2.Alnı ya da ayakları beyaz olan hayvan
çakallamak:
Sezinlemek, sezmek, işin iç yüzünü gizli olarak öğrenmek.
Çakalüseyin: Eminlerin Süleyman’ın ilk hanımından büyük
oğlu Hüseyin Eren. 1917 Yılında doğdu. Sucusüleyman ve Bekçiibrahimin
babasıdır. 2007 Yılında, doksan yaşında vefat etti.
çakıldak: 1.Koyunun kuyruğunda
dışkı, sidik, toz-toprak karışımı olarak meydana gelen, yüne yapışıp kuruyarak
birbirine değdiğinde sesler çıkaran yuvarlağımsı atık. 2.Bazı tohumlu otların
bulunduğu yerde kurumuş hali. 3.Tohumlarını sıralı veya küme olarak içinde
bulunduran, mercimek, nohut, fasulye gibi bitkilerin kurumuş tohum bölümü;
4.Gırtlak hırıltısı.
çakıldak düşmek: Ölümüne yakın hastanın gırtlağında hırıltı oluşmak.
çakılı: 1.Yere çakılan bir
kazığa bağlı olarak sabitlenmiş otlayan hayvan, 2.Çok fazla, bir sürü (Ağeçde
kirez çakılı)
çakır: 1.Mavi, mavi gözlü;
2.Yeni olgunlaşmaya başlamış meyve.
Çakır: 1.Naymelerin İbrahim oğlu Ahmet Kırbaç. 1946 Yılında
doğdu, Anıtkaya’nın önemli sıvacı ustalarından biri olarak 2014 yılında vefat
etti. 2.Daldalların Burukhüseyinin küçük oğlu İbrahim Değer. 1951 Yılında
doğdu, renkli gözleri sebebiyle böyle lakaplandı.
çakır dikeni:
Mercimek yolanların eline çok batan mavi renkli bir diken.
Çakırhasan: Takgasların Cingenmuratın oğlu Hasan Öncül.
1902 Yılında doğdu. Posdeciırmızanın babasıdır. 1970’te vefat etti.
Çakıriban: Aliciklerin Kelçakırın tek oğlu İbrahim Ata.
1930 Yılında dünyaya geldi. Kasaplık yapardı; oğulları Gasaphüseyin ve
Dolakahmetin de bu mesleğe yönelmesinde etkilidir. 2012 Yılında vefat etti.
Çakırmehmet: Hatipoğlu Mustafa’nın büyük oğlu Mehmet Erdem.
1910 Yılında doğdu. Annesi Fatma Hanımın renkli gözleri sebebiyle böyle
lakaplandı. Delimısdık, Muharrem ve Hacaponun babasıdır. 1990 Yılında vefat
etti.
Çakırnine: 1.Başoğlu Osman’ın büyük kızı Ayşe Eren. Rumeli’de
1889 yılında doğdu. Önce Kelahmetlerin Osman, sonra Eminlerin Süleyman eşidir.
Yozgunhalil ve Kelsüleymanın analarıdır, 1962’de vefat etti. 2.Başoğlu Osman’ın
küçük kızı Fatma Erdem. 1894 Yılında Rumeli’de doğdu. Hatipoğlu Mustafa’nın
hanımı, Çakırmehmet ile Çakırosmanın analarıdır. 1966 Yılında vefat etti. Bu iki
kardeş renkli gözleri sebebiyle torunları tarafından Çakırnine diye
bilinmişler.
Çakırosman: Hatipoğlu Mustafa’nın küçük oğlu Osman Erdem.
1917 Yılında doğdu, Çakırmehmetin küçüğüdür. Kasaba olduktan sonra Anıtkaya’nın
ilk Belediye Başkanı olduysa da bu dönem 1960 darbesi sebebiyle kısa sürdü. Zahirecilik
yaptı ve bu mesleği oğulları Kapitalis ile Mustafa’ya sağlığında devretti. 1986’da
vefat etti.
Çakırüseyin: Mardakların Ali oğlu Hüseyin Saki. 1870
Yılında doğdu. Oğlu Hüseyin ile karıştırmamak için buna çakır lakabını
vermişler. Hüseyinhoca ile Dişçialinin dedeleridir, 1949’da vefat etti.
çakmak buydey:
İri, ağır, sarı renkli cins buğday.
çakmek: Yere çakılan bir kazığa bağlı ipin diğer ucunu ayağına veya boynuna bağlamak suretiyle hayvanı bulunduğu yerde sabitleyerek orada otlamasını sağlamak.
çalgı: Düğünde eğlenceyi
sağlayan müzisyen grubu.
çalgı dutmek:
Düğün ve eğlenceye müzik için bir grupla anlaşmak.
çalı: bodur meşe
çalı gazeli gibi: sert ve keskin şey (Saçım çalı gazeli gibi olmuş.)
çalımına gelmek: Biçimine gelmek, uygun düşmek
çalımına getimek: Uygun bir zaman ve durum bulmak.
çalınmek: Dedikodu yayılmak
(Gulağıma çalındı)
Çalıyayla:
Hassönleriñguyu ile İmranguyusu arasındaki, çalılık ile tarlaların birleştiği
mevkiye verilen isim
çalıyı depesinden sürümek: Tersine iş yapmak. Kesilen meşe çalısı budanmamış ise kökünden
tutup çekilir, aksi durumda işi zorlaştırmış olursun.
çalkamek: Harmanda samandan
ayrılmış buğdayı kaba pisliklerden temizlemek için gözerle elemek.
çalkantı: Çalkanan, elenen
buğdaydan geriye kalanlar, gözer üstünde kalan çakıldaklı kısım.
çalmek: 1.yoğurt, peynir
mayalamak, 2. benzemek (Rengi birez sarıya çalıyo.), 3.Üstünkörü süpürmek,
süpürgeyi sürtmek; 4.Kesmek amacıyla bıçağı sallamak, 5.Bir şeyin üstüne bir
şey sürmek, bulaştırmak (Ekmeğe yağ çaldı), 6.Görmeden, el yordamıyla elini
sallamak (Elimi bi çaldım, kibriti buldum)
çamır: 1.çamur, 2.(mec)
sürekli pislik, kötülük düşünen kimse, bela
çamıra gitmek:
çamur banyosuna gitmek.
Çamıramamı:
10 km kadar güneyde Köprülü Köyü yakınlarında çamuru şifalı doğal kaplıca.
(Çamur Hamamı)
çamır garmek:
Dambeşi sıvamak için çorağı çamurlaştırıp kıvam bulması için beklemeye
bırakmak.
çanak çömlek patladı: Çocuk oyunlarında oyunun bozulduğunu anlatır.
çañına ot dıkamek: Susturmak, sesini kesmek.
Çañlı: Akbaş Ömer’in kardeşi Hüseyin Karakaya. 1905
Yılında Akören’de doğdu. Yetim kalınca anaları bunları alıp kendi köyü olan
Eğret’e getirmiş. Hüseyin çocukluğunda boynuna kolye gibi çan taktığı için
böyle lakaplanmış. 1971 Yılında vefat etti.
çap: en-boy, bir şeyin
boyutları
çapa: Sığırın iki yaşında
düşen dişi.
çapalı: İki yaşına girmiş
sığır.
çapar: 1.Alaca renkli,
2.soluk ya da sarı benizli kimse, 3.saç, kirpik, kaş gibi kılları tamamen beyaz
olan albino hastası, 4.sarışın, 5.yüzü benekli koyun veya insan
Çapar: 1.Dedelerin Süleyman’ın ikinci hanımından
küöük oğlu Mehmet Cemalettin Dadak. 1925 yılında doğdu, Hamdihocanın
kardeşidir. Sarışınlığından dolayı böyle lakaplanmış. 1999 Yılında vefat etti. 2.Müdüroğlunun Mustafa Eşiyok. 1935 Yılında
doğdu. İzmir’e göçtü ve 1993’te orada vefat etti.
çapeci: ücretle çapa yapan
kadınlar
çap etmek:
ikiye bölmek
çapeyi çıkarmek: Sığır iki yaşına girmek, kurban için olgunlaşmak.
çapıl çupul:
(z) Çamurda yürürken çıkan sesi anlatır.
çapıt: paçavra, eski bez
parçası (çaput)
Çapıtcıhafız: Hacıların Ahmet oğlu Süleyman Azbay. 1903
Yılında doğdu, Kelsaleğin küçüğüdür. İlme yönelip kendini iyi yetiştiren bir
hafız olduğu, geniş bir kütüphaneye sahip olduğu anlatılıyor. Şerafettin Azbay’ın
babasıdır, 1956 yılında vefat etti.
çapıt çangal:
(i) Parça kumaş, elbise eskisi gibi şeyler.
çapıt haba:
Eski bezlerden dokunan kilim.
çaplamek: Ağacı yontarak
düzeltmek.
çaresine bakmek: Gereken ne ise onu yapmak, çözüm yolunu bulmak.
çarpıntı: 1.mide bulantısı,
2.kalpte ritim bozukluğu
Çarşamba çanağına çevirmek: Kırıp dökmek, dağıtmak, parçalamak.
çarşamırsızı: Bir tür yağlı çörek. (çarşı hamırsızı)
çaşıt: İnsanlar arasında laf
taşıyarak onları birbirine düşüren, fitne fesat peşinde koşan kimse.
çat: dalın, yolun, nehrin
çatallaştığı yer
çatal: Pancar, turp gibi
köklü bitkileri çıkarmaya yarayan alet.
çatalgavak:
Bacakları yukarıda açık tutarak baş üstünde durma hareketi, amuda kalkmak.
Çatalüyük:
Bir mevki adı.
Çatalıñguyu:
Bir kuyu ve mevki adı
çatılı: Yanmaya,
tutuşturulmaya hazır soba.
çatırak: Çatal, pülçük.
çatışmek: Köpekler çiftleşmek.
Çatlak: Cavanın Ahmet’in oğlu Abdullah Er. 1939
Yılında doğdu. Başöavuş Mehmet’in
babasıdır. Sonradan Manisa’ya taşındılar, 1977’de vefat etti.
çatma: Bir arada bağlı çok
sayıda hayvana, düven olmaksızın harman çiğnetme.
çatmek: 1.Birbirine bağlamak,
tutturmak (güğüm çatmak); 2.Parçaları birbirine tutturarak bir şey yapmak (çatı
çatmak); 3.Aynı cinsten parçaları birbirine dayamak (soba çatmak, tüfek
çatmak); 4.Karşılaşmak, dokunmak, çarpmak; 5.İki hayvanı başlarından birbirine
yularla bağlamak.
çavdar çekmek:
Buğdaydan daha uzun olan çavdarları, ekin daha yeşil iken koparıp temizlemek.
Çay: Toplu halde çamaşır
yıkanan dere kenarı, çamaşırhane.
Çayırlâ: Bir mevki adı,
Çayırlar.
Çayırözü: Mevki adı.
Çaylı: Mollaosmanın Mahmut’un ikinci hanımı Zehra
Aykaç. Çay’da dünyaya geldiği için böyle lakaplanmış; çocukları da kendine
nispet edilerek anılıyor. 2002’de vefat etti.
çecüstü: Çeç sahibinin dene
vererek harmanda bulunanlara aldığı çerez.
çéç/çeş: Savrulup samandan
ayrılmış ama çalkanmamış buğday yığını.
çekdirmek:
Araba tekerinin şınasını kestirerek daraltmak.
çeket: ceket
çékgi: Harmanda sap çekmeye
yarayan, ucu çengelli ağaç saplı alet
çékiş: çekiç
çekişe çekişe:
(z) bağıra çağıra, kavga ederek
çekişe çekişe bazarlık etmek: Kıyasıya pazarlık, inatçı pazarlık etmek.
çékişmek: 1.karşılıklı
tartışmak, 2.azarlamak
çékişlemek:
Körleşen tırpanın ağzını çekiçle döverek keskinleştirmek.
çeldirmek:
1.çelik çomak (met) oyununda, meti bir ucuna vurarak zıplatmak, çelmek; 2.Bir
şeye vurarak yönünü değiştirmek.
çelermek: Ekinler yeşermek.
çelgi: Erkek boyun atkısı.
çelik: Ağacın dalını kesip
başka bir yere dikerek köklendirilmişi.
çelikleme:
Kısa ağaç dalı veya kısa odun.
çeliklemek:
1.Ağacı çelik ile üretmek, 2.Demire su vermek, 3.Sıcak sudan çıkıp birdenbire
soğuk suya dalmak.
çelmek: 1.Yönünü, doğrultusunu
değiştirmek; 2.Met oyununda havaya fırlayan metin ortasına vurarak ileriye
fırlatmak.
çeltik: Yetişmesi için bir tecrübeli çoban yanına verilen
küçük yaştaki acemi çoban; çoban çırağı.
çéncire: tencere
çeñe: Küçükbaş hayvanlara takılan orta boy çan türü.
çeñesini çekmek: Ölen bir kimsenin çenesini başına tülbentle düğümlemek.
çenet: vücutta iki bacağın
birleştiği kısım, kalça
çéñiz: çeyiz
çéñiz almek:
Gelin almadan önce kız evine gidilip indirilen çeyizi teslim alıp erkek evine
getirmek.
çeñiz asmek:
Gelinin çeyizini sergilemek üzere duvara dizmek.
çéñize bakmek:
Sergilenmek üzere asılan çeyizi incelemek.
çéñiz evi:
Çeyizin sergilenip içinde eğlenceler düzenlenen oda.
çéñiz gaynısı:
İndirilen çeyizi götüren kağnı, araba.
çéñiz indirmek:
Sergilenen çeyizi sergiden indirip toplamak.
çente: çanta
çepel/çeper:
Denenin içindeki yabancı madde, taş, sap, saman vs.
çepiş: iki yaşına girmiş keçi
çerçi/çerçici:
Gezgin satıcı.
Çerçimehmet: Hatipoğlu/Gobakoğlu İbrahim’in büyük oğlu
Mehmet Kopan. 1895 Yılında doğdu. Sık sık Afyon’dan bir geceliğine geliş
gidişlerde kullandığı arabası çerci arabasına benzetildiği için lakabı böyle
kaldı. 1962 Yılında vefat etti.
çerçive: çerçeve
çêrek: çeyrek, dörttebir.
Çêrek: Beygirlinin ortanca oğlu Ömer Tüblek. 1953
Yılında doğdu, kısa boylu olması dolayısıyla böyle lakaplandı. Uzun yıllar
demircilik yaptıktan sonra kendini emekli etti.
çerez: Erkek tarafının kız
tarafına verdiği her türlü yiyecek, özellikle kuruyemiş.
Çerkez: 1.Çerkes, 2.Anıtkaya’nın
5 km kadar kuzeybatısındaki Yenice Köyü
Çerkezgırı:
Yenice Köyüne yakın mevki adı.
çéş çıkarmek:
Harmanı savurup deneyi yığmak.
Çete: 1.Mihrioğlu İbrahim’in küçük oğlu Hasan
Hüseyin Eşit. 1916 Yılında doğdu, Kötüosman ve Mehmet Eşit’in küçüğüdür. Erken
dönemde İzmir’e yerleşti, işini kurdu, evlendi ve 1969’da orada vefat etti. 2.Ayanoğlu Ahmet’in oğlu Mehmet Patlar. 1921
Yılında doğdu; Sağırömer, Patlağınismail, Davılcı ve Gaygısızın kardeşidir.
Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Tunanın başkanlığı döneminde Zabıta olarak
görev yaptı. 1984’te vefat etti.
çetireñ: ayaz, dondurucu soğuk
çevirmek: 1.Bir tarlayı, arsayı
sahiplenmek; 2. Hayvanları toplamak veya yönünü değiştirmek.
çevre: Erkeklerin kullandığı
büyük mendil.
çevre almak/vermek: Kız tarafının erkek tarafına cevaplarının olumlu olduğu anlamına
gelen merasim.
çézmek: çözmek
çézilmek: çözülmek
çıbık: Savrulacak tınazın
önüne dikilen, samanı taneden ayıracak çubuk.
çıfıt: kötü niyetli, fitneci
çığımçığım çığırmek: çok bağırmak
çığırmek: 1.türkü söylemek,
2.feryat etmek
çığrışmak:
bağırarak sözlü kavga etmek
çıka çıka gomek: Kendisini ilgilendirmediği hususlarda söze müdahil olmak.
çıkı: küçük bohça, çıkın
çıkılamek:
çıkın haline getirip bağlamak
çıkım: Tarlanın bir ucundan
diğer ucuna varıncaya kadar yapılan iş miktarı. (Bi çıkımlık çapamız galdı.)
çıkım çıkmek:
Çapalama veya nohut mercimek yolmada toplu olarak bir çıkımlık iş yapmak.
çıkıp
da gidivemek: Ansızın kaçmaya başlamak.
çılı çırpı:
(i) Küçük odun veya kuru ot parçaları. (çalı çırpı)
çıltak: Kavgacı, huysuz,
sözünde durmaz.
çırpı: Kadınların başlarına
bağladıkları tülbent.
çıtdadak: Bir şey kırılırken
hafifçe çıkan sesi anlatır.
çıtırpıtır:
Bayramlarda patlatılan, kibrit tozundan yapılmış zararsız şerit patlayıcı,
çatapat.
çıvgın: 1.Kar veya yağmuru
savurarak esen sert rüzgar, tipi; 2.Ağacın dibinden filizlenen taze sürgün,
piç.
çıvmek: 1.Çok hızlı bir
şekilde kaçmak, tüymek; 2.Hızla boyu uzamak. Ergenliğe girmiş çocuklar ve taze
ağaç dalları için kullanılır.
çiğdem/çiydem:
Baharın habercisi, kökünde küçük yumru bulunan çiçek, kardelen.
çiğil/çiyil:
çakıl taşı, iri kum
çiğlemek/çiylemek: Ayçiçeği kellesi veya mısır koçanındaki taneleri çıkarmak.
çikin: çirkin
çikin olmek:
bozulmak, kokmak, bayatlamak, eskimek, yaşlanmak, zayıflamak
çil: Siyah beyaz karışık
boz renk.
çilbir: 1.Atları zabtetmeye
yarayan kayış, terbiye, dizgin; 2.Yoğurt ve yumurtadan yapılan basit bir yemek,
çılbır.
çile: iplik yumağı
Çilefe/Çiloğlan: Apdıramanların Hasan’ın dördüncü oğlu Mehmet
Ayas. 1883’te doğdu, yüzündeki çiller sebebiyle böyle lakaplandı. Gocacurak,
Kirpitçi, Hacıhafız ve Ali’nin kardeşi; Hüseyinhoca ve İresilhocanın
babalarıdır. 1937 Yılında vefat etti.
çilemek: Hafif yağmur yağmak,
çiselemek.
çilenti: Hafif yağış
çilergin: nemli
çilermek: 1.nemlenmek,
2.küflenmek
Çilgarga: Manavların Ahmet eşi Ayşe Öztürk. 1935
Doğumlu, Osmanköylünün Süleyman kızı; Bekçialinin ablası, Hasın anasıdır. 2003
Yılında vefat etti.
çilingir: suratsız, sevimsiz
Çilmahmut: Hassönlerin Hacıefenin ikinci hanımından küçük
oğlu Mahmut Omak. 1909 Yılında doğdu, evinin yanındaki oda hala onun adıyla bilinmektedir.
1984’te vefat etti.
Çinigız: Garmenlerin Ahmet eşi Rabia Geçer. Kekliklerin
Hacıiresilin kızıdır, 1940 yılında doğdu; Ankara’da 2015 yılında vefat etti.
çiñilemek:
1.Kulak çınlamak, 2.Yankılanmak
çinnem/çiynem:
1.Bir çiğneme miktarı, lokma; 2.Çiğneyerek kıvama getirilen bebek yiyeceği.
çinnemek(çiğnemek): 1.Yiyeceği
dişleri arasında ezmek. 2.Bir şeyi ayakları altına alıp ezmek. 3.Motorlu bir
araç tekeri altında bir şeyi ezmek.
çinneyip geçmek: Gereken ilgi ve saygıyı göstermemek.
çirçir: Az akan su
Çirçir: Bir çeşme ve mevki adı.
çirk: 1.Çamaşır yıkamadan
geriye kalan kirli su, 2.Sabun gibi azalan şeylerin küçük parçası.
çirpi: kesilmiş ince dallar
çisenti: az ve hafif yağan
yağmur
çiş çiş: (ü) Bebeklere çiş
yaptırma ünlemi
çiş dutmek:
Çocuğa tuvalet eğitimi vermek.
çit: Bir çeşit yerli kumaş.
Basma türlerinin genel adı.
çit çit: (i) Erkek-dişi iki
kısımdan oluşan düğme düzeneği, kopça
çitibakırı:
Krem deterjan kabının kova olarak kullanılan hali.
çitilemek:
Sinek, pire gibi haşerat ısırmak.
çitili: Birbirine sıkıca
bağlı, dikilmiş.
çitirgin: Ağacın işe yaramayan ince küçük dalları.
çitlemek: Çekirdeğin kabuğunu
iki dişi arasında kırıp tanesini yemek.
çitlik: çiftlik
çitme: at, eşek tekmesi,
çifte
çitmek: 1.Söküğü, deliği
dikerek kapatmak; 2.İki kumaşı yan yana getirip dikişle birleştirmek, 3.Tarağın
dişleri arasını iple sıkıştırmak.
çitmelemek:
Hayvanın arka ayaklarıyla tekme atması, çiftelemek.
çivi gibi:
Çok soğuk.
çivi kesmek:
Çok üşümek.
çivt: çift
çivt çıbık:
(i) İleşberlik yapmak için gerekli araç gereçler.
çivt dikiş:
Sınıfta kalıp aynı sınıfı tekrar etmek.
çivte: çift namlulu tüfek,
çifte
çivte gitmek:
Çift sürmek için tarlaya gitmek.
çivte goşmek:
Hayvanları pulluğa koşmak.
çivt sürmek:
Pullukla toprağı ekilebilir duruma getirmek.
çiye: sarımsak dişi
çiymer: Bir tür sert taş.
çobanaldadan:
Tarla kuşu.
çobançırası: Añ ve gırañlarda yetişip pembe lacivert arası
tonlarda çiçekler açan sert dallı ve diken yapraklı bir ot. Diken görünümlü yaprak
ve çiçekleri sert olmasına rağmen batmaz. Bununla beraber elbiseye sıvanan
bıtırakları temizlemenin en iyi yolu onları çobançırası ile süpürmektir. Belki
bu yüzdendir, nerede bıtırak varsa mutlaka o civarda çobançırası da bulunur.
çobansalığı:
Sürüden hayvan satıldığı zaman çobana ve daha çok çocuğa verilen bahşiş.
çoğu gırda galır: Kırdan dağdan toplanan şeylerde açgözlü olmamak gerekir, ne
kadar çok almak istesen de onun çoğu yine orada kalır.
çokcana: Çok fazla, bol bol.
çok çok: (z) Olsa olsa, en
fazla, azami.
çokdan: eskiden yapılmış, çok
erken yapılmış
çoksözlü: Çok konuşan geveze.
Çolağarif: Veyislerin Körhocanın büyük oğlu Arif Varlı. 1927
Yılında doğdu. Küçükken krıılan kolu yanlış kaynaması nedeniyle böyle
lakaplanmış. 2000 Yılında vefat etti.
Çolağessan: Yörüklerin Ali’nin küçük oğlu İhsan Demir.
Habeşahmet ve Zıhiyeosmanın küçüğüdür. Elinin birkaç parmağı kopuk olduğu için
böyle biliniyor. Erken dönemde yerleştiği Afyon’da yaşıyor.
Çolağıñ Çeşme:
Çayırözü mevkiinde Dananıñçolak Mehmet Kurt tarafından yaptırılan çeşme ve o
çeşmenin bulunduğu mevkinin adıdır.
Çolağömer: Selimlerin Halil oğlu Ömer Salman. 1869
Yılında doğdu. Halilçavuş, Efekçi ve Osman Salman’ın babasıdır. Çevre
köylülerle girdiği bir kavgada kolundan yaralandıktan sonra bu lakapla anılmış.
1938 Yılında vefat etti.
Çolağüseyin: Hacımahmutların Kedivelinin oğlu Hüseyin Ildız.
1913 Yılında doğdu. Bir elinde gözle görülecek kadar parçalanma olduğundan
çolak diye lakaplandı., 1986’da vefat etti.
Çolakahmet: Aslen Akörenli, fakat anası itibariyle Eğretli
Ahmet Bar. Aşşağılıların Efemehmetin anasına içgüveyisi olmuş böylece oğlu
Kelahmet (Ahmet Bar) doğmuştur. Oğlu askerdeyken bulduğu bir bombanın patlaması
sonucu kolu kopmuş, çolak kalmıştır. 1944 Yılında vefat etti.
Çolakali: Türkmenoğlu Halil’in küçük oğlu Ali Tüplek.
1907 Yılında doğdu, Yumrukların dedesidir, 1959’da vefat etti.
Çolakfatı: Emiralilerin Ali eşi Fatma İleri. Berberoğlu
Mehmet Ali kızı olup ana tarafıyla Gademlere dayanır. Çolaklığı hakkında bilgi
yok; bir kızı Zehra, İbiş Tür’ün ilk eşidir. 1940 Yılında, 64 yaşındayken vefat
etmiş.
Çolakmusa: Türkmenoğlu Ömer’in büyük oğlu, Arzı Ninenin
torunu Musa Türkmenoğlu/Tüblek. 1895 Yılında doğdu. Bir kavgada kolu kopunca bu
lakapla anılmaya başladı. 1956 Yılında vefat etti.
çor: 1.Dert, keder,
hastalık, kusur; 2. tuz, tuzlu
Çoraklık: Gazlıgöl’de dambeş
sıvamak için çorak getirilen yer.
çorbeci: tüccar (çorbacı)
Çorbeciguyusu:
Hacaliler/Çorbeciler tarafından yaptırılan sereñli kuyu ve o mevkinin adı.
çorlanmak:
Hastalanmak, dertlenmek; 2.Meyve özürlenmek.
çorlu: 1.Hastalık nedeniyle gelişmemiş
kişi, hayvan, ağaç; 2.Dolu, yağmur gibi sebeplerle lekelenmiş meyve, sebze.
Çorluya çor, gözele
gözel: Herkes dengiyle
evlenmelidir.
çoyneşmek: uyuşmak
çöğür: dikenli kuru ağaç
dalı, çalı
çökgün: Ruhen ve bedenen
çökmüş olan.
çöküntü: bir bina veya dam
çökmesinden geriye kalan ahşap malzeme
çölmek: çömlek
çömmek: Dizlerini kırıp
ayakları üzerinde durmak, çökmek.
çömelmek: çökmek, çömmek.
Çönehalil: Arapların Sarımısdıfanın küçük oğlu Halil.
1877 Yılında doğdu, neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Gavasibrahim ve
Devecinin babasıdır, 1930 yılında öldü.
çul: 1.Eski püskü elbise,
2.Hayvanları soğuktan korumak için üzerine örtülen bez.
çullanmak:
Toplanmak, üzerine çökmek, yığılmak.
Çullu: Hacıların Ahmet oğlu Mustafa. 1880 Yılında
doğdu, 1915’te Musul’da şehit oldu. Çulluların
Mustafa, Mehmet ve Muhittin Azbay’ın dedeleridir.
Çullugızı: Bolvadinli Kelbekir oğlu Alosmançavuşun eşi
Şerife Haykır. 1915 Yılında doğdu, Çullumustafa kızı olduğu için böyle
lakaplanmış. 1995 Yılında vefat etti.
çulunu almek:
Av köpeğinin sırtındaki örtüyü alarak ona koşma talimatı vermek.
Çunku: Sağırların Ramazan oğlu Hamza Sancak. 1912
Yılında doğdu. Çünkü kelimesini kendine has tarzda telaffuz edince bu söz
lakabı oldu. 2003 Yılında vefat ettikten sonra küçük oğlu Ahmet de bu lakapla
anılıyor.
çuvalâzı açıvemek: Rahatça içine tahıl koyması için birine yardım amacıyla çuvalı
açık tutmak.
çük: erkek çocuk cinsel
organı
çükdeliği:
kemersiz pantolon dikerken erkek çocukları için önde bırakılan delik
çükünü kesdirmek: Sünnet olmak, sünnet ettirmek.
çükü şişmek:
Çok istediği bir şeyi yiyemeyen çocukta araz kalacağına inanılır.
Çürükayşa: Sıntırların Kelhasanın Ali’nin eşi Ayşe İnanır.
Musluların Çürükyusuf kızıdır, bu yüzden babasının lakabıyla anıldı. 2011
Yılında vefat etti.
çürük çarık:
(i) Çürümüş, yarı çürümüş veya az kaliteli meyve sebze.
çürüklenmek:
şüphelenmek, kuşkulanmak
Çürükyusuf: Musluların İbrahim oğlu Yusuf Efe. 1916 Yılında
doğdu, Gavuralinin kardeşidir. Zayıf bünyesi, hasdacak yapısı sebebiyle böyle
lakaplanmış. 1942 Yılında vefat etti.
çüş: Eşek durdurma ünlemi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder