15 Şubat 2024

deve yapmek - düzen takan

 
deve yapmek: 1.Düğünlerde gençlerin topluca deve maketi yaparak oynadıkları köy oyunu; 2.Çocuğun elindeki yiyeceği kapma bahanesi.

deveynen dombey: Önemsiz şeyleri tanımlamada başvurulan bir tabirdir, genellikle olumsuzlanarak kullanılır. (Amaan deveynen dombey değil ya, olmazsa olmasıñ.)

dévemek: Söylemek, şikayet etmek (Bubaña dévicen)

deve zevlesi: iriyarı ve hantal kişi

devir: Ölenin namaz, oruç borçları için toptan sadaka verip alma işlemi. Aslında verilmez, verilip geri alınır, defalarca arada devreder durur.

devirini sürmek: Ölünün hesap edilen namaz ve oruç borçlarının kefaretini sadaka olarak ödemek.

devriş: derviş

Devriş: 1.Gavureyübün oğlu Mehmet Aydın. 1927 Yılında doğdu; büyük dedesi ve dedesi gibi lakaplandı, ‘Sakallı’ da derlerdi. 2011’de vefat etti.  2.İbişlerin İbiş oğlu Eyüp Tür. 1929 Yılında doğdu, 2013’te vefat etti. 3.Terlemezoğlu Yusuf’un ilk hanımından küçük oğlu Mehmet Terlemez. 1929 Yılında doğdu, 1998’de bisikletteyken traktör çarparak vefat etti. 4.Gobakların Hasan oğlu İbrahim Kopan. Gocayusufun küçüğü, Arif Kopan’ın büyüğüdür; 2021’de vefat etti.

Devrişahmet: Aynaoğlulardan Mustafa oğlu Ahmet, 1874’te doğdu. Ayanoğlu Halil’den dul kalan Tureş (Ayşe) Hanımla evlendi. Seydi Ahmet adında bir oğlu olduysa da çok yaşamadı; önce oğlu sonra kendisi art arda vefat ettiler.

Devrişhalil: Eyüplerin Ahmet oğlu Halil. Ne zaman doğduğu bilinmiyor, yirminci yüzyılı göremeden ölmüş. Devrişhalil diye bilinen bu zatın oğlu yok; beş kızı var. Ayşe, Küpelilerin Güccükmehmedin anası; Fatma, Godalömerin anası; Havva, Kırtişinapilin anası; Zele, Çerçimehmedin anası ve Fadime de Aliefenin anasıdır.

Devrişmehmet: Çorcalıoğlu Mehmet. Ne zaman doğduğu bilinmiyor, 20. yy başında vefat etmiş. Eyüplerin Devrişhalilin damadı; Godalömer, Büzükhalil ve Gavureyübün babasıdır. Kayınpederi gibi Devriş diyelakaplanmış, kendinden sonra ailesine Devrişmehmetler denilirken bu söz zamanla Devrimbeşlere dönüşmüştür.

deyen gitdi: Az önceki dediklerimden ve iddialarımdan vazgeçtim, anlamında bir sitemli tepki sözü.

deyi: (e) değil

deyişleme: Tek başına veya karşılıklı olarak doğaçlama söylenen mani, destan, şiir, şarkı, türkü.

deymen: değirmen

deymenci: değirmen sahibi

déze: 1.Teyze, 2.Tanıdık Çingene kadınları.

dıdılamek: Üşümek, üşüme sebebiyle titremek.

dıdınıñ dıdısı: (i) Uzak akraba.

dıdının dıdısı, keserin düğdüsü: Çok uzak akraba.

dıgak: gaga

dıgaklamak: 1.Gagalamak, 2.(mec) Yemeğin üstünden gizlice bir parça almak

dıgılamek: 1.Keser veya çapa ile hafif vurmak, 2.(mec)Çalışıyor gibi yapmak, 3.Sessizce konusuz sohbet edip vakit geçirmek.

dıgıldamak: Ufak işlerle uğraşmak.

dığan: Dzun ve tek kulplu tava

dığan ağızlı: Alt çenesi dışarı doğru çıkkın yapıda olan.

dığancücüsü: gaygına, krep

dığdınıñ dığdısı, keseriñ düğdüsü: Akla en son gelecek, önemsiz kişi.

dığıl dığıl: (s) Birbirine yapışmamış, tane tane.

dıkeç: Deliği veya bir kabın ağzını tıkamak için kullanılan şey, tıkaç.

dıkım: lokma

dıkma: karısına ait evde oturan kimse

Dıkma: Kırtişoğlu Apil’in küçük oğlu Mevlüt Özen. 1937 Yılında doğdu, Gıbış ve Gocibanın küçüğüdür;  2023’te vefat etti.

dıkmak: Çok doldurmak.

dımıl dımıl: (s) Çok parlak ve temiz nesneler için kullanılır

Dıñali: Kinislerin Hasan oğlu Ali. Kumpirhasanın emmisidir; 1860’ta doğup 1930 yılında vefat etti.

dıñdıñ: (i) Çocuk dilinde saz gibi müzik aletleri.

dınga: Baş ve orta parmak ile vurma

dıngalamek: Baş ve orta parmak ile vurmak veya bu şekilde küçük şeyler fırlatmak.

dıngıldamek: Sürekli olarak gerekli gereksiz konuşmak.

dıngırdamek: Söz dinlememek.

dıngırdatmek: Alay etmek, işletmek, eğlenmek, dalga geçmek.

dıngil: Gözleri iyi görmeyen ve buna bağlı olarak yanlış hareket eden.

dıñılamek: 1.Kaçmak, 2.Fıtçı (topaç) dönerken ses çıkarmak.

dıñlamek: Arı, sivrisinek gibi böcekler ses çıkarmak.

dılıcan: Aceleci, yerinde duramayan

dırmıkcı: Desteciden sonra veya sap yükleyenlerden sonra tırmık çekerek tarlayı temizleyen kimse.

dırmılamek: Sap yükledikten sonra yolda dökülecekler tarlada dökülsün diye arabayı tırmıkla taramak (tırmıklamak).

dırmıntı: Ekin toplandıktan sonra geriye kalan ve tırmıkla tekrar toplanan döküntüler.

dırnak gadâ: Küçük çocuktan bahsederken söylenir.

dışa çıkmak/dışa gitmek: Tuvalete gitmek, abdest bozmak.

dışarıyı süpürmek: Her sabah sokakta kendi kapısının önünün genel temizliğini yapmak.

dızığa dızığa: (z) Büyük bir şevk ve istekle, koşa koşa

dızıkmek: koşmak

dibinde bitmek: Yanıbaşında birden bire ortaya çıkmak.

dibine dutmek: Pişen yemek tencere veya tava dibine yapışmak.

dibini gazımek: (mec) Olayın aslını öğrenmek için ince ayrıntılarını araştırmak.

didilemek: 1.Elle kurcalamak, didiklemek, karıştırmak; 2.Pişmiş et gibi yumuşak bir şeyi elle tutup çekerek parçalara ayırmak.

didişgen: Tartışmayı seven, geçimsiz, kavgacı.

difan: Şiddetli doğal afet, tufan

diğrek: 1.İyi pişmemiş, sert diri kalmış yiyecek; 2.Dik, sert, katı; 3.Meyve ve sebzelerin sert, diri hali; 4.Dinç ve kuvvetli; 5.Ütülü, düzgün, gergin

dik: Söz dinlemez, inatçı, kendi bildiğini okuyan.

dikgafa: İnatçı

dik gelmek: Muhalefet etmek, itiraz etmek, kafa tutmak, diklenmek

Dikhasan: Emetilerin Mehmet oğlu Hasan Kaya. 1937 Yılında doğdu, inatçı kişiliği sebebiyle böyle lakaplandı. 2004 Yılında vefat etti.

dikilmek: 1.Ayakta durup beklemek, 2.Vücudun belli yerine sancı girmek, saplanmak.

dikine gitmek: Yapılan uyarıları dinlemeyip bildiği gibi davranmak.

dikme: Ağaç direk

dikme/dikmecik: Ekilmeye hazır küçük soğan tanesi

dikmek: Kutu, bilye, ceviz, ilik, aşık oyunlarında sermayeyi ortaya koymak, ileri sürmek.

dil: 1.Sürgülü kilidin sürülerek kilitlenmeyi sağlayan aksamı, 2.Kandilin alevi

dilbaz: Ağzı laf yapan, güzel konuşabilen.

dilber/dilberi/dilberim: Güzel, iyi, kaliteli, uygun, münasip

dildirmek: Tomruğu tahta haline getirmek.

dilganadan: Sarmaşık gibi büyüyen, üstü küçük dikenli bir ot (dil kanatan)

dilgi: 1.Haşhaş kapsülünü sakızını almak maksadıyla çizme aleti; 2.Tomruk dilme aleti, bıçkı.

dilgöz: Kadınların örerek oyalarında kullandıkları ortası yüzük gibi delik halka kalıp.

dili açılmek: Bir sebeple konuşamayan kimse konuşmaya başlamak.

dili ağırleşmek: Hastalık nedeniyle güçlükle konuşmak.

dili dönmemek: Bir sözciği doğru dürüst söyleyememek.

dili durmamek: Çok konuşmak, söylenmemesi gereken şeyleri de söylemek.

dilik: 1.Yarılmış, kesilmiş; 2.Koyun keçi ve büyükbaş hayvanların kulağına, tanınması için kesikler açmak suretiyle yapılan damgalama. Kesik sayısına göre damga değişebilir; 3.Bir şeyin ucunu bıçakla tam kesmeden hafif aralamak.

dilinden gurtulamamek: Birinin eleştiri, sitem, sataşmasına maruz kalmak.

diline firdetmek: bir şeyi sürekli tekrarlamak, vird etmek

diliniñ ucunnan: (z) gönülsüz, yarım ağızla

dilli düdük: Geveze, çok konuşan.

dilme: Dört köşe kesilmiş ağaç, tahta.

dilmek: 1.Ekmek gibi bir şeyi dilim dilim kesmek. 2.Yarmak

din: örgüde ilmek

Diñdiñdede: Hacıların Süleyman oğlu Ali Azbay. 1896 Yılında doğdu, Davılcıarifin kardeşidir. Başka lakapları da vardı, Kelali gibi; bu anlamda Kelalinin Halit’in babasıdır. İşgalci Yunanlara karşı mücadelesindeki cesurluğu hala anlatılır. Sonradan geçirfiği bir rahatsızlık sonucu çok tekrar ettiği diñdiñ sesi kendine lakap olmuş. 1966 Yılında vefat etti.

diñelip galmek: 1. Birdenbire ağrı oluşmak, 2.Ses yayılmak, ortalığı kaplamak.

diñelmek: Ayağa kalkmak, ayakta durmak

diñeltmek: 1.Dikmek, dik tutmak; 2.Ağaç, sırık gibi şeyleri dikmek; 3.Ayağa kaldırmak, ayakta tutmak.

dingildek: 1.Yerinde sağlam durmayan, yıkılmaya meyyal, 2.Yüksek, dengesi bozuk yük.

dingildemek: 1.Yerinde oynak hale gelmek, sallanmak; 2.Zorlukla ayakta durabilmek.

diñgin: (s) 1.Kuvvetsiz, zayıf, yorgun; 2.Durgun, sessiz, düşünceli; 3.Akmayan çeşme

dini gaçmek: Örgüde bir ilmek çözülünce bütün bir sıra sökülmek.

diniman: (i) Dini konular

dinimanı para: Paradan başka düşüncesi olmayan kimse için söylenir.

din iman toz duman: Dini değerlere dokunarak küfretmek.

dinine yandığım: Öfkeli duyguları belirtmede kullanılan sövgü sözü.

diñmek: Çok yorulup gücünü kaybederek iş göremez hale gelmek.

diñnemiyin: Elbette yaptım, bana ne engel olabilir (dinler miyim)

diñnenmek: dinlenmek

diñnendirmek: Çalışan bir kişinin işini sürdürerek onun dinlenmesini sağlamak.

dip: 1.en alt kısım, taban; 2.eski, en eski; 3.kök, köken; 4.yakın, çok yakın; 5.uzak

Dipçatalüyük: Çatalüyük’ün daha arkasındaki mevki adı.

dipdede: atalar, dedeler; dedenin dedesi

dipdibe: (i) komşu, yan yana

dipi gazığı: Bedence sağlıklı.

dipi gibi: güçlü, kuvvetli, sağlıklı

diplemek: Saç dibindeki bitleri ayıklamak.

dipsiz kile boş ambar: Çalışıp çabalamalar, emekler sonuç vermediğinde söylenir.

direkman: (z) Dolaysız olarak, doğrudan.

direklemek: (mec) Oruç tutmamak. Mazmunun altında yatan hikaye ilginçtir. Günün ortasında öğle vakti, oruç sağlamlaşsın diye altına direk vurulur; yani yemek yenir.

direm: 1.Ağırlık ölçüsü, dirhem; 2.Çok az, bir parça.

diremek: 1.Bir şeyi dikine koymak, 2.İnat ve ısrar etmek, diretmek.

dirgen: Sap veya ot toplayıp atmaya yarayan, ağaçtan olanı iki; demirden olanı 3-4-5 dişli olabilen alet.

diri: 1.sağlıklı, 2.pişmemiş yiyecek

dirlik: 1.sağlık, afiyet; 2.geçimin yolunda olması, servet

dirsek: Buğday, arpa sapının boğum yeri.

dirsek çürütmek: Okuyup öğrenmek, bir işte ömür boyu emek tüketmek.

dişe daş çıkmek: Alışılmışın dışında tepki veren sert biriyle karşılaşmak.

dişemek: 1.Çocuğun dişlerinin ilk kez çıkması; 2.Düğenin altına çakmak taşlarının takılması; 3.tırmığa dişlerinin takılması, 4.Testere ve bıçkılara diş açmak.

diş evi: Düğenin altında çakmak taşlarının çakıldığı oyuklar.

dişeylemek: Ucu tırtıllı çekiçle değirmen taşı veya başka bir şey üzerine diş yapmak.

dişeyli: kadın, dişi (dişi ehli)

diş göllesi: Çocuğun diş çıkarmasını kutlamak için haşlanan buğday veya mısır.

dişi goymamek: Yaşlılıktan veya yiyeceğin sertliğinden dolayı dişlerin kesmemesi.

ditmek: 1.Ot, yün gibi şeylerin topaklanmış kısımlarını gevşetmek; 2.Haşlanmış eti elle parçalara ayırmak.

diz boyu: Dize kadar, çok fazla.

dizleri kesilmek: Dizlerinde güç kalmamak.

dobura dobur: (i-z) 1.Mert, dobra; 2.Dolambaçlı yollara sapmadan, doğrudan

Dodiri: Manavın Körmustafanın küçük oğlu Mehmet Ali Öztürk. Sonradan şoför esnafı oldu, lakabının bununla ilgili olup olmadığı bilinmiyor. 1988 Yılında vefat etti, oğlu ve torunları da bu lakapla anılmaktadır.

doğru durmek: Uslu durmak, yaramazlık yapmamak.

doğu: Doğurma olayı, doğum

doğuluk: 1.Yeni doğan çocuğa götürülen hediyeler; 2.Yeni doğum yapmış kadına ve bebeğe yapılan ziyaret.

Doğveli: Veyisoğlu Halil’in büyük oğlu Veli. 1838 Yılında doğdu, Böbüdedenin abisidir. Kulaklarının yapısı sebebiyle böyle lakaplamışlar. 1925 Öncesinde vefat ettiği tahmin ediliyor. Sonradan oğlu Mehmet’ten torunu Halil İbrahim Varlı da Doğveli diye anılacaktır. Bu küçük Doğveli Halil İbrahim 1964’te vefat etti.

doha/dova!: Öküzü durdurma ünlemi.

dokanmak: 1.Temas etmek, ellemek; 2.Yenen bir şey mideyi rahatsız etmek, dokunmak.

dokuzan: doksan

dolak: Bacağa çarıktan önce sarılan çaput ya da yün sargı.

Dolak: 1.Dolaksızın Salih’in küçük oğlu Mehmet Kırım. 1914 Yılında doğdu, uzun bir süre cezaevine düşünce evi dağıldı. 1981’de vefat etti. 2.Aliciklerin Çakıribanın ortanca oğlu Ahmet Ata.

dolalı: sarılmış, dolanmış

dolama: Bir hayvan hastalığı.

dolambeş: dönemeç, viraj

dolambeşli: kıvrımlı, virajlı

dolanmek: 1.Özel olarak bir yeri veya kişiyi ziyaret etmek; 2.Erkek aşık olduğu kıza kur yapmak.

dolaplı: Makara sistemiyle çalışan kuyu.

dolav: duvara gömülü dolap

doldurmek: 1.Yalan sözler ve dedikodu ile birini başkasına karşı kışkırtmak. 2.Patetes, günaşık, mısır, fasülye gibi şeyleri çapalamak.

doleşik: Düğümlenmiş, dolaşmış ip, tel benzeri şeyler.

doleşim: Sap arabasında her bir sap katı (dolaşım). Genelde 4-5 doleşim yüklenir.

domalan: Yer altında kalıp toprak yüzüne çıkmayan, patatese benzer bir mantar çeşidi. Bu kelime uygunsuz sorulara verilen alaylı bir cevap olarak da kullanılır. (-Ne yiyoñ? –Domalan!)

dombey: manda, camız, malak

Dombeyalanı: Dağda bir mevki adı.

dombeycik: Kendini toprağa kıçı üzerine gömen bir böcek.

dombey eriği: Kuş yumurtasına benzer, üzerinde dikey bir çizgi bulunan, mor renkli erik türü.

dombeyli: tarla kuşu

Dombeyli: İşofun büyük oğlu Mehmet Okutan. 1936 Yılında doğdu, 2021’de vefat etti.

domine: Domino oyunu

domine demek: Domino oyununda son taşı vurup kazanmak.

don: 1.pantolon, 2.şalvar

doña çekmek: Hava ayazdan suları donduracak kadar soğumak.

doncek: üzerinde yalnız pantolon bulunan, yarıçıplak

donnuk: Şalvar dikilecek büyüklükte basma kumaş (donluk)

donunuñ ağını toplayamamek: Kendi işini bile göremeyecek kadar beceriksiz ya da güçsüz olmak.

donunu tumanını geymek: Giyinmek

doñuz: yaban domuzu

Doñuzbuñarı: Çirçir’in ötesinde bir çeşme ve mevki adı.

doñuzeliniñ körü: Uygunsuz sözlere karşı tersleme sözü.

doñuz gütmek: (mec) Bayramda yatmak. Sahur dolayısıyla bozulan uyku düzeninden ötürü Ramazan Bayramında uyku basar. Bayram günü uyumanın sakıncası böyle anlatılır.

doñuz pancarı: Yaprakarı pancara benzer fakat kökü çok acı, genelde domuzların yediği bir dağ bitkisi.

doñyağı: Hayvanın iç yağlarının eritilip dondurulmasıyla elde edilen yağ.

Doruk: Turabinin küçük oğlu Mehmet Külte. 1914 Yılında doğdu, neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Evlenmedi, 1974’te yalnız öldü.

doruklamek: Bir kabı tepeleme doldurmak.

doruklu: tepeleme dolu

dovâ: dua

dovâcı: duacı

dökmek: Sebze ürün vermek.

döküle galasıca: İlenç sözü.

döküp düşünmek: İyice araştırıp etraflıca düşünmek ve karar verme aşamasına gelmek.

döl: 1.Sperm, 2.Hayvanların yavruları, 3.Sebzelerin meyvesi

döl dökmek: Sebzeler ürün vermeye başlamak.

döl döş: (i) Soy sop, nesil; çoluk çocuk.

döle yatmek: Sebzeler ürün vermeden önce çiçek açmak.

döllemek: Sebzelerde ürün görünür hale gelmek.

döllü döşlü olsuñ: Yeni evlenenlere edilen dua.

dölüm: 1.Kırk adımlık uzunluk ölçüsü, 2. 40X40 adımlık alan ölçüsü, dönüm.

dölüm başı: Çift sürmeye başlanılan yer.

döndermek: 1.Döndürmek, çevirmek; 2.İdare etmek, çekip çevirmek.

dönembeş: Köşebaşı, yolun kıvrım yeri, viraj (dönemeç)

dönembeşli: kıvrımlı

döngel: muşmula

dönmek: 1.Rengi değişmek, 2.Sebze olgunlaşmaya başlamak, 3.Yemek bozulmaya başlamak, 4.Güneş batmaya yüz tutmak, 5.Eğrilmek, bükülmek.

döñüşlü: Kardeşler arasında nöbetleşe ekilen babadan kalma tarla.

dördelli bayılmek: sereserpe yatmak

dörpü: Kalın dişli eğe, ağaç eğesi, törpü.

dörtgurplu: Büyük hamur yoğurma teknesi (dört kulplu)

dörtleme: 1.Tarlayı dördüncü kez sürme, 2.Ağacı dört yüzü olacak şekilde yontup düzeltme

döşme: Kiriş ve direk olarak kullanılabilecek ağaç, döşeme.

döşmelik: Döşme olmaya uygun uzun ve düzgün ağaç.

döşşek: döşek, yatak

döyeç: 1.Tahta havan eli, 2. Havan/dibekte malzeme dövmeye yarayan ağaç tokmak.

döyerbiçer: biçerdöğer

döymek: ezmek, parçalamak (sarımsak döymek, günaşık döymek, et döymek)

döyüş: kavga, dövüş

döyüşgen: kavgacı

dubakam:  (e) “Biraz bekle, az sabırlı ol” anlamında edat. (dur bakalım)

dubaken: (e) “Sen çekil, işe ben el atayım” anlamında edat. (dur bakayım)

dubi: dur hele

dulgarı çocuğu: Babasız büyüdüğü için terbiyesiz ve görgüsüz olan çocuk.

duluk: şakak

dumağı: nezle, grip, soğuk algınlığı, öksürük

duman atdırmek: Kasıp kavurmak, kırıp geçirmek.

Dumnu: Halk arasında Kütahya’nın Dumlupınar ilçesi.

dunuk: Donuk, mat, bulanıkça, rengi bozuk, net olmayan şeyler.

duragomek: Beklemek, sabretmek.

durdan susdan añnamamek: Çocuklar uyarıları dikkate almayıp yaramazlığa devam etmek.

durdurmek: Direği dikey pozisyona getirmek, direk dikmek.

durlamek: Çamaşır ya da bulaşığı yıkadıktan sonra temiz sudan geçirmek, durulamak.

durlu: 1.Yıkama işi bitmiş, temizlenmiş şeyler; 2.Temiz su

duru: Koyu olmayan, çok sulu yemek.

durultmek: Koyu bir şeyi suyla inceltmek, sulandırmak.

durumu bozulmek: İşi ya da parasal gücü kötüleşmek.

durumu düzelmek: İşi ya da parasal gücü iyileşmek.

duruñ susuñ demek: Sözü geçen büyükler, kavganın taraflarını sakinleştirmek.

dusen: Tehdit, öfke ve intikam beklentisi içeren bir söz, (dur sen)

dutam: Elle tutulacak miktarda, tutam.

dutamak: 1.Kulp, sap; 2.İpucu, gerekçe, dayanak noktası, avantaj vs. (tutamak)

dutar: Arap alfabesinde harfleri birleştirme işareti.

dutdurmek(tutturmak): 1.Hastalığı tedavi amacıyla o alanda uzman bir geleneksel hekime okutarak dua ettirmek. 2.Ateşi tutuşturmak, 3.İki nesneyi birleştirmek, 4.Arap alfabesindeki harfleri bağlayarak hecelemek.

dutmek: Sütün peynir veya yoğurt olarak kıvamında mayalanmış olması.

dutuğeç: Ocaktaki yemek, fırındaki tepsi gibi sıcak şeyleri tutmaya yarayan bez.

duzağısı: Çok tuzlu yemek, yiyecek. (tuz ağısı)

duz bızılamek: Çok kaygılanmak, tasalanmak.

dübülek: Bakır kap, tencere

düdü: Çocuk dilinde sığır.

düdükcü: Düğün çalgıları içinde nefesli olanları öttüren.

Düdükcü: Arapselimlerin Mehmet oğlu Ramazan Zenger. 1915 Yılında doğdu. Kelhalil ile birlikte davul zurna ekibi idiler, zurna öttürdüğü için ona Düdükçü derlerdi. 1996’da vefat etti.

düğdü/düydü: Ağzı kırılan balta veya keserin çekiç olarak kullanılan arka tarafı.

düğen/düven: Harmanda arpa buğday sapını altındaki keskin taşlarla ezen alet

düğene binmek: Hayvanların çektiği düğene eğlence olsun diye çocukların binmesi

düğlek/düylek: 1.Ufak, yuvarlak bir kavun türü; 2.Araba tekerleğinde dingil yuvasının bulunduğu ve parmak çubukların takıldığı başlık.

düğmek: Düğümlemek, düğüm atmak. (Düğdüm düğdüm, ipiñ olanı kısaldı.)

düğü: ince bulgur

düğülcük: Çorba, helva, muhallebi gibi şeyler pişirilirken içinde kalan küçük un topakları.

düğülmek: Yenilen bazı yiyecekler midede erimeyip sert bir şekilde kalmak.

düğün arpasınnan at tavlanmaz: Henüz elde olmayan şeye güvenerek gelecek şekillendirilmez.

düğüncü: Düğün esnasında erkek tarafından olup damada yakınlığına göre dercelendirilen ve halka bazı ikramlarda bulunması gereken kişi.

dük: Aşık oyununda aşık kemiğinin bir pozisyonu.

dükgan açık galmek: Pantolon düğmeleri iliklenmemiş olmak.

düm: Çocuk dilinde su.

dümbek: Tasavvuf müziği aleti, kudüm

dünek: 1.Kümeste tavukların tünediği sırık, 2.Huzur

dünemek: 1.Kümes hayvanları tünemek, 2.Uyumak

dün gibi: Çok yakın zamanda olmuş, yaşanmış gibi.

düñürcü: görücü

düñür gitmek: Bir erkek için kız istemeye gitmek.

düñya evine girmek: Evlenmek.

düñya malı: Servet, mal mülk.

düpürtü: 1.derinden gelen ayak sesi, 2.İçten gelen kalbin atış gürültüsü

dürü: Hediye, hediye bohçası.

dürülmek: 1.Katlanarak kıvrılarak toplanmak, 2.Lahana yaprakları kıvrılarak top haline gelmek.

dürüp bıkmek: Kumaş benzeri şeyleri katlayarak yerleştirmek.

dürülü: Katlanmış, düzenli.

düşde türede yok: Akla hayale gelmedik, henüz tasarlanıp planlanmamış.

düşüp şaşmek: Hasta veya yaşlı kimse kalkamayacak biçimde düşmek.

düyene goşmek: Hayvanları harman sürmek için düvene koşmak.

düyen sürmek: Düvenle harman sürmek.

düyününde galbırınan hoşaf daşımek: Bekar bir kimseye büyük bir yardımda bulunma sözü.

düzen: alet takımı

düzenlik: Geçim, huzur, uyum

düzen takan: alet edevat, araç gereç



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder