deveynen dombey: Önemsiz şeyleri tanımlamada başvurulan bir
tabirdir, genellikle olumsuzlanarak kullanılır. (Amaan deveynen dombey değil
ya, olmazsa olmasıñ.)
dévemek: Söylemek, şikayet
etmek (Bubaña dévicen)
deve zevlesi:
iriyarı ve hantal kişi
devir: Ölenin namaz, oruç
borçları için toptan sadaka verip alma işlemi. Aslında verilmez, verilip geri
alınır, defalarca arada devreder durur.
devirini sürmek: Ölünün hesap edilen namaz ve oruç borçlarının kefaretini sadaka
olarak ödemek.
devriş: derviş
Devriş: 1.Gavureyübün oğlu Mehmet Aydın. 1927 Yılında
doğdu; büyük dedesi ve dedesi gibi lakaplandı, ‘Sakallı’ da derlerdi. 2011’de
vefat etti. 2.İbişlerin İbiş oğlu Eyüp
Tür. 1929 Yılında doğdu, 2013’te vefat etti. 3.Terlemezoğlu Yusuf’un ilk
hanımından küçük oğlu Mehmet Terlemez. 1929 Yılında doğdu, 1998’de
bisikletteyken traktör çarparak vefat etti. 4.Gobakların Hasan oğlu İbrahim
Kopan. Gocayusufun küçüğü, Arif Kopan’ın büyüğüdür; 2021’de vefat etti.
Devrişahmet: Aynaoğlulardan Mustafa oğlu Ahmet, 1874’te
doğdu. Ayanoğlu Halil’den dul kalan Tureş (Ayşe) Hanımla evlendi. Seydi Ahmet
adında bir oğlu olduysa da çok yaşamadı; önce oğlu sonra kendisi art arda vefat
ettiler.
Devrişhalil: Eyüplerin Ahmet oğlu Halil. Ne zaman doğduğu
bilinmiyor, yirminci yüzyılı göremeden ölmüş. Devrişhalil diye bilinen bu zatın
oğlu yok; beş kızı var. Ayşe, Küpelilerin Güccükmehmedin anası; Fatma,
Godalömerin anası; Havva, Kırtişinapilin anası; Zele, Çerçimehmedin anası ve
Fadime de Aliefenin anasıdır.
Devrişmehmet: Çorcalıoğlu Mehmet. Ne zaman doğduğu
bilinmiyor, 20. yy başında vefat etmiş. Eyüplerin Devrişhalilin damadı;
Godalömer, Büzükhalil ve Gavureyübün babasıdır. Kayınpederi gibi Devriş
diyelakaplanmış, kendinden sonra ailesine Devrişmehmetler denilirken bu söz
zamanla Devrimbeşlere dönüşmüştür.
deyen gitdi:
Az önceki dediklerimden ve iddialarımdan vazgeçtim, anlamında bir sitemli tepki
sözü.
deyi: (e) değil
deyişleme:
Tek başına veya karşılıklı olarak doğaçlama söylenen mani, destan, şiir, şarkı,
türkü.
deymen: değirmen
deymenci: değirmen sahibi
déze: 1.Teyze, 2.Tanıdık
Çingene kadınları.
dıdılamek:
Üşümek, üşüme sebebiyle titremek.
dıdınıñ dıdısı:
(i) Uzak akraba.
dıdının dıdısı, keserin düğdüsü: Çok uzak akraba.
dıgak: gaga
dıgaklamak:
1.Gagalamak, 2.(mec) Yemeğin üstünden gizlice bir parça almak
dıgılamek:
1.Keser veya çapa ile hafif vurmak, 2.(mec)Çalışıyor gibi yapmak, 3.Sessizce
konusuz sohbet edip vakit geçirmek.
dıgıldamak:
Ufak işlerle uğraşmak.
dığan: Dzun ve tek kulplu
tava
dığan ağızlı:
Alt çenesi dışarı doğru çıkkın yapıda olan.
dığancücüsü:
gaygına, krep
dığdınıñ
dığdısı, keseriñ düğdüsü: Akla en
son gelecek, önemsiz kişi.
dığıl dığıl:
(s) Birbirine yapışmamış, tane tane.
dıkeç: Deliği veya bir kabın
ağzını tıkamak için kullanılan şey, tıkaç.
dıkım: lokma
dıkma: karısına ait evde
oturan kimse
Dıkma: Kırtişoğlu Apil’in küçük oğlu Mevlüt Özen.
1937 Yılında doğdu, Gıbış ve Gocibanın küçüğüdür; 2023’te vefat etti.
dıkmak: Çok doldurmak.
dımıl dımıl:
(s) Çok parlak ve temiz nesneler için kullanılır
Dıñali: Kinislerin Hasan oğlu Ali. Kumpirhasanın
emmisidir; 1860’ta doğup 1930 yılında vefat etti.
dıñdıñ: (i) Çocuk dilinde saz
gibi müzik aletleri.
dınga: Baş ve orta parmak ile
vurma
dıngalamek:
Baş ve orta parmak ile vurmak veya bu şekilde küçük şeyler fırlatmak.
dıngıldamek:
Sürekli olarak gerekli gereksiz konuşmak.
dıngırdamek:
Söz dinlememek.
dıngırdatmek:
Alay etmek, işletmek, eğlenmek, dalga geçmek.
dıngil: Gözleri iyi görmeyen ve buna bağlı olarak
yanlış hareket eden.
dıñılamek:
1.Kaçmak, 2.Fıtçı (topaç) dönerken ses çıkarmak.
dıñlamek: Arı, sivrisinek gibi
böcekler ses çıkarmak.
dılıcan: Aceleci, yerinde
duramayan
dırmıkcı: Desteciden sonra veya
sap yükleyenlerden sonra tırmık çekerek tarlayı temizleyen kimse.
dırmılamek:
Sap yükledikten sonra yolda dökülecekler tarlada dökülsün diye arabayı tırmıkla
taramak (tırmıklamak).
dırmıntı: Ekin toplandıktan
sonra geriye kalan ve tırmıkla tekrar toplanan döküntüler.
dırnak gadâ:
Küçük çocuktan bahsederken söylenir.
dışa çıkmak/dışa gitmek: Tuvalete gitmek, abdest bozmak.
dışarıyı süpürmek: Her sabah sokakta kendi kapısının önünün genel temizliğini
yapmak.
dızığa dızığa:
(z) Büyük bir şevk ve istekle, koşa koşa
dızıkmek: koşmak
dibinde bitmek:
Yanıbaşında birden bire ortaya çıkmak.
dibine dutmek:
Pişen yemek tencere veya tava dibine yapışmak.
dibini gazımek:
(mec) Olayın aslını öğrenmek için ince ayrıntılarını araştırmak.
didilemek:
1.Elle kurcalamak, didiklemek, karıştırmak; 2.Pişmiş et gibi yumuşak bir şeyi
elle tutup çekerek parçalara ayırmak.
didişgen: Tartışmayı seven,
geçimsiz, kavgacı.
difan: Şiddetli doğal afet,
tufan
diğrek: 1.İyi pişmemiş, sert
diri kalmış yiyecek; 2.Dik, sert, katı; 3.Meyve ve sebzelerin sert, diri hali;
4.Dinç ve kuvvetli; 5.Ütülü, düzgün, gergin
dik: Söz dinlemez, inatçı,
kendi bildiğini okuyan.
dikgafa: İnatçı
dik gelmek:
Muhalefet etmek, itiraz etmek, kafa tutmak, diklenmek
Dikhasan: Emetilerin Mehmet oğlu Hasan Kaya. 1937
Yılında doğdu, inatçı kişiliği sebebiyle böyle lakaplandı. 2004 Yılında vefat
etti.
dikilmek: 1.Ayakta durup
beklemek, 2.Vücudun belli yerine sancı girmek, saplanmak.
dikine gitmek:
Yapılan uyarıları dinlemeyip bildiği gibi davranmak.
dikme: Ağaç direk
dikme/dikmecik:
Ekilmeye hazır küçük soğan tanesi
dikmek: Kutu, bilye, ceviz,
ilik, aşık oyunlarında sermayeyi ortaya koymak, ileri sürmek.
dil: 1.Sürgülü kilidin
sürülerek kilitlenmeyi sağlayan aksamı, 2.Kandilin alevi
dilbaz: Ağzı laf yapan, güzel
konuşabilen.
dilber/dilberi/dilberim: Güzel, iyi, kaliteli, uygun, münasip
dildirmek:
Tomruğu tahta haline getirmek.
dilganadan:
Sarmaşık gibi büyüyen, üstü küçük dikenli bir ot (dil kanatan)
dilgi: 1.Haşhaş kapsülünü
sakızını almak maksadıyla çizme aleti; 2.Tomruk dilme aleti, bıçkı.
dilgöz: Kadınların örerek
oyalarında kullandıkları ortası yüzük gibi delik halka kalıp.
dili açılmek:
Bir sebeple konuşamayan kimse konuşmaya başlamak.
dili ağırleşmek: Hastalık nedeniyle güçlükle konuşmak.
dili dönmemek:
Bir sözciği doğru dürüst söyleyememek.
dili durmamek:
Çok konuşmak, söylenmemesi gereken şeyleri de söylemek.
dilik: 1.Yarılmış, kesilmiş;
2.Koyun keçi ve büyükbaş hayvanların kulağına, tanınması için kesikler açmak
suretiyle yapılan damgalama. Kesik sayısına göre damga değişebilir; 3.Bir şeyin
ucunu bıçakla tam kesmeden hafif aralamak.
dilinden gurtulamamek: Birinin eleştiri, sitem, sataşmasına maruz kalmak.
diline firdetmek: bir şeyi sürekli tekrarlamak, vird etmek
diliniñ ucunnan: (z) gönülsüz, yarım ağızla
dilli düdük:
Geveze, çok konuşan.
dilme: Dört köşe kesilmiş
ağaç, tahta.
dilmek: 1.Ekmek gibi bir şeyi
dilim dilim kesmek. 2.Yarmak
din: örgüde ilmek
Diñdiñdede: Hacıların Süleyman oğlu Ali Azbay. 1896
Yılında doğdu, Davılcıarifin kardeşidir. Başka lakapları da vardı, Kelali gibi;
bu anlamda Kelalinin Halit’in babasıdır. İşgalci Yunanlara karşı
mücadelesindeki cesurluğu hala anlatılır. Sonradan geçirfiği bir rahatsızlık
sonucu çok tekrar ettiği diñdiñ sesi kendine lakap olmuş. 1966 Yılında vefat etti.
diñelip
galmek: 1. Birdenbire ağrı oluşmak, 2.Ses
yayılmak, ortalığı kaplamak.
diñelmek: Ayağa kalkmak, ayakta
durmak
diñeltmek:
1.Dikmek, dik tutmak; 2.Ağaç, sırık gibi şeyleri dikmek; 3.Ayağa kaldırmak,
ayakta tutmak.
dingildek:
1.Yerinde sağlam durmayan, yıkılmaya meyyal, 2.Yüksek, dengesi bozuk yük.
dingildemek:
1.Yerinde oynak hale gelmek, sallanmak; 2.Zorlukla ayakta durabilmek.
diñgin: (s) 1.Kuvvetsiz,
zayıf, yorgun; 2.Durgun, sessiz, düşünceli; 3.Akmayan çeşme
dini gaçmek:
Örgüde bir ilmek çözülünce bütün bir sıra sökülmek.
diniman: (i) Dini konular
dinimanı para:
Paradan başka düşüncesi olmayan kimse için söylenir.
din iman toz duman: Dini değerlere dokunarak küfretmek.
dinine yandığım: Öfkeli duyguları belirtmede kullanılan sövgü sözü.
diñmek: Çok yorulup gücünü
kaybederek iş göremez hale gelmek.
diñnemiyin: Elbette yaptım, bana ne engel olabilir (dinler miyim)
diñnenmek:
dinlenmek
diñnendirmek:
Çalışan bir kişinin işini sürdürerek onun dinlenmesini sağlamak.
dip: 1.en alt kısım, taban;
2.eski, en eski; 3.kök, köken; 4.yakın, çok yakın; 5.uzak
Dipçatalüyük:
Çatalüyük’ün daha arkasındaki mevki adı.
dipdede: atalar, dedeler;
dedenin dedesi
dipdibe: (i) komşu, yan yana
dipi gazığı:
Bedence sağlıklı.
dipi gibi:
güçlü, kuvvetli, sağlıklı
diplemek: Saç dibindeki bitleri
ayıklamak.
dipsiz kile boş ambar: Çalışıp çabalamalar, emekler sonuç vermediğinde söylenir.
direkman: (z) Dolaysız olarak, doğrudan.
direklemek:
(mec) Oruç tutmamak. Mazmunun altında yatan hikaye ilginçtir. Günün ortasında
öğle vakti, oruç sağlamlaşsın diye altına direk vurulur; yani yemek yenir.
direm: 1.Ağırlık ölçüsü,
dirhem; 2.Çok az, bir parça.
diremek: 1.Bir şeyi dikine
koymak, 2.İnat ve ısrar etmek, diretmek.
dirgen: Sap veya ot toplayıp
atmaya yarayan, ağaçtan olanı iki; demirden olanı 3-4-5 dişli olabilen alet.
diri: 1.sağlıklı, 2.pişmemiş
yiyecek
dirlik: 1.sağlık, afiyet;
2.geçimin yolunda olması, servet
dirsek: Buğday, arpa sapının
boğum yeri.
dirsek çürütmek: Okuyup öğrenmek, bir işte ömür boyu emek tüketmek.
dişe daş çıkmek: Alışılmışın dışında tepki veren sert biriyle karşılaşmak.
dişemek: 1.Çocuğun dişlerinin
ilk kez çıkması; 2.Düğenin altına çakmak taşlarının takılması; 3.tırmığa
dişlerinin takılması, 4.Testere ve bıçkılara diş açmak.
diş evi: Düğenin altında çakmak
taşlarının çakıldığı oyuklar.
dişeylemek:
Ucu tırtıllı çekiçle değirmen taşı veya başka bir şey üzerine diş yapmak.
dişeyli: kadın, dişi (dişi
ehli)
diş göllesi:
Çocuğun diş çıkarmasını kutlamak için haşlanan buğday veya mısır.
dişi goymamek:
Yaşlılıktan veya yiyeceğin sertliğinden dolayı dişlerin kesmemesi.
ditmek: 1.Ot, yün gibi
şeylerin topaklanmış kısımlarını gevşetmek; 2.Haşlanmış eti elle parçalara
ayırmak.
diz boyu: Dize kadar, çok fazla.
dizleri kesilmek: Dizlerinde güç kalmamak.
dobura dobur:
(i-z) 1.Mert, dobra; 2.Dolambaçlı yollara sapmadan, doğrudan
Dodiri: Manavın Körmustafanın küçük oğlu Mehmet Ali Öztürk. Sonradan şoför esnafı oldu, lakabının bununla ilgili olup olmadığı bilinmiyor. 1988 Yılında vefat etti, oğlu ve torunları da bu lakapla anılmaktadır.
doğru durmek:
Uslu durmak, yaramazlık yapmamak.
doğu: Doğurma olayı, doğum
doğuluk: 1.Yeni doğan çocuğa
götürülen hediyeler; 2.Yeni doğum yapmış kadına ve bebeğe yapılan ziyaret.
Doğveli: Veyisoğlu Halil’in büyük oğlu Veli. 1838
Yılında doğdu, Böbüdedenin abisidir. Kulaklarının yapısı sebebiyle böyle
lakaplamışlar. 1925 Öncesinde vefat ettiği tahmin ediliyor. Sonradan oğlu
Mehmet’ten torunu Halil İbrahim Varlı da Doğveli diye anılacaktır. Bu küçük
Doğveli Halil İbrahim 1964’te vefat etti.
doha/dova!:
Öküzü durdurma ünlemi.
dokanmak: 1.Temas etmek,
ellemek; 2.Yenen bir şey mideyi rahatsız etmek, dokunmak.
dokuzan: doksan
dolak: Bacağa çarıktan önce
sarılan çaput ya da yün sargı.
Dolak: 1.Dolaksızın Salih’in küçük oğlu Mehmet Kırım.
1914 Yılında doğdu, uzun bir süre cezaevine düşünce evi dağıldı. 1981’de vefat
etti. 2.Aliciklerin Çakıribanın ortanca oğlu Ahmet Ata.
dolalı: sarılmış, dolanmış
dolama: Bir hayvan hastalığı.
dolambeş: dönemeç, viraj
dolambeşli:
kıvrımlı, virajlı
dolanmek: 1.Özel olarak bir yeri
veya kişiyi ziyaret etmek; 2.Erkek aşık olduğu kıza kur yapmak.
dolaplı: Makara sistemiyle
çalışan kuyu.
dolav: duvara gömülü dolap
doldurmek:
1.Yalan sözler ve dedikodu ile birini başkasına karşı kışkırtmak. 2.Patetes,
günaşık, mısır, fasülye gibi şeyleri çapalamak.
doleşik: Düğümlenmiş, dolaşmış
ip, tel benzeri şeyler.
doleşim: Sap
arabasında her bir sap katı (dolaşım). Genelde 4-5 doleşim yüklenir.
domalan: Yer altında kalıp
toprak yüzüne çıkmayan, patatese benzer bir mantar çeşidi. Bu kelime uygunsuz
sorulara verilen alaylı bir cevap olarak da kullanılır. (-Ne yiyoñ? –Domalan!)
dombey: manda, camız,
malak
Dombeyalanı: Dağda bir mevki adı.
dombeycik:
Kendini toprağa kıçı üzerine gömen bir böcek.
dombey eriği:
Kuş yumurtasına benzer, üzerinde dikey bir çizgi bulunan, mor renkli erik türü.
dombeyli: tarla kuşu
Dombeyli: İşofun büyük oğlu Mehmet Okutan. 1936 Yılında
doğdu, 2021’de vefat etti.
domine: Domino oyunu
domine demek:
Domino oyununda son taşı vurup kazanmak.
don: 1.pantolon, 2.şalvar
doña çekmek:
Hava ayazdan suları donduracak kadar soğumak.
doncek: üzerinde yalnız
pantolon bulunan, yarıçıplak
donnuk: Şalvar dikilecek
büyüklükte basma kumaş (donluk)
donunuñ ağını toplayamamek: Kendi işini bile göremeyecek kadar beceriksiz ya da güçsüz
olmak.
donunu tumanını geymek: Giyinmek
doñuz: yaban domuzu
Doñuzbuñarı:
Çirçir’in ötesinde bir çeşme ve mevki adı.
doñuzeliniñ körü: Uygunsuz sözlere karşı tersleme sözü.
doñuz gütmek: (mec) Bayramda yatmak. Sahur dolayısıyla
bozulan uyku düzeninden ötürü Ramazan Bayramında uyku basar. Bayram günü
uyumanın sakıncası böyle anlatılır.
doñuz pancarı:
Yaprakarı pancara benzer fakat kökü çok acı, genelde domuzların yediği bir dağ
bitkisi.
doñyağı: Hayvanın iç yağlarının
eritilip dondurulmasıyla elde edilen yağ.
Doruk: Turabinin küçük oğlu Mehmet Külte. 1914
Yılında doğdu, neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Evlenmedi, 1974’te yalnız
öldü.
doruklamek:
Bir kabı tepeleme doldurmak.
doruklu: tepeleme dolu
dovâ: dua
dovâcı: duacı
dökmek: Sebze ürün vermek.
döküle galasıca: İlenç sözü.
döküp düşünmek:
İyice araştırıp etraflıca düşünmek ve karar verme aşamasına gelmek.
döl: 1.Sperm, 2.Hayvanların
yavruları, 3.Sebzelerin meyvesi
döl dökmek:
Sebzeler ürün vermeye başlamak.
döl döş: (i) Soy sop, nesil;
çoluk çocuk.
döle yatmek:
Sebzeler ürün vermeden önce çiçek açmak.
döllemek: Sebzelerde ürün görünür
hale gelmek.
döllü döşlü olsuñ: Yeni evlenenlere edilen dua.
dölüm: 1.Kırk adımlık uzunluk
ölçüsü, 2. 40X40 adımlık alan ölçüsü, dönüm.
dölüm başı:
Çift sürmeye başlanılan yer.
döndermek:
1.Döndürmek, çevirmek; 2.İdare etmek, çekip çevirmek.
dönembeş: Köşebaşı, yolun kıvrım
yeri, viraj (dönemeç)
dönembeşli:
kıvrımlı
döngel: muşmula
dönmek: 1.Rengi değişmek,
2.Sebze olgunlaşmaya başlamak, 3.Yemek bozulmaya başlamak, 4.Güneş batmaya yüz
tutmak, 5.Eğrilmek, bükülmek.
döñüşlü: Kardeşler arasında
nöbetleşe ekilen babadan kalma tarla.
dördelli bayılmek: sereserpe yatmak
dörpü: Kalın dişli eğe, ağaç
eğesi, törpü.
dörtgurplu:
Büyük hamur yoğurma teknesi (dört kulplu)
dörtleme: 1.Tarlayı dördüncü kez
sürme, 2.Ağacı dört yüzü olacak şekilde yontup düzeltme
döşme: Kiriş ve direk olarak
kullanılabilecek ağaç, döşeme.
döşmelik: Döşme olmaya uygun
uzun ve düzgün ağaç.
döşşek: döşek, yatak
döyeç: 1.Tahta havan eli, 2.
Havan/dibekte malzeme dövmeye yarayan ağaç tokmak.
döyerbiçer:
biçerdöğer
döymek: ezmek, parçalamak (sarımsak
döymek, günaşık döymek, et döymek)
döyüş: kavga, dövüş
döyüşgen: kavgacı
dubakam: (e) “Biraz bekle, az sabırlı ol” anlamında
edat. (dur bakalım)
dubaken: (e) “Sen çekil, işe
ben el atayım” anlamında edat. (dur bakayım)
dubi: dur hele
dulgarı çocuğu:
Babasız büyüdüğü için terbiyesiz ve görgüsüz olan çocuk.
duluk: şakak
dumağı: nezle, grip, soğuk
algınlığı, öksürük
duman atdırmek:
Kasıp kavurmak, kırıp geçirmek.
Dumnu: Halk arasında
Kütahya’nın Dumlupınar ilçesi.
dunuk: Donuk, mat, bulanıkça,
rengi bozuk, net olmayan şeyler.
duragomek:
Beklemek, sabretmek.
durdan susdan añnamamek: Çocuklar uyarıları dikkate almayıp yaramazlığa
devam etmek.
durdurmek:
Direği dikey pozisyona getirmek, direk dikmek.
durlamek: Çamaşır ya da bulaşığı
yıkadıktan sonra temiz sudan geçirmek, durulamak.
durlu: 1.Yıkama işi bitmiş,
temizlenmiş şeyler; 2.Temiz su
duru: Koyu olmayan, çok sulu
yemek.
durultmek:
Koyu bir şeyi suyla inceltmek, sulandırmak.
durumu bozulmek: İşi ya da parasal gücü kötüleşmek.
durumu düzelmek: İşi ya da parasal gücü iyileşmek.
duruñ susuñ demek: Sözü geçen büyükler, kavganın taraflarını
sakinleştirmek.
dusen: Tehdit, öfke ve
intikam beklentisi içeren bir söz, (dur sen)
dutam: Elle tutulacak
miktarda, tutam.
dutamak: 1.Kulp, sap; 2.İpucu,
gerekçe, dayanak noktası, avantaj vs. (tutamak)
dutar: Arap alfabesinde
harfleri birleştirme işareti.
dutdurmek(tutturmak): 1.Hastalığı tedavi amacıyla o alanda uzman bir geleneksel
hekime okutarak dua ettirmek. 2.Ateşi tutuşturmak, 3.İki nesneyi birleştirmek,
4.Arap alfabesindeki harfleri bağlayarak hecelemek.
dutmek: Sütün peynir veya
yoğurt olarak kıvamında mayalanmış olması.
dutuğeç: Ocaktaki yemek,
fırındaki tepsi gibi sıcak şeyleri tutmaya yarayan bez.
duzağısı: Çok tuzlu yemek,
yiyecek. (tuz ağısı)
duz bızılamek:
Çok kaygılanmak, tasalanmak.
dübülek: Bakır kap, tencere
düdü: Çocuk dilinde sığır.
düdükcü: Düğün çalgıları içinde
nefesli olanları öttüren.
Düdükcü: Arapselimlerin Mehmet oğlu Ramazan Zenger.
1915 Yılında doğdu. Kelhalil ile birlikte davul zurna ekibi idiler, zurna
öttürdüğü için ona Düdükçü derlerdi. 1996’da vefat etti.
düğdü/düydü:
Ağzı kırılan balta veya keserin çekiç olarak kullanılan arka tarafı.
düğen/düven:
Harmanda arpa buğday sapını altındaki keskin taşlarla ezen alet
düğene binmek:
Hayvanların çektiği düğene eğlence olsun diye çocukların binmesi
düğlek/düylek:
1.Ufak, yuvarlak bir kavun türü; 2.Araba tekerleğinde dingil yuvasının
bulunduğu ve parmak çubukların takıldığı başlık.
düğmek: Düğümlemek, düğüm atmak. (Düğdüm düğdüm, ipiñ
olanı kısaldı.)
düğü: ince bulgur
düğülcük: Çorba, helva,
muhallebi gibi şeyler pişirilirken içinde kalan küçük un topakları.
düğülmek: Yenilen bazı
yiyecekler midede erimeyip sert bir şekilde kalmak.
düğün arpasınnan at tavlanmaz: Henüz elde olmayan şeye güvenerek gelecek şekillendirilmez.
düğüncü: Düğün esnasında erkek
tarafından olup damada yakınlığına göre dercelendirilen ve halka bazı
ikramlarda bulunması gereken kişi.
dük: Aşık oyununda aşık
kemiğinin bir pozisyonu.
dükgan açık galmek: Pantolon düğmeleri iliklenmemiş olmak.
düm: Çocuk dilinde su.
dümbek: Tasavvuf müziği aleti,
kudüm
dünek: 1.Kümeste tavukların
tünediği sırık, 2.Huzur
dünemek: 1.Kümes hayvanları
tünemek, 2.Uyumak
dün gibi: Çok yakın zamanda
olmuş, yaşanmış gibi.
düñürcü: görücü
düñür gitmek:
Bir erkek için kız istemeye gitmek.
düñya evine girmek: Evlenmek.
düñya malı:
Servet, mal mülk.
düpürtü: 1.derinden gelen ayak
sesi, 2.İçten gelen kalbin atış gürültüsü
dürü: Hediye, hediye
bohçası.
dürülmek: 1.Katlanarak
kıvrılarak toplanmak, 2.Lahana yaprakları kıvrılarak top haline gelmek.
dürüp
bıkmek: Kumaş benzeri şeyleri katlayarak
yerleştirmek.
dürülü: Katlanmış, düzenli.
düşde türede yok: Akla hayale gelmedik, henüz tasarlanıp planlanmamış.
düşüp şaşmek: Hasta veya yaşlı kimse kalkamayacak biçimde düşmek.
düyene goşmek:
Hayvanları harman sürmek için düvene koşmak.
düyen sürmek:
Düvenle harman sürmek.
düyününde galbırınan hoşaf daşımek: Bekar bir kimseye büyük bir yardımda bulunma
sözü.
düzen: alet takımı
düzenlik: Geçim, huzur, uyum
düzen takan:
alet edevat, araç gereç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder