13 Şubat 2024

baca - biçer goğlamek

 
baca: 1.Duvar içine yapılmış ocak-baca düzeneği, şömine; 2.Kandilin cam fanusu, 3.Duvara gömülmüş kapaksız dolap.

bacagaşı: Ocağın yan üst veya yan tarafına yapılan, lamba kibrit gibi ufak tefek şeyleri koymaya yarayan küçük raf.

bacak: Hayvan sayı birimi.

bacaklı: Uzun boylu, iri, kemikli hayvan.

Bacıseydi: Daldalların şehit Ramazan oğlu Seydi Değer. 1914 Yılında doğdu. Nezaketi ve nezaheti sebebiyle böyle lakaplandı. 1942 Yılından vefatına kadar tuttuğu ölüm defteri sebebiyle rahmetle anılıyor.

bâcık/bağcık: İki şeyi birbirine bağlamaya yarayan küçük ip.

badak: Kısa boylu, ufak yapılı, bodur, tıknaz kimse.

badas: Tahıl kaldırıldıktan sonra harmanda toprağa karışmış olarak kalan buğday taneleri. Harmanın son işi olarak savrulan badastan çıkan dene, toprağa belendiği için taşlı olur. Yine de telef edilmeyip tavuk yemi filan edilir.

badca/bacca: bahçe

badca bozma: Bahçedeki ürünü hasat etme. Yalnız bahçe bozma her zaman sahipleri tarafından yapılmayabilir. İzinsiz olarak oradan bir şeyler çalanlara ‘bahçe bozan’denir.

badca gapısı: (mec)Pantolon fermuar veya düğmesi.

badca gapısı açık galmek: Pantolon düğmeleri iliklenmemiş olmak.

Badcarası: Bahçelerin bulunduğu yerleri belirtir mevki adı.

Badcecik/Baccecik: Bir mevki adı, Behçecik.

badeş: Arkadaş, birlikte olan, birlikte iş yapılan insan.

badılcan: patlıcan

badırdamak: 1.Söylediği anlaşılmamak, homurdanmak, çok ve lüzumsuz konuşmak; 2.Konuşmak, çene çalmak; 3.Çekişmek, kavga etmek.

Badıvan: Patlakların Sağırömer oğlu Halit Patlar. 1938 Yılında doğdu, erken dönemde İzmir’e yerleşti. Emeklilik sonrası yazlıkçı olarak Anıtkaya’ya yerleştiyse de 2017 yılında İzmir’de vefat etti.

badi: 1.Kaz, 2.Kaz çağırma ünlemi.

bağ: 1.engel, mani, düğüm; 2.Bağlanmış paket

bağa: kaplumbağa

bağalı: pahalı

bağaş dutuşmek: İddiaya girmek, bahis tutuşmak. (vâ mısıñ bağaşına!)

bağırcak dutmek: Koyun çobanlarının gece koyunlar geviş getirmek için yattığında evcil bir hayvanı kendi bileğine bağlayıp yatmak. Kalktıklarında çekip gitmesinler diye sürüyü kaybetmemek için yapılan bir ilsem.

bağışlamek: 1.Yardım kuruluşuna ayni veya nakdi bağış yapmak. 2.Aile büyüğü taşınır veya taşınmaz bir mülkü birine hediye etmek.

bağlantı: Yapılarda destek olarak kullanılan ağaç.

bağrış çığrış: (z) Oldukça gürültülü ve hareketli iş ortamı

bağrıyuka: duygusal, merhametli, yufka yürekli

bahara goyvemek: Büyükbaş hayvanların kırda otlama sezonunu açmak.

baharını almek: Hayvan kırda otlamak, bol bol taze ot yemek.

bah! bah!: (ü) Köpek çağırma ünlemi.

bakam: bakalım

bakan çeken: (i) İlgilenen, ihtiyaçlarını karşılayan.

bak bak: (e)Bir söz veya durum karşısındaki şaşkınlığı anlatır. (Sonra bak bak bunlar neler çevirmiş demesinler.)

bakdur aşı: “Ne pişirdin?” veya “Ne yedin?” diye sorana verilen cevap, hayali bir yemek

bakele/bakelene: Şaşma, korku, pişmanlık, beğenmeme, öfke, acıma ünlemi. (bak hele)

baken: müsaade et anlamında bir söz (bakayım)

bakır/bakırca: kova, bakraç

bakılak: bekleyici, gözleyici

bakılak olmek: Emanet bırakılan bir şeye göz kulak olma, dikkat etmek.

bakıldak: Serçeden büyük, tepeli, eti yenen bir kuş.

bakınmak: Doktora muayene olmak, tedavi olmak.

bakıp görmek: Bir işin bir isteğin yerine getirilmesi için çareler araştırmak.

bakla dökmek: Bakla ile fal bakmak.

baklağı: baklava

baklatdırmak: Kaybolan bir şeyi bulmak için falcıya baktırmak. (bakla attırmak)

Balaban: Bir mevki adı.

balbaklâsı:  En lezzetli hayali bir yemek. (Balbaklağısı olsa yicek yanım yok.)

bâlı: 1.Pahalı, 2.Bağlı

balık oynamek: Yıldırım düşmek, şimşek çakmak.

bâli/bâlim/bâlimine: Keşke, hiç olmazsa (bari)

balkan: Sık orman, sık çalılık.

bambıl: Taze iken buğday başağında tanelerin özünü yiyen zararlı bir böcek.

banak: Banarak yenen yarı sulu yemek.

Bandocu: Hassönlerin Gocaömerin büyük oğlu İbrahim Koç. 1937 Yılında doğdu; Gırhasan, Münir ve Terziizzetin abisidir. Askerliğindeki vazifesi dolayısıyla böyle lakaplanmış. 1996 Yılında vefat etti.

bañguş: baykuş

Bañguş: Gademlerin Mehmet oğlu Osman Çotak. 1891 Yılında doğdu. Cihan Harbinde çeşitli cephelerde çarpıştı, esaret hayatı yaşadı. Bu dönemde yaşadıkları sebebiyle bir süre sonra görme yetisi zayıfladı. Mevlüt ve İbrahim Çotak’ın babalarıdır, 1972 yılında vefat etti.

banmek: 1.Ekmeği yemeğin suyuna batırarak yemek, 2.Sudan geçerken ayakları ıslanmak.

barak: Kısa boylu, çok üren köpek.

barbar: Sert, haşin, gürültücü, saygısız

bardak: Çam ağacından tek parça oyularak yapılan, suyu soğuk tutan su kabı. Büyüğüne sinek denir.

barec: Baraj. Eğret Çayı üzerine setler kurulmuştu. Bu setleri birinci ve ikinci diye numaralandırıp barec denilirdi.

barı: kuru ağaç dallarıyla veya ayçiçeği kökleriyle örülmüş bahçe duvarı, çit

barılamak: çit çekmek

bârı yuka: Merhametli, yufka yürekli.

barıt: barut

barıt gibi: çok öfkeli

barmak/barnak: 1.parmak, 2.Araba tekerleğinin orta kısmını kenara bağlayan çubuklar, 3.Eğret kilim dokumalarına has bir motif.

basdırmek: Atları geri geri yürütmek.

basık: 1.Alçak tavanlı oda, 2.Havasız, bunaltıcı yer.

basıra: Sebze ve bağlara zarar veren bir hastalık, kül hastalığı.

basmek: Peynir, yoğurt, bağyaprağı gibi kışlık yiyecekleri sıkıştırarak bir kapta saklamak.

bass!: Atları geri geri yürütme ünlemi.

bâsur: Vücut içinde oluşan ve zaman zaman derinin bazı bölgelerinde dışa vuran bir hastalık. Arkada kendini gösterene hemoroid deniliyor.

bâsur otu: Bâsur hastalığına iyi geldiği düşünülen, sarı çiçekli bir ot.

başa baş: (z) Tam eşit şekilde alış veriş, değiş tokuş.

başadak vesiñ: Nişan ve evliliklerde tebrik ve dua sözü.

başa kakmek: Yapılan bir iyiliği yüzüne söyleyerek birinin gönlünü kırmak.

başaşşağı: tepetaklak

başa vamek: Bitirmek, sonuçlandırmak, tamamlamak.

baş biti: Elbisede değil de saç içinde yaşayan bit türü.

başda böyük: Evi, aileyi çekip çeviren, zeka akıl ve tedbir bakımından üstün kimse.

başıgabak: başlıksız, şapkasız

başı gülmek: mutlu, mesut olmak

başına gayırmek: Başının çaresine bakmak.

başında durmek: Bir hasta veya yaşlıya bakmak.

başıñdangalsıñ/başından galasıca: bir beddua

başını bâlamek: Birini nişanlamak veya evlendirmek.

başını beklemek: Yanından ayrımamak.

başını çırpmek: Kadınların başını hafifçe bağlaması.

başını gırkdırmek: Saç tıraşı olmak.

başını sokmek: Barınacak bir yer bulmak.

başını yakmek: Birini tehlikeli bir duruma sokmak.

başlamek: Bilen birisi tarafından bir örgünün ilk sırasını örmek.

başlık: atın ağzına takılan gem takımı

Başol: Aşşağlıların Efemehmetin ortanca oğlu Salim Öncül. 1943 Yılında doğdu, lakabının sebebi Yassıada yargılamalarının meşhur hakimiyle adaş olmasıdır. Evlendiyse de bunu uzun süre yürütemedi. 1997’de ölene kadar bekar yaşadı.

başsız: Başta büyüğü olmayan çocuk.

başşak: Hasattan sonra tarladaki mahsul kalıntısı.

başşakcı: Başşak toplayan kişi.

başşak değnemek: Hasattan sonra tarlada, bahçede kalan tahıl veya meyveyi toplamak. Buğday baiağından yola çıkarak böyle adlandırılmış; ama hasat sonu tarlada kalan her ürünü toplamanın genel adı haline gelmiş.

başucu: Yatılan bir yerin baş konulan kısmı.

batasıca: Ölesice anlamında ilenç sözü.

batık: kirli, pis, lekeli

Batıkmehmet: Gırhasanların Halil oğlu Mehmet Köz. 1900 Yılında doğdu. Davulcu Kelhalilin babasıdır. Torunu Mehmet Köz de kendisi gibi Batık diye lakaplanmış. Dede Batıkmehmet 1946 yılında vefat etmiş.

-batır: Süreklilik bildiren birleşik fiil yapar. (gülüp batır: gülüp duruyor)

batmek: kirlenmek

bayâ: 1.hakikaten, gerçekten, ciddi olarak (Baya gavga böne mi çıkdı!); 2.muhakkak, mutlaka, kesinlikle (Bu işi baya yapcen.); 3.her zamanki gibi, sıradan (Bu işi nası yapdıñ! –Baya yapdım.); 4.hemen hemen, oldukça (Okumeyi baya örenmiş.)

baya da: İnadına, ille de anlamında zarf. (Baya da otcen işde! Vâ mı deceyiñ!/İnadına oturacağım işte! Var mı diyeceğin! Baya da ben dedim.)

bayâdan: Uzun süre önceden beri

bayatsımek: Bayatlamak, bayatlamaya yüz tutmak.

bayıra sarmek: Yokuş yukarı çıkmak.

baymek: 1.Mide bulandırmak, baygınlık vermek; 2.Göz boyamak, kandırmak; 3.Bıkkınlık vermek.

bayrak: Ekin biçilirken veya yolma yolunurken kesilip yolunmayıp geride kalanlar. Bunlar tek tek ve dik durdukları için gönder direğindeki bayrağa benzetilmiş.

Bayramgucağı: Bir mevki adı.

bazar: 1.Cumartesi günü, 2.Cumartesi günü kurulan hafta  pazarı.

bazar arabası: Cumartesi günü şehirden pazarcı esnafı ve onların mallarını getiren otobüs. 1970’li yıllarda bunlardan iki tane vardı. Mavi beyaz renklerle boyanmış büyüklü küçüklü bu iki otobüs bütün pazarcı esnafı ve mallarını sıkış tepiş taşırdı.

bazarbaklağısı: Perşembe günü gelin inen eski zaman düğünlerinde Pazar akşamı kız evi toplanıp oğlan tarafına ziyarete gider orada eğlenirlerdi. Asıl maksadı evinden yeni ayrılan geline moral vermek olan bu eğlence zamanla Çarşamba gecesine kaydırılsa da adı bazarbaklağısı olarak kalmıştır.

bazarcı: Cumartesi günü pazara gelen pazarcı esnafı.

bazar dağılmek: Cumartesi günü pazar tezgahları toplanıp, alışveriş bitmek.

bazarertesi: pazartesi

bazar gelini: Cuma başlayıp pazar günü gelin inmesiyle sona eren düğün.

Bazaryeri: Cumartesi günleri pazar kurulan, sair günlerde sergi için kullanılan meydan.

bazlıma: bazlama

bebe: 1.Çocuk dilinde taneli yiyecek maddeleri, 2.Koyun keçi pisliği.

becerlemek: Bir işin altından kalkmak, becermek.

beçi beçi: (ü) Keçi çağırma ünlemi.

Bedeismihan: Dilsizmahmut Öztürk’ün kızı İsmihan Ildız. 1929 Yılında doğdu, Çolağüseyinin ikinci eşi, Garani Veysel Ildız ve Atom Mehmet Ildız’ın analarıdır. 2022 Yılı sonunda vefat etti.

bedirek: eğirilmeye hazır yün

bégir: at, beygir

béğirmek: melemek

béğlik/beylik: Mülkiyeti devlete ait olan. Köyün ortak malı durumundaki ağaçlar ve bahçe beğlik diye vasıflandırılır.

békar: Mevsimlik olarak çiftçilik işlerinde bir ailenin yanında çalışan kimse.

békar durmek: Ücret karşılığında bütün çift çubuk işlerini yapmak üzere anlaşmak.

Bekçiali: Osmanköylünün Süleymanın büyük oğlu Ali Boy. 1942 Yılında doğdu, Habirinin abisidir. Anıtkaya ve Afyon’da gece bekçiliği yaptığı için böyle lakaplandı. 2020 Yılında vefat etti.

Bekirali: Daldalların Bekir oğlu Ali Dadak. Bekirinali sözü zamanla Bekirali’ye dönüşmüş. 1878 Yılında doğdu, Buydeycigadirin babasıdır. 1937 Yılında vefat etti.

Bekiroğlu: Daldalların Süleyman oğlu Mehmet Dadak. 1908 Yılında doğdu; Gödenninenin oğlu, Bakkalsüleymanın babasıdır. Dedesine nisbet edilerek bu lakap verilmiş. 1989 Yılında vefat etti.

békmez: pekmez

bél: 1.Bir şeyin tam ortası, 2.Meni

bela okumek: Kötülüğü istenen biri için beddua etmek.

bélbağı: Bebeğin sancaktan (beşik) düşmemesi için bağlanan ip veya örme kemer.

bél bâlamek: Güvenmek, dayanmak.

bel bel:  (z) alık alık, şaşkın şaşkın

bel bel bakmek: Alık alık, şaşkın şaşkın bakmak.

béldir béldir: (z) Canlı, dikkatli, sevinçli bakış.

Belediyegâvesi: Mülkiyeti Köy tüzel kişiliğine ait iken Karakol binası olarak kullanılmış. Yıkılıp yenilendikten sonra hep kahve oldu, o günden beri böyle bilinir.

belemek: Her yanına bir şeyler bulaştırmak, sürmek.

belergin: Patlak, dışarı fırlamış, devrik göz.

belermek: Göz haddinden fazla açılmak.

belertmek: Gözleri, akını meydana çıkaracak biçimde açmak.

belgüzar/bergüzar: Hediye, armağan, hatıra.

béli gelmek: Erkek cinsi münasebette boşalmak.

beliñlemek: korkmak, ürkmek

bellemek: 1.Kararlaştırmak, 2.Zannetmek, sanmak; 3.Öğrenmek, ezberlemek.

bél vemek: Döşme veya direk eğrilmek.

béñ: 1.Derideki kahverengi leke, 2.Meyvede (üzümde) olgunlaşma belirtisi.

Ben bubamın gaherli ekmeğini yimedim: Dolayısıyla senin bu hareketlerine hiç katlanamam.

benden yanı: 1.Benim için, benim gözümde (Benden yana helal olsuñ); 2.Bu tarafta olan, 3.Benim tarafımı tutan.

béñ düşmek: Özellikle kara üzümde olgunlaşma belirtisi olarak benekler oluşmak.

Benim elim değil Fadime Anamızıñ eli: Şifacı okuyup tutunca bu sözü söyler.

béñli/béñni: Vücudunda belirgin bir leke bulunan

Béñli: Osmanköylünün Süleyman Boy’un ortanca kızı Kezban Öztürk. 1941 Yılında doğdu; Berberlerin Emin eşi, Cingenmehmetin anasıdır. 2014’te vefat etti.

béñnenmek: Meyvenin olgunlaşmaya başlaması, beñ düşmek

bennik: 1.Gurur, kibir, ego (benlik); 2.Benimle ilgili, bence (Bennik bişey yok.)

Berberahmet: Böbülerin Salih oğlu Ahmet Kabadayı. 1950 Yılında doğdu. Omarcıkların Berberhüseyinden mezun olarak uzun süre berberlik yaptığı için bu lakapla anıldı. Berbermehmeti yetiştirdikten sonra İzmir’e taşındı, berberliği bırakıp memuriyetten emekli olduysa da hala bu lakabıyla bilinmektedir.

Berber Ali Usta: Eğret kaynaklı berberlerin piridir. 1850 Yılında Afyon’da doğdu. Annesi ve kızkardeşiyle Eğret’e taşındı. Kendisinden memnun kalan halk onu Eğret’ten everdi, ev ve tarla verip tamamen yerleşmesini sağladılar. O da oğlu vasıtasıyla bir çok berber yetişmesini sağladı. Cihan harbinden önce vefat etti.

Berberhüseyin: 1. Takgasların Cingenmuratın oğlu Hüseyin Öncül. 1922 Yılında doğdu. Deliberberin çırağıdır, kendisi de Göçmensüleymanın Sami Sancak’ı yetiştirdiyse de o mesleği sürdürmemiş. 1974 yılında vefat etti. 2. Omarcıkların Arap oğlu Hüseyin Sağlam. 1931 Yılında doğdu. Berberahmet, Berberşükrü ve Berberyahyanın ustasıdır. 1997’de vefat etti.

Berbermehmet: Turabilerin Hüseyin oğlu Mehmet Külte. Berberahmetin çırağıdır. Kendisi de oğlu Hüseyin’i yetiştirip emekli oldu.

Berberşükrü: Omarcıkların Arap oğlu Şükrü Sağlam. 1941 Yılında doğdu. Mesleği abisi Berberhüseyinden öğrendi. Aralıklarla dükkan açtıysa da düzenli bir esnaflığı olmadı. 2012 Yılında vefat etti.

 Berberyahya: Berberhüseyinin oğlu Yahya Sağlam. Babasıyla beraber ve Ondan sonra uzun süre mesleğini sürdürdü. Sonra emekli oldu.

bere: 1.Yara, eziklik, çizik, çıban; 2.Sebze ve meyvede ezik, çizik, çürük.

berebâ: birlikte, beraber

bereli: Çizik, çürük sebze ve meyve.

bereñarı: şöyle böyle, geçici olarak.

bereñarı mı!: Tam dediğin gibi, az bile söyledin, daha fazlası… anlamlarında tepki sözü.

berkât: 1.bereket, 2.Allah bereket versin, sözünün kısaltılmışı.

berkâtlı olsuñ: Yemek yiyen, yiyecek hazırlayan veya ürün kaldıranlara söylenir.

bertmek: El veya ayak eklemleri burkulmak.

besbelli: Sanırım, demek ki

besdil: Erik marmelatının levha halinde kurutulmuşu, pestil.

besdil çıkarmek: Dağ eriğinden pestil yapmak.

besdili çıkmek: çok yorulmak.

bessâne: Büyükbaş hayvanların bakıldığı büyük ahır, besihane.

beş gardeş: Tokat, şamar.

Beşgardeşlê: Beş yıldızdan oluşan bir takımyıldızı, Terazi Yıldızı.

bet: çok iyi, çok fazla (Bu oyunu bet oynarın.)

bet beñiz: (i) yüzün rengi, yüzde canlılık alameti

bet beñiz atmek: Yüzünün rengi sararmak, solmak.

bet berkât: (i) bolluk, bereket, uğur

beti berkâtı gaçmek: Eski bolluğu kalmamak.

beygir: at

beygir çakmek: Atı otlaması veya bulunduğu yerden uzaklaşmaması için zincirle bir yere sabitlemek. Zincirin ucundaki zikge yere çakılır.

beygirgulağı: Çok yıllık bir bitki, madımak. Yapraklarının biçimi sebebiyle böyle adlandırılmış. Tuzla ovulan yaprakların suyu çıkar, bu halde afiyetle yenir. Tuzla ovma işine özel olarak terletme denir.

beygirin nallandığını görmüş de gurbağı ayağını uzatmış: Özentide sınır olmaz

Beygirli: Arzıların Çolakmusanın büyük oğlu Mehmet Tüblek. 1924 Yılında doğdu. Koşum hayvanı olarak öküzden ata hızlı geçiş yaptığı ve namlı atlara sahip olduğu için böyle lakaplanmış. 2013 Yılında vefat etti.

beylemek: Önceden biraz peşinat vererek satın alma hakkını ele geçirmek.

Beylik Badcası: Gatçayır mevkiinde Köy tüzel kişiliğine ait bahçe. Önceleri Belediyece kiraya verilirmiş, sonra elma ağaçları dikildiyse de bakımsızlıktan verim alınamadı. En sonunda piknik bahçesi gibi düzenlendi, fakat bu da uzun soluklu olmadı. Şu anda atıl durumda.

beynamaz: Namaz kılmayan (bînamaz)

beze: 1.Deri altından başvermiş yumru; 2.Hamur topağı.

bezeme: Vücutta oluşan kırmızı kabarcıklarla beliren bir deri hastalığı.

bezemek: Bezeme olan hastayı işin ehli okuyup tedavi etmek.

bez yumek: Bebeğin kirli alt bezlerini yeniden kullanmak üzere yıkamak. Hazır bez icat edilmediği zamanların uygulaması ve deyimidir. Meydan çeşmesinin aharında bez yıkadı diye Muhtarlık ve Belediyece çoğu köylüye ceza yazılmış.

bıçağa gelmek: Hayvan kesilecek kadar büyümek.

bıçgı: büyük testere

bıdantı: Kesilen ağacın gövdesinden ayrı geriye kalan dalları. Dağdan meşe odun kesip getirmek izne tabi olduğu halde budantı getirenlere pek ses çıkarmazlarmış.

bıdak: budak

bıdır bıdır: (s) Çocuğun tatlı tatlı konuşması.

bıdırdamak: Konuşmak, iki kişi hafif sesle konuşmak.

bıdik! bıdik(!): (ü)Köpek çağırma ünlemi.

Bıgalı: Sabri Kocausta. Çanakkale/Biga’da doğdu. Orada Eğretli Kekliklerin Kelali kızı Kezban Hanım ile evlendi. Resmi bir işlem için zorunluluktan geldikleri Eğret’e yerleştiler. Bir süre sonra Afyon’a taşındılarsa da Anıtkaya ile bağlarını koparmadılar. Bıgalı, 1992 yılında Afyon’da vefat etti.

bılimek: Çocuk oyunlarında, atışı olması gerektiği gibi değil de menfeatine olacak şekilde yavaşça yapmak. Futbolda taç atışını nizami yapmamaya benzer; ama bılimenin bir yaptırımı yoktur, meğer ki oyun öncesinde kararlaştırılmış olsun.

bırağmak/bırağıvemek: Hamuru fırın küreğinin üzerine küreğe koymak (bırakıvermek). Mahalle fırınında yaşanan bu olay kimsenin tek başına ekmek edemeyeceğini de gösterir. Mutlaka bir komşuya yahut fırın yakan bir kadına ihtiyacın var.

bırçak: burçak

bıtırak: pıtrak otu ve tohumu     

bıtırak gibi: Çok ve sık olan şeylerin bolluğunu anlatmada kullanılır.

bıyığımda paytıran mı va!: Musallat olup da peşini bırakmayan kimseleri başından def etmek için söylenir. Paytıran/paytaran, Anıtkayalıların ayvadenesi dediği hoş kokulu civanperçemidir. (Bıyığımda paytıran mı va, ne yanımda doleşip duruyoñ!)

bızağı: 1.Buzağı, 2.Buzağı, dana, eşek, tay gibi hayvanlardan oluşan toplu köy sürüsü.

bızağlık: 1.Ahırın buzağılar için çevrilmiş bölümü. 2.(mec)Küçükler için ayrılmış oyun alanı.

bızak: Çocuk dilinde buzağı.

bızâlı: Sağılan, buzağısı olan inek.

bızılamak: İnek, manda gibi büyükbaş hayvan doğurmak.

bızılêci: Gebe inek.

bi: bir

bi adımlık yer: Çok yakın yerleri anlatmada kullanılır.

bi âlem: Çok değişik, bambaşka, kendine özgü niteliği olan.

bi at gırk yıl eşinmez: Kişiden her zaman aynı davranışlar beklenmemeli.

bîbi: 1.(i) Çocuk dilinde kümes hayvanları ve kuşlar, 2.Meyveden çıkan kurtçuk.

bî! bî! bî!: (ü)Tavuk, horoz çağırma ünlemi.

bi bişirim: Bir defa pişirebilecek kadar.

biboy: 1.durmadan, sürekli anlamında zarf.(Biboy yalan atıyo.), 2.Aynı büyüklükte (bir boy) 

bicik: Baharda çıkan yenilebilir bir ot.

biçer: biçerdöğer

biçer goğlamek: Biçerdöverle ekin biçtirmek için tarlasının başına gitmek, bçerdöver peşinde koşmak. Anıtkaya yazlarının son kırk yıldaki onulmaz yarası.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder