bacagaşı: Ocağın yan üst veya
yan tarafına yapılan, lamba kibrit gibi ufak tefek şeyleri koymaya yarayan
küçük raf.
bacak: Hayvan sayı birimi.
bacaklı: Uzun boylu, iri,
kemikli hayvan.
Bacıseydi: Daldalların şehit Ramazan oğlu Seydi Değer.
1914 Yılında doğdu. Nezaketi ve nezaheti sebebiyle böyle lakaplandı. 1942
Yılından vefatına kadar tuttuğu ölüm defteri sebebiyle rahmetle anılıyor.
bâcık/bağcık:
İki şeyi birbirine bağlamaya yarayan küçük ip.
badak: Kısa boylu, ufak
yapılı, bodur, tıknaz kimse.
badas: Tahıl kaldırıldıktan
sonra harmanda toprağa karışmış olarak kalan buğday taneleri. Harmanın son işi
olarak savrulan badastan çıkan dene, toprağa belendiği için taşlı olur. Yine de
telef edilmeyip tavuk yemi filan edilir.
badca/bacca:
bahçe
badca bozma:
Bahçedeki ürünü hasat etme. Yalnız bahçe bozma her zaman sahipleri tarafından
yapılmayabilir. İzinsiz olarak oradan bir şeyler çalanlara ‘bahçe bozan’denir.
badca gapısı:
(mec)Pantolon fermuar veya düğmesi.
badca gapısı açık galmek: Pantolon düğmeleri iliklenmemiş olmak.
Badcarası:
Bahçelerin bulunduğu yerleri belirtir mevki adı.
Badcecik/Baccecik: Bir mevki adı, Behçecik.
badeş: Arkadaş, birlikte
olan, birlikte iş yapılan insan.
badılcan: patlıcan
badırdamak:
1.Söylediği anlaşılmamak, homurdanmak, çok ve lüzumsuz konuşmak; 2.Konuşmak,
çene çalmak; 3.Çekişmek, kavga etmek.
Badıvan: Patlakların Sağırömer oğlu Halit Patlar. 1938
Yılında doğdu, erken dönemde İzmir’e yerleşti. Emeklilik sonrası yazlıkçı
olarak Anıtkaya’ya yerleştiyse de 2017 yılında İzmir’de vefat etti.
badi: 1.Kaz, 2.Kaz çağırma
ünlemi.
bağ: 1.engel, mani, düğüm;
2.Bağlanmış paket
bağa: kaplumbağa
bağalı: pahalı
bağaş dutuşmek: İddiaya girmek, bahis tutuşmak. (vâ mısıñ bağaşına!)
bağırcak dutmek: Koyun çobanlarının gece
koyunlar geviş getirmek için yattığında evcil bir hayvanı kendi bileğine
bağlayıp yatmak. Kalktıklarında çekip
gitmesinler diye sürüyü kaybetmemek için yapılan bir ilsem.
bağışlamek:
1.Yardım kuruluşuna ayni veya nakdi bağış yapmak. 2.Aile büyüğü taşınır veya
taşınmaz bir mülkü birine hediye etmek.
bağlantı: Yapılarda destek
olarak kullanılan ağaç.
bağrış çığrış:
(z) Oldukça gürültülü ve hareketli iş ortamı
bağrıyuka:
duygusal, merhametli, yufka yürekli
bahara goyvemek: Büyükbaş hayvanların kırda otlama sezonunu açmak.
baharını almek: Hayvan kırda otlamak, bol bol taze ot yemek.
bah! bah!: (ü)
Köpek çağırma ünlemi.
bakam: bakalım
bakan çeken:
(i) İlgilenen, ihtiyaçlarını karşılayan.
bak bak: (e)Bir söz veya durum
karşısındaki şaşkınlığı anlatır. (Sonra bak bak bunlar neler çevirmiş
demesinler.)
bakdur aşı:
“Ne pişirdin?” veya “Ne yedin?” diye sorana verilen cevap, hayali bir yemek
bakele/bakelene: Şaşma, korku, pişmanlık, beğenmeme, öfke, acıma ünlemi. (bak
hele)
baken: müsaade et anlamında
bir söz (bakayım)
bakır/bakırca: kova,
bakraç
bakılak: bekleyici, gözleyici
bakılak olmek:
Emanet bırakılan bir şeye göz kulak olma, dikkat etmek.
bakıldak: Serçeden büyük,
tepeli, eti yenen bir kuş.
bakınmak: Doktora muayene olmak,
tedavi olmak.
bakıp görmek:
Bir işin bir isteğin yerine getirilmesi için çareler araştırmak.
bakla dökmek:
Bakla ile fal bakmak.
baklağı: baklava
baklatdırmak:
Kaybolan bir şeyi bulmak için falcıya baktırmak. (bakla attırmak)
Balaban: Bir mevki adı.
balbaklâsı:
En lezzetli hayali bir yemek. (Balbaklağısı olsa yicek yanım yok.)
bâlı: 1.Pahalı, 2.Bağlı
balık oynamek:
Yıldırım düşmek, şimşek çakmak.
bâli/bâlim/bâlimine: Keşke, hiç olmazsa (bari)
balkan: Sık orman, sık
çalılık.
bambıl: Taze iken buğday
başağında tanelerin özünü yiyen zararlı bir böcek.
banak: Banarak yenen yarı
sulu yemek.
Bandocu: Hassönlerin Gocaömerin büyük oğlu İbrahim Koç.
1937 Yılında doğdu; Gırhasan, Münir ve Terziizzetin abisidir. Askerliğindeki
vazifesi dolayısıyla böyle lakaplanmış. 1996 Yılında vefat etti.
bañguş: baykuş
Bañguş: Gademlerin Mehmet oğlu Osman Çotak. 1891
Yılında doğdu. Cihan Harbinde çeşitli cephelerde çarpıştı, esaret hayatı
yaşadı. Bu dönemde yaşadıkları sebebiyle bir süre sonra görme yetisi zayıfladı.
Mevlüt ve İbrahim Çotak’ın babalarıdır, 1972 yılında vefat etti.
banmek: 1.Ekmeği yemeğin
suyuna batırarak yemek, 2.Sudan geçerken ayakları ıslanmak.
barak: Kısa boylu, çok üren
köpek.
barbar: Sert, haşin,
gürültücü, saygısız
bardak: Çam ağacından tek
parça oyularak yapılan, suyu soğuk tutan su kabı. Büyüğüne sinek denir.
barec: Baraj. Eğret Çayı
üzerine setler kurulmuştu. Bu setleri birinci ve ikinci diye numaralandırıp
barec denilirdi.
barı: kuru ağaç dallarıyla
veya ayçiçeği kökleriyle örülmüş bahçe duvarı, çit
barılamak:
çit çekmek
bârı yuka:
Merhametli, yufka yürekli.
barıt: barut
barıt gibi:
çok öfkeli
barmak/barnak:
1.parmak, 2.Araba tekerleğinin orta kısmını kenara bağlayan çubuklar, 3.Eğret
kilim dokumalarına has bir motif.
basdırmek:
Atları geri geri yürütmek.
basık: 1.Alçak tavanlı oda,
2.Havasız, bunaltıcı yer.
basıra: Sebze ve bağlara zarar
veren bir hastalık, kül hastalığı.
basmek: Peynir, yoğurt,
bağyaprağı gibi kışlık yiyecekleri sıkıştırarak bir kapta saklamak.
bass!: Atları geri geri
yürütme ünlemi.
bâsur: Vücut içinde oluşan ve
zaman zaman derinin bazı bölgelerinde dışa vuran bir hastalık. Arkada kendini
gösterene hemoroid deniliyor.
bâsur otu:
Bâsur hastalığına iyi geldiği düşünülen, sarı çiçekli bir ot.
başa baş: (z) Tam eşit şekilde
alış veriş, değiş tokuş.
başadak vesiñ:
Nişan ve evliliklerde tebrik ve dua sözü.
başa kakmek:
Yapılan bir iyiliği yüzüne söyleyerek birinin gönlünü kırmak.
başaşşağı:
tepetaklak
başa vamek:
Bitirmek, sonuçlandırmak, tamamlamak.
baş biti: Elbisede değil de saç
içinde yaşayan bit türü.
başda böyük:
Evi, aileyi çekip çeviren, zeka akıl ve tedbir bakımından üstün kimse.
başıgabak:
başlıksız, şapkasız
başı gülmek:
mutlu, mesut olmak
başına gayırmek: Başının çaresine bakmak.
başında durmek:
Bir hasta veya yaşlıya bakmak.
başıñdangalsıñ/başından galasıca: bir beddua
başını bâlamek:
Birini nişanlamak veya evlendirmek.
başını beklemek: Yanından ayrımamak.
başını çırpmek: Kadınların başını hafifçe bağlaması.
başını gırkdırmek: Saç tıraşı olmak.
başını sokmek:
Barınacak bir yer bulmak.
başını yakmek:
Birini tehlikeli bir duruma sokmak.
başlamek: Bilen birisi
tarafından bir örgünün ilk sırasını örmek.
başlık: atın ağzına takılan
gem takımı
Başol: Aşşağlıların Efemehmetin ortanca oğlu Salim
Öncül. 1943 Yılında doğdu, lakabının sebebi Yassıada yargılamalarının meşhur
hakimiyle adaş olmasıdır. Evlendiyse de bunu uzun süre yürütemedi. 1997’de
ölene kadar bekar yaşadı.
başsız: Başta büyüğü olmayan
çocuk.
başşak: Hasattan sonra
tarladaki mahsul kalıntısı.
başşakcı: Başşak toplayan kişi.
başşak değnemek: Hasattan sonra tarlada, bahçede kalan tahıl veya meyveyi
toplamak. Buğday baiağından yola çıkarak böyle adlandırılmış; ama hasat sonu
tarlada kalan her ürünü toplamanın genel adı haline gelmiş.
başucu: Yatılan bir yerin baş
konulan kısmı.
batasıca: Ölesice anlamında
ilenç sözü.
batık: kirli, pis, lekeli
Batıkmehmet: Gırhasanların Halil oğlu Mehmet Köz. 1900
Yılında doğdu. Davulcu Kelhalilin babasıdır. Torunu Mehmet Köz de kendisi gibi
Batık diye lakaplanmış. Dede Batıkmehmet 1946 yılında vefat etmiş.
-batır: Süreklilik bildiren
birleşik fiil yapar. (gülüp batır: gülüp duruyor)
batmek: kirlenmek
bayâ: 1.hakikaten,
gerçekten, ciddi olarak (Baya gavga böne mi çıkdı!); 2.muhakkak, mutlaka,
kesinlikle (Bu işi baya yapcen.); 3.her zamanki gibi, sıradan (Bu işi nası
yapdıñ! –Baya yapdım.); 4.hemen hemen, oldukça (Okumeyi baya örenmiş.)
baya da: İnadına, ille de
anlamında zarf. (Baya da otcen işde! Vâ mı deceyiñ!/İnadına oturacağım işte!
Var mı diyeceğin! Baya da ben dedim.)
bayâdan: Uzun süre önceden beri
bayatsımek:
Bayatlamak, bayatlamaya yüz tutmak.
bayıra sarmek:
Yokuş yukarı çıkmak.
baymek: 1.Mide bulandırmak,
baygınlık vermek; 2.Göz boyamak, kandırmak; 3.Bıkkınlık vermek.
bayrak: Ekin biçilirken veya
yolma yolunurken kesilip yolunmayıp geride kalanlar. Bunlar tek tek ve dik
durdukları için gönder direğindeki bayrağa benzetilmiş.
Bayramgucağı:
Bir mevki adı.
bazar: 1.Cumartesi günü, 2.Cumartesi
günü kurulan hafta pazarı.
bazar arabası:
Cumartesi günü şehirden pazarcı esnafı ve onların mallarını getiren otobüs.
1970’li yıllarda bunlardan iki tane vardı. Mavi beyaz renklerle boyanmış
büyüklü küçüklü bu iki otobüs bütün pazarcı esnafı ve mallarını sıkış tepiş
taşırdı.
bazarbaklağısı: Perşembe günü gelin inen eski zaman
düğünlerinde Pazar akşamı kız evi toplanıp oğlan tarafına ziyarete gider orada
eğlenirlerdi. Asıl maksadı evinden yeni ayrılan geline moral vermek olan bu
eğlence zamanla Çarşamba gecesine kaydırılsa da adı bazarbaklağısı olarak
kalmıştır.
bazarcı: Cumartesi günü pazara
gelen pazarcı esnafı.
bazar dağılmek:
Cumartesi günü pazar tezgahları toplanıp, alışveriş bitmek.
bazarertesi:
pazartesi
bazar gelini:
Cuma başlayıp pazar günü gelin inmesiyle sona eren düğün.
Bazaryeri:
Cumartesi günleri pazar kurulan, sair günlerde sergi için kullanılan meydan.
bazlıma: bazlama
bebe: 1.Çocuk dilinde taneli
yiyecek maddeleri, 2.Koyun keçi pisliği.
becerlemek:
Bir işin altından kalkmak, becermek.
beçi beçi:
(ü) Keçi çağırma ünlemi.
Bedeismihan: Dilsizmahmut Öztürk’ün kızı İsmihan Ildız.
1929 Yılında doğdu, Çolağüseyinin ikinci eşi, Garani Veysel Ildız ve Atom
Mehmet Ildız’ın analarıdır. 2022 Yılı sonunda vefat etti.
bedirek: eğirilmeye hazır yün
bégir: at, beygir
béğirmek: melemek
béğlik/beylik:
Mülkiyeti devlete ait olan. Köyün ortak malı durumundaki ağaçlar ve bahçe
beğlik diye vasıflandırılır.
békar: Mevsimlik olarak
çiftçilik işlerinde bir ailenin yanında çalışan kimse.
békar durmek:
Ücret karşılığında bütün çift çubuk işlerini yapmak üzere anlaşmak.
Bekçiali: Osmanköylünün Süleymanın büyük oğlu Ali Boy.
1942 Yılında doğdu, Habirinin abisidir. Anıtkaya ve Afyon’da gece bekçiliği
yaptığı için böyle lakaplandı. 2020 Yılında vefat etti.
Bekirali: Daldalların Bekir oğlu Ali Dadak. Bekirinali
sözü zamanla Bekirali’ye dönüşmüş. 1878 Yılında doğdu, Buydeycigadirin
babasıdır. 1937 Yılında vefat etti.
Bekiroğlu: Daldalların Süleyman oğlu Mehmet Dadak. 1908
Yılında doğdu; Gödenninenin oğlu, Bakkalsüleymanın babasıdır. Dedesine nisbet edilerek bu lakap verilmiş. 1989 Yılında
vefat etti.
békmez: pekmez
bél: 1.Bir şeyin tam
ortası, 2.Meni
bela okumek:
Kötülüğü istenen biri için beddua etmek.
bélbağı: Bebeğin sancaktan
(beşik) düşmemesi için bağlanan ip veya örme kemer.
bél bâlamek:
Güvenmek, dayanmak.
bel bel: (z) alık alık,
şaşkın şaşkın
bel bel bakmek:
Alık alık, şaşkın şaşkın bakmak.
béldir béldir:
(z) Canlı, dikkatli, sevinçli bakış.
Belediyegâvesi: Mülkiyeti Köy tüzel kişiliğine ait iken Karakol
binası olarak kullanılmış. Yıkılıp yenilendikten sonra hep kahve oldu, o günden
beri böyle bilinir.
belemek: Her yanına bir şeyler
bulaştırmak, sürmek.
belergin: Patlak, dışarı
fırlamış, devrik göz.
belermek: Göz haddinden fazla
açılmak.
belertmek:
Gözleri, akını meydana çıkaracak biçimde açmak.
belgüzar/bergüzar: Hediye, armağan, hatıra.
béli gelmek:
Erkek cinsi münasebette boşalmak.
beliñlemek: korkmak,
ürkmek
bellemek: 1.Kararlaştırmak,
2.Zannetmek, sanmak; 3.Öğrenmek, ezberlemek.
bél vemek:
Döşme veya direk eğrilmek.
béñ: 1.Derideki kahverengi
leke, 2.Meyvede (üzümde) olgunlaşma belirtisi.
Ben bubamın gaherli ekmeğini yimedim: Dolayısıyla senin bu hareketlerine hiç
katlanamam.
benden yanı:
1.Benim için, benim gözümde (Benden yana helal olsuñ); 2.Bu tarafta olan,
3.Benim tarafımı tutan.
béñ düşmek:
Özellikle kara üzümde olgunlaşma belirtisi olarak benekler oluşmak.
Benim elim değil Fadime Anamızıñ eli: Şifacı okuyup tutunca bu sözü söyler.
béñli/béñni:
Vücudunda belirgin bir leke bulunan
Béñli: Osmanköylünün Süleyman Boy’un ortanca kızı Kezban Öztürk. 1941 Yılında
doğdu; Berberlerin Emin eşi, Cingenmehmetin anasıdır. 2014’te vefat etti.
béñnenmek:
Meyvenin olgunlaşmaya başlaması, beñ düşmek
bennik: 1.Gurur, kibir, ego
(benlik); 2.Benimle ilgili, bence (Bennik bişey yok.)
Berberahmet: Böbülerin Salih oğlu Ahmet Kabadayı. 1950
Yılında doğdu. Omarcıkların Berberhüseyinden mezun olarak uzun süre berberlik
yaptığı için bu lakapla anıldı. Berbermehmeti yetiştirdikten sonra İzmir’e
taşındı, berberliği bırakıp memuriyetten emekli olduysa da hala bu lakabıyla
bilinmektedir.
Berber Ali Usta: Eğret kaynaklı berberlerin piridir. 1850
Yılında Afyon’da doğdu. Annesi ve kızkardeşiyle Eğret’e taşındı. Kendisinden
memnun kalan halk onu Eğret’ten everdi, ev ve tarla verip tamamen yerleşmesini
sağladılar. O da oğlu vasıtasıyla bir çok berber yetişmesini sağladı. Cihan
harbinden önce vefat etti.
Berberhüseyin: 1. Takgasların Cingenmuratın oğlu Hüseyin
Öncül. 1922 Yılında doğdu. Deliberberin çırağıdır, kendisi de Göçmensüleymanın
Sami Sancak’ı yetiştirdiyse de o mesleği sürdürmemiş. 1974 yılında vefat etti.
2. Omarcıkların Arap oğlu Hüseyin Sağlam. 1931 Yılında doğdu. Berberahmet,
Berberşükrü ve Berberyahyanın ustasıdır. 1997’de vefat etti.
Berbermehmet: Turabilerin Hüseyin oğlu Mehmet Külte.
Berberahmetin çırağıdır. Kendisi de oğlu Hüseyin’i yetiştirip emekli oldu.
Berberşükrü: Omarcıkların Arap oğlu Şükrü Sağlam. 1941
Yılında doğdu. Mesleği abisi Berberhüseyinden öğrendi. Aralıklarla dükkan
açtıysa da düzenli bir esnaflığı olmadı. 2012 Yılında vefat etti.
Berberyahya: Berberhüseyinin oğlu Yahya Sağlam. Babasıyla beraber
ve Ondan sonra uzun süre mesleğini sürdürdü. Sonra emekli oldu.
bere: 1.Yara, eziklik,
çizik, çıban; 2.Sebze ve meyvede ezik, çizik, çürük.
berebâ: birlikte, beraber
bereli: Çizik, çürük sebze ve
meyve.
bereñarı: şöyle böyle,
geçici olarak.
bereñarı mı!:
Tam dediğin gibi, az bile söyledin, daha fazlası… anlamlarında tepki sözü.
berkât: 1.bereket, 2.Allah
bereket versin, sözünün kısaltılmışı.
berkâtlı olsuñ:
Yemek yiyen, yiyecek hazırlayan veya ürün kaldıranlara söylenir.
bertmek: El veya ayak eklemleri
burkulmak.
besbelli: Sanırım, demek ki
besdil: Erik marmelatının
levha halinde kurutulmuşu, pestil.
besdil çıkarmek: Dağ eriğinden pestil yapmak.
besdili çıkmek:
çok yorulmak.
bessâne: Büyükbaş hayvanların
bakıldığı büyük ahır, besihane.
beş gardeş:
Tokat, şamar.
Beşgardeşlê:
Beş yıldızdan oluşan bir takımyıldızı, Terazi Yıldızı.
bet: çok iyi, çok fazla (Bu
oyunu bet oynarın.)
bet beñiz:
(i) yüzün rengi, yüzde canlılık alameti
bet beñiz atmek: Yüzünün rengi sararmak, solmak.
bet berkât:
(i) bolluk, bereket, uğur
beti berkâtı gaçmek: Eski bolluğu kalmamak.
beygir: at
beygir çakmek:
Atı otlaması veya bulunduğu yerden uzaklaşmaması için zincirle bir yere
sabitlemek. Zincirin ucundaki zikge yere çakılır.
beygirgulağı:
Çok yıllık bir bitki, madımak. Yapraklarının biçimi sebebiyle böyle
adlandırılmış. Tuzla ovulan yaprakların suyu çıkar, bu halde afiyetle yenir.
Tuzla ovma işine özel olarak terletme denir.
beygirin nallandığını görmüş de
gurbağı ayağını uzatmış: Özentide
sınır olmaz
Beygirli: Arzıların Çolakmusanın büyük oğlu Mehmet Tüblek. 1924
Yılında doğdu. Koşum hayvanı olarak öküzden ata hızlı geçiş yaptığı ve namlı
atlara sahip olduğu için böyle lakaplanmış. 2013 Yılında vefat etti.
beylemek: Önceden biraz peşinat
vererek satın alma hakkını ele geçirmek.
Beylik Badcası:
Gatçayır mevkiinde Köy tüzel kişiliğine ait bahçe. Önceleri Belediyece kiraya
verilirmiş, sonra elma ağaçları dikildiyse de bakımsızlıktan verim alınamadı.
En sonunda piknik bahçesi gibi düzenlendi, fakat bu da uzun soluklu olmadı. Şu
anda atıl durumda.
beynamaz: Namaz kılmayan
(bînamaz)
beze: 1.Deri altından
başvermiş yumru; 2.Hamur topağı.
bezeme: Vücutta oluşan kırmızı
kabarcıklarla beliren bir deri hastalığı.
bezemek: Bezeme olan hastayı
işin ehli okuyup tedavi etmek.
bez yumek: Bebeğin
kirli alt bezlerini yeniden kullanmak üzere yıkamak. Hazır bez icat edilmediği
zamanların uygulaması ve deyimidir. Meydan çeşmesinin aharında bez yıkadı diye
Muhtarlık ve Belediyece çoğu köylüye ceza yazılmış.
bıçağa gelmek:
Hayvan kesilecek kadar büyümek.
bıçgı: büyük testere
bıdantı: Kesilen ağacın
gövdesinden ayrı geriye kalan dalları. Dağdan meşe odun kesip getirmek izne
tabi olduğu halde budantı getirenlere pek ses çıkarmazlarmış.
bıdak: budak
bıdır bıdır:
(s) Çocuğun tatlı tatlı konuşması.
bıdırdamak:
Konuşmak, iki kişi hafif sesle konuşmak.
bıdik! bıdik(!): (ü)Köpek çağırma ünlemi.
Bıgalı: Sabri Kocausta. Çanakkale/Biga’da doğdu. Orada
Eğretli Kekliklerin Kelali kızı Kezban Hanım ile evlendi. Resmi bir işlem için
zorunluluktan geldikleri Eğret’e yerleştiler. Bir süre sonra Afyon’a
taşındılarsa da Anıtkaya ile bağlarını koparmadılar. Bıgalı, 1992 yılında Afyon’da
vefat etti.
bılimek: Çocuk oyunlarında,
atışı olması gerektiği gibi değil de menfeatine olacak şekilde yavaşça yapmak.
Futbolda taç atışını nizami yapmamaya benzer; ama bılimenin bir yaptırımı
yoktur, meğer ki oyun öncesinde kararlaştırılmış olsun.
bırağmak/bırağıvemek: Hamuru fırın küreğinin üzerine küreğe koymak (bırakıvermek).
Mahalle fırınında yaşanan bu olay kimsenin tek başına ekmek edemeyeceğini de
gösterir. Mutlaka bir komşuya yahut fırın yakan bir kadına ihtiyacın var.
bırçak: burçak
bıtırak: pıtrak otu ve
tohumu
bıtırak gibi:
Çok ve sık olan şeylerin bolluğunu anlatmada kullanılır.
bıyığımda paytıran mı
va!: Musallat olup da
peşini bırakmayan kimseleri başından def etmek için söylenir.
Paytıran/paytaran, Anıtkayalıların ayvadenesi dediği hoş kokulu
civanperçemidir. (Bıyığımda paytıran mı va, ne yanımda doleşip duruyoñ!)
bızağı: 1.Buzağı, 2.Buzağı,
dana, eşek, tay gibi hayvanlardan oluşan toplu köy sürüsü.
bızağlık: 1.Ahırın buzağılar
için çevrilmiş bölümü. 2.(mec)Küçükler için ayrılmış oyun alanı.
bızak: Çocuk dilinde buzağı.
bızâlı: Sağılan, buzağısı olan
inek.
bızılamak:
İnek, manda gibi büyükbaş hayvan doğurmak.
bızılêci: Gebe inek.
bi: bir
bi adımlık yer:
Çok yakın yerleri anlatmada kullanılır.
bi âlem: Çok değişik, bambaşka,
kendine özgü niteliği olan.
bi at gırk yıl eşinmez: Kişiden her zaman aynı davranışlar beklenmemeli.
bîbi: 1.(i) Çocuk dilinde
kümes hayvanları ve kuşlar, 2.Meyveden çıkan kurtçuk.
bî! bî! bî!:
(ü)Tavuk, horoz çağırma ünlemi.
bi bişirim:
Bir defa pişirebilecek kadar.
biboy: 1.durmadan, sürekli
anlamında zarf.(Biboy yalan atıyo.), 2.Aynı büyüklükte (bir boy)
bicik: Baharda çıkan
yenilebilir bir ot.
biçer: biçerdöğer
biçer goğlamek: Biçerdöverle ekin biçtirmek için tarlasının başına gitmek,
bçerdöver peşinde koşmak. Anıtkaya yazlarının son kırk yıldaki onulmaz yarası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder