ıcicik: azıcık
ıhmek: Dizlerinin üzerine
çökmek
ıkılamek: Yorgunluktan,
hastalıktan ya da sıkıntıdan sık sık nefes almak, inlemek.
ıkmek: Kıçüstü oturmak.
ıldız: Yıldız
ılgı: Kışın araziye başının
çaresine baksın diye bırakılan koşum hayvanı, at. Yılkı
ılgın: Yazın güneşin
yansımasıyla yerde oluşan titrek parıltı, serap.
ılımek: Korku veya heyecandan
ürpermek.
ılıtmek: Sıcak veya soğuk şeyi
ılıştırmak.
ıntırka: Hile, düzen, entrika,
düzmece
ıpırât: (s) çok rahat
Irabbım: Yakınma ve imdat sözü
(Rabbim)
ıraf: raf
ırafan: 1.Binicisini hiç yormayan
at yürüyüşü, rahvan; 2.Bu biçimde yürüyebilen at
Irafan: Bolvadinli Çakallardan Mustafa oğlu Hüseyin
Dalgalı. Kelbekirin abisi, Alosmançavuşun amcasıdır; 1874’te doğdu. Neden böyle
lakaplandığı bilinmiyor, 1949 yılında vefat etti.
ırak: uzak
ırakı: rakı
ırakıcı: Alkolik, çok içki
içen.
ıramas: Harmanda
dövülecek ya da sürülecek sap yığını. Yayılmadan önceki yığılı halidir ve
deleceden yıkarken iki yana çift sıra biçiminde yığılır.
ırâmetlik:
Rahmetli (Ölü anılırken)
ırât: Rahat, keyif, konfor.
ırât döşşeğinde ölmek: Evinde, sıkıntısız, eceliyle ölmek.
ırât etmek:
Dinlenmek, sıkıntısız durumda olmak, ferahlamak.
ırâtı beyde yok: Çok rahat.
ırâtına bakmek:
İşini bitirip keyif yapmak.
ırâtını bozmek:
Tedirgin etmek, keyfini kaçırmak.
Irâtibe: Ratibe
Iraybe: Rabia
Irayke: Raika
Irayme: Rahime
Iraz: Kısaltılmış Raziye
ırazı gelmek:
Uygun bulmak, kabul etmek.
Irazıye: Razıye
Iraziyeniñguyu:
Bir kuyu ve mevki adı. Hangi Raziye’nin
hayratı olduğu bilinmiyor.
ırbık: Kullanışlı bir kulpu,
kapağı, suyu dökmek için ince uzun ümzüğü bulunan, taharetlenmek ve abdest
almak için kullanılan su kabı. İbrik.
ırfıdan: az pişmiş yumurta,
rafadan
ırgadı: Ağaçtan oyulmuş su
kabı.
ırık: Her türlü oyunda şans,
uğur, talih.
ırık gelmek:
Şansı açılmak.
ırıkı gaçmek:
Şansı, uğuru kaybolmak, morali bozulmak.
ırışat: Çirkin, suratsız.
ırlamek: 1.Bir nesneyi
(özellikle salıncaktaki çocuğu) sallamak, 2.Meyveleri dökülmesi için ağacı
sallamak, silkelemek.
ırlangeç: salıncak
ırlanmek: Kendi ağırlığı veya
rüzgarın etkisiyle sağa sola sallanmak.
ırmak: Orak biçerken tırpanı
sallayışta enlemesine alınan mesafeleri birbirinden ayıran hayali çizgi.
Irmızan: 1.Ramazan, 2.Oruç
tutma zamanı, Ramazan ayı.
ırzıgırık:
Ahlaksız, tıynetsiz, kadınları rahatsız edebilen erkek.
ısbınak: ıspanak
ıscak/ıccak:
sıcak
ıscak geçmek:
Başına güneş çarpmak.
ıscak gızmek:
Öğle sıcağı bastırmak.
ıscaklâ: Sıcak günler, yaz
mevsimi (sıcaklar)
ıscecik: Tam kıvamında, olması
gerektiği derecede sıcaklık, sıcacık.
ısmariş: Ismarlanan şeyler,
sipariş.
Ismeyil: İsmail
ıssırmek: ısırmak
ıssırgan: Isırgan otu.
ışık: Kandil, lamba gibi
aydınlatma araçları
ışılak: parlak
ışılamek: 1.Parlamak, 2.(mec)
Aklına bir fikir gelmek.
ışıldak: Taşınabilir, şarjlı
lamba.
ışılık: 1.Işık, 2.Mum, kandil,
lamba gibi ışık kaynağı; 3. Elektrik
ızgın: Tanelerinden bezir yağı çıkarılan yüksekçe bir ot.
İban: İbrahim
İbili: 1.Apdıramanların Hasan oğlu İbrahim Kirkit.
1878 Yılında doğdu, Kirpitçi olarak bilinen kişidir, 1947’de vefat etti. 2.Tekelioğlu İbrahim. 1881 Yılında doğdu.
Delinori ve Fortgadirin babasıdır. Cihan Harbinde asker nakli sırasında trenden
atlayıp Eğret’e geldi, vefat etti. 3.Fortgadirin küçük oğlu İbrahim Taşkın.
1952 Yılında doğdu.
İbiş: Çatalların Mollamehmet oğlu İbiş Tür. 1900
Yılında doğdu. Aslen Afyonlu büyük dedesi Garamehmetoğlu İbiş’in adı kendine
isim ve sonrasında ailesine lakap olmuş. 1974 Yılında vefat etti.
İblak: İlbulak Dağı
ibubuk: Başı sorguçlu, karışık
renkli, uzun gagalı kuş; çavuş kuşu, hüdhüd kuşu, ibibik kuşu.
ibik/ibuk:
Tavuk, horoz ve hindinin başı üstündeki kırmızı et doku.
icara vemek:
Tarlayı kiraya vermek.
iç: 1.Yatak, yorgan,
yastık gibi şeylere doldurulan yün, tüy gibi yumuşak malzeme; 2.Dolma ve sarma
yemeğini doldurmada kullanılan düyü, pirinç, kıyma gibi malzeme.
içdonu: Pantolonun altına
giyilen içlik.
içerikli: Duygusal, hissi, içli
kimse.
içerlek: Diğerlerinden daha
içeride, daha geride olan.
içi akdört olmek: Midesi bulanmak.
içi geçmek:
Uyuklamak.
içi ılımek:
Ürpermek.
içindirikli:
Duygusal, içli
idiriz: Meyveleri çok küçük ve çok acı, kuşkirazı da
denen yabani vişne. Bu ağaçlar vişneye aşılanır.
İdiriz: İdris
iki darp bi niyet: Teyemmüm şartları.
ikidilli: Yere ve zaman göre
farklı konuşan, münafık.
iki emek etmek:
Gereksizce aynı işi iki kere yapmak, silbaştan bir daha yapmak.
ikilemek: Tarlayı iki kere
sürmek, aktarmak.
iki salla bi bağla, üç
salla bi yat: Bayram namazı tarifi.
ikiyebir: Sık sık, ikidebir.
ilaca yaramamek: Boşa gitmek, heba olmak.
ilan: yılan
ilan âzında gibi çığırmek: Çok büyük bir tehlikedeymiş gibi bağırmak (Yılan ağzında gibi)
ilancık: Karın ağrısıyla
kendini gösteren bir hastalık.
ilan eniğini gaybetse bulamaz: O kadar dağınık...
ilave: Arabalarda yan
tahta yüksekliğini artırmak için onun üzerine konulan ek tahta.
ilêm: lehim
ilêmlemek:
Teneke kapları lehim ile tamir etmek.
ilenç/ilenti:
beddua
ilendire: rende
ilenmek: Beddua etmek.
ilerde: Geçende anlamında
yakın geçmişi anlatır.
ileri geri:
(i) 1.Ivır zıvır; 2. (z)Konuşmada haddi aşma.
ilerlêde: Geçenlerde, geçmişte.
ileş: Leş, ölü hayvanın
çürüyüp kokmuş cesedi.
İlfan: İrfan
ilibada: Efelek, labada.
ilik: Düğme, giysi düğmesi.
ilikevi/iliğevi: Elbisenin düğmesinin geçtiği delik, düğme deliği
ilikmeç: Kolay çözülebilen
basit düğüm.
ilik oynamek:
Sermayesi düğme olan oyun oynamak.
ilinti: İlmek atılarak yapılan
basit dikiş.
ilisdir: Tepsi şeklinde süzgeç.
ilisdir gibi: Her yanı delik deşik kumaş benzeri şeyleri
tanımlamada kullanılır.
ilkâşam: Gecenin erken
vakti, akşam ezanından hemen sonraki vakit (ilk akşam)
ilkevela: (z) En önce, ilk önce.
ille/illede:
kesinlikle
illêm: Muhakkak, ne olursa
olsun.
ilman: limon
ilmanduzu:
limon tuzu
ilman gibi:
çok ekşi
ilmek: 1.Değmek, dokunmak,
çarpmak; 2.Dikmek suretiyle parçaları bitiştirmek; 3.Eklemek, iliştirmek.
ilyen: leğen
İlyen: Üçlerkayası köyü.
ilyen takga:
fötr şapka
imanı gevremek:
Çok zahmet çekip fazla yorulmak.
imbal: Örendirenin ucuna
çakılan küçük çivi.
imballamek:
1.Öküzleri yürütmek için örendire ucundaki çiviyle dürtüklemek; 2.(mec)Bir işi
zorla yaptırmak.
imik: beyin
İmiriniñ it gibi: Çok gezenler için benzetme. Mihrioğluların
köpeğe telmihen yapılan bir yakıştırma olduğu düşünülüyor.
İmranguyusu: İmranoğlu/Emirhanoğluların hayratı dolaplı bir
kuyu ve onun çevresine verilen ad.
inadım inat adım Kel Murat: Çok inatçılık edenleri anlatmada kullanılır.
inam: İtimat, emniyet, güven.
inam etmek:
Güvenmek, inanmak.
inaneyer: (e) Söylediklerine
ikna etme sözü, inan ki. (inan eğer)
incedalan:
Uzun, ince ve güzel vücuda sahip olan.
İncegadir: Tekirgızıların Gambırömerin Kadir haykır. 1950
Yılında doğdu, Anıtkaya’da oturur.
İncegeriş: Dağda bir mevki adı.
incelek: Unu ince elemeye
yarayan elek (ince elek)
İncemehmet: Tingildeklerin Osman oğlu Mehmet Kasal. 1913
Yılında doğdu; Musadedenin küçüğü, Hacıapdıllanın büyüğüdür. 1989 Yılında vefat
etti.
İnceömer: Devrimbeşlerin Kirtyusufun oğlu Ömer Aydın.
indirli bindirli: Engebeli arazi veya yüzeyi düzgün olmayan şey.
iniş aşşağı:
Bayırdan aşağı doğru.
inmek: 1.Misafir olmak
(Dayımgile indik), 2.İçi hava dolu veya kabarık bir şey sinmek (Topuñ havası
inmiş)
inne: iğne
inneci: Hastalara ilaç enjekte
edebilen kişi, aşıcı
İnnecinazmi: Olucaklıların Ahmet oğlu Nazmi Aydın. 1947
Yılında doğdu, Musahocanın kardeşidir. Hastanede çalıştığı için böyle
lakaplandı.
innelik:Kaybolmaması amacıyla
iğnelerin saplandığı, içi pamuk veya yün doldurulmuş, kalp veya çiçek biçimi de
verilebilen, duvarda asılı işleme.
İnnêñüsdü:
Bir mevki (İnlerin Üstü)
ipburnu/ itburnu: Kuşburnu meyvesi.
ipçorap: Elde örülmüş yün çorap.
irên: Borca karşılık tutulan
tarla, rehin.
irendire: Rende
irêne gomek:
Ödünç para için değerli bir şeyini rehin vermek.
İresil: 1.Resul, 2.Resulbaba
Tepesi
İresilboba:
Resulbaba Tepesi.
İresilhoca: Apdıramanların Çilefenin küçük oğlu Resul
Ayas. 1923 Yılında doğdu. Çok çeşitli yerlerde hocalık yaptı. Tipik cami
hocalığının dışında aydın biri olarak tanınırdı, 1998’de vefat etti.
irezil: Rezil, alçak.
irezillik çekmek: Sıkıntı, eziyet çekmek.
irezil olmek:
Ortalıkta sahipsiz kalmak, rezil olmak.
iri darı: 1.
(s)Büyük küçük; 2. (z)Düşüncesizce söylenen sözler.
irikmek: Kendi kendine
çoğalmak, birkilmek
irilemek: 1.Meyvelerin irilerini
seçmek, 2.Hayvan samanın incesini yiyip irisini bırakmak.
irili ufaklı:
(s-z) Büyük küçük karışık.
irin: iltihap
irinnenmek:
Yara iltihaplanmak.
irkilmek: Halk toplanmak.
irkinti: Birikmiş, birikinti
irkmek/ irikdirmek: Biriktirmek, yığmak.
îsan: insan (Îsan bi
gelmeden habar veri.)
îsana beñzemedik: Hakaret sözü.
îsan gibi:
İnsana yakışır biçimde.
îsan gursağına gitsiñ: Atılacak yiyecekleri atmama uyarısı.
îsan îsanıñ ağısını alır: Derteleşmek insanı rahatlatır.
Îsan uyuya uyuya böyür, uyuya uyuya ölür: atasözü
îsan yañılmadan yeñilmezmiş: Hata yapan mağlup olur.
İscêsar: İsçehisar
İscêsar eşşeği gibi: Çok fazla inatçılık yapan kimse. (İscehisar)
isdê: “istersen/ister” sözü
böyle telaffuz edilir ve edat olarak kullanılır (İsdê yi, isdê yime)
isdêci: dilenci
(isteyici)
isdêcilik etmek: dilenmek
isdetme: Yedek lastik, stepne.
isdop etmek:
Motor durmak, duruvermek.
isgemle: Sandalye
isgif: Düzgün yığın (istif)
isgiflemek: Üstüste dizmek, yığmak, istif etmek.
isgile: Yüksek binaların
duvarını yaparken üzerinde güvenli durmak için kurulan sehpa.
İsgileyolu:
Bir mevki (İskele Yolu)
ismariş: sipariş
iş: El işi. Kadının o sırada
yaptığı örgü veya dokuması.
işalla: 1.Herhangi bir şey
konusunda genel iyi dilek temennisi, 2.Gerçekleşmeyeceğini tahmin ettiği halde
yine de olması için dua etme. (inşallah)
iş buyurmek:
Yapılacak bir iş için emir vermek.
işcimen: 1. Çalışkan, 2. Ev ve
el işlerinde çok iyi, becerikli kadın. Hamarat
iş çıkarmek:
Hesapta olmayan sıkıntılara neden olmak.
iş çıkatdırmek:
Planda olmadığı halde hesapsızca yeni gaileler açmak.
işdecik: işte
işden alagomek:
Kendisiyle meşgul ederek işini yapmasını engellemek.
işden galmek:
Boşa meşgul olarak çalışamaz hale gelmek.
işde yüzü:
Kendisi burada.
işgayıt vatdı:
Çiftçilik işlerinin en yoğun olduğu dönem. (iş kayıt vakti)
işgici: İçki içen, sarhoş
iş görmek:
Birini sıkıntıdan kurtarmak.
işgötü: İş disiplini, çalışma
azmi, isteği.
işim iş gaşşığım gümüş: İşi tam istediği gibi olmak.
işiñ görülsüñ:
Benim çıkarım yok, maksadım senin işini halletmek.
işiniñ adı ne:
Nasıl olsa işi yok, vakti müsait.
iş kesmek:
Zorluk çıkarmak.
işleme: 1.Kaneviçe ile beyaz
beze nakşetme işi, 2.Bu işlem sonucunda ortaya çıkan ürün
işlemek: Çalışmak, iş yapmak.
işlik: 1.İş yeri, atelye;
2.İçe giyilen giysi (içlik); 3.İş elbisesi, çalışırken giyilen giysi.
İşof: Emirhanoğlu Ahmet’in küçük oğlu Hasan Hüseyin
Okutan. 1895 Yılında doğdu. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Dombeyli ve
Sağırisanın babasıdır, 1975’te vefat etti.
iş ürememek:
Üzerinde çalışılan işin ilerlememesi hali, iş durağanlaşmak.
itdirseği:
Gözkapağında çıkan sivilce, arpacık.
itileşmek:
İtişip kakışmak.
itiñ götüne sokmek: Ağır sözler söyleyerek rezil etmek.
iyidemir/iğdemir: Ağaç oymada kullanılan ucu keskin demir.
izbet: Zayıf veya hastalıklı
olduğu için beğenilmeyip sürüden ayrılmış koyun.
izi gurumamek:
Kısa süre içinde, öncekinin tam tersini yapmak veya söylemek.
izli dipli:
(z) En ince ayrıntısına varıncaya kadar.
izmirmıkı:
En büyük çivi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder