25 Şubat 2024

ıbrık - izmirmıkı


ıbrık/ırbık: ibrik

ıcicik: azıcık

ıhmek: Dizlerinin üzerine çökmek

ıkılamek: Yorgunluktan, hastalıktan ya da sıkıntıdan sık sık nefes almak, inlemek.

ıkmek: Kıçüstü oturmak.

ıldız: Yıldız

ılgı: Kışın araziye başının çaresine baksın diye bırakılan koşum hayvanı, at. Yılkı

ılgın: Yazın güneşin yansımasıyla yerde oluşan titrek parıltı, serap.

ılımek: Korku veya heyecandan ürpermek.

ılıtmek: Sıcak veya soğuk şeyi ılıştırmak.

ıntırka: Hile, düzen, entrika, düzmece

ıpırât: (s) çok rahat

Irabbım: Yakınma ve imdat sözü (Rabbim)

ıraf: raf

ırafan: 1.Binicisini hiç yormayan at yürüyüşü, rahvan; 2.Bu biçimde yürüyebilen at

Irafan: Bolvadinli Çakallardan Mustafa oğlu Hüseyin Dalgalı. Kelbekirin abisi, Alosmançavuşun amcasıdır; 1874’te doğdu. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor, 1949 yılında vefat etti.

ırak: uzak

ırakı: rakı

ırakıcı: Alkolik, çok içki içen.

ıramas: Harmanda dövülecek ya da sürülecek sap yığını. Yayılmadan önceki yığılı halidir ve deleceden yıkarken iki yana çift sıra biçiminde yığılır.

ırâmetlik: Rahmetli (Ölü anılırken)

ırât: Rahat, keyif, konfor.

ırât döşşeğinde ölmek: Evinde, sıkıntısız, eceliyle ölmek.

ırât etmek: Dinlenmek, sıkıntısız durumda olmak, ferahlamak.

ırâtı beyde yok: Çok rahat.

ırâtına bakmek: İşini bitirip keyif yapmak.

ırâtını bozmek: Tedirgin etmek, keyfini kaçırmak.

Irâtibe: Ratibe

Iraybe: Rabia

Irayke: Raika

Irayme: Rahime

Iraz: Kısaltılmış Raziye

ırazı gelmek: Uygun bulmak, kabul etmek.

Irazıye: Razıye

Iraziyeniñguyu: Bir kuyu ve mevki adı.  Hangi Raziye’nin hayratı olduğu bilinmiyor.

ırbık: Kullanışlı bir kulpu, kapağı, suyu dökmek için ince uzun ümzüğü bulunan, taharetlenmek ve abdest almak için kullanılan su kabı. İbrik.

ırfıdan: az pişmiş yumurta, rafadan

ırgadı: Ağaçtan oyulmuş su kabı.

ırık: Her türlü oyunda şans, uğur, talih.

ırık gelmek: Şansı açılmak.

ırıkı gaçmek: Şansı, uğuru kaybolmak, morali bozulmak.

ırışat: Çirkin, suratsız.

ırlamek: 1.Bir nesneyi (özellikle salıncaktaki çocuğu) sallamak, 2.Meyveleri dökülmesi için ağacı sallamak, silkelemek.

ırlangeç: salıncak

ırlanmek: Kendi ağırlığı veya rüzgarın etkisiyle sağa sola sallanmak.

ırmak: Orak biçerken tırpanı sallayışta enlemesine alınan mesafeleri birbirinden ayıran hayali çizgi.

Irmızan: 1.Ramazan, 2.Oruç tutma zamanı, Ramazan ayı.

ırzıgırık: Ahlaksız, tıynetsiz, kadınları rahatsız edebilen erkek.

ısbınak: ıspanak

ıscak/ıccak: sıcak

ıscak geçmek: Başına güneş çarpmak.

ıscak gızmek: Öğle sıcağı bastırmak.

ıscaklâ: Sıcak günler, yaz mevsimi (sıcaklar)

ıscecik: Tam kıvamında, olması gerektiği derecede sıcaklık, sıcacık.

ısmariş: Ismarlanan şeyler, sipariş.

Ismeyil: İsmail

ıssırmek: ısırmak

ıssırgan: Isırgan otu.

ışık: Kandil, lamba gibi aydınlatma araçları

ışılak: parlak

ışılamek: 1.Parlamak, 2.(mec) Aklına bir fikir gelmek.

ışıldak: Taşınabilir, şarjlı lamba.

ışılık: 1.Işık, 2.Mum, kandil, lamba gibi ışık kaynağı; 3. Elektrik

ızgın: Tanelerinden bezir yağı çıkarılan yüksekçe bir ot.  

İban: İbrahim

İbili: 1.Apdıramanların Hasan oğlu İbrahim Kirkit. 1878 Yılında doğdu, Kirpitçi olarak bilinen kişidir, 1947’de vefat etti.  2.Tekelioğlu İbrahim. 1881 Yılında doğdu. Delinori ve Fortgadirin babasıdır. Cihan Harbinde asker nakli sırasında trenden atlayıp Eğret’e geldi, vefat etti. 3.Fortgadirin küçük oğlu İbrahim Taşkın. 1952 Yılında doğdu.

İbiş: Çatalların Mollamehmet oğlu İbiş Tür. 1900 Yılında doğdu. Aslen Afyonlu büyük dedesi Garamehmetoğlu İbiş’in adı kendine isim ve sonrasında ailesine lakap olmuş. 1974 Yılında vefat etti.

İblak: İlbulak Dağı

ibubuk: Başı sorguçlu, karışık renkli, uzun gagalı kuş; çavuş kuşu, hüdhüd kuşu, ibibik kuşu.

ibik/ibuk: Tavuk, horoz ve hindinin başı üstündeki kırmızı et doku.

icara vemek: Tarlayı kiraya vermek.

: 1.Yatak, yorgan, yastık gibi şeylere doldurulan yün, tüy gibi yumuşak malzeme; 2.Dolma ve sarma yemeğini doldurmada kullanılan düyü, pirinç, kıyma gibi malzeme.

içdonu: Pantolonun altına giyilen içlik.

içerikli: Duygusal, hissi, içli kimse.

içerlek: Diğerlerinden daha içeride, daha geride olan.

içi akdört olmek: Midesi bulanmak.

içi geçmek: Uyuklamak.

içi ılımek: Ürpermek.

içindirikli: Duygusal, içli

idiriz: Meyveleri çok küçük ve çok acı, kuşkirazı da denen yabani vişne. Bu ağaçlar vişneye aşılanır.

İdiriz: İdris

iki darp bi niyet: Teyemmüm şartları.

ikidilli: Yere ve zaman göre farklı konuşan, münafık.

iki emek etmek: Gereksizce aynı işi iki kere yapmak, silbaştan bir daha yapmak.

ikilemek: Tarlayı iki kere sürmek, aktarmak.

iki salla bi bağla, üç salla bi yat: Bayram namazı tarifi.

ikiyebir: Sık sık, ikidebir.

ilaca yaramamek: Boşa gitmek, heba olmak.

ilan: yılan

ilan âzında gibi çığırmek: Çok büyük bir tehlikedeymiş gibi bağırmak (Yılan ağzında gibi)

ilancık: Karın ağrısıyla kendini gösteren bir hastalık.

ilan eniğini gaybetse bulamaz: O kadar dağınık...

ilave: Arabalarda yan tahta yüksekliğini artırmak için onun üzerine konulan ek tahta.

ilêm: lehim

ilêmlemek: Teneke kapları lehim ile tamir etmek.

ilenç/ilenti: beddua

ilendire: rende

ilenmek: Beddua etmek.

ilerde: Geçende anlamında yakın geçmişi anlatır.

ileri geri: (i) 1.Ivır zıvır; 2. (z)Konuşmada haddi aşma.

ilerlêde: Geçenlerde, geçmişte.

ileş: Leş, ölü hayvanın çürüyüp kokmuş cesedi.

İlfan: İrfan

ilibada: Efelek, labada.

ilik: Düğme, giysi düğmesi.

ilikevi/iliğevi: Elbisenin düğmesinin geçtiği delik, düğme deliği

ilikmeç: Kolay çözülebilen basit düğüm.

ilik oynamek: Sermayesi düğme olan oyun oynamak.

ilinti: İlmek atılarak yapılan basit dikiş.

ilisdir: Tepsi şeklinde süzgeç.

ilisdir gibi: Her yanı delik deşik kumaş benzeri şeyleri tanımlamada kullanılır.

ilkâşam: Gecenin erken vakti, akşam ezanından hemen sonraki vakit (ilk akşam)

ilkevela: (z) En önce, ilk önce.

ille/illede: kesinlikle

illêm: Muhakkak, ne olursa olsun.

ilman: limon

ilmanduzu: limon tuzu

ilman gibi: çok ekşi

ilmek: 1.Değmek, dokunmak, çarpmak; 2.Dikmek suretiyle parçaları bitiştirmek; 3.Eklemek, iliştirmek.

ilyen: leğen

İlyen: Üçlerkayası köyü.

ilyen takga: fötr şapka

imanı gevremek: Çok zahmet çekip fazla yorulmak.

imbal: Örendirenin ucuna çakılan küçük çivi.

imballamek: 1.Öküzleri yürütmek için örendire ucundaki çiviyle dürtüklemek; 2.(mec)Bir işi zorla yaptırmak.

imik: beyin

İmiriniñ it gibi: Çok gezenler için benzetme. Mihrioğluların köpeğe telmihen yapılan bir yakıştırma olduğu düşünülüyor.

İmranguyusu: İmranoğlu/Emirhanoğluların hayratı dolaplı bir kuyu ve onun çevresine verilen ad.

inadım inat adım Kel Murat: Çok inatçılık edenleri anlatmada kullanılır.

inam: İtimat, emniyet, güven.

inam etmek: Güvenmek, inanmak.

inaneyer: (e) Söylediklerine ikna etme sözü, inan ki. (inan eğer)

incedalan: Uzun, ince ve güzel vücuda sahip olan.

İncegadir: Tekirgızıların Gambırömerin Kadir haykır. 1950 Yılında doğdu, Anıtkaya’da oturur.

İncegeriş: Dağda bir mevki adı.

incelek: Unu ince elemeye yarayan elek (ince elek)

İncemehmet: Tingildeklerin Osman oğlu Mehmet Kasal. 1913 Yılında doğdu; Musadedenin küçüğü, Hacıapdıllanın büyüğüdür. 1989 Yılında vefat etti.

İnceömer: Devrimbeşlerin Kirtyusufun oğlu Ömer Aydın.

indirli bindirli: Engebeli arazi veya yüzeyi düzgün olmayan şey.

iniş aşşağı: Bayırdan aşağı doğru.

inmek: 1.Misafir olmak (Dayımgile indik), 2.İçi hava dolu veya kabarık bir şey sinmek (Topuñ havası inmiş)

inne: iğne

inneci: Hastalara ilaç enjekte edebilen kişi, aşıcı

İnnecinazmi: Olucaklıların Ahmet oğlu Nazmi Aydın. 1947 Yılında doğdu, Musahocanın kardeşidir. Hastanede çalıştığı için böyle lakaplandı.

innelik:Kaybolmaması amacıyla iğnelerin saplandığı, içi pamuk veya yün doldurulmuş, kalp veya çiçek biçimi de verilebilen, duvarda asılı işleme.

İnnêñüsdü: Bir mevki (İnlerin Üstü)

ipburnu/ itburnu: Kuşburnu meyvesi.

ipçorap: Elde örülmüş yün çorap.

irên: Borca karşılık tutulan tarla, rehin.

irendire: Rende

irêne gomek: Ödünç para için değerli bir şeyini rehin vermek.

İresil: 1.Resul, 2.Resulbaba Tepesi

İresilboba: Resulbaba Tepesi.

İresilhoca: Apdıramanların Çilefenin küçük oğlu Resul Ayas. 1923 Yılında doğdu. Çok çeşitli yerlerde hocalık yaptı. Tipik cami hocalığının dışında aydın biri olarak tanınırdı, 1998’de vefat etti.

irezil: Rezil, alçak.

irezillik çekmek: Sıkıntı, eziyet çekmek.

irezil olmek: Ortalıkta sahipsiz kalmak, rezil olmak.

iri darı: 1. (s)Büyük küçük; 2. (z)Düşüncesizce söylenen sözler.

irikmek: Kendi kendine çoğalmak, birkilmek

irilemek: 1.Meyvelerin irilerini seçmek, 2.Hayvan samanın incesini yiyip irisini bırakmak.

irili ufaklı: (s-z) Büyük küçük karışık.

irin: iltihap

irinnenmek: Yara iltihaplanmak.

irkilmek: Halk toplanmak.

irkinti: Birikmiş, birikinti

irkmek/ irikdirmek: Biriktirmek, yığmak.

îsan: insan (Îsan bi gelmeden habar veri.)

îsana beñzemedik: Hakaret sözü.

îsan gibi: İnsana yakışır biçimde.

îsan gursağına gitsiñ: Atılacak yiyecekleri atmama uyarısı.

îsan îsanıñ ağısını alır: Derteleşmek insanı rahatlatır.

Îsan uyuya uyuya böyür, uyuya uyuya ölür: atasözü

îsan yañılmadan yeñilmezmiş: Hata yapan mağlup olur.

İscêsar: İsçehisar

İscêsar eşşeği gibi: Çok fazla inatçılık yapan kimse. (İscehisar)

isdê: “istersen/ister” sözü böyle telaffuz edilir ve edat olarak kullanılır (İsdê yi, isdê yime)

isdêci: dilenci (isteyici)

isdêcilik etmek: dilenmek

isdetme: Yedek lastik, stepne.

isdop etmek: Motor durmak, duruvermek.

isgemle: Sandalye

isgif: Düzgün yığın (istif)

isgiflemek: Üstüste dizmek, yığmak, istif etmek.

isgile: Yüksek binaların duvarını yaparken üzerinde güvenli durmak için kurulan sehpa.

İsgileyolu: Bir mevki (İskele Yolu)

ismariş: sipariş

: El işi. Kadının o sırada yaptığı örgü veya dokuması.

işalla: 1.Herhangi bir şey konusunda genel iyi dilek temennisi, 2.Gerçekleşmeyeceğini tahmin ettiği halde yine de olması için dua etme. (inşallah)

iş buyurmek: Yapılacak bir iş için emir vermek.

işcimen: 1. Çalışkan, 2. Ev ve el işlerinde çok iyi, becerikli kadın. Hamarat

iş çıkarmek: Hesapta olmayan sıkıntılara neden olmak.

iş çıkatdırmek: Planda olmadığı halde hesapsızca yeni gaileler açmak.

işdecik: işte

işden alagomek: Kendisiyle meşgul ederek işini yapmasını engellemek.

işden galmek: Boşa meşgul olarak çalışamaz hale gelmek.

işde yüzü: Kendisi burada.

işgayıt vatdı: Çiftçilik işlerinin en yoğun olduğu dönem. (iş kayıt vakti)

işgici: İçki içen, sarhoş

iş görmek: Birini sıkıntıdan kurtarmak.

işgötü: İş disiplini, çalışma azmi, isteği.

işim iş gaşşığım gümüş: İşi tam istediği gibi olmak.

işiñ görülsüñ: Benim çıkarım yok, maksadım senin işini halletmek.

işiniñ adı ne: Nasıl olsa işi yok, vakti müsait.

iş kesmek: Zorluk çıkarmak.

işleme: 1.Kaneviçe ile beyaz beze nakşetme işi, 2.Bu işlem sonucunda ortaya çıkan ürün

işlemek: Çalışmak, iş yapmak.

işlik: 1.İş yeri, atelye; 2.İçe giyilen giysi (içlik); 3.İş elbisesi, çalışırken giyilen giysi.

İşof: Emirhanoğlu Ahmet’in küçük oğlu Hasan Hüseyin Okutan. 1895 Yılında doğdu. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Dombeyli ve Sağırisanın babasıdır, 1975’te vefat etti.

iş ürememek: Üzerinde çalışılan işin ilerlememesi hali, iş durağanlaşmak.

itdirseği: Gözkapağında çıkan sivilce, arpacık.

itileşmek: İtişip kakışmak.

itiñ götüne sokmek: Ağır sözler söyleyerek rezil etmek.

iyidemir/iğdemir: Ağaç oymada kullanılan ucu keskin demir.

izbet: Zayıf veya hastalıklı olduğu için beğenilmeyip sürüden ayrılmış koyun.

izi gurumamek: Kısa süre içinde, öncekinin tam tersini yapmak veya söylemek.

izli dipli: (z) En ince ayrıntısına varıncaya kadar.

izmirmıkı: En büyük çivi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder