11 Şubat 2024

Alosmanhoca - azmek

 

Alosmanhoca: Sağıroğlu Salih oğlu Ali Osman Sancak. 1891 Yılında doğdu. Medresede dini ilimler tahsil etti. İstiklal Harbinde Büyük taarruzda Yunan’a karşı çarpıştı. Hilmihocanın babası, İbrahim ve Ali Osman Sancak Hocaların dedesidir. 1960 Yılında vefat etti.

Allah’amanet: Birini överken söylenir.

Allah aratmasıñ: Buna da şükür hiç omamasından iyidir.

Allaha şükür: Halinden memnuniyeti anlatmak için kullanılır.

Allahbazarı: Pazar günü. Cumartesileri hafta pazarı kurulduğu için o güne Bazar adı verilmiş. Ertesi günün adı zaten resmen Pazar olunca, ikisi karışmasın diye ikinci güne Allahbazarı denilmiş. Mantık şu olabilir: Cumartesi günü kul, Pazar günü ise Allah pazarı.

Allah bi deyi biñ kere razı olsuñ: (Bir değil bin kere)

Allah bir: Yemin sözü.

Allah biriñi biñ etsiñ: Dua sözü

Allahdan sağlık devletden aylık: Kamu çalışanlarının rahatlığına işaret.

Allahdan umut kesilmez: Genellikle ağır hastalar için söylenir.

Allah daş édê: Çocuklara günah kavramını ve yasak davranışları anlatırken başvurulan bir söz. (Allah taş eder)

Allah demek: Çocuk dilinde namaz kılmak.

Allah dert verip derman aratmasıñ: Allah hasta edip doktor, ilaç aratmasın.

Allah dutduğuñu altın etsiñ: Bereket duası

Allah düşmanıma vemesiñ: Düşülen durumun kötülüğünü anlatır.

Allah êsiğetmesiñ: Allah yokluğunu göstermesin.

Allah etmesiñ: Olması istenmeyen bir olaydan söz ederken söylenir.

Allah etmeye: Allah korusun, böyle bir felaketi sizin başınıza vermesin.

Allah eyiliğiñi vesiñ: Hoş olmayan bir davranışı hoşgörüyle karışık karşılamayı anlatır.

Allah gabıletsiñ: Sevap sayılan bir davranış için.

Allah gecinden vesiñ: Allah sana ölümü çok geç zamanda versin.

Allah gorusuñ: Allah kötü duruma düşürmesin.

Allah gösdermesiñ: Böyle bir şeyin olmasını istemem.

Allah gurufdiradan saklasıñ: Allah hiçbir dayanağı olmayan iftiraya uğratmasın.

Allah hacı sıfrası etsiñ: Yemek ikram edene yapılan dua.

Allah Halibrâm berkatı vesiñ: Allah bereketli etsin duası.

Allah herkeşiñ göynüne göre vesiñ: Allah herkesin isteğini yerine getirsin.

Allah’ı garışdırma!: Mukaddes hisleri alet etmeme uyarısı.

Allahıñ bildiğini guldan mı saklıcen: Gerçeği söylerim anlamında.

Allhıñ emri: Kesinlikle olacak şeyler için söylenir.

Allahıñ hekmeti: Beklenmeyen, nedeni anlaşılmayan ya da şaşılan şeyler için söylenir.

Allahıñı seveseñ: Baz en yemin, yalvarma; bazen usanç, sevinç gibi duyguları anlatır.

Allahıñ işine bak: Bak işler ne duruma geldi anlamında kullanılır.

Allahıñ vediği daşâ dökülür, guluñ vediği başa kakılır: Allah’ın verdiği taşar dökülür, kulun verdiği başa kakılır.

Allah iki rahmetten birini vesiñ: Ölüm döşeğindeki hastaya edilen dua. Burada yaşamanın da ölümün de hak ve rahmet olduğunun vurgulanması önemlidir.

Allah izin verise: Bir aksilik çıkmazsa.

Allah Kerim: Ümit ve avunma duası.

Allah kısmet edese: Allah izin verirse.              

Allah ne vediyse: Yiyecek olarak ne varsa, ne bulunursa.

Allah sabır ecir vesiñ: Başsağlığı dileği.  

Allah seni inandırsıñ: İnanılması zor bir şeyi anlatırken yemin yerine söylenir.

Allah öğmüş de yaratmış: Çok güzel kimseler için söylenir.

Allah râmet eylesiñ: Ölü anılırken söylenir.

Allah taksiratını affetsiñ: Allah ölenin kusurlarını bağışlasın.

Allah üç gün peygamber döşşeği vesiñ: Kolay ölüm duası. Ölüm döşeği sürecinin kısa sürmesi dilenir.

Allah va: Doğrusunu söylemek gerekirse.

Allah vere de: İnşallah, Allah’tan dilerim ki

Allah vergisi: Yaratılıştan gelen yetenek.

Allah yazdıysa bozsuñ: Kendisine önerilen bir şeyi hiçbir zaman yapmayacağını anlatır.

Allah yörü ya gulum demiş: İşi rast gidip zengin olanlara denir.

allâlem: Herhalde, sanırım, Allahualem.

allaseñ: Ne olur, Allah’ını seversen

alma: elma

Almalı: Dağ’da bir mevki adı (Elmalı)

almalı: Yenilen kimsenin ortaya koyduğu şeyi (para, bilye, aşık, gazoz kapağı, ceviz vs.) yenen kimsenin alıp kendine mal etmesi şart koşulmuş olan oyun. Ütmeli oyun.

almamak: Koyun keçi sığır gibi hayvanlar yavrusunu emzirmemek.

Al on guruşdan, sat beş guruşdan, ben ne añnadım bu işden: Faydasız işleri anlatır.

altalamak: 1.Altına alarak boğmak; hayvanların boğuşması, dövüşmesi sırasında daha çok kullanılır. 2.Yenmek, mağlup etmek.

altın bilezik: Para getiren zanaat, meslek, hüner.

altında galmamek: Gördüğü bir iyiliği karşılıksız bırakmamak.

altıngıremis: (i) Altın, inci, gümüş vs. bütün takıları içine alan mücevher anlamında kullanılır.

altını değişdirmek: Bebeğin kirlettiği bezi yenisiyle değiştirmek.

aman deyen: Sakın böyle bir şey yapma anlamında ikaz sözü.

amânet: geçici, eğreti, çürük, yıkılacak halde (emanet)

amarsız: açgözlü, tamahkar, kanatsız, muhteris

ambarevi: Evin, içine tahıl konulan ahşap ambarların bulunduğu bölümü.

añ/añyeri: Tarla, bahçe sınırı

ana avrat düz gitmek: Bir kimsenin soyuna sopuna küfretmek.

analık: üvey anne

anam avradım olsuñ: Bir işi ne pahasına olursa olsun yapacağını anlatan kaba söz.

Anamıñ ölceni bilsem acı soğana değişirdim: Atasözü

añaña: (s) Komşu tarlalar 

anañ gözel mi: Beni kandıramazsın anlamında bir tepki sözü.

anañıñ dini: Birinin bıktırıcı saçma soruları karşısında söylenen tepki sözü.

anañız daş yisiñ yarımşardan beş yisiñ: Haşlanmış yumurta yerken latife amaçlı söylenir.

anası danası: (i) Soyu sopu, bütün ailesi.

Anası sağ iken bubanıñ çocukları bi gözü görü, anaları ölünce o gözü de görmez olur:

anası yapılı: Huy ve karakterce annesine benzeyen çocuk.

ana tarafı: Annesinin soyu

ana yarısı: Teyze

añ biçmek/bişmek: Tarla kenarındaki otları biçmek.

anca: 1.ancak, 2.sanki

andavallı: Aptal, ahmak, beceriksiz, bön, avanak, şaşkın kimse.

añdığıña goduğum: Biraz önce andığımız kişi, lafın üzerine gelen kişiler için söylenir (andım da koydum)

aneç: Çok yavru doğurmuş, yaşlanmış kümes hayvanı, kuş ve evcil memeli hayvan (anaç)

Añgarapeyniri: Ekmeği tuz-biber karışımına banarak yemek. Burada lüks yemek göndermesi yoluyla gizli bir ironi var.

angâre: 1.Ücretsiz ve isteksiz gördürülen iş, 2.Topluca yapılan köy işi, imece (angarya)

angıt: Ördekten iri, kızıl renkli bir kuş (angut)

añı beñi: (i) şaşkınlık, aptallık

añı beñi olmek: şaşırmak, şaşkınlaşmak, şaşakalmak

añıdak: Ahmak, sersem, akılsız, dangalak.

Añıdini: Bir mevki adı.

añırgan: 1.sık sık anıran eşek, 2.Vara yoğa bağıran, ağlayan çocuk.

añırmek: Eşeğin bağırması

añısdadan: ansızın, birdenbire

añışmek/añışılmek: 1.Dedikodu yapmak, dedikoduda adı geçmek; 2.Birini yad etmek, sözünü etmek.

añıtmek: salak salak durup bakmak

añız: ekin biçildiğinde toprakta kalan kök kısmı

Añıza basdıñ, gara basdıñ: Kışın çabuk geldiğini anlatır. Zirai teknik aletlerin bulunmadığı, ilkel araçlarla ileşberlik yapıldığı dönemde harman dönemi Kasım’a kadar sürermiş. Doğal olarak nerdeyse harman ile kış birleşiyor. Bütün bunlar bu sözle anlatılır.

añız bozmek: Añızlı tarlayı sürmek.

añlanmek: Rahatça ve tembelce uzanmak.

añnanmek: 1.At, eşek, köpek gibi hayvanların kaşınmak veya başka amaçlarla yere yatıp toz çıkararak debelenmesi, küllenmek 2.Boş boş oturmak veya yatakta uyumaksızın bir o yana bir bu yana dönmek.

annat: 1.Biri üstte, ikisi altta üç dişten oluşan, ekin saplarını toplayıp yüklemeye yarayan ağaçtan yapılmış alet; 2.Sapta annat dolusu miktar. (İki annat sapım galdı.)

annat ayası: Annatın baş parmağa benzer üst dişi.

annatâzı: Tırmıkla çekilip bir yere toplanan ve annatla alınmayı bekleyen sap. (annat ağzı)

annat dayamek: 1.Annatı delecenin altına koyarak onu direk gibi kullanıp arabanın yıkılmasını önlemek yahut delecyi, altına girip çıkılacak kadar yükselterek gölgelik oluşturmak 2.(mec) Birine maddi manevi destek olmak. 3.(mec)Olması kaçınılmaz bir şeyi, gücü yetmediği halde engellemeye çalışmak. (Annat daya da gün inmesiñ.)

anneç: karşı, karşı taraf, ön taraf

añneşmek: Anlaşmak, sözleşmek.

añneyişli: Anlayışlı, kavrayışlı.

annı annına: (z) İki katına, yüzde yüz faizle (alnı alnına)

annı çatı: 1.iki kaşın ortası, alın ortası (alnı çatı), 2.Herhangi bir şeyin ortası.

annını garışların: Küçümseyerek meydan okumak.

annınıñ terinnen gazanmek: Hileye başvurmadan kendi emeğiyle, namusuyla kazanmak.

annı yere gelmek: Namaz kılmak

añ sürmek: Hakkı olmadığı halde tarla sınırını sürerek mülkiyetine geçirmek. Güçlü traktörler yaygınlaştıktan sonra çok geniş añlar yarım metreye kadar düştü. Bu yüzden añ sürmek herkesçe kınanan bir davranış olmasına rağmen çok yaygın idi.

Añyol: 1. Gerçek bir yol olmadığı halde, yazın arabaların geçmesiyle yola dönüşmüş añ. En çok bilineni Atmezarı ile Aliyeniñguyu arasındaki yoldur. Önceleri añyol hükmündeyken zamanla esaslı bir yola dönüşmüş. 2. Bir mevki adı

apak: bembeyaz

Apak: Gobakların Halil İbrahim oğlu, 1941 doğumlu Mevlüt Kopan.

apcıra: bacakların arası, apış arası

apdal: tamahkar, açgözlü, isteyen

Apdılla: Abdullah

apılak: emekleyen çocuk

apılamak: Bebek elleri ve dizleri üzerinde yürümeye çalışmak, emeklemek.

apılatmek/apılatdırmek: 1.Çocuğun elleri üzerinde yürümesini sağlamak. 2.(mec)Eziyet etmek, süründürmek.

apışdırmak: Hayvanı oturtmak, çöktürmek.

apış gurmek: Bağdaş kurup oturmak.

apışıp galmek: Çok şaşırmak, ne yapacağını bilememek.

apışmek: 1.Oturmak, bacakları ayırarak oturmak; 2.Şaşırmak, bakakalmak, donakalmak.

ara ara: (z) arada sırada, bazen

araba çinnemek: Sap arabasını yerleştirmek.Yükleyicilerin annatla uzattığı sapı elindeki dirgenle karşılayıp uygun yere uygun şekilde yerleştirmek çinneyicinin görevidir. İşini düzgün yapmaması, yolda sapın kaymasına sebep olabilir.

Araba devrilince yol gösteren çok olur: Zamansız nasihatın değersizliği

arabaşı: Ekşili acılı tavuk suyuyla içmek üzere tepside dondurulmuş hamur. (arap aşı)

arabeyi devirmek: (mec) erkeklerde ihtilam olmak, hamamcı olmak

arabeyi indirmek: Yüklü sap arabasının yükünü boşaltmak.

arabeyi yağlamek: İşlerin yoğun olduğu zamanlarda, yazın arabanın teker, yastık gibi yerlerine yağ sürüp metal aksamın daha kolay çalışmasını sağlamak.

Arabıñali: Eğret’e gelen ilk Arap/Zenci Selim’in küçük oğlu Ali. 1876 Yılında doğdu, uzun süre evlenmedi, Kocaalioğlu Ali’den dul kalan Garasatı ile evlendi; Arapırmızan Ramazan Tetik’in babasıdır. 1920-25 arasında vefat ettiği tahmin ediliyor.

Arabıñmıddin: Arapşükrünün oğlu Muhittin Zenger.

aragaşı: İki evi, avluyu birbirinden ayıran yüksekçe duvar.

aralamek: uzaklaşmak, arayı açmak

arap: 1.Siyahi, zenci; 2.Vesikalık fotoğrafın negatifi.

Araparif: Arapselimlerden Abdurrahman oğlu Arif Zenger; 1900 yılında doğup 1980’de vefat ett. Tıraka ile Garaselim’in babasıdır.

arapdaşşağı: Koni şeklinde, üzeri çizgili, çok acı, siyah renkli; bir yabani ot meyvesi.

Arapgızı: Hacımahmutların Hüseyin ile Arapselimin Hanife’nin kızı Kezban Haykır. Babası erken öldüğü için anasına izafeten bu lakapla anıldı. 1888 Yılında doğdu. Uykucunun teyzesi, Gambırömer, Alosmançavuş ve Halil Haykır’ın analarıdır. 1970 Yılında vefat etti.

Arapırmızan: Arabınali ile Garasatının oğlu, Şekeralinin karın kardeşi Ramazan Tetik. 1916 Yılında doğdu ve 1985 yılında vefat etti.

arap olen: Yemin sözü (arap olayım ki…)

Arapşükrü: Arapselimlerden İbrahim oğlu Mehmet Şükrü Zenger. 1913 Yılında doğdu. Beş duyu algısının gelişmiş olduğu anlatılır, 1989 yılında vefat etti.

arap uyandı: Bir daha aldatamazsın, gözüm açıldı.

arası soğumek: Aradan zaman geçerek işin önemi azalmak.

ardak: Eğim verilerek fazla yük binme durumu.

ardak ağeç alet olmaz: Eğri ağaçtan alet yapılmaz.

ardı gelmek: Soyu kurumak, tükenmek, yok olmak.

ardık: 1.aralıklı, 2.ters

ardı kesilmek: Sona ermek, son bulmak, tükenmek, gelmez olmak.

ardılmek: 1.Abanmak, dayanmak, yaslanmak, yüklenmek; 2.Atılmak, saldırmak; 3.Sataşmak, çatmak, karşı gelmek; 4.Kaçarken dönüp karşı koymak.

ardın ardın: (z) Geri geri, arkaya doğru

ardış: ardıç

Ardışlıguyu: Sereñli bir kuyu. Kurumaya yüz tutan bir ardıcı direk olarak kullanmış, üzerine sereñ eklemişler; düzenek böyle kurulmuş.

ardmek: Üstüne atmak, dolamak, asmak

âret: ahiret

ârete gitmek: Ölmek.

areye soğukluk girmek: İki kişi arasındaki sevg, saygı, dostluk bağları zedelenmek.

areyi açmek: Aradaki mesafe gittikçe artmak.

areyip sormemek: Hiç ilgilenmemek, ilgiyi kesmek.

arı: temiz, tertemiz, saf, iri

arı buydey: İçinde yabancı tane bulunmayan tohumluk buğday.

arık: 1.zayıf, cılız; 2.Dolgun olmayan tahıl.

Arıkhalil: Gobakların Çerçimehmetin küçük oğlu Halil Kopan 1932’de doğdu, 2020 yılında vefat etti.

arıklamak/arıkleşmek: zayıflamak.

arka: yardımcı, koruyucu, kayırıcı

arka arka: (z) geri geri

arka arkiye: (z) birbiri ardından, birbirini izleyerek, peş peşe.

arka çıkmek: Yardım etmek, sahip çıkmak, korumak.

arkalmek: Himaye etmek, korumak, arka çıkmak.

arka olmek: Birine destek olmak, onu korumak.

arkasını dayamek: Birinden destek görmek, onun koruyuculuğuna sığınmak.

arkası olmemek: Onu koruyacak, destekleyecek kimseden yoksun olmak.

arkasız: Dayanağı olmayan, sahipsiz, kimsesiz.

arkıdeş: arkadaş

armıdıñ aslı alat, aladıñ aslı toprak: Armutun aslı ahlat, ahlatın aslı topraktır.

armıt: armut

armıtalat: Armut ile ahlat arasında nispeten büyük ahlat denilebilecek melez meyve.

arpalama: Çok arpa yemekten kaynaklanan hayvan hastalığı.

Arpalık: 1.Ulaşımı kolay, köye yakın tarla; 2.Bir mevki adı.

arpanıñ anası buğdey bubası ulafdır:

arporağı: Arpayı biçip kaldırma işi ve bu işin yapıldığı dönem. (arpa orağı). Ot oraklarından sonra Temmuz başı gibi başlayan bu dönemden hemen sonra buğday orakları gelirdi. Şimdi arpa buğday aynı anda biçiliyor.

arsınmtk: 1.utanmak, çekinmek; 2.onuruna dokunmak.

artığêsik:1.(s) az çok (artık eksik); 2.(i) Helalleşmede söylenir. (Artığesik helal et)

artık: Fazlalık. Yenmeyip sofrada geriye kalan yiyecek veya bir iş sonunda kullanılmayıp arta kalan fazlalık malzeme.

artırmek: Harcamadan kısarak tasarruf etmek.

Arzıman: 1.arzu, istek, özlem; 2.Erkek ismi.

Arzınine: Türkmenoğlu Musa eşi Arzı. Selimlerin Mustafa kızıdır, 1845 yılında doğdu. Evin tek kızıydı, adı kendinden sonrakilerin lakabına dönüştü. 1925 Öncesi seksen yaş civarında vefat etmiş.

Asdırot: 1.Düdükçünün Mehmet Zenger, 2.Patırın Hüseyin Yırgal. Ay’a yolculuk zamanlarında hayatımıza girmiş astronot kelimesi bu kişilere yakıştırılmış.

Asger: Dananın Mehmet oğlu İbrahim Dalmışlı. 1945 Yılında doğdu, çocukluğunda birisi ‘Vay benim asger oğlum’ diye sevdiği için böylece lakaplanmış. İzmir’e yerleşikti ve orada 2021’de vefat etti.

asgıntı: Sırnaşık, davranışlarıyla bir kızı rahatsız eden.

asgıntı olmek: Biriyle yakınlık kurmak için yüzsüzce çabalamak.

asgıya çıkmek: Evlenecek çiftin resmen ilan edilmesi. Evlenmek için başvuru yapanların listesi Hükümetçe bir yere asılarak ilan edilirmiş.

asi gelmek: Söz dinlememek, karşı çıkmak.

aslasdarı: (i) Bir şeyin iç yüzü, gerçeği. (aslı astarı)

aslı çıkmamek: Bir olayın gerçek olmadığı anlaşılmak.

aslı va mı: Doğru mu?

aslı yok: yalan

asma: mısır koçanlarının örülerek oluşturulmuş şekli.

assirine: Aslına bakarsan, gerçeği söylemek gerekirse.

asvat: Köyün batı kıyısından boylu boyunca geçen eski Afyon-Kütahya karayolu (asvalt)

Âşa: Ayşe

âşam: akşam

âşamı etmek: Bütün günü geçirmiş olmak, akşamlamak.

aşcı dükganı: Lokanta

aşevi: Evin yemek yapılan, gömme ocağın da bulunduğu bölümü.

aşırı: Yaramaz çocuk, haşarı.

aşkeş: (i) yemek, sofrada yenilen şeylerin tamamı

aşkeş bişirmek: Yemek ve sofra hazırlamak.

aşşağı: aşağı

aşşık: 1.Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların arka bacak eklemlerindeki kemik. 2.Bu kemikle oynanan oyun.

Aşşıkhalil: Hassönlerin Çilmahmutun Halil Omak 1932 yılında doğdu. Halk aşığı anlamındaki lakabını kendisinin benimsediği söylenir. 2010’da vefat etti.

atakcı: Atıp tutmayı, övünmeyi seven. Palavracı.

atar: Zararsız duvar kertenkelesi.

atcek: Aşık, ceviz, fındık, bilye gibi oyunlarda atacak olarak kullanılan en gösterişli ve büyük malzeme.

atdırmak: Fırlatmak

atgı:  1.yünlü şal, 2.saman atma aleti

atılamak: Eldeki bir nesneyi fırlatmak.

atılıp gitmek: Birden bire bayılmak. Yorgunluktan bayılacak duruma gelmek.

atılmek: Horoz, yılan, kertenkele vb.nin zıplayarak insana saldırması.

Atmezeri: Bir mevki ismi, At Mezarı. Cuma Camisindeki namaza yetişmek için acele eden birinin bu civarda atı çatladığı anlatılıyor.

avara: 1.adi, kalitesiz şey, 2.beceriksiz kimse

Avgan: Garapaçanın Topalüseyin oğlu Mehmet Çetin. 1912 Yılında doğdu. Patlakşerfesi ile öz; Zağarayşa, Yanalhatca ve Gızılgız ile karınkardeştir. Uzun süre Anıtkaya dışında çalıştı, son zamanlarında köyüne döndü. 1985 Yılında vefat etti.

avıç: avuç

avırdı çökmek: Aşırı zayıfladığı yğzğnden belli olmak.

avırt: Yanağın içi, avurt.

avıtmek: Çocuğu oyalamak, avutmak.

avkat: avukat, dava vekili

Avkat: Çorcalılardan Büzükhalilin küçük oğlu Hilmi Aydın. 1930 Yılında doğdu. Kooperatif ve Belediye civarında çok bulunduğu için böyle lakaplanmış olabilir. 2011 Yılında vefat etti.

avkılamek: 1.Avuç içiyle sertçe ovalamak, 2.ısırmak, havkılamak

avkırmek: havlamak

avlı: avlu

avlı süpürgesi: Avluyu veya sokağı temizlemekte kullanılan çalı süpürge.

Avren: Akören köyü.

aya: Annatın başparmak şeklindeki üst dişi.

ayâ: şaşma ünlemi

ayağa galkmek: Hasta yataktan çıkmak, iyileşmek.

ayağaltı: Çok gelip geçilen, işlek yer.

ayağaltında doleşmek: İşe yaramadığı halde ortalıkta bulunarak çalışanlara da engel olmak.

ayağıağırlı: hamile, yüklü kadın

Ayağılı: Ay'ın çevresindeki ışık kümesi, hale (Ay ağılı)

ayağın: Düğünlerde misafirlere yemek hizmetlerini yapan, düğün sahibinin yakını gençler.

ayağını açmek: hızlanmak, büyük adım atmak

ayakbağı: Bir işe gidilmesine engel olan kimse.

ayakda galmek: Meşgul olmak. Misafiri memnun etmek için tedirginlik yaşamak.

ayakda gomek: Zahmet vermek, yük olmak.

ayak diremek: Fikrinde ısrar etmek, inat etmek.

ayaklanmek: Çocuk veya hayvan yavrusunun yürümeye başlaması.

ayaklı: Yüksek boylu, iri, bakımlı hayvan.

ayak sürümek: 1.Bir yere gitmekte gönülsüz olmak, 2.Bir işi yapmaktan kaçınmak.

ayakta: 1.henüz yatmamış, 2.sağlıklı

ayak ucu: Yatılan bir yerin ayak uzatılan yönü.

ayak üstü: Hemen o anda.

ayakyolu: tuvalet

Ayan: 1.muhtar, 2.Ayhan isminin söylenişi

ayaz: Domino oyununda düz, noktasız taş.

ayaza çekmek: Yağış sonrası kuru soğuk başlamak.

ayazlamek: 1.Ayazda kalıp üşümek, 2.Ayazda bırakılan su soğumak.

Aydınlı Delimehmet: Aydın Bozluova’da 1895 yılında doğan Mehmet Acar, vazife yaptığı Eğret’te evlenip yerleşti. Haydar Acar ve Ösüzömer Ömer Acar’ın babasıdır. 1968 Yılında vefat etti.

aydınnık: Gün ağarmış olma hali, aydınlık.

aydınnık içinde gal: Gözün aydın diyen kişiye karşı iyi dilek sözü.

aygır: Üç yaşında, henüz tam terbiye edilmemiş, huysuz ve sert tavırlar gösteren erkek at.

aygırdemiri: Arabada falakanın takıldığı kalın eğri demir.

Aygırâne : Köyün ortak malı damızlık atların ahırı ve şimdi o mevkiye verilen isim. (aygırhane). 1940’ların başında yapılan bu ahırda aygırların yanında, damızlık eşek ve boğalara da bakılırmış. Aygırlar ve eşeğe zamanla ihtiyaç kalmamış, yalnız 1970 başına kadar boğa bulundurulmaya devam edilmiş. Sonradan ona da ihtiyaç kalmayınca ahır atıl kalıp yıkıldı.

ayıbetmek: Yakışıksızca davranmak.

Ayıgarı: Hacıbeylili Gürcü olduğu söylenen Ayşe Soylu 1892 yılında doğdu. Çatalların Yarımağa İbrahim Soylu ile Kırtümmet Mehmet Soylu’nun analarıdır. 1947 Yılında vefat etti.

ayı gibi: İriyarı, kaba saba, anlayışı kıt kimse.

Ayımevlüt: Hacımahmutların Mahmut oğlu Mevlüt Öztürk. 1917 Yılında doğdu, ayı gibi güçlü kuvvetli olması ve durmadan çalışmasıyla tanındı. 1988 Yılında vefat etti.

ayıñ avlısı: Belirli zamanlarda, dolunayda Ay çevresinde görülen parlak halka. Hâle.

ayın oyun: (i) dalavere, kumpas, komplo

ayın oyun etmek: Dalavere yapmak, tuzak kurmak, aldatmak.

ayıpsınmek: Ar duymak, utanmak.

ayırdım: Yolun veya ırmağın çatallaştığı yer.

ayıtlamek: 1.Temizlemek, seçmek. 2.Bulgur, mercimek gibi şeyleri içindeki taş ve çer çöpten temizlemek. 3.Taze fasülye, bakla veya balık gibi şeylerin kılçığını temizlemek.

aykıra: ters, zıt, karşı; aykırı

aykırı gitmek: 1.Yanlış, ters yoldan gitmek; 2.Karşı çıkmak, itiraz etmek, denilenin tersini yapmak.

aylak: Kötü alışkanlık, kötü huy, ahlak.

ay len: Kadınların erkeklere seslenme ünlemi.

aylıkcı: Sabit geliri olan, maaş alan işçi veya memur.Köy halkının çoğunluğunun ileşber olduğu zamanlarda aylıkçılığın bir değeri vardı.

ayna: Pulluğun toprağı deviren parçası.

ayna gapağı: Ayçiçeği için kullanılan küçüklük belirten benzetme. Eskiden avuç içi kadar cep aynaları olurdu, sözü edilen o aynanın kapağıdır. Kıraç tarlada, bir de yağmur yağmazsa olup olacağı budur. Öz tarladaki ayçiçeğinin büyüklüğü ise ‘galbır gibi’ benzetmesiyle anlatılır.

aynı gapıya çıkmek: Aynı sonucu vermek.

ayrığı saçağa atmışlâ, gırk yıl sona ‘az daha dursam ölcedim’ demiş: Ayrık otunun kolay kolay kurutulamayacağını anlatır. Bu sözde anlatılan olayı çoğu kimse yaşamış, hikayesini çok dinledim.

ayrık gibi sarmek: Çok sık bitkiler için yakıştırma.

ayrışdırmek: Kavga edenleri ayırmak.

ayvadene/ayvadenesi: Sarı veya beyaz çiçekleri ilaç olarak kullanılan, acı bir ot. Civanperçemi.

Ayvaz: Alemdaroğlu Tellaldayının evlatlığı Ali Uysal. 1923 Yılında Hacıbeyli’de doğdu. Karacahmet’te üvey baba evindeyken evlatlık olarak Eğret’e getirildi. Evlenip yurt yuva kurdu, 2009’da vefat etti. Ayvaz onun Hacıbeylili rahmetli babasının da lakabıymış.

Azadardı: Bir mevki ismi (azat ardı). Gaymaktekkesi’nin ötesi; bu bölgedeki azatların bolluğuyla ilgili bir adlandırma olabilir.

Âzam: Körhocanın küçük oğlu Azam Varlı. Bu isimle başka biri olmadığından adı lakaplaşmış.

azat: Kırdaki tek tük yabani ağaç. Ahlat ve alıç ağaçları çok geç büyüyen ve karasal iklime uyum sağlamış olduğundan asırlarca yaşayabilen türlerdir. İç Anadolu’nun tipik ağaçlarıdır, fakat azat olarak adlandırılması Anıtkaya’ya özgüdür. Kedimehmetinazat, Eteminazat ve Azatardı kelimelerinde mevki adı olarak da yaşıyor. Mülkiyeti hazineye ait olan azatlardan yararlanmak serbest olmakla birlikte onlara zarar vermek yasaktır. Böylelikle hayatiyetlerini devam ettiren azatların, Eğret’te süne zararlısının etkisiz kalmasında çok büyük rolü olduğu söyleniyor. Süneyi yiyen böcekler ancak azatlara yumurtluyormuş.

azat gafalı: Karışık, bakımsız ve uzun saçlı kimse.

azat gibi: Çok uzun ve büyük varlıklar azada benzetilir.

azaylak: (s) Azıcık, biraz, birazcık.

azaylak deyi: Az bir şey değil, çok fazla.

azbuz: (s) azbuçuk, biraz, oldukça

az deyi: Göründüğü gibi uslu, kendi halinde değil.

azgala: az daha, neredeyse

az görmek: Azımsamak, eksik bulmak.

âzı bâlı: Oruçlu (ağzı bağlı)

azıklık: Harmana kadar yiygi ihtiyacını karşılayacak, az miktarda buğday. Ekin ermediği halde yiygi kalmadığı için acilen bir kısmı biçilip sürülür ki değirmende öğütülsün. Azıklık biçenden ödünç azıklık istemek de adettendir, çünkü başkaları da aynı yiygisi bitmiş durumdadır. Acilen gök ekinini birisi feda etmiştir, konu komşu harmana kadar azıklıkla ekmek ihtiyacını karşılamış olur.

âzına gılığına bakmadan: Küçümseme ifade eden ve zarf olarak kullanılan bir deyim..

âzıñ datlansıñ: İkram edilen şeker veya tatlının gerekçesi olarak söylenir.

azınsınmek: az görmek, az bulmak

azırak: daha az

azıraklı: Kavgacı, kızgın, belalı.

Azıraklı: Gağşakların Osman oğlu Hüseyin Kalkan. 1912 Yılında doğdu. Zeki, hazırcevap ve nüktedan kişiliğiyle ünlendiği söyleniyor. 1964 Yılında vefat etmiş.

Azırâyil: Ölüm meleği, Azrail

azıtmek: 1.azmak, 2.şımararak daha fazlasını istemek

Azizinapilhoca: Omarcıkların İbrahim İzzet oğlu Abdullah (Abdil) Arslan. 1908 Yılında doğdu, kısaca Apilhoca diye lakaplandı. 1964 Yılında vefat etti.

azmek: 1.Azgınlaşmak, 2.Ağaç ve bitkinin meyve vermeyecek şekilde aşırı büyümesi, 3.Yaranın derinleşmesi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder