a’ah: hayır, yok, olmaz, istemiyorum anlamına gelen
ünlem. Bunu söyleyenlere kaba davranmış nazarıyla bakılır ve ‘A-ah denmez,
hayır denir’ diyerek uyarılırlar.
aba: abla
abalı: köylü… Köylülerin fakirliği giyim kuşamına
yansıdığı için belli tarzda giyinenler direk köylü sınıfına sokulmuş ve abalı
demekle köylülük anlaşılmıştır.
abla: Gelin/görümce veya eltilerin birbirine hitabı.
Büyük kız kardeş anlamındaki bu kelime gerçek anlamıyla hiç kullanılmaz. Bunun
dışında gelin görümce ve elti kullanımında da büyüklük küçüklük gözetilmez.
abô!: şaşma, panik ve korku ünlemi
acabına: acaba
acabola: acaba
acamı: toy, tecrübesiz, eli işe alışmamış (acemi)
acanta: yeni, yepeyeni... İkinci el olmayan,
kullanılmamış her şey.
acar: 1. Şişman, güçlü
kuvvetli, iriyarı kimse; 2. Gelişimi iyi olan ekin, mahsül.
acarlamak/acarleşmek: Kilo almak, şişmanlamak.
accicik: azıcık, pek az
acı geğrek:
Mide ekşimesi, hazımsızlık sonucu oluşan geğirti ve bunun sonucu gelen acı
sıvı.
acıgünek: Baharda çıkan ve
yaprakları yenen acımsı bir ot, güneyik. Yeşil ve çiğ yenen bu otun damakta
bıraktığı acılık, yemenin sürekliliğini ister. Erkeklenene kadar yenilebilen
acıgünek, bu döneme girildiğinde kendine has mavi-mor karışımı renkte çiçeklar
açar. Çiçekli dönemi çok üzun sürer, kar yere düşene kadar devam eder. Bahar
geldiğinde kökünden tekrar yeşeren çok yıllık bir bitkidir. Şifalı olduğu
söylenir, ancak bu şifanın hangi rahatsızlıklara karşı tezahür ettiği bilinmez.
acı hamır:
Hamur mayası, ekşi maya. Belli aralıklarla herkes mahalle fırınlarında kendi
ekmeğini etmek zorundadır. Bu yüzden sürekli maya bulundurmak gereklidir.
Bazıları mayasını başkalarıyla paylaşmak istemezken, bunu gözetmeyenler de
vardır. Ödünç maya alanlar hamurun ucundan maya ayırmak zorundadır, böyle böyle
maya asırlarca devam ettirilebilir.
acık: biraz, azıcık (azcık)
âcık: işte, ahacık
acımarıl: yabani marul, hindiba
acımsak: acı gibi
acısını
çıkarmek: İntikam
almak
acı
soğana değişmek: Bir şeyin
değersizliğini anlatan deyim, onun acı soğan kadar bile değeri olmadığını ima
eder.
acı
soğan guru yavan: Mütevazi
sofra için kullanılır, Allah ne verdiyse.
acıyan yer ayrı acığan yer ayrı: Yas tutmak acıkmaya engel değildir anlamında bir söz. Cenaze
evinde büyük bir acı ve telaş hakimdir. Öte yandan hayat devam ediyor, insan da
biyolojik olarak acıkır, yemek zorundadır. Bu telaş arasında yemek hazırlama ve
yemeyi akıl edemez yahut buna fırsat bulamaz. Burada komşular devreye girerek
hazırladığı bir tepsiyi bu söz eşliğinde cenaze sahiplerine sunar. Hala devam
ettirilen bir adettir.
acı yeşil:
koyu yeşil, yaprak yeşili
aç: yoksul, fakir
açacına: açken, karnı aç
olarak, bir şey yemeden
aç barak: Muhtaç ama onursuz,
başkasına ait yiyeceğe teklifsizce saldıran. Barak tek başına sündük köpek
anlamında kullanılır. Burada anlam pekiştirilerek kullanılınca karşıdaki
kişinin fakirliğiyle birlikte onursuzluğu da vurgulanmış olur.
açcek/aşcek:
gazoz kapağı açacağı
açıkaraba:
Kamyon. Kasasında yolculuk yapmak zorunda kalınınca üstü açık araç oluyor.
Yolcu otobüsü veya minibüsün karşılığı olarak bu yüzden kamyona açıkaaraba
denilmiş.
açıkdan: Biraz sonra
aç köpek tun deler: Açlık insana her şeyi yaptırır. Tun, mahalle fırınındaki taşın
alttaki ısıyı üst bölmeye geçiren deliğidir. Altı kızgın kül ve alevli ateş
olan bir delik çevresinde eğlenmek ne kadar tehlikeliyse, işte açlık insana o
derece tehlikeli bölgede dolaşma gibi riskler aldırır. Aç insan yiyecek bulmak
için ölümü bile göze alabilir.
adâ: Üzüntüyle karışık
şaşma bildiren ünlem, haydaa!
adak: 1.Yağlı çörek, bişi;
2.Mübarek gün, kandil; 3.Kandil günlerinde yapılan her tür hamur işi. Bütün bu
anlamlar birleşerek Ramazan Bayramı arefesi hariç her kandil ve mübarek güne
adak denir.
adam başı:
Her kişiye, her birine bir düşecek şekilde.
Ademhoca: Hamzaların
Mehmet Ali oğlu Adem Kaya. 1945 Yılında doğdu, erken dönemde İzmir’e yerleşti,
halen orada oturuyor.
Ademiñaraba: Bir dönem Afyon
– Kütahya arasında çalışan otobüslere Anıtkayalıların verdiği isim.
Bayramgazili Adem’in sahibi olduğu bu otobüslerde onun köse eniştesi de muavin
olarak çalışır ve herkes tarafından Enişte diye bilinirdi. Zamanla patronu
değişmesine rağmen bu otobüsler sonuna kadar Ademiñaraba diye anıldı.
adamın
kafasına vurmuşlar da vay arkam demiş: Arkası sağlam olmanın önemini anlatır.
adayedeği: Küçükbaş
hayvanlara takılan küçük çan türü.
âdet
olmak:
Gerekmediği halde, başkaları yaptığı için bir şeyi yapmak.
âdet
yerini bulsuñ:
Bir şeyi gerekmediği halde, laf olsun diye yapmak; yapmış olmak için yapmak.
adı batasıca:
İlenç sözü
adı belli:
aşikar, açık, bilinen
adı belli olmek: Bir şeyin fiyatı veya miktarı belli olmak, bilinmek.
adı çıkmek:
Bir erkek veya kadınla kötü anlamda dedikodu malzemesi olmak. ‘Falanın filanla
adı çıktı’ gibi kullanılır.
adıma vurmek:
Bir yeri adımlayarak ölçmek. Genellikle tarla ölçümlerinde başvurulur.
adım sekdirmemek: Gözden kaçırmamak, iyi izlemek.
adına çekmek:
İsmini aldığı kişiye huyca benzemek. İsimler genellikle dede/nine torun
arasında döndüğü için adına çekme durumu da dede veya nineye benzeme şeklinde
ortaya çıkar. Seyrek de olsa akraba çevresinden bir başkasının adını alanlarda
da bu deyime yer verilebilir.
adını dekgetirememek: İsmini hatırlayamamak.
adını gomek:
Bir şeyin parasal değerini belirlemek. Bu deyim pazarlığın bitip alıverişin
sonlandığını da anlatır. Ayrıca adı konulan bir malın satışı da yapılmış
demektir, başkasına satılmasına engel olmak için de adını koyalım denilir.
adirese: adres
adiysem: halbuki, oysa ki
anlamında az kullanılan bir edattır.
afaganı galkmek: sinirlenmek (hafakan)
âfat: 1.Şiddetli tabiat
olayı, afet; genellikle aşırı yağış ve sonrasındaki sel için kullanılır. 2.Çok
büyük, aşırı iri anlamında hayvanlar ve mahsül için kullanılır.
âferim: aferin, bravo
âferim
saña höşmerim baña: Somut ödül tercih edilir.
âferim veme höşmerim ve: Kuru kuru lafla teşvik yerine, bir şeyler vererek teşvik etmenin
daha uygun olduğunu belirten söz.
afyan: 1.Afyon sakızı, 2.Yaprakları
bahar olarak tüketilebilen yeşil haşhaş bitkisi.
ağ: Pantolon veya şalvarın
apış arası. ‘Donunuñ ağını toplayamamak’ deyimindeki ağdır.
ağa: 1.ağabey, abi; 2.Bir
işte veya malda mal sahibi, iş sahibi, patron; ‘Ağanıñ eli dutulmaz.’
ağadam: Zengin ve cömert;
‘Ağadamıñ hali başga.’ (ağa adam)
ağalık etmek:
Bahşiş vermek, ikramda bulunmak, hesabı ödemek.
Ağamehmet: Deliban (İbrahim Dadak)ın ilk hanımından büyük
oğlu Mehmet Dadak. 1933 Yılında doğdu. Esnaf olarak çeşitli uğraşları bulunduğu
için buna bağlı çok sayıda lakabı oldu. Bunların içinde en bilineni
Ağamehmet’tir. 2003 yılında yetmiş yaşında vefat etti.
ağanıñ eli dutulmaz: Cömert insanlar verirken üst sınır olmaz.
ağarmak: 1.Ekinler olgunlaşmaya
başlamak, 2.Ahlat meyvesi olgunlaşmak, 3.Yüzü temizlenmek.
ağartı: 1.Sabah güneş doğmadan
önceki hafif aydınlık. 2.Uzaktan ancak seçilebilen beyazlık, 3.Peynir, yoğurt,
ayran gibi süt ürünleri; ‘Evde ağartı bulunsuñ deye inek aldım.’
ağda: Koyu Antep pekmezi.
Gabıcak denilen silindir biçimindeki tahta kutularda satılır, ağda bittikten
sonra gabıcak tuz veya uğra kabı olarak kullanılır.
ağdırmak: 1.Kaldırmak, yukarı
kaldırmak, yükseltmek; 2.Bibiriyle dengeli iki yükteki dengenin bozulması.
‘Birbirini ağdırmazlar’ sözü karakter ve davranış bakımından birbirinin dengi
kişiler için söylenir.
ağeç/ağeş:
ağaç
ağgın: Dengesiz, eğik, bir
yana devrik yük.
ağı: Tozlarıyla kaşıntıya
sebep olan bir tırtıl türü. Genellikle meşe yaprağına musallat olur ve Dağ’da
çoğalır.
ağı dağılamek:
Zehirli tırtıl bedeni kaşındırmak. Salgıladığı toz bazılarını daha fazla
etkilediği için onların derisi çok tahriş olur, buna ağı dağıladı denir.
ağı dağılar gibi dağılamek: Beklenmedik bir ses tonuyla
birine çıkışmak.
ağı gomek:
Bahçe veya tarladaki mahsulü zehirlemek. Bazıları bunu haklı bulsa da, mal
maşat sahibine göre canice bir davranıştır. Sonuçta iki taraf da malını koruma
derdinde. Yine de ağı koyan birisi bunu duyurur. Bazı duyuruların aslı çıkmasa
da mahsulü koruma açısından etkili olur.
ağıl: Üzeri kapalı ve açık
bölümlerden oluşan, koyun keçinin barındırıldığı köy dışındaki yer. Bir dönem
sayıları elliyi bulan Ağılların tamamı Dağ çevresindedir.
ağılamak: Ekini veya ağaçları,
hayvanlardan koruma amacıyla zehirlemek.
ağılanmak:
Hayvanın zehirlenmesi.
ağılda oğlak doğsa gırda otu biter: Herkes rızkıyla gelir.
Ağıllâñaltı:
Bir mevki (Ağılların Altı)
ağılı: Çocuk oyunlarında oyun
dışı kalmak için izinli olan.
ağılı kele:
Kertenkele, zehirli olduğuna inanılan kertenkele.
ağır: 1.Olgun, terbiyeli,
aklı başında; 2.yavaş, 3.az (gulağı ağır eşidiyo), 4.tembel, ağırcanlı
ağır ağır:
yavaş yavaş, zamanla
ağır canlı:
Çok yavaş davranan kimse.
ağır durmek:
Hafifmeşreplik yapmamak, ağırbaşlı davranmak.
ağır iş yerinde olur: Yavaş yapılan bir iş eksiksiz olur.
ağırlık: başlık parası
ağırlık çökmek:
Uykusu gelir gibi olmak, gevşeklik gelmek.
ağır mübarek gün: Çok kutsal olduğuna inanılan vakitler. Kötü
bir davranış hazırlığındayken onu engellemek için söylenir. (Ağır mübarek gün
adamı günaha sokmañ!)
ağırsak: Koyunun kuzulamaya yakın şişen memesi.
ağır yemin etmek: Bozulduğunda çok kötü sonuçlara yol açması muhtemel derecede ciddi yemin etmiş olmak. (Gitmen, ağır yemin etdim çünkü.)
ağıynan düyü:
Çok acı yahut tuzlu yemek ve yiyecekler için kullanılır.
ağız: 1.Yeni buzulamış
ineğin ilk birkaç günde verdiği, koyu ve besin değeri çok yüksek süt. 2.kere,
defa, kez. ‘Fırını ilk ağıza yaktım.’ Çok fışgı harcandığı, uzun sürdüğü ve
yorucu olduğu için kimse fırını ilk ağız yakmak istemez. Bununla beraber
birinin ilk olması zorunludur.
ağız aramek:
Birini konuşturup belli etmeden gerekli bilgiyi edinmek.
ağızbağı: Çuvalın ağzını
bağlamaya yarayan ip. Her şeyin kıymetli olduğu zamanlarda ele geçen 30-40
santim uzunluğundaki bu ipler lazım olur diye bir yere konulurdu.
ağızbir etmek:
Aynı şeyleri söyleme konusunda önceden anlaşmak.
ağızdadı:1.Huzur, esenlik,
mutluluk; 2.Tadımlık verilen yiyecek. Bakkallar içinde Yenimısdık (Mustafa Şen)
gelen müşteriye böyle ikramda bulunmayı severdi.
ağız değiştirmek: Önce söylediğinin tersini söylemek.
ağız kokusu:
Aşağılayıcı söz.
ağızlık: At geminde atın ağzına
enlemesine giren demir.
ağız onuñ emme laf onuñ deyi: Başkasına ait bir fikri dillendiren kişiyi anlatır.
ağız öretmek:
Akıl vermek.
ağladan gülmez: Yaptığın kötülüğün cezasını çekersin.
ağlamak: Zamansız budanan bağ çubuğunun
kesilen yerinden öz suyu akmak.
ağrı saplanmek: Aniden sancı oluşmak.
ağzı açık:
Şaşkın, bön, alık.
ağzı gapalı:
oruçlu
ağzı hart diye düşmek: Beklentilerin boşa çıkması sonucu hayal kırıklığı yaşamak. Sözün
geri planında yemek mazmunu var. İyi bir şeyler yeme umuduyla kendine
hazırlayan birinin, hazırlandığı yemeği bulamamaması durumudur.
ağzına almamek:
Bir şeyin adını anmamak, söylememek, söz konusu etmemek.
ağzına bakmek:
Birinin sözüne göre davranmak.
ağzına gadâ:
İçinde boş yer kalmamak üzere, ağzına kadar.
ağzına sürmemek: Bir şeyden hiç yememek, içmemek.
ağzından gaçırmek: Gizlediği bir şeyi boş bulunup söyleyivermek.
ağzıñda tenike mi va?: Çok sıcak içecekleri çabuk içebilene söylenir. Özellikle
çay içerken bardağını hemen boşaltan bu söze muhatap olur.
ağzını açmamek: Konuşmamak.
ağzını açmek:
Oyalanmak, sebepsiz geç kalmak. Bu sözle tanımlanan kişiye az da olsa ‘salak,
sersem’ hakaret anlamını içerir.
ağzını aramek: Konuşturarak konu hakkında ipucu yakalamak.
ağzını mezlenmek: Söylediklerini taklit ederek dalga geçmek, aşağılamak.
ağzınıñ çalımı:
Söylemeye çalışıp imalarda bulunup bir türlü net olarak belirtilmeyen ifade,
meram.
ağzınıñ tasarı yok: Düşünmeden ağzına geleni söyleme durumu.
ağmek: Dengesi bozulup bir
tarafa meyletmek.
ah almek: Birinin bedduasını
almak.
ahar: 1.kuyu, çeşme yalağı;
2.hayvanların yem yediği ağaç kap
ah demek: Çocuk dilinde vurmak,
dövmek. Birkaç ah deme biçiminin içinde en çok bilinen; çocuğu üzdüğü düşünülen
biri yalandan dövülür gibi yapılarak, onun sevinmesini sağlamadır.
ahı çıkmek:
Zulme uğrayan birinin ilenci etkisini göstermek.
Ahmetçavuş: Omarcıkların Hasan oğlu Ahmet. 1864 Yılında
doğdu, Hasan Hamdi Arslan ve Sağırmahmut Mahmut Arslan’ın babasıdır. Geçkin
yaşına rağmen halkı işgalci Yunam’a karşı örgüylemeye çalışmış, ancak bir
yakınının ihbarı üzerine Yunanlar tarafından şehit edilmiştir. Ahmetçavuşun
1922 yılında Olucak yakınlarında çarmıha gerilir gibi çivilenerek şehit
edildiği belirtiliyor.
Ahmetçavuş: Dervişoğlu Eyüp'ün büyük oğlu Ahmet Dirlik. 1888 Yılında doğdu. Eyüp Dirlik, Ortaköylü Mustafa Dirlik ve Kokulu Mehmet Dirlik'in babalarıdır. 1951 Yılında vefat etti.
Ahmetçavuş: Şeherlioğlu Kedimehmetin oğlu Ahmet Şık. 1903 Yılında doğdu. Gadıngız Zehra Hanımın kocası, Alaattin ve Muzaffer Şık'ın babalarıdır. 1964 Yılında vefat etti.
Ahmethoca: Guycuların Süleyman oğlu Ahmet Mola 1930 yılında doğdu. Uzun yıllar vazife yaptığı İmaret Camii kayyımlığından emekli oldu. 2018 Yılında vefat etti.
Ahmethoca: Ümmünün Seydi'nin oğlu Ahmet Selman 1940 yılında doğdu. Yurtiçi ve yurtdışında imamlık yaptı ve Diyanet'ten emekli oldu. Fıkhi konularda başvuru kaynağı kitabını güncelleyerek bir kaç kez yayınladı. 2024 Yılında vefat etti.
akar kokar: (i)kusur, eksiklik.
akarı kokarı olmamek: Gözle görülür herhangi bir kusuru olmamak.
Ticarette satılan malın kusuru olmadığını belirtmek için bu söze başvurulur.
akaş: Sütlaç. Süt rengine
atıf yapılarak oluşturulmuş bir sıfat tamlaması yemek adı olmuştur. Düğün ve
bayramların gedikl tatlısıdır. Arefe günü ağartısı olmayan komşulara dağıtılan
süt sayesinde herkesin evinde çıkan bayram yemekleri arasında yerini alırdı.
Akbaş: Akörenli 1904 doğumlu Ömer Karakaya. Babası
ölünce Eğretli olan annesi diğer kardeşi Çañlı Hüseyin ile onu Eğret’e
getirmiş. Saçları erken ağardığı için böyle lakaplanan Ömer, Mehmethocanın
babasıdır. 1957 Yılında vefat etti.
akbaşçiçeği:
Papatya. Dambeşlerden Dağ’a kadar hemen her yerde yetişen çeşitli türleri
vardır. Çok bulunan sarı benek çevresindeki beyaz yapraklı papatyalar için bu
isim verilmiş; ama sarı yapraklılara da böyle deniyor. Kırlarda yetişenlerinin
doğal antibiyotik olduğuna inanılır.
akcıl/akcıllı:
beyazımsı, beyaza çalan, beyazımtırak
akdar dönder: (i) alt üst
akdar dönder etmek: Bir şeyi alt üst etmek, karıştırmak, savurmak, boşaltmak,
devretmek, çevirmek.
akdarmek: 1.Düvenle biraz sürülen harmanı ters yüz etmek
ki buna harman akdarmek denir. 2.Sap yüklü arabayı devirmek. 3.Tarlayı ikinci
veya üçüncü defa sürmek. (aktarmak)
akdolma: Göce ve sarımsaklı
yoğurttan yapılan yemek.
akdört olmek:
Alt üst, karman çorman olmak, karmakarışık hale gelmek. Genellikle iç
bulantısını tanımlamada kullanılır. (İçim akdört oluyo.)
akgabak: Uzun, ince, yemeği
yapılan kabak (mollaoğlu kabağı)
Akgabak: Arzıların Ahmet’in küçük oğlu Ömer Tüblek. 1944
Yılında doğdu, uzun yıllar İzmir’de yaşadı. Emeklilikten sonra Anıtkaya’da oturuyor.
akgalak: Zabıta görevlisi. Şapkasının siperi beyaz
olduğu için böyle adlandırılıyorlar.
akgavak: Kabuğu beyaz ve
pürüzsüz bir kavak türü.
Akgaya: Köyün güneybatısında Taşlıtarla ile kır
kısmını birbirinden ayıran bölge. Kayalık yapısı sebebiyle böyle adlandırılmış,
şimdi bir bölümünde Sanayi bulunuyor.
akgın: akıcı, akışkan
akgın boğaz:
Yemesi lezzetli ve kolay yutulan yiyecek.
akgök: İyi kötü, yarı olmuş
yarı olmamış sebze veya meyve.
akhaba/akaba:
Kendirden dokunmuş açık renkli kaba kilim. Kendir ekiminin serbest olduğu
zamanlarda sergi ve yaygı için her evde mutlaka dokunur ve bulundurulurmuş.
akhamırsız:
Haşhaşsız sade hamursuz.
Akhava: Gavasın Demircitopalın hanımı Havva Sargın.
Kirpitçilerin Körhalilin kızı.
akhelva: Tahin helvası. Turuncu
renkli yaz helvasına sarı, kahverengi un helvasına kara, tahin helvasına
da ak denilmiş.
akı bokunu ödememek: Yapılan işten zarar etmek.
akıl almek:
Birine danışmak, yol göstermesini istemek.
akılbâli olmek:
Buluğa ermek, ergenlik dönemine ulaşmak, sorumluluk alacak yaşa varmak.
akılda dutmek:
Bir şeyi unutmamak.
akılda galmek:
Bir şey hatırlanmak, akılda yer etmek.
akıldan çıkarmek: Bir şeyi unutmak.
akıldan geçirmek: Bir şeyi yapmayı tasarlamak.
akıldan gitmemek: Sürekli hatırlamak, unutmamak.
akıl etmek:
Herhangi bir önlem ya da çareyi vaktinde düşünebilmek.
akıllılık etmek: Yerinde ve uygun davranmak.
akılsız başıñ cezasını ayaklâ çekê: Aklını kullanmazsan kendini yorarsın.
akıl tokmağı: Bir şeyi hatırlatacak nokta, ibret vesilesi.
akıl ôretmek:
Danışılan konuda bir kimseye yol göstermek.
akım derken bokum demek: Sözünü yolunca söyleyememek.
akınan gareyi seçmek: Çok zorlanmak, zahmet çekmek.
akıntı: yağmur ve kar suyu
akıntılı: 1.Meyilli, kolay akan;
2.Çabuk ilerleyen iş.
akıtmek: büyük abdestini yapmak
akilik: beyaz düğme
Akkiprik: Ümmetlerin İbrahim oğlu Hasan Yet. 1944’te
doğdu. Kaşı, saçı, kipriği açık sarı olması sebebiyle böyle lakaplandı.
Kooperatifte çalışıp emekli oldu, 2010 yılında vefat etti.
aklı başında:
Olgun ve akıllı davranan.
aklı başından gitmek: Korkudan ne yapacağını şaşırmak.
aklı çıkmek: Çok
korkmak.
aklı
ermek: Hayatın gerçeklerini
kavrayabilecek yaşta olmak.
aklı
gitmek: Çok korkmak.
aklı kesmek/aklı yatmek: Bir şeyin olabileceğine, yapılabileceğine inanmak.
Aklımda durcene garnımda dursuñ: Akla takılan bir yiyeceği yemek daha doğrudur.
aklına dakılmek: Bir şey sürekli kafasını meşgul etmek.
aklına esmek:
Birdenbire bir şey yapmaya karar vermek.
aklına girmek:
Birini bir konuda etkilemek.
aklına gomek:
Bir şeyi yapmaya kesin karar vermek.
aklına sokmek:
Bir düşünce doğrultusunda birini yönlendirmek.
aklına uymek:
Birinin hiç de akıllıca olmayan görüşüne göre iş yapmak.
aklına yatmek:
Uygun bulmak.
aklında galmek:
Unutmamak, hatırlamak.
aklından çıkmek: Unutmak, hatırlamamak.
aklını aldırmek: Deli gibi olmak. Aşırı korku sonucu oluşur.
aklı sonadan gelmek: Yaptığı bir şeyin yanlışlığını anlayıp geri dönmek.
akma: 1.ağaçlardan sızan
reçine, 2.Erkeklerde uykuda gelen sıvı, meni
akmasa da damlamek: Esnafın ticarette az ama sürekli geliri.
Akömer: Körüslüoğlu Ali’nin tek oğlu Ömer Kök. 1912
Yılında doğdu, babası şehit olduğunda üç yaşındaydı. Gobaklar/Körüslerin Veysel
Kök ve Terzi İzzet Kök’ün babasıdır. 1982 Yılında yetmiş yaşında vefat etti.
akren: yaşıt, akran
aksi: İnatçı ve dikine
hareket eden, ters. Genellikle çocuk ve gençler için söylenen bu sözde biraz
yaramazlık anlamı da vardır.
aksi gibi:
maalesef, yazık ki
aksiliği dutmek: Güçlük çıkarmak, inadında direnmek.
aktoprak: Badana yapmak için
kireç yerine kullanılan beyaz renkli toprak. Akgaya’nın ötesindeki
Topraklık’tan çıkarılır.
aküzüm: Çekirdekli veya
çekirdeksiz her türlü beyaz, sarı üzüm.
akyaşmak: Dört köşe, beyaz
renkli başörtüsü.
Akyokuş: Bir mevki adı.
Çatalüyük hizasında, Aşağı Dandır yolu üzerindedir. Yokuş bağrındaki kayaların
ufalanıp beyaz toprağa dönüşmesi sebebiyle böyle adlandırılmış. Eskiden dik
olması sebebiyle yüklü arabaların devrilmesine sebep olurmuş.
al abdesiñi gıl namazıñı: Sadece ibadet et, başka şeylere karışma. İbadet tavsiyesi gibi
dursa da insanları pasifliğe iten bir sözdür.
alaca: 1.Siyahla beyaz
karışık renk, 2.Meyvenin hamlıktan çıkıp olgunlaşmaya başlamış hali.
alacaaş: aşure
alaca basma:
Çok renkli kumaş
alaca belece: 1.(s) Belli belirsiz, az çok, yarım yamalak;
2.(z) Eksik, düzensiz ve yarım yapılan iş.
alaca belece görmek: Az görmek, bulanık görmek.
alaca düşmek:
Meyve olgunlaşmaya başlamak.
alacagarga:
saksağan
Alacalâ: Bir mevki adı,
Alacalar
alacalanma:
1.Siyah üzümün olgunlaşmaya başlaması. 2.Yerdeki karın yer yer erimeye
başlaması.
alacalı bulacalı: Karmakarışık renkli.
alacalık: İlkbaharda karların
eriyerek tarlanın biraz toprak biraz kar görünen yerleri.
alada gitmek:
Ahlat toplayıp getirmeye gitmek.
aladı: Acele, ivedi.
Genellikle telaşlı ve hızlı yürüyüş böyle tanımlanır.
alaf: sıcaklık, hararet,
alev
alaf alaf: (z) Şiddetli yanma (alev alev). Mahalle
fırınının yanması ve çok sıcak havalardan hararetin şiddetini ifade etmede
başvurulan bir ikilemedir.
alaflanmak:
1.Yanmaya başlamak, alev almak. 2.Vücut ısısının yükselmesi, ateşlenmek.
alaflı: ateşli, alevli
alagabak: 1.Çocukları korkutmak
için uydurulmuş, korkunç, hayali kuş; 2.Karga büyüklüğünde, sesleri yansıtan
bir kuş.
Alagır: Bir mevki adı. Zamanla
Anıtkaya’nın o bölümünü ifade eden semt adına dönüşmüştür.
alagomak: 1.Alıkoymak,
bırakmamak; 2.Kendine saklamak, ilerde kullanmak üzere ayırmak; 3.Hakkı
olmadığı halde ve beklenmedik bir anda bir şeyi alıp sahiplenmek.
alalusul: Gelişigüzel, özensiz.
alañ: alan, açık alan,
meydan
alañlık: Orman içindeki düz ve
ağaçsız yer.
alan talan etmek: Yağmalamak, dağıtmak.
alargın: Kızarmaya başlamış
meyve.
alarmak: 1.Kızarmak, 2.Daldaki
meyvenin renk değiştirerek olgunlaşmaya başlaması, 3.Şafak sökmek.
alasulu: 1.Hafif olgunlaşmış
meyve. 2.Tam değil hafif pişmiş yemek. Çok aç yahut sabırsız kimseler yemeğin
pişmesini bekleyemediği için ala sulu yemeyi sever.
alat: Yabani armut, ahlat.
alat alat: (z) Acele acele
alatav: 1.Henüz tam ve ideal
tavında/vaktinde olmayan. 2.Ekim için henüz tam tava gelmemiş toprak.
alatlamak:
Acele etmek.
alat semet:
yarım yamalak, çok acele, çabucak
alat silkmek:
Uzun sırıkla yerden veya ağaca çıkıp silkeleyerek meyvelerin dökülmesini
sağlamak.
alavere: (i) alım satım, alış veriş, ticaret
alaye almek: Alay etmek, dalga geçmek.
albasma: 1.Lohusa kadınlarda
görülen ruhi hastalık, 2.Lohusa olmayanlarda al denilen görüntünün uyku
arasında verdiği boğucu sıkıntı, kabus.
alçecik: Yüksekliği az, yere
yakın, pek alçak.
âlem: Herkes, bütün halk.
alemi vâ mı:
Yakışık alır mı, uygun düşer mi?
alemi yok:
Yakışıksız davranışları kınama sözü.
âlem yemenisi:
Çoğunluğun giydiği basit, yüzsüz lastik ayakkabı.
alengirli:
Karışık, anlaşılmaz iş.
alerim: alarm, uyarı
Alessan: Ali İhsan
alge: getir (al gel)
algı: Çizilmiş haşhaş
kapsülünden afyon sakızını alma aleti.
algıçıñı: Koşum hayvanlarının
koşum takımından dışarı çıkan ayağını yerine bastırmak için verilen komut.
Ayrıca bileğinden tutulan hayvanın ayağını kaldırması için verilen komuttur.
Eğitimi verilen hayvan bu komuta alışıktır.
algısı vergisi: (i)1.Tüm masrafıyla birlikte 2.Belirleen
miktar paradan yapılan kesintiler toplamı.
algit: götür
alık: Kuzu
kırkılırken, süs amacıyla kesilmeden bırakılan tüy.
alıklı: Vücudunun
belli yerlerinde özellikle tüy bırakılarak kırkılan kuzu.
Alıklımahmut: Gedikoğlu/Hassönlerin Mahmut.
Gulizosman’ın dedesidir. Ne zaman doğduğu bilinmiyor. Alıklı diye
lakaplanmasının sebebi; kuzular kırkılırken orasında burasında tutam tutam
tüyler bırakılırmış. Süs olsun, hayvan güzel görünsün diye yapılan bu kırkım
tekniğinde bırakılan tüylere 'alık' deniyor. Mahmut'un kuzular hep
alıklı olduğundan böyle bir lakap uygun görülmüş. 20. Yüzyıl başlarında gittiği
Hicaz’dan dönemedi.
alımkar: Talip, müşteri, satın
almaya istekli, teklif vermeye hazır kişi.
alındırış etmek: İlgi göstermek, ilgilenmek.
alındırış etmemek: Aldırmamak, dikkate almamak, aldırış etmemek.
alınmak: Dişi hayvan gebe
kalmak, döl almak.
alışdırmek:
1.Çamuru karıştırarak kıvamlandırmak, 2.Acemi hayvanı koşum için çalıştırmak.
(alıştırmak)
alışmadık götde don durmaz: Zorlamayla kimseye bir şeyi düzgün yaptıramazsın.
Aliefe: Yörüğuğlu Ahmet’in büyük oğlu Ali Tüplek. 1901 Yılında
doğdu, 1946-54 arası Eğret Muhtarıdır. Bu dönemde çok çeşitli hizmetleri oldu,
bunların en önemlisi ilk planlı okul binasıdır. 1982 Yılında vefat etti.
Aliguru: Çorbecilerin Hüseyin oğlu Ali Dadak. 1907 Yılında doğdu. Matematik
zekası ve güçlü hafızasıyla öne çıktığı söyleniyor. 1970 Yılında vefat etti.
Alimeniñguyu: Buñar ile Gayalar arasında, susayolu kenarında sereñli bir
kuyu. Hangi Alime’nin hayratı olduğu bilinmiyor. 1990’lı yıllarda kapatıldı.
alimiyon: 1.Aliminyum, 2.
Aliminyum tencere, tepsi.
Ali okulu: Yetişkinlere okuma yazma öğretme kursu.
Aliyelerinoda: Veyislerin kızı, Hacıahmetlerin gelini Aliye Hanımın
adıyla anılan, halen faal bulunan oda.
Aliyenine: Hacıahmetlerin Ahmet oğlu Veli eşi Aliye Varlı. Veyisoğlu
Ramazan kızıdır, 1885 yılında doğdu. Çocuğu olmadan kocası vefat etti, sonra
Hassönlerin Hacıefeye vardı. Onun da ölümünden sonra Macuraliyi evlat edindi.
1951 Yılında vefat etti.
Aliyeniñguyu: Eski susayolu kenarında, Atmezarı’ndan gelen Añyol
göpçüğündeki sereñli kuyu. Yol güzergahı değiştikten sonra o da körelip kullanılmaz
oldu. Veyisler kızı, Hacıahmetler gelini Aliye Hanımın hayratıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder