İşgal yıllarında caminin hastaneye çevrildiği hep anlatılır. Bu durumda, yakınlarındaki bazı binaların da muayenehane yahut klinik gibi kullanılmış olması gayet muhtemeldir. Nitekim o yıllarda Yunanlarca çekilen bazı fotoğraflarda bunun böyle olduğu açıkça görülüyor. Kollarını sıvatıp sıraya geçirilen Eğretli çocukların aşı için bekleyişleri fotoğraflanmış mesela. Oradaki binanın Medrese binası olduğu, aklı erenlerce teşhis edildi.
Aynı yerde çekilmiş bir başka fotoğrafta açı değiştirilmiş, bu kez sırada bekleyen çocuklar görünmüyor. Belki çekim zamanı farklıdır, başka bir güne ait fotoğraftır; ama aynı yer olduğu kesin, açı değiştiği için medrese binasının uzantısı kareye girmiş… Önceki fotoğraf ile ortak noktada bir muayene masası ve beyaz önlüklü görevliler yine yerinde… Muayene sandalyesinde oturan yalınayak çocuklardan biri değil, sakallı bir ihtiyar…
Fotoğrafın başka bir gün veya zamanda çekildiğini bütün bu ayrıntılardan başka, çok belirgin gölgelerden anlıyoruz. Kişi gölgelerinin kısa, saçak gölgelerinin alabildiğine uzunluğundan yola çıkarak güneşin tam tepede olduğu anlaşılıyor. Yine gölge yönünden, bu binaların güneye baktığı net bir şekilde çıkarılabilir…
Yaşım itibariyle binayı çok net hatırlayamıyorum. Çok küçükken birilerinin peşine takılıp gitmişliğim var, fakat hafızamdaki görüntüler net değil. Nereye girdiğimi, içeride olanları, binanın konumunu tam olarak bilemeyeceğim. Orada okuyanlardan sordum soruşturdum, büyük ve küçük medrese dedikleri yan yana iki derslik ve onun yanında lojman gibi kullanılan bir bina daha varmış. Israrla birkaç kez sordum ve hep aynı cevabı aldım; medrese binası camiye doğru, yani doğuya bakıyormuş. Camiye paralel medresenin işleyişi de Akbaşlar tarafındaki aralıktan sağlanırmış…
Sonuç olarak, fotoğrafta klinik olarak kullanıldığı görülen bina zannedildiği gibi medrese binası değil. Bu bilgi açığa çıkınca Gocacami’nin görüldüğü başka fotoğrafları dikkatle yeniden inceledim. Üyük’ten çekilen fotoğraf büyütülünce ilginç ayrıntılar beliriyor.
Cami kuzey duvarı denginden batıya doğru bir sıra küçük bina yapılmış. Güneye eğimli tek kırım çatılı dört beş odalık bu basit binalar sonra güneye dönüyor. Bu yöndeki bir veya iki odalık uzantının çatısı da tek kırım ve akıntı içeriye doğru. Onların da ucunu teşkil eden köşeye çift kırım çatılı nispeten büyük bir bina oturtulmuş. Çok ilginçtir bu bina, caminin dörtte bir oranında küçültülmüş hali gibi görünüyor. Çatının yönü de aynı, hatta cami batı duvarındaki meşhur kertik bile unutulmayıp bu küçük binaya eklenmiş…
Dikkatli bakınca anlıyorsunuz ki Gocacami’ye ek olarak yan tarafında bir kompleks inşa edilmiş. Küçük bir avluyu çevreleyen bu eklentiler bloğuyla cami binası arasında birkaç metrelik aralık var. Aşağı köşedeki caminin kopyası olan nispeten büyük eklenti, hoca evi niyetiyle yapılmış olabilir. Avluyu çevreleyen büyüklü küçüklü, farklı yükseklikleri olan odalar da derslik/medrese amaçlı yapılmış olabilir.
1950-60'larda Güdük Mehmet ve daha bir kaç kişi, küçük odalarda Ramazan'da itikafa girerlermiş. Belki de oraların inşa amaçlarından biri bu idi. İtikafın dışında çilehane, zikirhane olarak tasarlanmış da olabilirler. Böyle düşünmemize sebep oranın Hacı İbrahim Zaviyesine yakınlığıdır. Gacacami ve külliyesini bu tekke/zaviye ile ilişkilendirmek bile mantıklı gelebilir. Tabi işgal sırasında her şey darmaduman olmuş…
Yunan gittikten sonra bütün bu eklentiler yıkılmış olmalıdır. Zaten cami gibi taş duvarlar yok bunlarda, kerpiçten yapılmışlar; daha o yıllarda bile yer yer yıkılan kısımları görülüyor. 1950-60’lardan hatırlanan medrese binası ise; olsa olsa avlunun batı kısmındaki birkaç odalık eklentidir. Fotoğrafta görülen ve arkada kaldığı için görünmeyen kısımlar o yıllarda çoktan yıkılmıştı… Ya da kabul edeceğimiz ikinci ihtimale göre; 1922’de görülen eklentilerin tamamı yıkılıp yeniden medrese inşa edildi…
Yunan’dan sonra bu eklentilerin başına neler geldi, bazı bölümler ne zaman yıkıldı, ne amaçla ve nasıl kullanıldı… bu gibi konularda şimdilik bilgi sahibi değiliz. Bir dönem sessizliğe büründüğü kesin… Bu dönemden sonra 1950’lerde tekrar Kuran öğretimine medrese olmuş. Bugün hayatta olanların işlevsel olarak hatırlayabildikleri en eski dönem bu dönemdir… Daha öncesini bilenler çoktan göçüp gittiler. Buna göre Yunan'dan sonra toparlanan millet hemen binaları asıl amacına uygun doldurmuşlar. Fakat 1924 Tevhidi Tedrisat Kanunundan sonra sıkıntılı günler başlamış. 1928 Harf inkılabıyla kısa bir süre tamamen işlevsiz kalmış. Fakat bu boşluk uzun sürmemiş yeni harflerle eğitime başlanması için Eğret'e Başmuallimlik tesis edilmiş. Üç yıllık eğitim verilen dönemin derslikleri işte bu medrese oluyor. 1948 Yılında eski Ortaokul binası, İlk Mektep olarak yapılana kadar yaklaşık yirmi yıl burası Eğret Mektebi'dir...
Medrese odaları böyleyken kompleksin aşağı köşesindeki büyük bina (hani caminin kopyası dediğim) 1940 yılından Demokrat Parti iktidarına kadar Halkevi olarak kullanılmış. Hükümet resmen 'Halk Odası' adıyla şube açmış, bununla beraber Eğretliler orayı hep Halkevi diye adlandırmışlar. Daha sonraları ebe lojmanı olarak da kullanılan bu bina çoğu Anıtkayalı tarafından hala hatırlanıyor.
Aktif olduğu dönemde çok hocalar gelmiş geçmiştir medreseden, ancak bir isim var ki orası adeta onunla bütünleşmiş; Terlemez Hoca… Medreseyi sorduğum birisi, ‘Terlemez Hocanın çok dayağını yedim orada’ diye söze başladı. O günün geçerli eğitim metodlarından biriymiş dayak. Terlemez Hoca ve falakası ile ilgili başka hikayeler de işitmiştim. Oysa Hoca merhum, Hafız Mehmet Öztürk ile birlikte Eğret’in ilk resmi tahsillilerindendir. Tevhidi Tedrisat Kanunu çıktığında öğrenim gördükleri medrese kapatılınca, kayıtları Afyon Lisesi’ne aktarıldı. 1930’ların Eğret’inde mebus olma yetkinliğine sahip iki kişi vardı; biri Hafız Mehmet Öztürk, diğeri Ali Osman Terlemez… Böyle birinin Kuran hizmetiyle değil dayakla hatırlanması…
Yine dayaklarıyla meşhur olan Körhoca da ders okutmuş, ama Terlemez kadar medrese ile anılmıyor. Koca Medrese denilen büyük derslikte, mevcudu fazla küçük çocuklar okutulurmuş. Küçük olanda ise yaşı büyük olanlara hafızlık talimi yaptırırlarmış. İşte Körhoca, hafızlık çalışanlar kısmında Laz Abdullah Hoca ile birlikte bulunurmuş. Akbaşların Mehmet Karakaya, Sarasanın Ahmet Dadak, Daldalların Garaiban İbrahim Honça ise meşhur talebelerden bazıları... Körhoca burada, talebelerin dışında arkadaşı Laz Hoca'yı da dövmüş. Öğretimle ilgili bir lakaytlık sebebiyle yediği dayağın acısını on beş gün duyduğunu Laz Hoca kendisi yıllar sonra Akbaş Mehmet Hoca'nın evde anlatmış...
Orada yıllar yılı neler neler yaşandı... Bir asır önceki Gocacami eklentilerinin son kalıntısı olan Medrese binası da elli yıl önce yıkıldı. Sınıra duvar çekilerek orası ağaçlandırılmış. Caminin günbatısı tarafındaki serin gölgeli küçük parkta oturanlar, acaba geçmişe dair fısıltılar işitirler mi?...
Fotoğraf Kaynak ERT Arşivi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder