Gerçi dokuma sırasında iplerin arasına yerleştirilen teller boynu tahriş ettiği için orakçılar, sapçılar pek tercih etmezdi telli çevreyi. Yine de erkeklerin cebinde bulunurdu, çünkü kocaman bir şey olduğu için işlevseldi. Yere serip üstünde ekmek yiyebilirdin mesela, sofra yaygısı gibi... Yahut ufak tefek şeyleri doldurup çıkılayıp çanta niyetine kullanabilirdin... Yahut dene koyar, torba olarak kullanırsın....
Harmanyerinde çok rastlanan bir durumdur; akşama yakın çıkan yelde harman savrulmuş, saman ayrılmış, dene yığılmış... İnsanların yüzünde, sesinde huzurlu bir yorgunluğun izleri var; çünkü çeç çıkmış... Çalışıyor da olsa bu insanlara 'kolay gelsin' demek yerine 'bereketli olsun' diye selam veriliyor... Çünkü o sıradaki meşgaleleri gıda/nimet üzerine... Hem selam hem dua olan bu iyi niyet sözüne karşılık olarak 'aç çevreni' deyip deneyi dolduruverirler... Mübalağa yok, o telli çevreye bir demir dene koyabilirsin...
Bir selamlaşmanın hatırına, bir teneke buğday niye verilir ki? İşin sırrı 'bereket' kavramında... Adam 'bereketli olsun' diye senin için dua etti. Bu dua bir yana, eskiler verdikçe malının bereketleneceğini düşünür ve karşılıksız vermekten çekinmezdi. Teorik olarak Kuran'daki 'infak' emrini belki bilmiyordu; ama bunu hayatında pek güzel uyguluyordu. Kime olursa olsun; kaldırdığından, kazandığından, pişirdiğinden mutlaka başkalarına da verirdi. Bu yüzden çevreye doldurulan deneye şaşırmamalı...
Çeç çıkarılınca verildiği için 'Çeç üstü' diye adlandırılan bu dene ikramı, çevre sahibi çocuk ise hemen bakkala götürülürdü. Bakkal da uzakta sayılmazdı, harmanyerine kurulan yazlık bakkallar vardı; bir cerge altına mallarını koyarlar, dene karşılığı satış yaparlardı. Çocuk dene dolu çevresiyle bakkala varıp 'bişey' alırdı.
'Bişey'ler çok çeşitlidir; bazen gofret, bazen püsküt (bisküvi)... Bazan günaşık, bazan tespih şeker... Zaten çocuğa dene verirken 'bişey al' diye tembihlerler. Bu, 'git istediğini al' demektir. Bu yüzden o 'bişeyin' içine her şey girer; fıstık da, sünger (sapan lastiği) de... Amma değişmez ikili, lokum-püsküt hiç bir vakit geri planda kalmaz...
Çecüstü diye kalıplaştığına bakmayın bu kavramın, her türlü mahsülden vermek adet haline gelmiştir. Bu yüzden çecüstü sadece harmanda çeçten ayırıp verilen şey değildir. Evinin önünde haşhaş savururken de çecüstü verilir, çeşmede dene yıkarken de...
Misal tarhana karılıyor. Biri geldi 'berkatlı olsun' dedi... Bu duaya teşekkür sadedinde 'Al bunu filanca emmime pişiriver' diye bir pişirimlik de olsa tarhana verilir; bu, çecüstüdür...
Yahut bulgur kaynatılıyor... Sıcak gölleye ortakmış gibi sağdan soldan tasını alan sıraya geçmiştir zaten... Kimse gocunmaz, vermekten de çekinmez... Her kaba gölle doldurulup gönderilir... Bu da çecüstü... O bulgur kurutuldu, sürüldü, savruluyor diyelim. Yanına gelen birine ondan verir 'pilav bişir' dersin...
Oldu ya, mercimek çalkıyorsun... Bu sırada berkatlı olsun derlerse 'al şunu bükme et' diye gönüllüyorsun o kadını... Haşhaş eliyorken ondan verip 'gatmer, hamırsız et' diyorsun... Bunlar hep çecüstü... Çeşmede, Bunarda dene yıkarken birisi öküz sulamaya gelse, 'gören gözün hakkı var' diye yıkadığın şeyden veriyorsun. Bunlar hep çecüstü diye adlandırılmış.
Kısaca sadaka, zekat, iyilik, ikram, ihsan vs. vs. her ne niyetle olursa olsun karşılıksız verilen her türlü tahıla çecüstü deniliyor... Böyle adlandırmanın çıkış noktası harman vaktindeki çeç olduğu su götürmez. Yalnız her vakit, her yerde ve herkese verilen dene genel olarak çecüstü oluyor...
Çecüstüne alışan hayratçılar ve isteyiciler harman sonunu gözetmeye özen göstermişler ve vakti gelince istediklerini almak için sokakları ve harmanları dolaşmışlardır. Eğretli, kim olursa olsun gelen hiç kimseyi boş çevirmemiş, az çok her isteyene vermiştir. Hatta onların istemesine bile fırsat vermeden, görür görmez elinden gelen yardımı yapmıştır.
Zamanla Eğret'te çecüstü kavramının kapsamı genişlemiş. Başta söylediğimiz bereket-cömertlik ilişkisi idrak edilince bu genişleme kendi kendine sağlanmış olmalı... Baktılar ki vermekle mal eksilmiyor, ikramı çoğaltmışlar...
İkramın görüldüğü en önemli merkez sokak fırınları... Orada pişirilen başta ekmek, sonra nokul, bükme, hamırsız... Hatta tepsiyle fırına sürülen yemeklerden bile sağa sola ikram edilmeden olmaz.
- Bükme ettim, kıyır kıyır yiyive...
- Hamırsız ettim pambık gibi yiyive...
- Kumpil gömdüydüm, ıscecik yiyive...
- Pancar godum, pek gözel yiyive...
- Balık sürdüydüm, kokmuşdur yiyive...
Bu ve bunun gibi sözlerle, fırından çıkanlar eve varana kadar teknede tepside ne varsa dağıta dağıta gider... Bütün bunlar da çecüstü ve Anıtkaya sokaklarında hala yaşanan şeyler...
Şimdi harman, ıramas, tınas, çeç, badas filan kalmadı... Telli çevre nedir bilinmiyor... Yeni nesiller bu kelimelere yabancı olması gayet doğal... Yalnız onun hatırası çecüstü uygulaması, zamanın şartlarına göre biçim değiştirerek varlığını sürdürüyor.
Çeç yoksa da çecüstü var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder