02 Mart 2024

saña kemik atan yok - süzünmek

 
saña kemik atan yok: Bu konuda sana söz hakkı vermedik, sus, anlamında söylenir.

sancak: salıncak

Sancak: Hacı uğurlama ve karşılamalarında açılan, Gocacami’deki  kelime-i tevhid yazılı bayrak.

sandık: At arabasında oturulacak yer.

sañgadak: Ansızın, birdenbire, hazırlıksız.    

sañgadak gidesice: İlenç sözü, ansızın geber anlamında.

sap: 1.Ekinin, biçildikten düğen veya patozla ezildiği ana kadarki hali; 2.Sucukta ölçü birimi, kangal (İki sap sucuk ve.)

sapa gitmek: Tarladan harmana sap çekme işi.

sap çekmek: Biçilen ekini tarladan harmana getirmek.

sapıtmek: 1.Şaşırmak, yanılmak; 2.Ezberini okuyamamak, 3.Şaşırarak yolunu değiştirmek

sap yiyip saman sıçmek: Ne dediğini ne yaptığını bilmemek.

Sarı: Yörüktahirin küçük oğlu Halit Akyol. 1929 Yılında doğdu. Bakkalsarı olarak da bilinirdi, bir dönem Mahalle Muhtarlığı yaptı, 2013’te vefat etti.

Sarıali: Guycuların Ahmethocanın oğlu Ali Mola, Afyon’da oturur.

Sarıalosman: İdirizlerin Sarımehmet oğlu Ali Osman İdis. 1925 Yılında doğdu, Gıdakömer ve Yalamaşükrünün kardeşidir. 1994’te Gocacami’de bir ikindi namazında vefat etti.

sarıçañ: Genellikle pirinçten yapılan ve konik biçimli koyun çanlarının genel adı.

Sarıhasan: Daldalların Ahmet oğlu Hasan Dadak. 1909 Yılında doğdu, Delişükrünün kardeşidir. Bakkallığı da var, 1978’de vefat etti.

Sarımehmet: İdirizlerin İdris oğlu Mehmet İdis. 1873 Yılında doğdu, Gocaosmanın abisidir. İki hanımından oğulları; Dedemısdık, Gambırtevfik, Saralosman, Gıdakömer ve Yalamaşükrüdür. 1947 Yılında vefat etti.

Sarımısdıfa: Arapoğlu İsmail’in oğlu Mustafa. 1817 Yılında doğdu, sarışın olmasından dolayı böyle lakaplanmış. Ne zaman öldüğü bilinmiyor; Araplar sülalesinin atasıdır. Çönehalilin babası; Deveci, Gavas, Bezeki, Patırmahmudun dedesi oluyor.

Sarıömer: İdirizlerin Mustafa oğlu Ömer İbili. 1910 Yılında doğdu, 2008’de vefat etti.

Sarışükrü: Ayanoğlulardan Cinibizosman oğlu Ahmet Şükrü Patlar. 1909 Yılında doğdu, Gıvırcık lakaplı İbrahim ve Mehmet ile Osman Patlar’ın babalarıdır. İzmir’de 2012’de vefat etti.

sargın: Tutkun, samimi içten.

sarıbuydey: Unu, bulguru, makarnası makbul, koyu sarı renkli bir buğday türü.

sarıcarı: Sarı renkli yabani arı

sarı çiyan: Sinsi, hain, sarışın kimse.

sarımsak döymek: (mec)Koşum hayvanları olduğu yerde durarark adım atmak. (havanda sarımsak döver gibi)

sarmek: 1.Köpek saldırmak, 2.Arabaya veya hayvana yük yüklemek.

sarsılamek: Sarsmak, sallamak.

sarsıteş olmek: Israrla birini rahatsız etmek, söz ve davranışlarla baskı uygulamak; mobing. (Öğretmenim, Ali bana sarsıteş oluyo.)

sassı: 1.Tatsız tuzsuz, lezzetsiz yiyecek, 2.(mec)Hakaret sözü.

sassımek: Yiyecek bozulmak.

sassı sassı kokmek: Çürük, küf gibi kokmak.

saşgın: Maddi olarak yoksul ve bedensel olarak bakıma muhtaç.

satde: sahte

Satıcingen: Bütün köylüyü tanıyan ve bütün köylünün de kendisini tanıdığı Çingene kadın.

satımkar olmek: Satmaya niyetlenmek, satmak istemek.

satıp savmek: Gereken para için mallarını yok pahasına satmak.

Satırcı: Düdükçünün Selahattin Zenger.

satırenç: Kadınların dışarı çıkarken örtündükleri damalı örtme (satranç)

satlık: Satılacak şeyler

savışlamek: Savuşturmak, tehlikeyi atlatmak, kötü bir kişi veya durumdan kurtulmak

savıtdırmek: 1.Fırlatıp atmak, 2.Öfkeyle küfürlü konuşmak.

savmek: 1.Nöbetleşe yapılan bir işi yapıp sonraki nöbetini beklemek, 2.kurtulmak

savrık: Tutumsuz, yersiz gereksiz harcama yapan, savurgan.

savrım: 1.Harman savurma işi, 2.Bir savurmalık miktarda harman yığını.

savsılamek: İşi ağırdan almak, boş yere oyalamak, savsaklamak.

sayı: Yüz adımlık mesafe ölçüsü. (Bi sayı uzaktan gördü.)

sayılı goyun çabık êsilir: Sürekli sayılan para veya malın bereketsiz olduğunu anlatan atasözü.

sayılı gün: Sayısı belli, az sayıdaki günler, Ramazan ayı.

sayınsımek: Değer vermek, saygı göstermek.

sayışmek: Ödeşmek.

sâyi: Gerçek, doğru, sahi.

Sâyit: Sait

saymek: Saygı duymak.

secireli: Bütün olumsuzluklar kendisini bulan talihsiz.

seet: saat

sekat: zekat (fitire sekat birlikte kullanılır)

seki: Topraktan yapılmış maket, sedir, divan.

sekirat: Ölüm anı, sekerat

sekirata binmek: Ölmek üzere olmak.

sekizen: seksen

sekmek: 1.Tek ayak üstünde zıplayarak yürümek, 2.Topallamak, aksayarak yürümek.

selâlâ verilmek: Ezandan önce sela okunmak.

selbes: 1.Özgür (Çocuğu selbes böyüdü), 2.Geniş, havadar (Baççamız selbes, yüz kişiyi alır), 3.Yasak değil, izinli (Dağ selbesimiş, oduna gitcez), serbest.

sele: Söğüt dalından örülmüş büyük sepet.

selek: Cömert, eliaçık.

sel götümek: Aşırı yağmur yüzünden su altında kalmak.

Selimhoca: Çolağömerin Osman oğlu Selim Salman, 1930-2014.

seme/söme: Sersem, salak, şaşkın, mıymıntı, algılama zorluğu çeken.

semelek: sersem, uyuşuk

semizlik: semizotu

Senato: 1960 İhtilalinden sonra Daldalların odaya takılan lakap. Belli başlı kişiler orada toplanırmış.

sendirlemek: Sendelemek, başı dönmek.

senesi gelmek: Üzerinden bir yıl geçmek.

senet sepet: (i) Senet ve senet yerine geçen resmi belgeler.

sen gidêken ben geliyodum: Ben senden çok bilirim bunları, beni aldatamazsın.

sénik: Top, balon gibi şeyler için havası inmiş.

sénmek: Kabarık şeyler küçülmek, büzülmek.

sennen: seninle

Sen ürya görüyoñ ben de yoruveriyon: ‘Konunun aslını bilmiyorum, ancak senin anlattığın kadarıyla anlayabiliyorum’ yahut ‘Olayı kafamda senin bakış açınla, tek yönlü olarak canlandırabiliyorum, bu yüzden değerlendirmelerime kızmaca darılmaca yok.’ gibi anlamlar içeren atasözü. (Sen rüya görüyorsun, ben yorumluyorum.)

sepilemek:1.Serpmek, saçmak; 2.Yağmur iri damlalarla atıştırıp geçmek.

sérek: Aralıklı, seyrek.

séremek/seyrimek: 1.Göz, yanak, diz ve el kaslarında daha çok görülen istemsiz titreme hareketi,  2.Kesilmiş hayvanın etinde görülen titreme hareketi, 3.Seyrelmek, azalmak.

seréñ: 1.Serin, 2.Kaldıraç sistemiyle çalışan kuyularda zincirin bağlı olduğu direk.

seréñni: Kaldıraç sistemiyle çalışan kuyu.

séretmek: Sık sebze fidelerini yolarak seyreltmek.

sergi: Buğday, bulgur gibi şeylerin açık alanda kuruması için habalar üzerine yayılmış hali.

sergi sermek: Kurutmak için bulgur, tarhana gibi şeyleri haba kilim üzerine sermek.

sertelmek: 1.Sertleşmek, 2.Sert davranmak, azarlamak

seselmek: Yorgunluktan, susuzluktan konuşamayacak duruma gelmek, sesi kesilmek.

sevaba girmek: Hayırlı bir davranışta bulunmak.

Sevgilidede: Tingildeklerin Mehmet oğlu Mehmet Kasal. 1904 Yılında doğdu, asıl adı Hasan iken küçük yaşta yetim kalınca babasının adını verdiler. Evlendiyse de çocuğu olmadı, bütün bu isim karışıklığında ahali ikisine de itibar etmeyip Sevgili lakabını verdi ve adı unutuldu. Evini camiye vakfedecek kadar geniş gönüllü ve sevilen biriymiş. 1959 Yılında vefat etti.

sevgilik: İki gencin birbirini sevmesi için yapılan büyü.

sevte: 1.Günün ilk alışverişi, siftah; 2.İlk kez, ilk defa (Şehere sevte gitdik)

sevtelemek: Başlamak.

seyirdim: Bir koşu gidip gelinecek kadar yakın mesafe.

seyirtmek: koşmak

seyis: İki üç yaşındaki keçi.

seyman: 1.Delikanlı, yiğit; 2.Damadın arkadaşları, düğünde eğlenceden sorumlu topluluk. (seymen)

Seyrekbasan: Çolağömerin Osman oğlu Mahmut Salman, 1933-2003.

seyyar: Evin bir bölümüne dışarıdan çekilmiş geçici elektrik hattı ve lambası.

sıçıramek: Rüya veya başka sebeplerden dolayı yataktan belinleyerek kalkmak. (sıçramak)

sıfra: Oturarak yemede kullanılan yemek masası, yer sofrası.

sıfra gomek: Misafire yemek ikram etmek.

sıfreyi galdırmek: Yemekten sonra yer sofrasını toplamak.

sığamek: Paçaları veya yenleri kıvırarak katlamak, sıvamak.

sığazlamek: Sıvazlamak.

sığeşlemek: Sıvazlamak, okşamak.

sığır: 1.Hayvan sürüsü, 2.Ahmak

sığıra sürmek: İnekleri sabahleyin köyün ortak sürüsüne katmak.

sığırcı: Köyün bütün ineklerini otlatan kimse.

sığır dağılmek: Akşama yakın sığır sürüsü köye girerek her bir hayvan evlerine yönelmek.

Sığıreğleği: Sığırların yaylıma gitmek üzere sabah toplandıkları Gocacami’nin yanındaki meydan.

sığırguyruğu: Boyu bir metre uzayan, sarı çiçek açan, geniş yapraklı çok yıllık bir bitki.

sığır gütmek: Köyün ortak sığır sürüsünü ücret karşılığı otlatmak.

sığırıbızağıyı sürmek: Büyükbaş hayvanları, köyün diğer hayvanlarıyla birlikte otlaması için sabah evden çıkarmak.

sığırıñ öñüne geçmek: Evi bulamayan hayvanı getirmek üzere sığır dağılırken karşılamak.

sığırsidiği: Zikzaklı bir örgü modeli.

sığışmak: sığmak

sıkdırgeç: Pense, kargaburun, mengene.

sıkgın: Sıkıcı, bunaltıcı hava.

sıkı: cimri

sıkı durmek: Güçlü dayanıklı olmak, dikkatli bulunmak.

sıkı dutmek: Önem vermek.

sıkılamek: Bir şeyi oldukça sağlam bağlamak veya düğümün sağlam olduğunu kontrol etmek.

sıkılmaz: Utanmaz, arlanmaz

sıkım: Haşlanmış otlarda avuç içinde sıkma miktarı.

sıkış depiş: (s) Zorlukla sığarak, çok sıkışık olarak.

sıkıya gelememek: Zor bir duruma dayanamamak.

sıkı yapışmek: Kuvvetlice, sıkıca tutmak.

sıkma: Erkek üst giysisi, gömlek.

sıma: Yüz, çehre, sima (Sıması aynı dedem)

sıñır cizme: Hıdrellez ve bahar yağmurlarından önce her türlü semavi ve arzi afetten korunma amacıyla yapılan dua merasimi. Atlı iki Hafız Kur’anı hatmederek köyün hudutlarını dolaşıp Çirçir güneyinde buluşarak duayı sonlandırıyorlardı. Böylece Eğret’in manevi bir kalkanla her türlü tehlikeye karşı muhafaza altına alındığına inanılırdı. Sıñır cizilmediği yıllarda mahsulde bereket, halk arasında huzur ve güvenin kalmadığı gözlemlenmiş, bu yüzden ihmal edilmeyip adetleşmiş. En son 1960’lı yıllarda Mehmet Karakaya ve Musa Aydın Hocalar tarafından sıñır cizilmiş.

sıntır: Sersem, şaşkın, beceriksiz, normal olmayan.

Sıntırhüseyin: Mollahmetlerden Ramazan oğlu Hüseyin Sımsıkı. 1891 Yılında doğdu, Sıntırırmızan ve Garakazımın babalarıdır. Hatiplerin oadada yemek yerken bu lkap takıldığı söyleniyor. 1964 Yılında vefat etti.

Sıntırırmızan: Sıntırın oğlu Ramazan Sımsıkı, 1920-2004.

sıpa: Ağaçtan yapılmış, meyve toplamak için kullanılan üç yönlü merdiven. (sehpa)

sıpabuyduran: Güneşli ama soğuk kış havası.

sıpılamek: Eşek doğurmak (sıpalamak)

sıpılêci: Hamile eşek (sıpalayıcı)

sırasını savmek: Görevini yerine getirmek.

sırça: Cam malzeme.

sırçabarmak: Küçük parmak, serçe parmak.

sıreyi düzmek: Ekilen tohum sırada belirecek kadar filizlenmek.

sırıdak: Çok sırıtan.

Sırıdakkezban: Hassönlerin Kırtümmet eşi Kezban Omak, Yarımağanın kızıdır.

sırık: Ahlat alıç gibi ağaçların yüksek dallarındaki meyveleri silkeleyerek düşürmek için kullanılan uzun ağaç dalı.

sırım: Hayvan derisinden şerit şeklinde kesilmiş, çeşitli alanlarda sağlamlaştırıcı olarak kullanılan ip.

sırıtmek: Sıradışı olduğundan dikkat çekmek, göze batmak.

sırsılatmek: Şiddetli titreterek sarsmak.

sırtına almek: Birini sırtında taşımak.

sırtına binmek: Birinin sırtında kendini taşıtmak.

sırtını çinnetmek: Yel, kulunç veya yorgunluk nedeniyle birine sırtını çiğneterek rahatlamak.

sırtını sığeşlemek: (mec)Takdir etmek, teselli etmek, moral vermek.

sıtıra: Sevimlilik, çekicilik, güzellik.

sıtırassız: Sevimsiz, suratsız, çirkin (sıtırasız)

sıvazlamek: Avuç içini sürmek.

sıveşmek: Bulaşmak, yapışmak.

sıyırmek: 1.Eti kemikten ayırmak, 2. Karpuz kesildikten sonra kabukta kalan kırmızılıkları kemirmek, 3.Kesilen söğüt, kavak ağaçlarının kabuğunu soymak, 4.Tencerede kalan yemeği sünnetlemek.

sıyırgı: Ahırda hayvan pisliklerini kürümeye, sıyırmaya yarayan bir çeşit dik kürek.

sibek: El değirmeninde üst taşın dönmesini ve denenin akmasını sağlayan kazık mekanizma, ağaç kama.

siçan: Fare, sıçan.

Siçanali: Arzıların Dendenin küçük oğlu Ali Tüblek.

siçanguyruğu: Sıvının az aktığını anlatır.

siçannık/siçanlık: Yeni doğmuş bir bebeğe, evinden çıkıp ilk gittiği yerde verilen hediye.

sidikliğini bağlatmek: Karısıyla münasebetini engellemek için erkeğe büyü yapmak.

sidik zoru olmek: Çişini tutamamak, sık sık tuvalete gitmek.

siftinmek: Sünepe uyuşuk biçimde dolaşmak.

siğil/siyil: 1.Daha çok el üstünde çıkan kuru küçük tomurcuk, urcuk; 2.Odun yarmaya yarayan sivri uçlu demir.

siğil atmek: Kurbağadan siğil bulaşmak.

s.ki çarşafa doleşmek: (mec)Beceriksizliğinden ne yapacağını şaşırmak.

s.ki daşşağına dek: (mec)Çok iyi durumda, işi tıkırında.

sile sile: (z) Ağzına kadar dolu, tam dolu.

silcek/silgeç: 1.Hamam havlu takımı, 2.Silecek

silme: Ağzına kadar dolu olma durumu.

sinci: şimdi

sineğipi: Sinek denilen büyük çamdan oyma su kaplarından ikisinin ağırlığını çekecek sağlamlıkta kendir örmesi ip. (sinek ipi)

sinek: Çam ağacından tek parça oyularak yapılan, suyu soğuk tutan su kabı.

sineklenmek: 1.Çalışmadan boş boş beklemek, oyalanmak; 2.Musallat olan sinekleri kovmak için hayvan kafa, kulak ve kuyruk sallamak.

sinekli: Ağırcanlı, tembel, uyuşuk.

sineklik: Güğüm, testi, küp vb. su kaplarının konulduğu yer.

siñirsek: Nemlenme sonucu gevrekliğini kaybetmiş, ağızda çiğnenmesi zorlaşan yiyecek.

siñirsi: Kuru, nemliliğini kaybetmiş

siñmek: 1.Nüfuz etmek, işlemek; 2.Korkudan sessizleşmek; 3.Gizlenmek.

siñnenmek: Saklanmak, gizlenmek, kamufle olmak.

sirke: Bit yumurtası, larva.

sirkelemek: Bit yumurtlamak.

sirken: Yabani ıspanak.

sivilci: sivilce

sivri: 1.Uzun ince kimse, 2.Dikkat çekici davranışlarda bulunan kimse.

Sivri: 1.Kelahmedin Ahmet Bar, 1962-2023; 2.Gedikhasanın Ahmet Kirkit.

sivritmek: Bıçakla veya kalemtraşla kalemin ucunu açmak.

sivtinmek: Kaşınmak, omuzları oynatarak kaşınmaya çalışmak.

siyim siyim: Yağmurun ince ince yağış şekli.

siyinti: Sızıntı veya saçaktan damlayan yağmur suları.

siylek: Susam bitkisi.

siymek: Erkek işemek.

sobi: Saklambaç oyunu, sobe.

sobilemek: Saklambaç oyununda taşa ebeden önce gelmek.

soda: karbonat

soğuk geçmek: Üşüterek hastalanmak.

soğuklanmek: serinlemek

soğukluk: 1.Ara bozmak için yazdırılan muska, 2.Sabah ve akşam serinliği.

soğuk vurmek: Şiddetli soğuk etkisiyle bitkiler ölmek.

soğulcan: solucan

sok cebiñe: Yapılan bir iyilik ücreti olarak para teklif eden birine sitemle karışık, yaptığı şey için karşılık beklemediğini anlatır.

sokugafa: Başı öne eğik dolaşan, içten pazarlıklı kimse.

sokulgan: Atak, girişgin, sosyal kimse.

sol: Uzak, soğuk, aksi, ters duran kimse.

solluk: Kaldıraç, manivela.

soluğalmek: Dinlenmek.

soluğan: 1.Nefes nefese kalma durumu, 2. Nefes darlığı çeken kişi, astımlı.

soluğu gabarmek: Yorgunluktan nefes almakta zorlanmak.

soluklanmek: Ara vermek, dinlenmek.

soluk soluk:  (z) Ara ara, dinlene dinlene.

somudak: Asık suratlı, somurtkan.

soñ: Doğumdan sonra çıkan kan ve pıhtı karışımı şeffaf deri, plezenta.

sôna: sonra

sônadan görme gavurdan dönme: Eski inanç ve alışkanlıklar kolay değiştirilmez.

soñkesen: Ailenin son çocuğu.

soñu gelmek: Doğum sonrası plezenta düşmek.

soñ zaman: Bir sürecin son vakitleri. (Irâmetlik soñ zaman iyice çökdüydü)

sopayassırı: Dayaklık, sopayı hak eden

sormek: Emmek, emer gibi içine çekmek, somurmak.

sormaşeker: Ağızda sorularak eritilen sert şeker.

sormuk: Bebeğin emmesi için bezin içine sarılan tatlı yiyecekler.

sormuk çiçeği: Pembe renkli çiçeklerinin kökü tatlı olduğu için emilen bir orkide türü.

sorudak: Somurtkan, asık suratlı

soruşmek: Islak bir şeyin suyu çekilmesi, kurumak.

sorutmek: 1.Yüz asmak, somurtmak, düşünceli ve keyifsiz durmak; 2.Ayakta hareketsiz durmak.

soyunku soya, sümüğüñkü sümüğe: Herkes aslına çeker.

söbü: Oval biçimli, tam yuvarlak olmayan.

Söğüdaltı: Dere boyunca devam eden ağaçlık bölgeye verilen ad.

Söğütcük: Bir mevki adı

sökel: Güçsüz, düşkün, hasta.

söküntü: 1.Bir örgü sökülerek elde edilen ip, kullanılmış ip; 2.Eski binalar yıkılarak elde edilen inşaat malzemesi.

sönge: Fırın taşını temizlemeye yarayan, uzun bir sırığın ucuna bağlanmış bez.

sörpümek: Ot ve bitkiler canlılığını yitirmek.

söve/söğe: Kapının kenarlığı yapılan uzun taş veya kapı kenarına vurulan sıva. Pervaz

söz bir Allah bir: Allahın birliğiyle sözüne edilen yemin.

söze bakmek: Önerileri dinlemek, uyumlu ve uslu olmak.

söz temsili: Sözün gelişi, örneğin.

sözünden çıkmamek: Birinin sözüne uymak, davranışlarını ona uydurmak.

sucuk gomek: Mahalle fırınında sucuk pişirmek.

su dökmek: Küçük apdestini yapmak, işemek.

su dökünmek: Boy abdesti almak.

su gaçırmek: Kap veya boru su sızdırmak.

su gapmek: Yara içine su alarak azmak.

Suguşu: Buruşakmehmetin ikinci oğlu Halil Omak. 1921 Yılında doğdu, gençliğindeyken böyle lakaplanmış. Sonradan dengesini iyice yitirmişti, 1987’de vefat etti.

sulfolmek: Uzlaşmak, anlaşmak. (sulh)

sulungur: Aptal, sersem, şaşkın, işe yaramaz.

sumsaklamek: Hafif yumrukla hırpalamak, yumruklamak.

su nanesi: Sulak alanlarda çıkan yaban nanesi, yarpız.

sunmek: 1.Uzanmak, el uzatmak, dokunmaya çalışmak; 2.Kedi köpek yiyeceğe uzanmak.

sundurmek: Zarar vermek maksadıyla dokunmaya çalışmak.

sur: Yumurta, karaciğer vb. de ince zar.

sûret: Resim, vesikalık fotoğraf.

susa: Asfalt yol (şose)

su saldırmek: Artezyen kuyusu açmak için sondaj yaptırmak.

su selası: Belirli mübarek vakitlerin dışında birinin öldüğünü duyurmak için okunan seladır. Böyle adlandırılmasının, cenaze defin hazırlıklarında önemli bir yer tutan su getirme ve kaynatma ile ilgili olduğu sanılıyor. Su selası önce cenaze evine en yakın camide verilip diğer camilerde tekrar edilir ve sonunda duyurusu yapılır.

su sulamek: Herhangi bir yeri, tarlayı sulamak.

su tası: bardak

so yolağı: Suyun aktığı yer, mecra.

suyolu: Şiş ile örgüde bir motif.

su yörümek: Ağacın dallarının sulanması.

suyuna gitmek: İtiraz etmeden, yumuşak davranarak istediğini yaptırmak.

suyunu dökmek: Hoca cenazeyi yıkarken ona yardım edip su dökmek.

suyu seli galmamek: Suyu bitmek, suyunu çekmek.

südce: Karın ağrısıyla kendini gösteren bir hastalık.

südüyen: sütyen

süllü: Bakımsız, pasaklı, pejmürde.

sümek: Didilmiş kaliteli yün.

sündük: 1.Açgözlü, yapışkan biçimde ısrarla bir şeyler isteyen, asalak kimse; 2.İnsana alışık, kovmakla gitmeyen hayvan.

sündürmek: Bir şeyi çekerek uzatmak.

sünet: sünnet

sünet etmek: Söğüt dalından düdük yaparken kabuğun fazlalığını kesmek.

sünetlik: Sünnet olan çocuğa verilen hediye.

sünger: 1.Don lastiği, 2.Taş atmaya yarayan sapan

süngü debreşmesiñ: Mevtanın olumsuz bir yönünü yad edecekken ruhu muazzep olmasın diye söze böyle başlanır.

sünmek: 1.Çekilerek uzamak, esnemek; 2.Oruç sakatlanmak, bozulacak gibi olmak.

sünnü: Uzun, iri ve gösterişli at.

Sünnü: Gugukların Halil Ün, 1952-2012.

sürek: yürüteç

sürgü: 1.Kapıyı sürmelemek için kullanılan düzenek, 2.Ekim işinden sonra tarlanın düzlenmesi ve tohumların örtülmesi için kullanılan gereç.

sürgülemek: Tohum saçtıktan sonra toprağı düzleyip tohumları örtmek.

sürgün: 1.Şiddetli rüzgarla savrulan karların bir yere yığılması; 2.Ağacın köküne yakın yerinden çıkan taze dal.

sürmek: 1.Ağaç köke yakın yerden yeni dal vermek, 2.Rüzgar çukurlara kar yığmak. 3.Hayvanları götürmek.

sürtmek: 1.Haşhaşı iki taş arasında ezmek, 2.Taze patetesin kabuklarını soymak için dişli bir taşı zımpara gibi kullanmak.

sürütme: Çok gezen ve uygunsuz davranışlar sergileyen kız.

süsbüberi: Küçük ama çok acı biber.

süsmek: Hayvanın boynuzuyla vurması, boynuzlamak.

süsüne bakmek: Bir şeyi hiç kullanmayıp öylece bekletmek.

süvarilik: pantolonun çok yıpranan arka ve diz kısmına yapılan yama

süvarilik vurmek: Pantolonun en fazla yıpranan arka ve diz kısımlarını yamatmak.

süymek: Fışkırıp çıkmak, düzgünce uzamak, sürgün vermek.

süzek: Basit tülbentten süt süzme gereci, süzgeç

süzünmek: Gelin erkek evine geldikten sonra, kendisini izlemeye gelenler için öylece durup beklemek.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder