sancak: salıncak
Sancak: Hacı uğurlama ve
karşılamalarında açılan, Gocacami’deki kelime-i tevhid yazılı bayrak.
sandık: At arabasında
oturulacak yer.
sañgadak: Ansızın, birdenbire,
hazırlıksız.
sañgadak gidesice: İlenç sözü, ansızın geber anlamında.
sap: 1.Ekinin, biçildikten
düğen veya patozla ezildiği ana kadarki hali; 2.Sucukta ölçü birimi, kangal (İki
sap sucuk ve.)
sapa gitmek:
Tarladan harmana sap çekme işi.
sap çekmek:
Biçilen ekini tarladan harmana getirmek.
sapıtmek: 1.Şaşırmak, yanılmak;
2.Ezberini okuyamamak, 3.Şaşırarak yolunu değiştirmek
sap yiyip saman sıçmek: Ne dediğini ne yaptığını bilmemek.
Sarı: Yörüktahirin küçük oğlu Halit Akyol. 1929
Yılında doğdu. Bakkalsarı olarak da bilinirdi, bir dönem Mahalle Muhtarlığı
yaptı, 2013’te vefat etti.
Sarıali: Guycuların Ahmethocanın oğlu Ali Mola, Afyon’da
oturur.
Sarıalosman: İdirizlerin Sarımehmet oğlu Ali Osman İdis.
1925 Yılında doğdu, Gıdakömer ve Yalamaşükrünün kardeşidir. 1994’te Gocacami’de
bir ikindi namazında vefat etti.
sarıçañ: Genellikle pirinçten yapılan ve konik biçimli
koyun çanlarının genel adı.
Sarıhasan: Daldalların Ahmet oğlu Hasan Dadak. 1909
Yılında doğdu, Delişükrünün kardeşidir. Bakkallığı da var, 1978’de vefat etti.
Sarımehmet: İdirizlerin İdris oğlu Mehmet İdis. 1873
Yılında doğdu, Gocaosmanın abisidir. İki hanımından oğulları; Dedemısdık,
Gambırtevfik, Saralosman, Gıdakömer ve Yalamaşükrüdür. 1947 Yılında vefat etti.
Sarımısdıfa: Arapoğlu İsmail’in oğlu Mustafa. 1817 Yılında
doğdu, sarışın olmasından dolayı böyle lakaplanmış. Ne zaman öldüğü bilinmiyor;
Araplar sülalesinin atasıdır. Çönehalilin babası; Deveci, Gavas, Bezeki,
Patırmahmudun dedesi oluyor.
Sarıömer: İdirizlerin Mustafa oğlu Ömer İbili. 1910
Yılında doğdu, 2008’de vefat etti.
Sarışükrü: Ayanoğlulardan Cinibizosman oğlu Ahmet Şükrü
Patlar. 1909 Yılında doğdu, Gıvırcık lakaplı İbrahim ve Mehmet ile Osman Patlar’ın
babalarıdır. İzmir’de 2012’de vefat etti.
sargın: Tutkun, samimi içten.
sarıbuydey:
Unu, bulguru, makarnası makbul, koyu sarı renkli bir buğday türü.
sarıcarı: Sarı renkli yabani arı
sarı çiyan:
Sinsi, hain, sarışın kimse.
sarımsak döymek: (mec)Koşum hayvanları olduğu yerde durarark adım atmak. (havanda
sarımsak döver gibi)
sarmek: 1.Köpek saldırmak,
2.Arabaya veya hayvana yük yüklemek.
sarsılamek:
Sarsmak, sallamak.
sarsıteş olmek: Israrla birini rahatsız etmek, söz ve davranışlarla baskı uygulamak; mobing. (Öğretmenim, Ali bana sarsıteş oluyo.)
sassı: 1.Tatsız tuzsuz,
lezzetsiz yiyecek, 2.(mec)Hakaret sözü.
sassımek: Yiyecek bozulmak.
sassı sassı kokmek: Çürük, küf gibi kokmak.
saşgın: Maddi olarak yoksul ve
bedensel olarak bakıma muhtaç.
satde: sahte
Satıcingen: Bütün köylüyü tanıyan ve bütün köylünün de
kendisini tanıdığı Çingene kadın.
satımkar olmek:
Satmaya niyetlenmek, satmak istemek.
satıp savmek:
Gereken para için mallarını yok pahasına satmak.
Satırcı: Düdükçünün Selahattin Zenger.
satırenç: Kadınların dışarı
çıkarken örtündükleri damalı örtme (satranç)
satlık: Satılacak şeyler
savışlamek:
Savuşturmak, tehlikeyi atlatmak, kötü bir kişi veya durumdan kurtulmak
savıtdırmek:
1.Fırlatıp atmak, 2.Öfkeyle küfürlü konuşmak.
savmek: 1.Nöbetleşe yapılan
bir işi yapıp sonraki nöbetini beklemek, 2.kurtulmak
savrık: Tutumsuz, yersiz
gereksiz harcama yapan, savurgan.
savrım: 1.Harman savurma işi,
2.Bir savurmalık miktarda harman yığını.
savsılamek:
İşi ağırdan almak, boş yere oyalamak, savsaklamak.
sayı: Yüz adımlık mesafe
ölçüsü. (Bi sayı uzaktan gördü.)
sayılı goyun çabık êsilir: Sürekli sayılan para veya malın bereketsiz olduğunu anlatan
atasözü.
sayılı gün:
Sayısı belli, az sayıdaki günler, Ramazan ayı.
sayınsımek:
Değer vermek, saygı göstermek.
sayışmek: Ödeşmek.
sâyi: Gerçek, doğru, sahi.
Sâyit: Sait
saymek: Saygı duymak.
secireli: Bütün olumsuzluklar
kendisini bulan talihsiz.
seet: saat
sekat: zekat (fitire sekat
birlikte kullanılır)
seki: Topraktan yapılmış
maket, sedir, divan.
sekirat: Ölüm anı, sekerat
sekirata binmek: Ölmek üzere olmak.
sekizen: seksen
sekmek: 1.Tek ayak üstünde
zıplayarak yürümek, 2.Topallamak, aksayarak yürümek.
selâlâ verilmek: Ezandan önce sela okunmak.
selbes: 1.Özgür (Çocuğu selbes
böyüdü), 2.Geniş, havadar (Baççamız selbes, yüz kişiyi alır), 3.Yasak değil,
izinli (Dağ selbesimiş, oduna gitcez), serbest.
sele: Söğüt dalından örülmüş
büyük sepet.
selek: Cömert, eliaçık.
sel götümek:
Aşırı yağmur yüzünden su altında kalmak.
Selimhoca: Çolağömerin Osman oğlu Selim Salman,
1930-2014.
seme/söme:
Sersem, salak, şaşkın, mıymıntı, algılama zorluğu çeken.
semelek: sersem, uyuşuk
semizlik: semizotu
Senato: 1960 İhtilalinden sonra Daldalların odaya
takılan lakap. Belli başlı kişiler orada toplanırmış.
sendirlemek:
Sendelemek, başı dönmek.
senesi gelmek:
Üzerinden bir yıl geçmek.
senet sepet:
(i) Senet ve senet yerine geçen resmi belgeler.
sen gidêken ben geliyodum: Ben senden çok bilirim bunları, beni aldatamazsın.
sénik: Top, balon gibi şeyler
için havası inmiş.
sénmek: Kabarık şeyler
küçülmek, büzülmek.
sennen: seninle
Sen ürya görüyoñ ben de
yoruveriyon: ‘Konunun aslını
bilmiyorum, ancak senin anlattığın kadarıyla anlayabiliyorum’ yahut ‘Olayı kafamda
senin bakış açınla, tek yönlü olarak canlandırabiliyorum, bu yüzden
değerlendirmelerime kızmaca darılmaca yok.’ gibi anlamlar içeren atasözü. (Sen
rüya görüyorsun, ben yorumluyorum.)
sepilemek:1.Serpmek,
saçmak; 2.Yağmur iri damlalarla atıştırıp geçmek.
sérek: Aralıklı, seyrek.
séremek/seyrimek: 1.Göz, yanak, diz ve el kaslarında daha çok görülen istemsiz
titreme hareketi, 2.Kesilmiş hayvanın etinde görülen titreme hareketi,
3.Seyrelmek, azalmak.
seréñ: 1.Serin, 2.Kaldıraç
sistemiyle çalışan kuyularda zincirin bağlı olduğu direk.
seréñni: Kaldıraç sistemiyle
çalışan kuyu.
séretmek: Sık sebze fidelerini
yolarak seyreltmek.
sergi: Buğday, bulgur gibi
şeylerin açık alanda kuruması için habalar üzerine yayılmış hali.
sergi sermek:
Kurutmak için bulgur, tarhana gibi şeyleri haba kilim üzerine sermek.
sertelmek:
1.Sertleşmek, 2.Sert davranmak, azarlamak
seselmek: Yorgunluktan,
susuzluktan konuşamayacak duruma gelmek, sesi kesilmek.
sevaba girmek:
Hayırlı bir davranışta bulunmak.
Sevgilidede: Tingildeklerin Mehmet oğlu Mehmet Kasal. 1904
Yılında doğdu, asıl adı Hasan iken küçük yaşta yetim kalınca babasının adını
verdiler. Evlendiyse de çocuğu olmadı, bütün bu isim karışıklığında ahali
ikisine de itibar etmeyip Sevgili lakabını verdi ve adı unutuldu. Evini camiye
vakfedecek kadar geniş gönüllü ve sevilen biriymiş. 1959 Yılında vefat etti.
sevgilik: İki gencin birbirini
sevmesi için yapılan büyü.
sevte: 1.Günün ilk
alışverişi, siftah; 2.İlk kez, ilk defa (Şehere sevte gitdik)
sevtelemek:
Başlamak.
seyirdim: Bir koşu gidip
gelinecek kadar yakın mesafe.
seyirtmek:
koşmak
seyis: İki üç yaşındaki keçi.
seyman: 1.Delikanlı, yiğit;
2.Damadın arkadaşları, düğünde eğlenceden sorumlu topluluk. (seymen)
Seyrekbasan: Çolağömerin Osman oğlu Mahmut Salman,
1933-2003.
seyyar: Evin bir bölümüne
dışarıdan çekilmiş geçici elektrik hattı ve lambası.
sıçıramek:
Rüya veya başka sebeplerden dolayı yataktan belinleyerek kalkmak. (sıçramak)
sıfra: Oturarak yemede
kullanılan yemek masası, yer sofrası.
sıfra gomek:
Misafire yemek ikram etmek.
sıfreyi galdırmek: Yemekten sonra yer sofrasını toplamak.
sığamek: Paçaları veya yenleri
kıvırarak katlamak, sıvamak.
sığazlamek:
Sıvazlamak.
sığeşlemek:
Sıvazlamak, okşamak.
sığır: 1.Hayvan sürüsü,
2.Ahmak
sığıra sürmek:
İnekleri sabahleyin köyün ortak sürüsüne katmak.
sığırcı: Köyün bütün ineklerini
otlatan kimse.
sığır dağılmek:
Akşama yakın sığır sürüsü köye girerek her bir hayvan evlerine yönelmek.
Sığıreğleği:
Sığırların yaylıma gitmek üzere sabah toplandıkları Gocacami’nin yanındaki
meydan.
sığırguyruğu:
Boyu bir metre uzayan, sarı çiçek açan, geniş yapraklı çok yıllık bir bitki.
sığır gütmek:
Köyün ortak sığır sürüsünü ücret karşılığı otlatmak.
sığırıbızağıyı sürmek: Büyükbaş hayvanları, köyün diğer hayvanlarıyla birlikte otlaması
için sabah evden çıkarmak.
sığırıñ öñüne geçmek: Evi bulamayan hayvanı getirmek üzere sığır dağılırken
karşılamak.
sığırsidiği:
Zikzaklı bir örgü modeli.
sığışmak: sığmak
sıkdırgeç:
Pense, kargaburun, mengene.
sıkgın: Sıkıcı, bunaltıcı
hava.
sıkı: cimri
sıkı durmek:
Güçlü dayanıklı olmak, dikkatli bulunmak.
sıkı dutmek:
Önem vermek.
sıkılamek:
Bir şeyi oldukça sağlam bağlamak veya düğümün sağlam olduğunu kontrol etmek.
sıkılmaz: Utanmaz, arlanmaz
sıkım: Haşlanmış otlarda avuç
içinde sıkma miktarı.
sıkış depiş:
(s) Zorlukla sığarak, çok sıkışık olarak.
sıkıya gelememek: Zor bir duruma dayanamamak.
sıkı yapışmek:
Kuvvetlice, sıkıca tutmak.
sıkma: Erkek üst giysisi,
gömlek.
sıma: Yüz, çehre, sima
(Sıması aynı dedem)
sıñır cizme: Hıdrellez ve bahar yağmurlarından önce her
türlü semavi ve arzi afetten korunma amacıyla yapılan dua merasimi. Atlı iki
Hafız Kur’anı hatmederek köyün hudutlarını dolaşıp Çirçir güneyinde buluşarak
duayı sonlandırıyorlardı. Böylece Eğret’in manevi bir kalkanla her türlü
tehlikeye karşı muhafaza altına alındığına inanılırdı. Sıñır cizilmediği
yıllarda mahsulde bereket, halk arasında huzur ve güvenin kalmadığı
gözlemlenmiş, bu yüzden ihmal edilmeyip adetleşmiş. En son 1960’lı yıllarda
Mehmet Karakaya ve Musa Aydın Hocalar tarafından sıñır cizilmiş.
sıntır: Sersem, şaşkın,
beceriksiz, normal olmayan.
Sıntırhüseyin: Mollahmetlerden Ramazan oğlu Hüseyin Sımsıkı.
1891 Yılında doğdu, Sıntırırmızan ve Garakazımın babalarıdır. Hatiplerin oadada
yemek yerken bu lkap takıldığı söyleniyor. 1964 Yılında vefat etti.
Sıntırırmızan: Sıntırın oğlu Ramazan Sımsıkı, 1920-2004.
sıpa: Ağaçtan yapılmış,
meyve toplamak için kullanılan üç yönlü merdiven. (sehpa)
sıpabuyduran:
Güneşli ama soğuk kış havası.
sıpılamek:
Eşek doğurmak (sıpalamak)
sıpılêci: Hamile eşek
(sıpalayıcı)
sırasını savmek: Görevini yerine getirmek.
sırça: Cam malzeme.
sırçabarmak:
Küçük parmak, serçe parmak.
sıreyi düzmek:
Ekilen tohum sırada belirecek kadar filizlenmek.
sırıdak: Çok sırıtan.
Sırıdakkezban: Hassönlerin Kırtümmet eşi Kezban Omak,
Yarımağanın kızıdır.
sırık: Ahlat alıç gibi
ağaçların yüksek dallarındaki meyveleri silkeleyerek düşürmek için kullanılan
uzun ağaç dalı.
sırım: Hayvan derisinden
şerit şeklinde kesilmiş, çeşitli alanlarda sağlamlaştırıcı olarak kullanılan
ip.
sırıtmek: Sıradışı olduğundan
dikkat çekmek, göze batmak.
sırsılatmek:
Şiddetli titreterek sarsmak.
sırtına almek:
Birini sırtında taşımak.
sırtına binmek:
Birinin sırtında kendini taşıtmak.
sırtını çinnetmek: Yel, kulunç veya yorgunluk nedeniyle birine sırtını çiğneterek
rahatlamak.
sırtını sığeşlemek: (mec)Takdir etmek, teselli etmek, moral vermek.
sıtıra: Sevimlilik, çekicilik,
güzellik.
sıtırassız:
Sevimsiz, suratsız, çirkin (sıtırasız)
sıvazlamek:
Avuç içini sürmek.
sıveşmek: Bulaşmak, yapışmak.
sıyırmek: 1.Eti kemikten
ayırmak, 2. Karpuz kesildikten sonra kabukta kalan kırmızılıkları kemirmek,
3.Kesilen söğüt, kavak ağaçlarının kabuğunu soymak, 4.Tencerede kalan yemeği
sünnetlemek.
sıyırgı: Ahırda hayvan
pisliklerini kürümeye, sıyırmaya yarayan bir çeşit dik kürek.
sibek: El değirmeninde üst taşın dönmesini ve denenin
akmasını sağlayan kazık mekanizma, ağaç kama.
siçan: Fare, sıçan.
Siçanali: Arzıların Dendenin küçük oğlu Ali Tüblek.
siçanguyruğu:
Sıvının az aktığını anlatır.
siçannık/siçanlık: Yeni doğmuş bir bebeğe, evinden çıkıp ilk gittiği yerde verilen
hediye.
sidikliğini bağlatmek: Karısıyla münasebetini engellemek için erkeğe büyü yapmak.
sidik zoru olmek: Çişini tutamamak, sık sık tuvalete gitmek.
siftinmek:
Sünepe uyuşuk biçimde dolaşmak.
siğil/siyil:
1.Daha çok el üstünde çıkan kuru küçük tomurcuk, urcuk; 2.Odun yarmaya yarayan
sivri uçlu demir.
siğil atmek:
Kurbağadan siğil bulaşmak.
s.ki çarşafa doleşmek: (mec)Beceriksizliğinden ne yapacağını şaşırmak.
s.ki daşşağına dek: (mec)Çok iyi durumda, işi tıkırında.
sile sile:
(z) Ağzına kadar dolu, tam dolu.
silcek/silgeç:
1.Hamam havlu takımı, 2.Silecek
silme: Ağzına kadar dolu olma
durumu.
sinci: şimdi
sineğipi: Sinek denilen büyük
çamdan oyma su kaplarından ikisinin ağırlığını çekecek sağlamlıkta kendir
örmesi ip. (sinek ipi)
sinek: Çam ağacından tek
parça oyularak yapılan, suyu soğuk tutan su kabı.
sineklenmek:
1.Çalışmadan boş boş beklemek, oyalanmak; 2.Musallat olan sinekleri kovmak için
hayvan kafa, kulak ve kuyruk sallamak.
sinekli: Ağırcanlı, tembel,
uyuşuk.
sineklik: Güğüm, testi, küp vb.
su kaplarının konulduğu yer.
siñirsek: Nemlenme sonucu
gevrekliğini kaybetmiş, ağızda çiğnenmesi zorlaşan yiyecek.
siñirsi: Kuru, nemliliğini
kaybetmiş
siñmek: 1.Nüfuz etmek,
işlemek; 2.Korkudan sessizleşmek; 3.Gizlenmek.
siñnenmek:
Saklanmak, gizlenmek, kamufle olmak.
sirke: Bit yumurtası, larva.
sirkelemek:
Bit yumurtlamak.
sirken: Yabani ıspanak.
sivilci: sivilce
sivri: 1.Uzun ince kimse,
2.Dikkat çekici davranışlarda bulunan kimse.
Sivri: 1.Kelahmedin Ahmet Bar, 1962-2023;
2.Gedikhasanın Ahmet Kirkit.
sivritmek:
Bıçakla veya kalemtraşla kalemin ucunu açmak.
sivtinmek:
Kaşınmak, omuzları oynatarak kaşınmaya çalışmak.
siyim siyim:
Yağmurun ince ince yağış şekli.
siyinti: Sızıntı veya saçaktan
damlayan yağmur suları.
siylek: Susam bitkisi.
siymek: Erkek işemek.
sobi: Saklambaç oyunu, sobe.
sobilemek:
Saklambaç oyununda taşa ebeden önce gelmek.
soda: karbonat
soğuk geçmek:
Üşüterek hastalanmak.
soğuklanmek:
serinlemek
soğukluk: 1.Ara bozmak için
yazdırılan muska, 2.Sabah ve akşam serinliği.
soğuk vurmek:
Şiddetli soğuk etkisiyle bitkiler ölmek.
soğulcan: solucan
sok cebiñe: Yapılan bir iyilik ücreti olarak para teklif
eden birine sitemle karışık, yaptığı şey için karşılık beklemediğini anlatır.
sokugafa: Başı öne eğik dolaşan,
içten pazarlıklı kimse.
sokulgan: Atak, girişgin, sosyal
kimse.
sol: Uzak, soğuk, aksi,
ters duran kimse.
solluk: Kaldıraç, manivela.
soluğalmek:
Dinlenmek.
soluğan: 1.Nefes nefese kalma
durumu, 2. Nefes darlığı çeken kişi, astımlı.
soluğu gabarmek: Yorgunluktan nefes almakta zorlanmak.
soluklanmek:
Ara vermek, dinlenmek.
soluk soluk:
(z) Ara ara, dinlene dinlene.
somudak: Asık suratlı,
somurtkan.
soñ: Doğumdan sonra çıkan
kan ve pıhtı karışımı şeffaf deri, plezenta.
sôna: sonra
sônadan görme gavurdan dönme: Eski inanç ve alışkanlıklar kolay değiştirilmez.
soñkesen: Ailenin son çocuğu.
soñu gelmek:
Doğum sonrası plezenta düşmek.
soñ zaman:
Bir sürecin son vakitleri. (Irâmetlik soñ zaman iyice çökdüydü)
sopayassırı:
Dayaklık, sopayı hak eden
sormek: Emmek, emer gibi içine
çekmek, somurmak.
sormaşeker:
Ağızda sorularak eritilen sert şeker.
sormuk: Bebeğin emmesi için
bezin içine sarılan tatlı yiyecekler.
sormuk çiçeği:
Pembe renkli çiçeklerinin kökü tatlı olduğu için emilen bir orkide türü.
sorudak: Somurtkan, asık
suratlı
soruşmek: Islak bir şeyin suyu
çekilmesi, kurumak.
sorutmek: 1.Yüz asmak,
somurtmak, düşünceli ve keyifsiz durmak; 2.Ayakta hareketsiz durmak.
soyunku soya, sümüğüñkü sümüğe: Herkes aslına çeker.
söbü: Oval biçimli, tam
yuvarlak olmayan.
Söğüdaltı:
Dere boyunca devam eden ağaçlık bölgeye verilen ad.
Söğütcük: Bir mevki adı
sökel: Güçsüz, düşkün, hasta.
söküntü: 1.Bir örgü sökülerek
elde edilen ip, kullanılmış ip; 2.Eski binalar yıkılarak elde edilen inşaat
malzemesi.
sönge: Fırın taşını
temizlemeye yarayan, uzun bir sırığın ucuna bağlanmış bez.
sörpümek: Ot ve bitkiler
canlılığını yitirmek.
söve/söğe:
Kapının kenarlığı yapılan uzun taş veya kapı kenarına vurulan sıva. Pervaz
söz bir Allah bir: Allahın birliğiyle sözüne edilen yemin.
söze bakmek:
Önerileri dinlemek, uyumlu ve uslu olmak.
söz temsili:
Sözün gelişi, örneğin.
sözünden çıkmamek: Birinin sözüne uymak, davranışlarını ona uydurmak.
sucuk gomek:
Mahalle fırınında sucuk pişirmek.
su dökmek:
Küçük apdestini yapmak, işemek.
su dökünmek:
Boy abdesti almak.
su gaçırmek:
Kap veya boru su sızdırmak.
su gapmek:
Yara içine su alarak azmak.
Suguşu: Buruşakmehmetin ikinci oğlu Halil Omak. 1921
Yılında doğdu, gençliğindeyken böyle lakaplanmış. Sonradan dengesini iyice
yitirmişti, 1987’de vefat etti.
sulfolmek:
Uzlaşmak, anlaşmak. (sulh)
sulungur: Aptal, sersem, şaşkın,
işe yaramaz.
sumsaklamek:
Hafif yumrukla hırpalamak, yumruklamak.
su nanesi:
Sulak alanlarda çıkan yaban nanesi, yarpız.
sunmek: 1.Uzanmak, el uzatmak,
dokunmaya çalışmak; 2.Kedi köpek yiyeceğe uzanmak.
sundurmek:
Zarar vermek maksadıyla dokunmaya çalışmak.
sur: Yumurta, karaciğer vb.
de ince zar.
sûret: Resim, vesikalık
fotoğraf.
susa: Asfalt yol (şose)
su saldırmek:
Artezyen kuyusu açmak için sondaj yaptırmak.
su selası:
Belirli mübarek vakitlerin dışında birinin öldüğünü duyurmak için okunan
seladır. Böyle adlandırılmasının, cenaze defin hazırlıklarında önemli bir yer
tutan su getirme ve kaynatma ile ilgili olduğu sanılıyor. Su selası önce cenaze
evine en yakın camide verilip diğer camilerde tekrar edilir ve sonunda duyurusu
yapılır.
su sulamek:
Herhangi bir yeri, tarlayı sulamak.
su tası: bardak
so yolağı:
Suyun aktığı yer, mecra.
suyolu: Şiş ile örgüde bir
motif.
su yörümek:
Ağacın dallarının sulanması.
suyuna gitmek:
İtiraz etmeden, yumuşak davranarak istediğini yaptırmak.
suyunu dökmek:
Hoca cenazeyi yıkarken ona yardım edip su dökmek.
suyu seli galmamek: Suyu bitmek, suyunu çekmek.
südce: Karın ağrısıyla
kendini gösteren bir hastalık.
südüyen: sütyen
süllü: Bakımsız, pasaklı,
pejmürde.
sümek: Didilmiş kaliteli yün.
sündük: 1.Açgözlü, yapışkan
biçimde ısrarla bir şeyler isteyen, asalak kimse; 2.İnsana alışık, kovmakla
gitmeyen hayvan.
sündürmek:
Bir şeyi çekerek uzatmak.
sünet: sünnet
sünet etmek:
Söğüt dalından düdük yaparken kabuğun fazlalığını kesmek.
sünetlik: Sünnet olan çocuğa
verilen hediye.
sünger: 1.Don lastiği, 2.Taş
atmaya yarayan sapan
süngü debreşmesiñ: Mevtanın olumsuz bir yönünü yad edecekken ruhu
muazzep olmasın diye söze böyle başlanır.
sünmek: 1.Çekilerek uzamak,
esnemek; 2.Oruç sakatlanmak, bozulacak gibi olmak.
sünnü: Uzun, iri ve gösterişli at.
Sünnü: Gugukların Halil Ün, 1952-2012.
sürek: yürüteç
sürgü: 1.Kapıyı sürmelemek
için kullanılan düzenek, 2.Ekim işinden sonra tarlanın düzlenmesi ve tohumların
örtülmesi için kullanılan gereç.
sürgülemek:
Tohum saçtıktan sonra toprağı düzleyip tohumları örtmek.
sürgün: 1.Şiddetli rüzgarla
savrulan karların bir yere yığılması; 2.Ağacın köküne yakın yerinden çıkan taze
dal.
sürmek: 1.Ağaç köke yakın
yerden yeni dal vermek, 2.Rüzgar çukurlara kar yığmak. 3.Hayvanları götürmek.
sürtmek: 1.Haşhaşı iki taş
arasında ezmek, 2.Taze patetesin kabuklarını soymak için dişli bir taşı zımpara
gibi kullanmak.
sürütme: Çok gezen ve uygunsuz
davranışlar sergileyen kız.
süsbüberi:
Küçük ama çok acı biber.
süsmek: Hayvanın boynuzuyla
vurması, boynuzlamak.
süsüne bakmek:
Bir şeyi hiç kullanmayıp öylece bekletmek.
süvarilik:
pantolonun çok yıpranan arka ve diz kısmına yapılan yama
süvarilik vurmek: Pantolonun en fazla yıpranan arka ve diz kısımlarını yamatmak.
süymek: Fışkırıp çıkmak,
düzgünce uzamak, sürgün vermek.
süzek: Basit tülbentten süt
süzme gereci, süzgeç
süzünmek: Gelin erkek evine
geldikten sonra, kendisini izlemeye gelenler için öylece durup beklemek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder